
Yusuf Kaplan, medeniyet tasavvuru yolculuğunda onemli calışmaları, projeleri olan bir yazar. Kitapları, gazete yazıları, TV programları, katıldığı ve kurduğu projelerle bir “oncu kuşak”ın oluşması icin caba sarfediyor. Yusuf Kaplan ’la bizlik duygusu, ortak ruh, oncu kuşak bağlamında konuştuk…
Ulkemizin bulunduğu duruma genel olarak baktığımızda, işte siyaset, kultur, ekonomi, genclik… ulkenin bulunduğu durumdan daha iyiye gitmesi icin ilk once şu soru akla geliyor: Bizim, ulke olarak ortak bir paydamız var mı sorusu?
Bu sorunun cevabı şu aslında: “Biz” var mı? Biz kimiz? Yani o biz ’in karşılığı var mı? Bu soruya baktığımız zaman zaten o ortak payda dediğimiz ortak ruh dediğimiz şey var mı yok mu ortaya cıkar. Ortak ruh varsa “biz” var demektir. Bizin icinde totalleştirici bir bizden bahsetmediğim icin, yani o bizin icinde tekil insanlar kendi yaratıcılıkları, ozgunlukleriyle var zaten. Bir ayet-i kerime var ve cok net yani, biz tarihte bunu ortaya koyduk, medeniyet olceğinde de bunu ortaya koyduk –mikro duzeyde de makro duzeyde de-. Birincisi insanların farklı yaratılması.Yani insanların hem tekil olarak farklı yaratılması, hem de kolektif olarak farklı ırklardan, farklı renklerden, yani farklı butunlerden yaratılması.
Evet.. Hucurat suresinde dehşet bir şey var, oradan gidelim –bu tur ayetleri tarih felsefesi başta olmak uzere, İslami ilimleri de zaten bilerek, yani butun bir insanlık seruvenini harekete gecirerek anlamaya calışmamız lazım- cunku Kuran-i Kerim ’in oznesi doğrudan insan, yani insana hitap ediliyor. Ama insan derken sadece Musluman değil! Buradaki, insanın tabiatına, mahiyetine, fıtratına ilişkin bir anlama cabasını zorunlu kılan bir şey. O zaman neden farklı yaratıldığımızı daha iyi anlarız. Ayette “litearefu”* deniliyor. Litearefu, bize tarih felsefesi acısından da enteresan bir ipucu verebilecek bir ibare. O da şu: Litearefu da tanışmak, bilişmek, insanların birbirleriyle butunleşmeleri soz konusu. Yani burada, farklı olanın farklılığını kesinlikle koruması ve fakat insanların farklı olarak yaratılmasının sebebinin de birbirleriyle tanışmaları, butunleşmeleri meselesi olduğu vurgulanıyor.
Bu farklılık ve tanışma vurgusu bize neyi gosteriyor?
Burada bir defa, kimlik farklı olanla oluşur. Farklı olan olduğu zaman bir ozdeşlik ortaya cıkar, insanın kendisini belirginleştirmesi ve otekinden farklılaştırması soz konusu olabilir. Bir “oteki” icat etmekten falan bahsetmiyorum burada. Yani aslında doğrudan fıtrata ilişkin bir şey var ayet-i kerimede. İnsanın sadece fiziksel ve fizikotesi acısından farklı yaratılmasından bahsedilmiyor, aynı zamanda fıtraten de farklı olduğu soyleniyor. Aslında fıtrat ortaktır, tabiattan once gelen bir şeydir, ama burada asıl onemli olan şey fıtratın butunleştirici olmasıdır. Fıtratta butunleştiğin zaman, fıtratı idrak ettiğin zaman, farklılıkların nasıl korunarak butunleştirilebileceğini cozebiliyoruz. Fıtratı yitirdiğin zaman farklılıklar kendi farklarını ortaya koymaya kalkışıyor. Bu da butun farkların ortadan kalkmasına neden oluyor. Ayetten cıkardığım şey şu; insanların fıtrat olarak bir ben ve bir biz duygusu var. Ben duygusu fıtrattan gelen bir şey, benlik anlamındaki ben değil. İnsan vahiyle buluşmadığı zaman bile eğer fıtratını yitirmediyse litearefunun gerektirdiğini yapabilir. Bir biz duygusu buradan uretilebilir. Farklılığı tanıdığınız zaman siz kendinizi tanıyabiliyorsunuz. Farklılıkların fark edilmesiyle ancak farklı olanın tefrik edilmesi mumkun olabilir. Ve kendi farkınızı gosterme seruvenine soyunabilirsiniz. O zaman bulunduğunuz zamanı tarihe nakşedebiliyorsunuz. Tarihe mudahele edebiliyorsunuz. Litearefu ilkesiyle tarihe mudahelede, başka insanların inanclarına varlıklarına yapılarına mudahele edemezsiniz. Gereken ilişki hakimiyet kurmaya hakim olmaya ya da mahkumiyete dayaşlı bir ilişki değildir, tersine tanımaya dayalı bir ilişkidir.
