
Allah ’ı unutturan fakirlik ve azdıran zenginlik, birbirine muÂdil kabûl edilmiştir.Muslumanın iş hayatındaki hassasiyetleri uzerine bir mulakattan satır başları...
– Efendim; İslÂm, kapitalizm, muslumanın kapitalistleşmesi gibi konular tartışılıyor. En genel plÂnda neler soylenebilir bu tartışma etrafında?
– Kapitalizmin meydan bulduğu ve yeşerdiği saha, kanaat ve tevekkulun zaafa uğrayıp da hırs, ihtiras ve ekseriyetle haksız kazancın arttığı ortamlardır. Bu bakımdan mu ’min gonuller, kendilerini oncelikle ihtiras ve hırs noktasında tasavvufî bir eğitimden gecirmelidirler. Bu da kanaat ve tevekkulle gercekleşir. Kanaat ise, gercek zenginlik olup herkesin, mal ve mulk ihtirÂsına karşı esÂret ve kolelikten kurtulması demektir.
Dolayısıyla bir musluman, nefs tezkiyesi ve kalp tasfiyesinden gecmezse, paradan başka sınır tanımayan kapitalizmin carkları arasında perişan olur.
Cunku gerek kapitalist, gerekse sosyalist sistemlerin yapısında kalbî meziyetlere, vicdÂnî fazîletlere yer yoktur. Birinde mulk toplumundur, birinde ferdindir. Her ikisinde de cıkarcı ve somurucu bir zihniyet hÂkimdir. Fertler, bir carkın dişlisi hÂlinde telÂkkî edilir.
İslÂm ’da ise mulk, AllÂh ’ındır. Menfaat ve somurmek asl yoktur. İslÂm iktisÂdı, insanın problemini cozmekle başlar. Paylaşmak ve başkalarına, bilhassa ihtiyac sÂhiplerine faydalı olmak; şarttır, farzdır. Oyle ki, CenÂb-ı Allah, bunu fakirlerin hakkı olarak îlÂn eder:
“SÂilin (muhtÂcın) ve mahrûmun (iffeti dolayısıyla isteyemeyenin), onların (zenginlerin) mallarında muayyen bir hakkı vardır.” (ez-ZÂriyÂt, 19)
Bu dustur, hem parayı kullanma eğitimidir, hem de gonulleri kaynaştırma vesîlesidir. YÂni İslÂm ’da para; bir ihtiras kaynağı değil, yerine sarf edilmesi gereken bir emanettir. Bu emanet yerinde kullanılır, yerine sarf edilir ve muhtac ile mahrumun hakkı da gozetilirse, o zaman buyuk bir ibadet kaynağıdır. Ancak boyle bir kıvam icin paranın nereden ve nasıl kazanıldığı da cok muhimdir. Zîra kazanılan her şeyin bir kazanılma şekli vardır ve o şekle gore insanın gonlu şekillenir. Harcamalar da bu şekillenişe gore gercekleşir. Bu bakımdan kazancımızın şekline son derece dikkat etmemiz zarûrîdir.
İNSANLAR NASIL PARA KAZANIYOR?– İnsanlar ne tur kazanc yollarına yoneliyorlar?
– Bu hususta umûmî mÂnÂda iki turlu kazanc soz konusu olmaktadır:
Birincisi, dînî ve vicdÂnî olculer icerisinde elde edilen kazanctır. Bunun icerisinde ilÂhî olculere riÂyet vardır. TicÂret ahlÂkı vardır. HelÂl, vazgecilmez bir prensiptir. Menfaatperestlik ve kandırma yoktur. Bu kazanc, zÂhirî bakımdan fazla bir artış gostermese bile bunun mÂnevî artışı devamlı yukselir. Cunku bu servetin infÂkı, hayır ve hasenÂtı coktur. Ferdi, merhamet ve vicdan huzuruna kavuşturur. Boyle kullar, butun mahlûkata karşı merhametli ve şefkatli olurlar. Bu merhamet, bize de merhamet olunmasının yegÂne vesîlesidir. Rasûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyururlar:
“Yeryuzundekilere merhamet edin ki, gokyuzundekiler de size merhamet etsin!” (Tirmizi, Birr, 16)
Paranın kaderi, kişinin hissiyÂtına dÂhil olur. Bir darb-ı meselde denildiği gibi, “Para yılan gibidir, girdiği delikten cıkar.”
