
Kur ’Ân yolunda cektiği cefalar yeni nesillere ornek olacak, ismiyle musemma, bu yolun yetiştirdiği kemÂl ehli bir insan olan Kemaleddin Altıntaş Hocaefendi ile hayat hikayesi uzerine konuştuk.Roportaj: Selman Tan
Cemaatinin onunde cınar misali bir hocaefendidir Kemaleddin Altıntaş Hocamız. Omrunu canla başla Kur ’an hizmetine, maneviyat hizmetine adamıştır. Tanıyanları 90 kusur yaşında olmasına rağmen hÂl hangi hizmete cağrılırsa cağrılsın genc bir insan heyecanıyla o hizmete koştuğunun şahididir.
Kemalettin Altıntaş Hocaefendi ’ye mutevazı demek onu doğru tanımlamak olmaz herhalde. Cunku mutevazılıkda var olanla ovunmeme hali vardır. Ama Kemalettin Hocaefendi ’de bu da yok. Yani tam anlamıyla mahviyete burunmuş bir Allah eri.
Hocamıza baktığımızda kendisini dualarında talep ettiği sıfatlarla muttasıf olmuş olduğunu goruruz; Alim, abid, zahid, fazıl, muhlis, arif. Kucukle kucuk buyukle buyuk olan, herkesin derdi ile hemdert olan, sohbeti insana ferahlık veren bir gonul ehlidir. Fakat samimiyetinin yanında uzerinde taşıdığı bir mehÂbet var ki hep kendisine saygı uyandırır. Kur ’Ân yolunda cektiği cefalar yeni nesillere ornek olacaktır umit ediyorum. Cunku renkli hayat hikayesinden alınacak cok dersler var.
2009 yılında Adem Ergul, Ali Yiğit, H. Murat Karaman Bey ’lerle birlikte yaptığımız sohbeti sizlere takdim ediyorum. İsmiyle musemma, bu yolun yetiştirdiği kemÂl ehli bir insan olan Kemaleddin Altıntaş hocamıza Rabb ’imizden sıhhat icinde, ibadet ve hizmet omru nasip etmesini niyaz ediyoruz.
MANEVİ CEVRENİN İCİNDE BULUNUYORUZ, ONA ŞUKREDİYORUM
Selman TAN: Muhterem hocam, asra yaklaşmış omrunuzde zannederim ibretler alınacak cok guzel hatıralar vardır. Musaadenizle hayatınızı dinleyerek başlayalım.
Kemaleddin ALTINTAŞ: Bize bu imkanı tanıdığınızdan dolayı hepinize teşekkur ediyorum. Cenabı Hak hepinizden razı olsun. Once fakire sonra da sizlere rahmet okunmaya vesile olacaktır inşallah. Altınoluk ’un Ummeti Muhammed ’e uzun seneler hizmet etmesini Cenabı Allah ’tan niyaz ediyorum.
Elhamdulillahi alel İslam. Elhamdulillahi alel iman. Elhamdulillahi alel ihsan. Elhamdulillahillezî cealen min Ummeti Muhammed ’in aleyhissalÂtu vesselam.
Cenabı Hakk ’a hamdu senÂ, Habibi edîbine salÂtu selam ve Ashabına da sonsuz ihtiramdan sonra;
Bismillahirrahmanirrahim. M esÂbeke min hasenetin feminallah. Ve m esÂbeke min seyyietin femin nefsik. Ve erselnÂke linnasi Rasûla. Ve kef billahi şehidÂ.
Bu ayeti celiledeki manayı once ifade etmek istiyorum. Cunku insan konuşurken ya medh (ovgu), ya zem (kotuleme), ya da habere ait bir şey anlatır değil mi? Konuşmalarımızda nefsimize ait bir şey soyleyecek olur isek diyorum ki; “Soyleyeceğimiz hayırlı her şey Allah ’a aittir, kotuluğe dair her şeyi ise nefsimizdendir.” Onları da utanırız zaten soyleyemeyiz. Hayatımıza dair anlatacağımız şeylerden eğer nefsimize pay cıkacak bir şey varsa peşinen soyluyorum ki o Allah ’a aittir.
Kıymetli kardeşlerim, biraz once bahsettiğim Cenabı Hakk ’ın lutfu ilahîlerinden birisi olarak boyle bir manevi cevrenin icinde bulunuyoruz, elhamdulillah ona şukrediyorum. Hicbirimiz bu hayatımız icin bir fatura odemedik.
