
Meşhur adÂletiyle tarihe gecmiş olan Nûşirevan adlı hukumdarın adaletinin kaynağı nar bahcesi...Mahmud SÂmi Ramazanoğlu Hazretleri sohbetlerinde, hikmetine binÂen şu kıssayı anlatırlardı:
Meşhur adÂletiyle tarihe gecmiş olan Nûşirevan adlı hukumdar, bir gun avda iken beraberindeki arkadaşlarından ayrıldı ve yolu bir nar bahcesine rastladı. Oradaki bir delikanlıya;
“–Bana bir nar verir misin?” dedi.
Delikanlı da ikrÂm etti.
Nar, bol sulu ve cok lezzetliydi. Hukumdar, Âdet mest oldu. İcinden;
“–Boylesine lezzetli meyvesi olan bu bahce mutlaka benim olmalı, ben ne yapıp edip burayı almalıyım.” diye duşundu.
Ardından bir nar daha istedi. Fakat bu defa aldığı nar kupkuru ve zehir gibi ekşi cıktı. Bunun sebebini sorunca o firÂset sahibi delikanlı, tebessum etti ve;
“–Sultanım, herhÂlde gonlunuz haksızlığa meyletti. Guc ve kudretinizle bu bahceyi benden almayı duşunmuş olmalısınız.” dedi.
Bunun uzerine Nûşirevan; bahceyi cebren alma duşuncesinden vazgecip icindeki kotu niyetten pişman oldu, tevbe etti. Sonra bir başka nar daha isteyince, birinciden cok daha sulu ve tatlı bir nar geldi.
Hayretler icinde kalan Sultan, nardaki bu lezzetin hikmetini sordu. Delikanlı bu sefer;
“–HerhÂlde o menfî duşuncenizden tevbe ettiniz.” dedi.
RivÂyete gore Nûşirevan bu ve benzeri hÂdiseler neticesinde intibÂha geldi. İcindeki yanlış niyetleri bertaraf ederek zulum ve haksızlıklardan butunuyle sıyrıldı. Hakka-hukuka titizlikle riÂyet etti. Boylece ismi adÂletle bÂkî kaldı.
Nûşirevan, haklarını fazlasıyla verip butun halkıyla helÂlleşti. VefÂt ettiğinde ise tabutuyla memleketin her tarafında dolaştırıldı. Bu esnada bir munÂdî şoyle sesleniyordu:
“–Kimin bizde hakkı varsa gelsin alsın!..”
Uzerinde bir dirhem bile hakkı olan hic kimse bulunamadı. (Ramazanoğlu, MusÂhabe, c. VI, s. 43-44)
HİSSELERİMİZ: DUYGULAR TEMİZLENMELİ Rasûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyurur:
“Şunu iyi bilin ki, insan vucudunda kucucuk bir et parcası vardır.
Eğer bu et parcası iyi olursa, butun vucut iyi olur. Eğer o bozulursa, butun vucut bozulur. İşte bu et parcası kalptir.” (BuhÂrî, ÎmÂn, 39)
Kalp; niyet, inanc ve duyguların merkezidir. Kalbin menfî duygularla kirlenmesi hÂlinde; kıssada olduğu gibi, kişinin maddî ve mÂnevî nasiplerinde de bir daralma meydana gelir.
HassÂsiyetini henuz kaybetmemiş kalpler, mÂnevî nasiplerdeki bu değişmeleri fark eder ve bunu bir îkaz ve ihtar olarak telÂkkî ederler. DerhÂl kendilerine cekiduzen verirler.
Nitekim;
Fudayl bin IyÂz -kuddise sirruhû- buyurur:
“Ben AllÂh ’a karşı bir suc işlediğimde; bunu merkebimin huyunun ve yardımcımın ahlÂkının değişmesinden anlarım!”
Bu hakikate bir başka misal şudur:
Hazret-i Suleyman ’ın bir zellesi olmuştu. Bunun uzerine derhÂl hukumdarlığı hakkında bir imtihana tÂbî tutuldu. CenÂb-ı Hak buyurur:
“Andolsun biz Suleyman ’ı imtihan ettik. Tahtının ustune bir ceset (hÂlinde) bırakıverdik, sonra o, yine eski hÂline dondu.” (SÂd, 34)
HÂDİSELERİN MESAJI Devrimizde depremlerden hastalıklara kadar, insan ve toplulukların başına gelen her turlu hÂdiseyi, fizik kanunlarının neticesinden ibaret gorerek, ilÂhî iradenin hÂdisÂttaki hikmetini nazardan kacıran gafilÂne bir anlayış yayılmıştır.
HÂlbuki;
CenÂb-ı Hak, asla abes yaratmaz; hicbir zaman hikmetsiz, tesÂdufî bir iş yapmaz. O ’nun her fiilinde gorebilenler icin sonsuz hikmet ve ibretler vardır.
Gorebilenler, bir yaprakta dîvanlar kadar ibreti temÂşÃ‚ eder ve okurlar… Gafiller ise, butun Âlemi boş gozlerle seyrederler.