Bir kişinin malının ne kadar hak yoldan olduğunu anlayabilmek icin, sarf edildiği yerlere bakmak kÂfîdir.
– Ya ikincisi?
İkincisi ise belli bir otorite ve guc etrafında elde edilen kazanctır. Bu, genellikle haksız kazanctır. Kayırma ve ruşvet gibi yollarla yığılan kanserli bir servettir. İnsanın elinde bir anda şişen bir balon gibidir. Bu balonların kimi dunyÂda patlamakta, kimi de mahşerde infilÂk edecektir. Bu kazancların zÂhirî artışı, insana tatlı bir mûsikî gibi hoş gelir. Ancak mÂnevî tarafı, baştan sona husran ve ebedî bir iflÂstır. Dolayısıyla bu kazanc; infÂka, hayır ve hasenÂta kolay kolay sarf olunmaz. Belki cuz ’î bir kısmı…
Maalesef gunumuzde ikinci tur kazanc yolu, herkese daha cÂzip gelmekte ve kapitalist nizam da bunu iyice koruklemektedir. Ne hazin ki, nice mu ’min gonuller de bu akıntıya kapılmaktadırlar. Cok kimse, once kazanmanın derdi ve hırsı icine girmektedir. Oysa once elde edilecek kazancın, Âhiret hesÂbını yapmak şarttır. Kalpler ihtirastan katılaşıp Âhiret duşunulmediğinde, insanoğlu hak-hukuk tanımayan, gaspcı ve acımasız bir varlığa donuşebilmektedir. YÂni kapitalizm, insanları ihtirastan vahşîliğe itmektedir. Bu gerceği gormek icin dunyÂda yaşananlara şoyle bir bakmak kÂfîdir. Para uğruna bugun yapılan istismar ve zulumler, hangi insanlığa sığar? Bir bomba atılıyor, bitki-hayvan, coluk-cocuk, hasta-yaşlı ayırt etmeden perişan ediliyor. Ne merhamet var, ne şefkat! MÂsum ve mazlum kanlarıyla boyanan kanlı para, hangi insanlığı îmar ve inşÃ‚ edecek?
YÂni acımasız kapitalizm, gun gectikce insanı, sadece paraya rÂm ederek, parayı bir put hÂline getiriyor.
– Peki İslÂm nasıl bir hassÂsiyet cercevesi telkin eder?
– İslÂm, her meselede olduğu gibi servet karşısında da kulu, AllÂh ’a karşı mes ’ul addeder. Zîr Allah TeÂlÂ, her şeyi insana emÂnet olarak vermiştir. Âyet-i kerîmede:
“NihÂyet o gun (dunyÂda faydalandığınız) nîmetlerden muhakkak hesÂba cekileceksiniz!..” (et-TekÂsur, 8) buyrulmaktadır.
İşte servet, bu hesap ve mes ’ûliyet olculeri icerisinde elde edilmelidir. Hicbir yanlış adımın, doğru bir mÂzeret ve niyeti olamaz. Hele “ben ileride hayır yapmak icin kazanıyorum” diyerek haram-helÂl olculerini ciğnemek, en hayırsız yonelişlerdir, nefsin aldatmacalarıdır. Cunku İslÂm; «İstediğin gibi kazan, istediğin gibi harca!» şeklinde bir anlayışı asl kabûl etmez. Kapitalizmin temelini teşkil eden «Bırakınız yapsın, bırakınız gecsin!» mantığını da İslÂm, kesin olarak reddeder.
İnsanların maddeye rÂm olduğu gunumuzde her Muslumanın, her zamankinden daha ziyade yuksek bir ahlÂkî yapıya sÂhip olması, Allah korkusuyla hareket etmesi, kul hakkına son derece riÂyet etmesi ve mes ’ûliyet hissi icinde bulunması zarûrîdir.
Mesel yaşanan ticÂrî zorluklar ve tıkanmalar karşısında, haksız finansman teminine bulaşmamalı, bu tur sıkıntıları, finans kurumları vasıtasıyla bertaraf etmelidir. Ne olursa olsun fÂize bulaşmamak, hem dunyevî, hem de uhrevî mes ’ûliyetlerimiz ve huzurumuz bakımından cok muhim bir meselemizdir.