Fakir, Trabzon Araklı doğumluyum. Bize Haliloğulları derlerdi. Dedem erken vefat etmiş, yetim kalan babam ile amcam medrese eğitimi gormuşler. Amcam, babam icin “Baban bu bolgenin buyuk alimiydi” derdi. Babam icazet aldıktan sonra koye yeni bir ev yaptırmış ve orayı medrese olarak kullanmış. Yetiştirdiği talebeler o bolgede uzun yıllar hoca olarak hizmet etmişlerdir.
Babam Ahmet Ziyaeddin Gumuşhanevi Hazretleri ’nin Bayburt ’daki bir halifesine intisaplıydı. Şeyhi babama cok ihtimam gosterirmiş sonra kendisine bizim bolgede hilafet vazifesi vermiş. Ayrıca Araklı ’da manifatura işiyle de meşgul olurdu.
Fakir 1341 senesinde doğmuşum yani 1925 ’e tekabul ediyor. Babam o yıl hacca gitmek icin İstanbul ’a gelmiş. Hacca gitmek yasaklandığı icin gidememiş ve Suleymaniye Cami ’inin yanındaki Suleymaniye Medresesi ’nde 40 gun erbaîne girmiş. Erbaîn arkadaşı ise Gumuşhanevi DergÂhı ’nın Mehmet Zahid Kotku Efendi ’den onceki şeyhi Abdulaziz Bekkine Efendi ’ymiş.
Sonra Araklı ’ya donmuş. Dondukten bir hafta sonra abisine verdiği tefsir kitabını almak icin onun evine gitmiş. Bilirsiniz Karadeniz evleri hep arazilere yapıldığı icin engebeli ve aralıklıdır. Abisinin koyun yukarısındaki evinden inip gelirken vurularak olduruluyor. Kurşun tefsirden girmiş ve vucuduna saplanmış orada vefat etmiş. O tefsir hÂl bende durur.
Vurulma sebebini de anlatayım; Babamın teyzesinin kızının kocası seferberlikle savaşa gidiyor. 7- 8 yıl gecip donmeyince ve genc hanımın arazisi de olunca ona birisi talip oluyor. Bizim oralarda arazi az olunca kıymetlidir. Babam “Askerde olan kişinin olumu sabit olmadığı muddetce evlilik caiz değildir” deyip evliliği engelliyor. O tarihlerde bir başka aile de babama muracaat etmiş. Bu aile, abi askerden gelmediği icin kardeşi yengesiyle evlendirmek istiyor. Babam “Bu durum şer ’an caiz değildir” demesine rağmen evleniyorlar. Kısa bir sure sonra da kadının asıl kocası geliyor ve bir aile faciası yaşanıyor.
Babamın teyzesinin kızının meselesine gelince babam bakıyor ki adam ısrarcı, teyzesinin kızını himayesine alıyor. Adam evliliğine babamı engel gorduğu icin vurup olduruyor. Sonra da o hanımı almış.
Babam vefat ettiğinde 55 yaşındaydı. Ben beş aylık olarak yetim kalmışım. Ucu erkek ikisi kız beş kardeştik. Annem ise 35 yaşında dul kalıyor. Annem babamın ucuncu hanımıydı. İlk hanımından anlaşamadığı icin ayrılıyor, ikinci hanımı teyzemmiş o da evli iken vefat ediyor, sonra annemle evleniyor.
Annem 35 yaşında memleketin şerefli bir insanından dul kalmıştı. Sonrasında varlıktan darlığa da duşuldu.
O zamanlar kan davası cok olurdu. Ben en kucuk cocuk olduğum icin babasının kanını alır diye beni cok tahrik edenler oldu. O zamanların anlayışına gore babamı olduren adamı vurmamanın ayıbı boynumuzdaydı, ozellikle benim boynumdaydı. Ben İstanbul ’a gittiğim zamanlar bile tahrikler devam etti fakat Rabbim bizi o tur kotulukler yapmaktan alıkoydu şukurler olsun.