Cunku;
Gaflet, zulum, kibir, nankorluk ve benzeri kalp hastalıkları artarak butun kalbi kaplarsa, artık kul butun gonul hassÂsiyetini kaybeder. Boyle bir gonul; muhurlu, olu bir kalp hÂline doner. Kıssadaki narın acılaşması gibi nice îkāz edici hÂdiseyle karşılaşsa da farkına dahî varamaz. NÂdan, alık ve abus bir şekilde gaflet icinde hayatını surdurur. Sonu felÂket olur.
İKRAMLARIN ARTMASI İCİN Kıssada; kalbî duygular duzelince, nar da lezzetli hÂle geldi.
Demek ki;
İlÂhî ikramların ziyÂdeleşmesi icin, niyetleri tashih etmek gereklidir. Menfî duygulardan tevbe etmek, kalbi tasfiye etmek lÂzımdır. NefsÂnî hoyratlıklardan kurtularak, kalbî ve rûhÂnî istîdatları inkişÃ‚fa gayret etmelidir.
Şukrettikce nimet artar. Takv nisbetinde CenÂb-ı Hakk ’ın yardımları tecellî eder. Siyer-i Nebî ’de temÂşÃ‚ ederiz ki;
Bedir ’de buyuk bir samimiyet ve Hakk ’a iltic sayesinde buyuk bir zafer nasîb olmuş, melekler imdÂda yetişmiştir. Uhud ’da ise, Fahr-i KÂinÂt Efendimiz ’in emrine kucuk bir muhalefet ve dunya metÂı olan ganîmetlere bazı kimselerin hafif bir meyli, ilÂhî yardımın kesilmesine ve mu ’minlerin îkāz edici bir sarsıntı gecirmelerine sebebiyet vermiştir. Huneyn ’de bazı gonullerde meydana gelen; “–Bugun cok kalabalığız! Bizi kimse yenemez!” şeklindeki duşunce yine bir pusuya duşme ve dağılma imtihanıyla karşılaşılmasına sebep olmuştur.
Tarihimizden ibretli bir misal de şudur:
Sultan Alparslan, 1071 ’de Malazgirt ’te Bizans kumandanı Romen Diyojen ’in, muslumanları Anadolu ’dan kovmak isteyen devÂs ordusuyla harp edecekti. Bir Cuma vakti kefen misÂli beyaz elbiselere burundu. Kabre hazırlandı. Buyuk bir tevÂzu ile;
“‒Bugun kumandan-asker yok, ben de sizin gibi neferim!” dedi. Hicliğe burundu. Askerleri de kendisiyle beraber aynı mÂneviyat dolu ruhla duşmana hucum ettiler ve kendilerinden kat kat fazla olan Bizans ordusunu AllÂh ’ın izniyle bertaraf ettiler.
1072 ’de ise;
Alparslan, Hana kalesini zaptetti. Burada gulÂt-ı şîadan basit bir kale muhafızı yanına sokulup Alparslan ’ı hancerledi ve Sultan, birkac gun icinde şehîden vefÂt etti. Alparslan son demlerinde, bu hÂdisenin mÂnevî tarafını bizzat şoyle itiraf etti:
“–Her ne zaman duşman uzerine azmetsem, Allah TeÂl ’ya sığınır, O ’ndan yardım isterdim. Dun ise bir tepe uzerine cıktığımda; askerimin cokluğundan ve ordumun buyukluğunden, sanki ayağımın altındaki dağ titriyor gibi geldi. Kalbimden bir an icin;
«‒Ben, dunyanın hukumdarıyım, bana kim galip gelebilir!» diye gafilÂne bir duşunce gecti.
İşte bu duşunceden dolayı CenÂb-ı Hak; beni, karşımdaki en Âciz bir kulu ile cezalandırdı. (Bir anlık enÂniyetin bedelini oduyorum.)
Şu son demde;
Kalbimden gecen o hatadan ve daha once işlemiş olduğum butun kusurlarımdan dolayı Allah TeÂl ’dan af diliyor, tevbe ediyorum.” (İbnu ’l-Esîr, el-KÂmil, X, 78-79)
CenÂb-ı Hak buyuruyor:
“RahmÂn ’ın (has) kulları onlardır ki, yeryuzunde tevÂzu ile yururler…” (el-Furkān, 63)
Yani onlar arz-ı endÂm icinde değil arz-ı hÂl icinde yaşarlar. Nefsin şerrinden, enÂniyetten ve şohretten kendilerini koruma gayretinde olurlar, abd-i Âciz olduklarının idrÂki icerisinde kendilerini istikametlendirirler.
Dolayısıyla;
Bir mu ’min dÂim gonul pusulasının ibresini kontrol etmeli, hÂdisÂtın akışından mes ’ûliyet hissetmelidir.
Kirli bir bardağa, guzel bir menb suyu hatt zemzem konulsa dahî; o kirli kap, o suyun butun nefÂsetini ve guzelliğini berbat eder.
Kalp de aynı şekilde mÂsivÂdan, yani Allah ’tan uzaklaştırıcı her şeyden temizlenmelidir. TÂ ki kul, boylece kemÂle ersin de ibÂdet, muÂmelÂt ve muÂşerette yureğinden rûhÂniyet ve rahmet taşırsın.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Yuzakı Dergisi, Yıl: 2021 Ay: Eylul, Sayı: 199
İslam ve İhsan