RUŞVET ALMANIN VE VERMENİN HUKMUAyrıca kendimizi ve mulkumuzu mÂnen de temiz tutabilmek icin dikkat edeceğimiz bir başka husus, ihÂlelerde bahşiş adı altında verilen ruşvetlerden kacınmaktır. İsimler ne kadar değişirse değişsin, mÂhiyetler değişmez. Haramlara konulan farklı ve sıcak isimler, ic muhÂsebemizi korelten boş tesellîler ve cehennem yaldızlarıdır.
SahÂbeden Abdullah bin Amr (r.a.), Resûlullah ’ın, ruşvet alana da verene de lÂnet ettiğini nakletmiştir. (Ebû DÂvud, Akdıye, 4, hd. nmr. 3580)
Maalesef bugun servetlere, bu ve benzeri şekillerde her taraftan zehirler sacılmaktadır. Musluman, bir mayın tarlasında yuruyormuş gibi bilgili, dikkatli, hassas ve ihtimamlı olmadıkca, servetini bu zehirlerin şerrinden koruyamaz.
– Nasıl bir ihtimam, dikkat ve hassÂsiyet tavsiye edilebilir?
– Bunun icin ticÂrî hayÂtımızı, kapitalizmin istismar ve hodgÂmlığıyla değil, mutlaka helÂl ve haram hudutlarına dikkat etmekle şekillendirmeliyiz.
Yine israf ekonomisine yonelik ticaretten de kendimizi muhafaza etmeliyiz. Cunku israf, konfor ve luksun artması, toplumu perişan etmektedir. Bu yonde dengesiz harcamaları artıran kredi kartları da iktisÂdî tuzaklardır, somurme vÂsıtalarıdır. İhtiyaclar buna mÂzeret olamaz.
Cunku ihtiyac durumlarında İslÂm ’ın olcusu bellidir: Karz-ı hasen (Allah icin guzel borc). Bu borc, batmışları ferahlatan, onlara bir kurtuluş cÂresi olan bir borc mÂhiyetindedir. Ancak kredi kartları ise daha da batıran borclandırmadır. Harcayanlar değil, sadece harcatanların kazandığı bir sistemdir.
Oyle bir harcatma ki, birileri kazansın diye fakirleri bile acımasızca bu tuzağın icine gule oynaya duşurmektedir. Yapılan yaldızlı reklÂmlar sÂyesinde nice zavallılar bu yuzden gayr-i meşrû yollarda kurban oluyorlar. Mesel fakir bir kızcağıza binbir cilÂlı reklÂmla; “Sen ancak şunlarla daha guzel olursun, şoyle yapar ve yaşarsan daha cÂzibeli olur ve topluma kendini kabûl ettirirsin!” gibi iğvÂlı telkinler ede ede dunyÂsı alt-ust ediliyor. Neticede zavallı kızcağız, kesesinin yetmeyeceği bir hayÂtın hasret ve hırsına kapılıyor. Fakat dileğini elde edemedikce ihtirÂsı daha da korukleniyor ve en sonunda ne hazindir ki, kotu yollara duşerek mahvoluyor…
Bu bakımdan her şeyden once “hÂle rız ve kanaat zenginliği” gonullerimizde en buyuk hazînesi olarak yerini almalıdır. CenÂb-ı Hakk ’ın bize “Maddî yonden daha cok zengin olun!” diye bir emri yoktur. Sadece “HelÂlinden kazanın, helÂl olculeri icerisinde yaşayın ve infÂk edin!.. YÂni muhtacları unutmayın!..” diye emri vardır.
O hÂlde hayÂtımızı, ticaretimizi helÂller uzerine bin etmeliyiz.
– Bu noktada kimi İslÂmî emirleri yerine getiren insanlarda da zihnî kaymalar olabiliyor.
– Maalesef gunumuzde kapitalizm, mÂnevî dunyÂmızı o kadar harap etti ki, dînî firmalarda bile İslÂm ahlÂk ve şiÂrına uygun olmayan işler tabiî hÂle geldi. Hacca giden ve namaz kılan niceleri; “Ben daha cok hayır yapmak icin daha cok kazanmalıyım!” diyerek pek cok kabûl edilmez yanlışlara adım atabiliyor. YÂni helÂl ile haram ic ice yaşanıyor. Mesel gayr-i ahlÂkî reklÂmlar, iş hayÂtında cÂzibeleriyle muşteri cekecek sekreterler, en goze carpan yanlışlıklardan bÂzılarıdır. Duny kazancı, Âhiret kÂrının onune gecmiş olduğundan, nefis; “Bu işler boyle yurur!” diye mÂzeretler hazırlayarak işin haram tarafına hic aldırış etmiyor. Maalesef bu, kazanc değil, Âhirette infilÂk edecek iflÂs mayınlarıdır.