ANNEM KOMUTAN GİBİ BİR KADINDI
Anneciğim Alay Komutanı gibi bir hanımdı. (Ağlıyor) Tam bir Osmanlı hanımıydı. Uc erkek kardeş coluk cocuk sahibi olduk ama hala annemden korkardık. Hem cok severdik, hem de otoritesinden korkardık.. Onun nezareti ile musluman kaldık, hoca oldum. Aman kardeşler bu memlekete hizmet etmek istiyorsanız anne yetiştirin. Kızlarımızı hem islami hem insani eğitim vererek yetiştirelim. Benim boyle bir annem olduğu icin ben cemiyetin onune gecen bir hocaefendi olabildim.
Akşamları hayvan otlatmakdan donduğumuzde bizi dizinin dibine oturtur “Once sizi bir kontrol edeyim “ derdi. Yani sigara icip icmediğimizi kontrol ederdi. Sonra arka arkaya sorardı “Oğlen namazını kıldın mı, abdestini nerede aldın, yanında kim vardı?” Eğer bunlardan tam tatmin olmazsa başımızda durur sırasıyla oğlen, ikindi, akşam namazlarını kıldırır, yemeğimizi ondan sonra verirdi. Cocukluğumda annemin korkusundan kimseyle kavga etmemişimdir. Cunku o hesaba cekecek. Mesela kufur eden bir cocuğu yanımıza yaklaştırmazdı.
Bu kadar fedakar olan anneciğim Trabzon ’un meşhur ailelerinden Kucukibrahimoğulları ’nın kızıydı. Dayılarım hocaydı, hafızdı. Şimdi soyisimleri Gursoylar.
DON BEZİNDEN ŞAPKA
O donemde cok acıklı şeyler yaşandı kardeşler. Erkeklerden alınan yıllık 6 liralık yol vergisi vardı. Bu vergiyi odeyemeyenler yevmiyesi 12.5 kuruşa taş kırarlar ve vergilerini oyle oderlerdi.
Fakat bir de o donemde cıkan şapka kanunu vardı. Erkekler şapka giymeye mecbur tutulmuşlardı. İnsanlar analarının eskimiş donlarının sağlam taraflarını keser başlarına şapka yaparlardı.
Perşembe pazarına indiklerinde jandarma onları durdurur ve başlarındaki şapkayı alır cakıyla parcalardı. Ceplerini kontrol ederdi kav var mı diye. Ağacların govdesinde yetişen mantar, odun kulunun suyunda kaynatılır sunger gibi bir şey elde edilir, buna kav denirdi. Cakmaktaşıyla kav kullanılarak ateş yakılırdı. İşte jandarma bu kavı arardı. Sebebi, insanlar kav kullanmasın kibrit satın alsın, devlet kazansın. Tiryakiler keselerindeki kavı jandarmayla karşılaşmadan once yolda bir taşın altına saklarlardı. Yani insanların bir kibrit alabilecek durumları bile yoktu. Şu anda geldiğimiz noktayı da anlattıklarımın ışığında bir kıyaslayalım.
Ben yol vergisini yadırgamıyorum cunku memlekette fakirlik var, yol yapılacak, devlet vatandaşını calıştırır kalkınmak icin kullanır. Fakat şapka almak icin vatandaşı mecbur tutmak neydi? Kalkınmayla ne alakası vardı?
İyi hatırlıyorum alınacak şapkanın markası S.O.S ydi. Sahibi bir yahudiymiş, fiyatı 125 kuruş. Yani 10 gunluk taşkırma parası. 1 kilo fındık 13 kuruş. En fazla fındığı olanın 300 kilo fındığı olurdu ve bundan elde edeceği gelirle bir yıl gecinecek, duşunun. Yol parası, gelir vergisi var. Atlardan 30, mandalardan 40, ineklerden 20, koyun ve afedersiniz eşeklerden 10 ’ ar kuruş alınıyor. Halkın şapka almaya verecek parası nerede var? Eğer şapkayı almıyorsan bu sefer jandarma senin kafandaki bereyi parcalıyor. Ustelik gavur lengerini kafana takmayı istememek te ayrı mevzu. Bu kanunî bir emirdi. O donemlerde boyle zulumler yaşadık. Sizler gencsiniz ve bugunku hayatı hayat olarak biliyorsunuz. Ben ise 75- 80 sene oncekileri hatırlıyorum ve bunları size hatırlatmak istiyorum.