Turkiye ’ye gelirsek?
Turkiye ’nin gorunurde bir bizinin olduğundan soz edebilmemiz imkansız, şu anki durumda. Mesela biz bin yıldır yaşamadığımız bir sorunu şimdi yaşamaya başladık. Bu cumhuriyet doneminde ortaya cıkan bir şey. Ulkemiz ırk uzerinden –Turk/Kurt- acayip, başka bir duzleme cekilmeye calışılıyor. Daha onceden de kabileler falan birbiriyle kapışmış, ama bizim bin yıllık tarihimizde olmayan bir şey bu. Muslumanlığımızdan bu yana boyle bir sıkıntı yok. Ama şu an Turkiye ’nin bir ortak ruhu yok. Bir toplumun ortak ruhunu oluşturan en onemli şey dildir. Yani hem o vasatı hem de vasıtayı oluşturan şey dildir. Dil yoksa din de yoktur. Din dilde dile gelir. Form-norm, asıl-usul meselesi... Asıl dindir, ama form/usul yoksa norma/asıla hayatiyet kazandıramazsınız. Turkiye ’de en başta Turkce ’nin durumu, sonra da her alanda kullanılan dillerin oluşturulma bicimi, asılı ve usulu hakkında bir netliğe ulaşılmalı. Yaşadığımız şu sureci iyi kavramamız lazım. Yaşadığımız nedir?! Yaşadıklarımızın farkında mıyız?! Kendi varoluş sorunlarının farkında olmayan bir entelijansiyamız, aydın kitlemiz var. Bu sorulara cevap veren bir entelijansiyamız yok. Milli ruh, ortak ruh dediğimiz şeye mesela Almanlar cok kafa patlattılar, Fransızlar da diğer milletlerde de vardır, ama ozellikle Almanlar hem yıkan hem yapanlar olarak ornektir. Bu yuzden en sağlam adamları da Almanlar cıkardı Batı uygarlığında. Almanlar bunu biraz da tabiatla doğru ilişki kurarak yaptılar. Yani Turkiye olarak Almanların tarih tecrubesini iyi bilmeliyiz. Turkiye ’de şu an yaşadığımız kriz, hem İslam ’la hem de başka kulturlerle olan ilişkimizi sakatlamaya calışan ve fetret donemi yaşamamızı sağlayan bir kriz.
Turkiye ’de bir ilim-kultur geleneği duşunce sanat geleneği ve duruş ortaya konması lazım. Bunların hepsinin toplandığı şey de ahlaktır! Yani ahlakın olmadığı bir yerde hicbir şey olmaz, hayat yoktur! Ahlakında sorun olan insanlar toplumlar tarihi değiştiremez. Cok yetenekli birikimli donanımlı bir insan ahlaklı değilse eğer acayip bir şekilde arıza uretir!
Bu kriz icinde bir şeyleri anlamaya ve donuşturmeye calışanları “oncu kuşak” kavramı ile ifade ediyorsunuz. Oncu kuşağın oluşması icin gereken anlayış, imkan, zemin… bu konularda neler soyleyeceksiniz?