Bu bakımdan ticarette her meseleye yeniden ayrı ayrı eğilmek lÂzımdır. Yanımızda calıştırdıklarımıza kadar her şeye dikkat etmeli ve İslÂmî hassÂsiyetleri şu veya bu sebeple ciğnememeliyiz. Kadını, erkek işinde; erkeği, kadın işinde istihdÂm ederek fıtratlarına ters bir hÂle mecbur etmemeliyiz. Bu hususta olculeri en guzel şekilde belirleyen İslÂm ahlÂkı ve prensipleri, yegÂne dusturumuz olmalıdır. Kulluğumuza ve kul hakkına ilÂhî ihtarlar ışığında îtin gostermeliyiz.
Peygamber Efendimiz vefÂt etmeden once buyurmuştur ki:
“Namaza, ozellikle namaza dikkat ediniz. Elinizin altında bulunanlar hakkında da Allah ’tan korkunuz.” (Ebû DÂvûd, Edeb, 123-124/5156; İbn-i MÂce, VasÂyÂ, 1)
HayÂtı boyunca butun mahlûkÂtın hakkına, fevkalÂde îtin gosteren Peygamber Efendimiz, vefÂtı esnÂsında bile kul hakkını gundeminde tutmuş ve mecÂlsiz olmasına rağmen evinden mescide cıkarak şu hitapta bulunmuştur:
“AshÂbım, kimin malını farkında olmadan almış isem, işte malım, gelsin alsın!.. Kimin sırtına haksız yere vurduysam, işte sırtım, gelsin vursun!..” (Bkz. Ahmed, III, 400)
AshÂb-ı kirÂmı gozyaşlarına gark eden bu cumleler; hakîkatte bize, kul hakkının ehemmiyetini gosteren cok mÂnidar bir tÂlimattır. Peygamber Efendimiz bu hadîs-i şerîfleriyle kıyÂmete kadar devÂm edecek ummet-i Muhammed ’e kendi şahsında fiilî bir misÂl vermiştir. Artık bize duşen, kendimizi bu olculer ışığında mîzÂn edebilmektir.
Cunku kul hakkı, kıyÂmete kalan ve ebedî felÂkete dûcÂr eden bir cehÂlet ve zulumdur. Bugun kapitalizm, kul hakkı tanımıyor. Ezilen daha fazla eziliyor. Her şeye mubah gozuyle bakılıyor. Oysa İslÂm ’da harama gidecek adımlar da haramdır.
HÂsılı bugun, cok guclu bir vicdan muhÂsebesi lÂzımdır. Bizi kendimize getirecek guclu bir silkiniş!.. Cunku sermÂye, fertlere damga vuruyor. HÂlbuki fertler sermÂyeye damgasını vurabilmelidir…
– Efendim, nasıl sağlanabilir bu, para kapitalizmin ozu ve her şey onun etrafında donuyor.
– Bunun icin paranın mahkûmu değil, hÂkimi olmak lÂzımdır. Bu da HÂkimler HÂkimi ’nin emrine uymakla olur. Tembelliğe kacmayan bir kanaatle olur.
Cemiyete bir bakın: Niceleri maddî bakımdan alabildiğine imkÂnlar elde etmiş, fakat hÂl huzursuz. Kimisi cinnet geciriyor. Eskiye nazaran zenginlik ve refah seviyesi hayli arttı, ancak buhranlar ve cinnetler daha da fazlalaştı. Âile hayatları tÂrumÂr oldu. Boşanmalar arttı. Yavrular perişan. Bir nesil, Âile sıcaklığından mahrum kaldığından, saÂdeti sokaklarda arar hÂle geldi ve sokakların insafına itildi. YÂni haram-helÂl tanımayan, bencil, kapitalist sistem, toplumumuza huzur getiremedi.