EZANLARA ZULUM
O donemde ezanlar hep Turkce okutuluyordu. Ben de tangur tungur bu ezanlardan cok okudum. Buyuk korku vardı. Annemin amcası koyun kahvesinde namaz kıldırırken kameti iceride arapca yapıyor. Bir CHP li şikayette bulunuyor. Bunun uzerine annemin amcasını Manisa ’daki Dîvan-ı Harp ’te yargıladılar. Trabzon neresi, Manisa neresi. Pacayı zor kurtardı geldi, bu insanlar korkmaz mı?
Memlekette sıtma olduğundan dolayı herkes korkusundan yazın yaylaya cıkardı. Hocaefendi yazın uc ay olmayınca kışın ezberlediklerimizi unuturuz. Bu şekilde 2- 3 sene gittik geldik. Adeta surunduk. Kendi oz dayıma beni okutması icin muracaat ettim. Dayım bana “Aman oğlum sen beni astırmak mı istiyorsun?” dedi. Mesela bizim komşu koylerimizden birisinde Kuranı Kerim dersi yapılırken jandarmalar odayı basıyorlar. Cocuğun elindeki Kuran ’ı Kerim ’i alıp hocanın ağzına basıyorlar ve dipcikle kafasına vururken “Papaz sen hala bunlarla mı uğraşıyorsun?” diye bağırıyorlar. Biz hep bunları duyuyorduk ve Kur ’an eğitimimize boyle bir korku icinde devam ediyorduk. Kur ’an eğitimi kelle koltukta.
Yanımdaki arkadaşım vazgecti. Ben bir muddet bir başka koydeki hocaya devam ettim. Bu arada Carşamba ’ya gidip kış donemlerinde imamlık yaptığımız da oldu. Eskiden her koyde Diyanet ’in tayin ettiği imamlar yoktu. İmamları o koyun ahalisi tutardı.
Bu arada abilerim gidip ben de evin en kucuğu olduğum icin annemle koyde yalnız kaldık. Annem dayımın kızını yanımıza aldı. Dayımın kızı benden uc yaş buyuktu, bir muddet sonra onunla evlendik.
ANNEM SEHERDE UYANIR KUŞLAR GİBİ ZİKREDERDİ
Ben askerdeyken, Alman Harbi sıralarında, hafızlığımı tamamladığım İstanbul ’daki gunlerimde, o fakirlik zamanlarında hep o iki kadıncağız calıştılar bana para gonderdiler. Anneler demek ki bu kadar fedakar olabiliyormuş (Ağlıyor). Sabah namazından akşama kadar toprakta calışırdı. Fakat buna rağmen gecenin ikisinde kalkar sabah namazına kadar kuşlar gibi cırpınarak zikrederdi. Seher vaktinde bazen koydeki kadınlar gelir sabah namazına kadar onlarla birlikte zikrederdi. Biz gaflet icindeydik. Ben annemin bu fedakarlıklarına karşı evlatlık vazifemi gereği kadar yapabildim mi yapamadım mı bilmiyorum.
Askerden once hayatımda anneciğime iki defa yamukluk yaptım ikisinde de cezalandırıldım. O mevzu da şoyledir: O yıllarda elbise sahibi olmak buyuk ayrıcalıktı. Ben de elbise almak istedim. Annem ise “Oğlum askerliğini bitir gel sana elbiseyi ondan sonra diktirelim” dedi. Ben dışarda hocalık yaptığım icin nasıl olsa haberi olmaz diye iki defa takım elbise satın aldım. Birisi calıntı elbiseymiş jandarmalar geldiler elimden aldılar o oyle gitti. Diğerini ise satın aldıktan sonra Trabzon ’dan Samsun ’a sekiz gunde gittiğimiz bir gemi yolculuğuna cıkmıştık. O zamanlar kamara filan yok. Koyunlarla birlikte guvertede yatıp kalkıyoruz. Gemideyken yağmur yağdı gozum gibi baktığım takım elbisem torbanın icinde ıslandı. Kurutmak icin gemide bir yere astım sonra kuruyunca tekrar torbanın icine koydum. Gemiden inerken bir baktım ki elbisenin yerinde yeller esiyor.
Annemi memnun ettiğim zaman ise onun ağzından dua ne şekilde cıktı ise Rabbim aynısını vermiştir. Şundan musterih oluyorum, bizden memnun olmuş ki şoyle dua ederdi; “Oğlum Allah gokten yağdırsın yerden topla.” Duasını hic değiştirmedi, onun duası bereketiyle hayatım boyunca maddi, manevi hep guzellikler gordum.