Bir toplumda uretilen ortak ruhun bir defa vazgecilmez bir kaynağının olması lazım. Vahyin verdiği muthiş bir imkan var bizim icin. Bizim kaynağımız ve imkanımız Kitap. Kitapla doğrudan ilişkiye gecmemiz gerekiyor. Ve yani Hz. Peygamberle doğrudan ilişkiye gecmemiz lazım. Onu anlayamadığımız surece kitabı anlayamayız. Herkesin kafasına gore bir din-kitap anlayışı ortaya cıkar. Bu durumda biz Kur ’an ’a nasıl gideceğiz? Temelde Hz. Peygamberi anlamamız onun konumunu belirlememiz lazım, oncu kuşak icin. Peygamberimiz bir beşer ve beşere gonderilen mesajın aracısı. Hayatıyla kendinden sonra gelenlerin, ummetinin ne yapacağını, nasıl yapacağını da gosteriyor. Kur ’an sadece inzal edilmiş bir kitap değil, aynı zamanda tenzil edilmiş bir kitap. Kur ’an ’ı Kerim ’in 23 seneye yayılarak tenzil edilmesi doğrudan beşere indirilmesiyle ilgili. Yani 23 senede hayata aktarılacak. Peygamberin buradaki rolu bize şunu soyluyor. Aslında bu sure (23 yıl) bir kuşaklık bir zaman dilimi. Bir kuşaklık zaman diliminde dinin tamamlandığına dair bir tecrube. Hz. Peygamberin –once tek başına- vahyi hayata gecirmesi 23 sene alıyorsa, bence aynı vahyi bizim yeniden hayat gecirebilmemiz icin yine bir kuşaklık zaman dilimi yeter. Peygamber olmadığımız icin yukumuz ağır değil. Burada oncu kuşak duşuncesiyle zamanı Mekke-Medine donemleri uzerinden yeniden kurmamız lazım. Mekanı yeniden bir imkan uretecek şekilde duzenlememiz gerek. Mekke doneminde karşımıza cıkan şey şu. Mekke doneminde bir Musluman tipi, şahsiyeti oluşturuluyor. İslam hayat buluyor, insanın hayatına aktarılıyor. Medine doneminde o hayat, farklılık butunu de oluşturabilecek bir tecrube uretiliyor. Mekke doneminde İslam hayat buluyor, Medine doneminde hayatın kendisi oluyor. Duzen ve duzenek ilişkisi yani. Peygamberimizin hayatını vahiy oncesi ve vahiy donemi diye incelediğimizde ancak vahiyle sıkı bir irtibat kurabiliriz. Bunların uzerinde iyi duşunmek gerek.
Oncu kuşakın temelini bu ayrımdan başlatıyoruz yani..
Evet “oncu kuşak”ı buradan kurabiliriz. Vahiy oncesi donem vahiy sonrası donemden vahyin anlaşılması acısından daha onemlidir. Peygamber 40 yıllık surecte hazırlandı, doğrudan hayatın icine girdi. Vahiyden onceki ismi El Emin. Vahiyden sonraki ismi El Mumin. Eminle mumin arasındaki ilişki cok onemli. Hz. Peygamberin uc onemli ozelliğini goruyoruz. Oncu kuşak tipinin ilk uc ozelliği: 1) Cağının tanığı, şahidi olması. 2) Ozne (işi yapan) olması. 3) Oncu olması. Vahiyle birlikte bunlar elcilikte toplanıyor, devam ediyor. Bunu acalım: Burada vahiyden sonra şekillenen alim-arif-hakim figurlerinin oluşumuna tanık oluyoruz.