İmam-Hatip Lisesi ’nde derslerimize gelen hocalarımızdan Nurettin Topcu, bÂzen sorardı:
“–Bugunku insan mı mes ’ud, dunku insan mı mes ’uddu?”
Sonra da dunku insanın ne kadar mes ’ud ve huzurlu, buna mukÂbil bugunku insanın ne kadar huzursuz ve acımasız olduğunu madde madde anlatırdı.
– Zenginlik zor imtihan gibi gorunuyor efendim.
– Şartlarına gore zenginlik de zor, fakirlik de zor imtihanlardır. Zorluk itibÂrıyla biri diğerinden daha kolay olmamıştır hicbir zaman. Dolayısıyla yukarıda soylediklerimizden yola cıkıp da huzur icin fakirleşmek gerekir gibi yanlış bir kanaat hÂsıl olmasın. YÂni mal ve mulk hakkındaki mes ’ûliyetlerimizi ve ilÂhî olculer ışığında yaşamayı dile getirmek, “o hÂlde fakirlik tercih edilmelidir” şeklinde bir yanlış anlamaya sevk etmesin. Bilmeli ki İslÂm, insanın zengin olmasını asl yasaklamaz. Aksine Kur ’Ân-ı Kerîm ’de 200 ’den fazla “İnfÂk edin!” emri gecer ki, bu da bir bakıma insanların infÂk edecek kadar zengin olmalarını tavsiye mÂhiyetindedir. Ancak bizim uzerinde durmak istediğimiz husus, ilÂhî taksimin, yÂni kaderin sınırlarını zorlamamak ve zenginlik icin her yolu meşrû saymamak noktasıdır. YÂni CenÂb-ı Hakk ’ın nasîb ettiği olcude helÂlinden kazanmak ve infÂk edebilme fazîletine erebilmektir.
Zîra dun olduğu gibi bugun de fakir-fukar ve gariplere sığınak ve barınak olacak meşrû kazanclı, merhametli, varlıklı insanlara ihtiyac vardır.
Mesele, maddî refah uğruna gonul huzurunu oldurmemek… İslÂm ’ın guzellikleri icerisinde meydana gelecek kalp huzuruna kıymamak… DiğergÂm bir gonul insanı olabilmek… Asıl ve sonsuz zenginliğin kalbî hayatta olduğunu unutmamak…
MUSLUMAN BİR TUCCAR NASIL OLMALI?– Ticaretle uğraşan ve aynı zamanda buyuk bir İslÂm Âlimi olan Ebû Hanîfe Hazretleri bu konuda bir ornek olarak zikredilebilir mi?
– Elbette. Ebû Hanîfe Hazretleri ki, ilimde olduğu kadar amel-i sÂlihte de hakîkaten ornek sîmÂlardandır. Hele onun ticaret hayÂtındaki ahlÂkı ve numûne davranışları, İslÂm şahsiyetinin destÂnî ozellikleriyle doludur. Diyebiliriz ki kardeşlik duygularının zayıfladığı, ictimÂî huzur ve sukûnun kaybolduğu, kin ve husûmetin coğaldığı toplumumuzda, Ebû Hanîfe Hazretleri misÂli ciddî bir ticÂret ahlÂkı seferberliğine ihtiyac vardır. Bunun sayısız orneklerinden birisi şudur:
Ebû Ha­nî­fe Haz­ret­le­ri, ti­ca­ret­le ge­ci­nen hay­li ser­vet sÂhibi zen­gin bir kim­se idi. An­cak ilim­le meş­gul ol­du­ğun­dan, ti­c­rî iş­le­ri­ni ve­ki­li va­sı­ta­sıy­la yu­ru­tur, ken­di­si de ya­pı­lan tic­retin he­lÂl d­ire­si icin­de olup ol­ma­dı­ğı­nı kont­rol eder­di. Bu hu­sus­ta o de­re­ce has­sas­tı ki, bir def­sın­da or­ta­ğı Hafs bin Ab­dur­rah­mÂn ’ı ku­maş sat­ma­ya gon­der­miş ve ona:
“–Ey Hafs! Mal­da şu şu ozur­ler var. Onun icin bu­nu muş­te­ri­ye soy­le ve şu ka­dar ucu­za sat!” de­miş­ti.