Onu kandırdığını bildiğim bir kadıncağıza yardımda bulunmamı istedi. Annemin isteğini yerine getirmek icin cebimdeki butun parayı cıkarıp son kuruşuna kadar verdim. Sonra bir baktım ki Allah o paranın yerine misliyle bereketler ihsan eyledi. Vefat edinceye kadar bizimleydi. Omrum boyunca hizmet ettim. İnşallah ruhu şÃ‚d olmuştur.
Askerlik zamanı geldiğinde ha­fız­lığımda ancak 16. sayfaya gelebilmiştim. Yani yaklaşık Kuran ’ı Kerim ’in beşte biri kalmıştı.
Biraz once bahsettiğim uzere hem duzenli bir eğitim yok hem de yılın onemli bir kısmı gecim temin edecek işlerimizle uğraşıyorum . O zaman medreseler kapatılmış, okul diye bir şey yok. Ben okula gidemedim. Araklı nahiye idi, orada da okul yoktu. Beşiktaş Sinanpaşa Camii ’ne imam olacağım zaman ilkokul diplomasını mecbur tuttukları icin Sinanpaşa İlkokulu ’nda sınava girip o zaman alabildim. Okuma yazmayı onceden abilerimden oğrenmiştim. Onun icin şimdiki gencliğimiz cok şanslı.
CAMİLER OT DEPOSU YAPILDI
“Nasıl şartlardan geliyoruz”u anlamanız icin size bir hatıramı anlatayım.
Sene 1949. Hafızlığımı tamamlamak icin İstanbul ’a gelmişim. Tramvaya bindim Fatih ’ten Eminonu ’ne gidiyorum. Tramvayda birisinin elinde durulmuş bir gazete var. Durulmuş olan kısımdan buyuk puntolarla “Cennet” kelimesini okudum, cok merakıma mucip oldu. Acaba gazete cennetle ilgili ne yazıyor diye cok merak ettim. İner inmez gazeteyi aldım. Cumhuriyet gazetesi, gazeteyi biliyorum. O gazeteyi herkes mukaddes kitap gibi okuyordu o zaman. Actım ne goreyim? Beyoğlu ’nda Cennet Barı diye bir bar varmış onun reklamı. Verdiğim paraya oyle bir acıdım ki, o zaman o gazete parası benim icin iyi bir paraydı. Muslumanlar o gunlerde Cennet ’in ismini bile duymaya o kadar hasretti kardeşlerim. İslam ’a ait şeylerin o kadar hasretini cekiyorduk. Siz, şimdiki nesil buyuk lutuflar icindesiniz ama farkında değilsiniz.
Ben İstanbul ’a geldiğim zamanlar camilerin bir coğu askeriyeye ait ot depolarıydı. Askere gitmek icin toplandığımızda bizi Surmene ’de de, İstanbul Sultanahmet ’te de camide topladılar. Askerler Sultanahmet Camii ’nin icinde horon tepiyorlardı. Boyle cok acıklı gunler yaşandı.
Bizim zamanımızda muslumanım demeye korkardık. Şimdi muslumanların okulu da, universitesi de, gazetesi de, televizyonu da var elhamdulillah. Ben bunları gorunce cok mutlu oluyorum. Yeter mi elbette yeterli değil daha cok olur inşallah. Burası İslam dunyasının kalbi. Bilelim ki dunya uzerindeki butun muslumanların hakkı Âlîsi, mesuliyeti uzerimizde durmaktadır. Daha cok calışmamız lazım.
Rabbimden niyazım Allahu Taala muslumanlara helalinden cok imkan lutfetsin de onu İslam Dunyası icin harcayalım ve duşmanlarımızla yarışalım.
Bu noktada cok korktuğum bir şey var onu da ifade edeyim. Muslumanların guclu olalım derken bilerek veya bilmeyerek etrafına zulmetmesi. Allah zalimleri sevmez. Cenab-ı Hak yanılıp da bizleri zulum işlemekten muhafaza buyursun. Mazlum, gayrimuslim de olsa Allah onun yanındadır. Allah muslumanlara cok mal nasip etsin ama o da durustce hak edilerek olsun.