Peygamberin cağının tanığı olmasını sağlayacak iki ozelliği var: Birincisi cağının en gozde mesleğini yapıyor, cağını en iyi tanıması sağlayabilecek mesleği: ticaret. O dunya ticaret kervanlarıyla varolan bir dunya. Ticaret kervanlarıyla hem kendi ortamını, hem de icinde yaşadığını dunyayı, farklı iktidarları tanıyor. Kimler var: Bizans, Sasaniler, İran krallığı var. Hz. Peygamber, Şam ’a Bahreyn ’e ve Yemen ’e gidiyor. Gittiği yerlerdeki tuccarlardan ozellikle Hindistan ’dan gelenlerden Cin ’de muazzam bir medeniyet olduğunu oğreniyor. İlim Cin ’de bile olsa ona gidin, hadisini tersinden anlıyoruz bazen, yanlışlıkla. Cin, diyor yani tarihsel bir şeyden insanlık tarihinin ulaştığı bir şeyden bahsediyor. Ticaret dedik, hayatın yuzde doksanı ticaret uzerinden belirleniyor. Ticaret insanı, insanın dunyayla irtibatını kavrayabilmenin en iyi yolu. Yani orada insan tipini, insanın parayla ve iktidarla ilişkisini –gucunu zaaflarını- tanıyor. Hızlıca gecelim, peygamber orada kendi kişiliğini kurarak bir dil de kurmuş, sunmuş oluyor dunyaya. Sonra Hılfıl Fudul anlaşmasında bizzat onculuk yapıyor. O donemin kilit isimleriyle birlikte, kendisi 17-18-19 yaşlarında, orada onculuk yapıyor. Tum bunlar elcilikle birlikte oncu kuşak meselesinde Hz. Peygamber ’de karşımıza cıkıyor alim-arif-hakim figuru olarak. Hz. Peygamber bir ilim, anlam bicimi, eşyayı insanı dunyayı anlama ve mudahele bicimi ortaya koyuyor. Bir arif figuru, irfan ve marifet tasavvuru ortaya koyuyor, yani ilki daha cok dış dunyayla ilgiliyse ikincisi de (arif) ic dunyayla ilgilidir. Hakim figuru de bir hikmet ve muhakeme kulturu, muhakeme tasavvuru geliştiriyor. Hikmetten kastettiğimiz de aslında felsefedir. İslam tarihinde hikmet diyoruz biz felsefeye. Hz. Peygamberin ummiliğini de yanlış anlamamalı; ummi olan aslında bizzat fıtratla irtibat kuruyor. Fıtratla katıksız ilişki kuruyor. Bu ilişkiyi kuran fıtratını iceriklendirecek vahiyle de ilişki kurabilir, kurdu. Burada imamlık, imamet, onderlik vazifesi ortaya cıkıyor.
Sonucta tarih bu ozelliklere sahip oncuk kuşaklar tarafından kurulmuştur, kurulur. Tarihi toplum yapmaz, ortalama insanlar sıradan insanlar yapmaz. Taşıyamayacağı yuk yuklenmez kimseye. Talip olan yapar, kurar. Zaten oncu kuşak dediğimiz şey kadro yetiştirmek değil, iddia sahibi adam yetiştirmek.
Sezai Karakoc bir konuşmasında “Toplum direnişi yapar, dirilişi yapacak olan aydınlardır,” demişti…
Evet, bu işte! Ama adına aydın demeyelim istersen, aydın kavramı başka bir şey oluyor şimdi… Allah insanları hicbir zaman eşit bir şekilde yaratmamış. O zaman monotonlaşır hayat. Ve Allah ’ın Rahman ve Rahim sıfatlarının tecelli etmesi imkansızlaşır. Sadece Rahman sıfatı tecelli etmiş olur. İnsanlar birbirini tanıyamaz, tuhaf varlıklar olur, litearefu ilkesi gercekleşmez. İnsanların kendi gayretleri, ilgileri, yetenekleri derinlikleriyle keşfettikleri yuku taşımaları lazım. Teklifle mukellef olmak budur. Teklifle her insan mukellef değil ama. Her insan kendi fıtratı, yaratılışı itibariyle teklif edilen şeyi yerine getirmeli. Asıl teklifse, vahyin hayata gecirilmesinde peygamberi rolu gercekleştirecek olmaktır. Alim figurunde de olan alimlerin, hadiste dendiği gibi “Peygamberlerin varisi” olması, tarihte de gorduğumuz gibi.