Hafs da, ma­lı İmÂm ’ın be­lirt­ti­ği fi­ya­ta sat­mış, an­cak on­da­ki oz­ru muş­te­ri­ye soy­le­me­yi unut­muş­tu. Du­ru­mu oğ­re­nen Ebû Ha­nî­fe Haz­ret­le­ri, Hafs bin Ab­dur­rah­mÂn ’a:
“–Ku­ma­şı alan muş­te­ri­yi ta­nı­yor mu­sun?” di­ye sor­du.
Hafs ’ın, muş­te­ri­yi ta­nı­ma­dı­ğı­nı be­lirt­me­si uze­ri­ne İmÂm, he­lÂl ka­zan­cı­nın le­ke­le­ne­ce­ği en­di­şe­siy­le, sa­tı­lan mal­dan el­de edi­len ka­zan­cın ta­ma­mı­nı sa­da­ka ola­rak da­ğıt­tı. İş­te onun bu tak­v­sı, mad­dî-m­ne­vî ti­c­re­ti­ne zi­y­de­siy­le be­re­ket ol­du.
Bir kim­se­nin te­miz go­nul­lu, ih­lÂs sÂhibi ve ehl-i is­ti­k­met ol­du­ğu­nu an­la­mak icin, onun yap­tı­ğı ib­det­le­rin­den zi­y­de, o ib­det­le­ri han­gi kal­bî se­vi­ye ve hÂl ile yap­tı­ğı­na ba­k­ılma­lı­dır. Y­ni bil­has­sa dav­ra­nış­la­rı­nın, İs­lÂm ah­l­kı­na uy­gun ve ka­zan­cı­nın he­lÂl olup ol­ma­dı­ğı­na dik­kat edil­me­li­dir. Bu me­yan­da Haz­ret-i Omer -ra­dı­yal­l­hu anh-, bir kim­se medhe­dil­di­ği za­man, medhe­den şah­sa, uc şe­yi sor­muş­tur:
“–Sen onun­la hic kom­şu­luk, yol­cu­luk ve­ya ti­c­ret yap­tın mı?”
Mu­h­ta­bı ucu­nu de yap­ma­dı­ğı­nı soy­le­yin­ce:
“–Oy­ley­se onu medhet­me­yin, cun­ku siz onu l­yı­kıy­la ta­nı­mı­yor­su­nuz!” bu­yur­muştur. Onun icin Suf­yÂn-ı Sev­rî (k.s.):
“Ki­şi­nin din­dar­lı­ğı, ek­me­ği­nin he­lÂl­li­ği nis­be­tin­de­dir.” bu­yur­muş­tur. Bir­gun ken­di­si­ne:
“–Efen­dim! Na­ma­zı bi­rin­ci saf­ta kıl­ma­nın fa­zî­le­ti­ni an­la­tır mı­sı­nız?” de­dik­le­rin­de de he­lÂl lok­ma­ya dik­kat cek­miş ve:
“–Kar­de­şim! Sen ek­me­ği­ni ne­re­den ka­za­nı­yor­sun, ona bak! Ka­zan­cın he­lÂl ol­duk­tan son­ra, han­gi saf­ta di­ler­sen ora­da na­ma­zı­nı kıl; bu hu­sus­ta sa­na guc­luk yok­tur.” ce­va­bı­nı ver­miş­tir.
Ti­c­ret­te he­l­lin­den ka­zan­ma­ya dik­kat edip, ona ha­ram ka­rış­tır­ma­ma­nın ehem­mi­yet ve be­re­ke­ti­ni, mer­hum pe­de­rim Mû­s Efen­di -kud­di­se sir­ruh- şu h­di­se ile an­la­tır­dı:
“Gayr-i mus­lim bir kom­şu­muz var­dı. Son­ra­dan mus­lu­man ol­muş­tu. Bir­gun ken­di­si­ne hi­d­ye­te eriş se­be­bi­ni sor­du­ğum­da şun­la­rı soy­le­di:
«–Acı­b­dem ’de tar­la kom­şum Re­bî Mol­la ’nın ti­c­ret­te­ki gu­zel ah­l­kı ve­si­le­siy­le mus­lu­man ol­dum. Re­bî Molla, sut sa­ta­rak ge­ci­mi­ni te­min eden bir zÂt­tı. Bir ak­şam vak­ti bi­ze gel­di ve:
“–Bu­yu­run, bu sut si­zin!” de­di. Şa­şır­dım:
“–Na­sıl olur? Ben siz­den sut is­te­me­dim ki!” de­dim. O has­sas ve za­rif in­san:
“–Ben far­kın­da ol­ma­dan hay­van­la­rım­dan bi­ri­nin si­zin bah­ce­ye gi­rip ot­la­dı­ğı­nı gor­dum. Onun icin bu sut si­zin­dir. Ay­rı­ca o hay­va­nın ta­hav­vu­lÂt dev­re­si (ye­di­ği ot­la­rın vucû­dun­dan ta­ma­men iz­le­si) bi­tin­ce­ye ka­dar su­tu­nu si­ze ge­ti­re­ce­ğim...” de­di. Ben:
“–L­fı mı olur kom­şu? Ye­di­ği ot de­ğil mi? He­lÂl ol­sun!..” de­diy­sem de Mol­la Re­bî:
“–Yok yok, oy­le ol­maz! Onun su­tu si­zin hak­kı­nız!..” de­yip hay­va­nın ta­hav­vu­lÂt dev­re­si bi­te­ne ka­dar su­tu­nu bi­ze ge­tir­di.