Kardeşler bir hayra vesile oluyorsak bilelim ki bu bizim ahiretimiz icin cok buyuk bir lutuftur. Bunun farkında olalım. Allah sevmediği kişiyi hayırda kullanmaz.
Allah ’ın bir kişiyi sevebilmesi icin ise kul olmayı bilmek lazımdır. Cenabı hak bizlere gercek manada kul olabilmeyi nasip eylesin. Kul zannettiğimiz bir cok kişi aslında kul değildir puldur.
Medeniyetin zirvesi nedir biliyor musunuz kardeşler? Kula kullukdan kurtulmaktır. Medeniliğin taa kendisi insanın kendisinin kul olduğunu bilmesi ve onu en guzel şekilde yaşamasıdır. Asıl ozgurluk, nefsinin esiri olmamaktır yani nefsani istekler peşinde koşmamaktır.
KULLUK EN BUYUK MERTEBE
S. TAN: Hocam kulluğu kimileri bir acziyet, caresiz kalmış insanların psikolojisi gibi değerlendiriyor. Siz ise kulluğun insanlığın en ust mertebelerden birisi olduğunu soyluyorsunuz.
ALTINTAŞ: Gercekte kulluk en buyuk mertebedir. Fakat kulluğu doğru manasıyla yapabilmek lazımdır. Bugun Rabb ’ine kul olamayan insanların coğu maalesef bir başka insana kul olmaktadır. Veya nefsinin kulu olmaktadır ki bu insan icin en buyuk zillettir. Cunku nefs insanı devamlı kotuluğe goturur.
Kul Allah ’a teslim olabilen insan demektir. Gercekten Rabb ’ine kul olabilen insan bu dunyada huzuru bulur. Hatta daha doğrusu iki dunyada da mutlu olacak olan insan odur.
Kuran-ı Kerim ’de Hazreti İbrahim “Ben teslim oldum” derken “Âlemlerin Rabb ’ine teslim oldum” demektedir. Îman da, İslam da teslimiyetle olur. Osmanlı ’da dergahların kapılarına “Ah teslimiyet” yazılarıboşuna asılmamıştır.
Kul her turlu nimeti kendisine lutfeden Cenabı Hakk ’a tam manasıyla teslim olabilirse sadece af olmakla kalmayacaktır. Kendisine ceşitli manevi mulkler verilecektir.
Hatta cennete kavuşması ile de kalmayacak Cemalullah ile taltif olunacaktır. Yeter ki bizler tam bir teslimiyetle teslim olabilelim.
Teslimiyet sozle değil ozle olabilen bir şeydir.
Şunu bilelim ki herkes İslamiyetten, teslimiyetine gore istifade edebilir kardeşler.
NAMAZ KILMADIM – ACI İCİMİ KEMİRİYOR
S. TAN: Hocam askerliğinize kadar gelmiştik oradan devam edelim mi?
ALTINTAŞ: 1944 senesinde Yalova Teyyare Meydanı ’nda askerliğe başladım. Askerliğimiz ırgatlıktı. Askeriyedeki meydanları, yolları yapıyorduk. O zamanlar yemekhane filan yoktu, herkesin cantasında kaşığı olur, yağmurun, karın altında karavanadan yer, kaşığı bir kağıda siler, cantamıza koyardık. Yuzumuzu meydanda biriken sulardan yıkardık. 450 kişi suyu bir kuyudan alırdık.
Belki boyle imkansızlıklardan, belki de annem uzerime cok duştuğu icin o baskıdan kurtulunca sanki oc alır gibi iki ay namaz kılmadım. Ama icimde bir acı beni kemiriyor. Kendi kendime diyorum ki; ‘eğer annen bilse ki sen iki aydır namaz kılmamışsın yemin billah seni evlatlıktan reddeder. ’ Bu eziklik icindeyken acemi birisi geldi. Kışın kar yağarken bile damlalığın altında namaz kılıyor. Bu sefer icimdeki vicdan azabı daha da arttı. Demek ki ‘mazerete gerek yokmuş, namaz kılınabiliyormuş ’ dedim.
Kaynak: Altınoluk Dergisi, 371. Sayı
ROPORTAJIN İLK BOLUMUNU OKUMAK İCİN TIKLAYABİLİRSİNİZ
İslam ve İhsan