Oncu kuşak dediğimiz figur, bir toplumun ruhunu oluşturabilecek dinamikle, kaynakla ilişki kuracak orada aracılık yapacak o kaynağın hayata gecirilmesine aracılık edecek kişi, kişiler. Tarihte tarihin akışını değiştiren medeniyetleri kuran insanlar oncu kuşaklardır. Medeniyetleri kucuk azınlıklar kurar, diyor ya İbn Haldun, tam oyle bir şey yani. Peygamberimizin yanındakilere baktığımızda her tur insan var. Yaşlısı var, genci, kadını, erkeği, farklı derilerden, sınıflardan…
Bugun Turkiye ’de az once bahsettiğimiz figurleri –katman katman kurma uygulama ilerletme donuşturme- gercekleştirecek bir ilim-kultur geleneği duşunce sanat geleneği ve duruş ortaya konması lazım. Bunların hepsinin toplandığı şey de ahlaktır! Yani ahlakın olmadığı bir yerde hicbir şey olmaz, hayat yoktur! Ahlakında sorun olan insanlar toplumlar tarihi değiştiremez. Cok yetenekli birikimli donanımlı bir insan ahlaklı değilse eğer acayip bir şekilde arıza uretir! Ahlak ama ahlakcılık değil tabi, dayatma kafasına vurma şu bu değil. Tebliğ hatırlatmadır, ahlakcılıksa bir empoze etme dayatma. Muslumandan istenen ilk şey insanı koruması inancı sonra da mulku koruması, sadece muslumanı değil insanı. İnsan var olacak yani litearefu ilkesinde. İnsan ancak mumin olduğu zaman mukemmel bir tasavvur geliştirebilir. İnkar değil imanın olması. İnkar yok eder iman var eder cunku. İnkarda kendini merkeze yerleştirme var cunku. İman var eder, başkalarına mudahele etmez yapısını bozmaz, koridor kurar fetih yapar.
Yani ilim-duşunce ve kultur-sanat ve duruş geleneğimizin yeniden kurulması hayata gecirilmesi gercekleştirilmedikce toplumun toparlanması Muslumanların dunyaya yeni şeyler soylemesi mumkun değil. İnsanların kendi gayretleri, ilgileri, yetenekleri derinlikleriyle keşfettikleri yuku taşımaları lazım. Teklifle mukellef olmak budur. Teklifle her insan mukellef değil ama. Her insan kendi fıtratı, yaratılışı itibariyle teklif edilen şeyi yerine getirmeli. Asıl teklifse, vahyin hayata gecirilmesinde peygamberi rolu gercekleştirecek olmaktır.
Hocam bu surecte oncelikle onemli olan faaliyet alanı nedir şu anki durumunda Turkiye ’nin?
Akademide ve medyada varlık gosteremediğimiz surece yokuz. Akademiyi ve medyayı donuşturmemiz lazım! Ele gecirmekten bahsetmiyorum, şu anki mantaliteyi surdurmekten de. Bir fikriyatı olan ve asıla ve usule bağlı olan donuşturmeden bahsediyorum. Kuran ’ın asıl Hz. Peygamber ’in de usul olduğu temelden hareket ederek bir dil kurmamız lazım.
Bu bağlamda, oncu kuşağın oluşmasına yonelik kurucu bir atılım olarak Turkiye ’de şu an olumlu neler yapılıyor? Orneklerin bilinmesi bakımından..
Tamam. Şunu da soyleyeyim once, universitelerden bu anlamda bir şey beklemek mumkun değil. Şu anki halleri yapıları ruhları felsefeleri buna imkan vermiyor. Akademiyi universiteyi terk edelim tumuyle yıkalım gibi bir şey soylemiyorum. Daha yeni okullar kurslar kurmamız lazım. (Mesela Bediuzzaman ’ın Medresetuz-Zehra projesi boyle, onemli bir projedir.) Bu anlamda şu an somut ve ruştunu ispat etmiş bir proje olarak onumuzde duran, Bilim ve Sanat Vakfı ’dır (BSV). BSV ’de Ahmet Davutoğlu ’nun onculuğunde ciddi, cığır acabilecek calışmalar yapılıyor oncu kuşak icin. Oradan ikinci kuşak yetiştiği zaman, daha yeni verimler cıkabilir ortaya. Universite oğrencileri de var BSV ’de, ama temel felsefesi oncu kuşak yetiştirilmesine dayandığı icin, ister istemez ortaya konulan birikimi kendi dinamiklerimiz uzerinden anlamlandırmaya calışıyor.
Kaynak: Genc Dergi, Şubat 2008
EFENDİMİZİN İBADET, MUAMELAT VE AHLAK UFKU
PEYGAMBER (S.A.V.) EFENDİMİZİN GUZEL AHLAKINDAN ORNEKLER
PEYGAMBER EFENDİMİZİ NASIL ORNEK ALABİLİRİM?
İslam ve İhsan