İş­te o mu­b­rek in­sa­nın bu dav­ra­nı­şı be­ni zi­y­de­siy­le et­ki­le­di. Ne­ti­ce­de go­zum­de­ki gaf­let per­de­le­ri­ni kal­dır­dı ve hi­d­yet gu­ne­şi ici­me doğ­du. Ken­di ken­di­me:
“–Boy­le yu­ce ah­lÂk­lı bir in­sa­nın dî­ni, mu­hak­kak ki en yu­ce bir dîn­dir. Boy­le­si­ne za­rîf, hak-şi­nÂs, mu­kem­mel ve ter­te­miz in­san­lar ye­tiş­ti­ren dî­nin doğ­ru­lu­ğun­dan şup­he edi­le­mez!” de­dim ve ke­li­me-i şe­h­det ge­ti­rip mus­lu­man ol­dum.»”
TİCARET AHLAKI NASIL OLMALI?– Bunlar, para merkezli bir dunyÂda ulaşılamaz davranışlar gibi gozukuyor. Ama yaşanmış pek cok guzel ornekler de var. Son olarak zÂt-ı Âlinizden “Ne yapmalı?”nın cevabını alsak.
–Bu hik­met­li kıs­sa­lar, he­lÂl ka­zanc ve ha­ram me­se­le­si hu­sû­sun­da ne ka­dar ti­tiz ve ih­ti­yat­lı ol­ma­mız ge­rek­ti­ği­ni pek b­riz bir şe­kil­de or­ta­ya koy­mak­ta­dır. Zî­r he­lÂl ka­zanc, tak­v­nın te­mel esas­la­rın­dan­dır. Bu­na bi­n­en ha­dîs-i şe­rîf­te:
“Doğ­ru soz­lu, du­rust ve gu­ve­ni­lir tuccar; ne­bî­ler, sıddîklar ve şe­hidlerle be­ra­ber­dir.” bu­y­rul­muş­tur. (Tir­mi­zî, Bu­yû, 4)
Cun­ku ne­bî­ler, sıd­dîklar ve şe­hidler­le be­ra­ber­lik vas­fı­nı ka­za­nan gon­lu has­sas bir tuc­car, et­ra­fı icin hu­zur ve be­re­ke­te ve­sî­le olur­ken, ken­di­si icin de dun­ye­vî ve uh­re­vî iki sa­Ã‚de­te de maz­ha­ri­yet el­de eder. An­cak duny ih­ti­r­sı­na mağ­lup olan­lar, bu Âlem­de sal­ta­nat su­rer gi­bi go­run­se­ler de, son­suz Âle­min ebe­dî bi­rer se­fî­li ve yok­su­lu ol­mak­tan ken­di­le­ri­ni kur­ta­ra­maz­lar.
TicÂrette ihtiras ve aldatmaya yonelenleri Hazret-i Peygamber kendisinden saymamakta, dışlamaktadır. Hadîs-i şerîfte buyrulur:
Bir gun Hazret-i Peygamber carşıda bir satıcıya uğradı. Onundeki buğday yığınının icine elini daldırdı. Islak olduğunu hissedince:
“–Nedir bu?” diye sordu. Adam:
“–Yağmur ıslattı ey AllÂh ’ın Resûlu!” dedi. Efendimiz:
“–Bu ıslak kısmı ustte bırakıp insanların gormesini sağlayamaz mıydın? Aldatan benden değildir…” buyurdu. (Muslim, Îman, 164)
Yine Resûl-i Ek­rem bu­yur­urlar ki:
“Her ummetin bir fitnesi vardır. Benim ummetimin fitnesi de maldır.” (Ahmed bin Hanbel, IV, 160)
“Oy­le bir za­man ge­lir ki, ki­şi ma­lı­nı he­lÂl­den mi, ha­ram­dan mı ka­zan­dı­ğı­na hic al­dı­rış et­mez.” (Bu­h­rî, Bu­yû, 7, 23)
“Benden sonra size dunyÂnın ciceklerinin (nîmetlerinin) ve ziynetlerinin acılmasından ve onlara gonlunuzu kaptırmanızdan korkuyorum!” (BuhÂrî, CihÂd, 37; Muslim, ZekÂt, 121-123)
Bir defÂsında da Peygamber Efendimiz AshÂb-ı KirÂma hitÂben:
“…Sizler icin fakirlikten korkmuyorum. Fakat ben, sizden oncekilerin onune serildiği gibi dunyanın sizin onunuze serilmesinden, onların dunya icin yarıştıkları gibi sizin de yarışa girmenizden, dunyanın onları helÂk ettiği gibi sizi de helÂk etmesinden korkuyorum!” buyurmuşlardır. (BuhÂrî, RikÂk 7, Cizye 1; Muslim, Zuhd 6)
Bu hadîs-i şerîf, tam da gunumuzun meselelerini hulÂsa eder mÂhiyettedir. H­sı­lı, ha­dîs-i şe­rîflerde işÃ‚­ret edi­len gaf­let­le­rin faz­la­ca zu­hûr et­ti­ği ve go­nul­ler, ha­ram­la­rı terk et­me­ye ca­lış­sa da, on­la­rın go­nul­le­ri bı­rak­ma­dı­ğı gu­nu­muz­de, he­l­le ri­Ã‚yet ede­bil­mek, en mu­him me­se­le ve en bu­yuk ib­det­lerden biridir.
Bugun musluman, kendisini kapitalizmin her turlu şerrinden korumaya calışmalı, parayı hırs ve ihtiras hÂline getirmekten kacmalı, hangi hÂl ve şartlar icinde olursa olsun Allah korkusu, Allah rızÂsı, topluma merhamet, İslÂm ahlÂkı, kul hakkına riÂyet, haram-helÂl sınırlarını ici boş mazeretlerle ciğnememek gibi sÂlih bir mu ’minde bulunması gereken ozelliklere sÂhip olmalıdır…
Gunumuzun şartlarında şunu hatırlatmak îcÂb eder ki, zayıfa, fakire, sÂhipsize ve mÂtemlerin icinde yaşayanlara acımak, her insaf ve merhamet sÂhibi kalbin duyuşu olmalıdır.
LÂkin esas acınmaya muhtac bedbahtlar; mazlumdan ziyÂde zÂlimin vicdÂnı, saltanat icinde yaşayıp nefislerine esir olanların rûhu, istismar rejimi olan kapitalist sistemde, muhtaclardan once gÂsıp zenginlerin kirli kalpleridir. Bu gercek zavallılar, merhamete daha uygundur. Bu acıma ve merhamet ise, onları icine duştukleri kotu hÂlden kurtarmanın ve hidÂyetlerine vesîle olmanın adıdır.
Peygamber Efendimiz buyurmuşlardır ki:
“AllÂh ’ım, fayda vermeyen ilimden, urpermeyen kalpten, doymayan nefisten ve kabûl olunmayacak duÂdan Sana sığınırım.” (Muslim, Zikir, 73)
“…Unutturan fakirlik, azdıran zenginlik… gelmeden evvel, sÂlih ameller işlemekte acele ediniz...” (Bkz. Tirmizî, Zuhd, 3/2306)
Son hadîs-i şerîfte de buyrulduğu uzere AllÂh ’ı unutturan fakirlik ve azdıran zenginlik, birbirine muÂdil kabûl edilmiştir.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Oyle Bir Rahmet Ki, Erkam Yayınları
MUSLUMAN TUCCAR NASIL OLMALI? İslam ve İhsan