
Yazar Selman Tan ’ın Altınoluk dergisinin Nisan 2019 sayısı icin Ahmet Ertaş Ağabey ile hizmet hayatı uzerine yapmış olduğu mulakatı istifadenize sunuyoruz.Roportaj: Selman Tan
Asker olarak gecirilmiş 35 yıl, manevi hayatın icinde gecirilmiş 56 yıl. Emekli ordu mensubu Ahmet Ertaş ağabeyin hayatı bu iki disiplin uzerine yoğrulmuş. Mutebessim olmak guzel bir haslet. Bu hasletle kurulan samimi ilişkiler cemiyetle ulfetinizi, dolayısıyla etkinizi artırıyor.
Ahmet ağabey hizmet hayatı ile ilgili guzel ornekler anlatıyor. Doğru yere bağlanıp belirlediği hedefe yonelik olarak istikrarlı calışan bir insana gelen itmi ’nanı ve huzur halini goruyorsunuz uzerinde. Hayatı maneviyat cevreleri icinde tam bir teslimiyetle hizmet ederek gecen Ahmet ağabeye hayırlı hizmet omurleri niyaz ediyoruz.
S. TAN: Efendim, cevremize, Ummet-i Muhammed ’e faydalı olması temennisi ile sizi tanıyarak başlayalım.
AHMET ERTAŞ: 1943 Kayseri doğumluyum. İlk ve orta tahsilimi Kayseri ’de tamamladıktan sonra Eskişehir Hava İkmal Astsubay Okulu ’nda iki yıl okudum. 1965 ’te memleketim Kayseri ’ye Astsubay olarak tayin oldum.
İlkokula giderken bizim hocamektep dediğimiz Kur ’an kursuna sabah namazından sonra gider, dokuza kadar Kur ’an dersi alır sonra ilkokul dersimize başlardık.
Lise yıllarından itibaren Ustad Necip Fazıl Kısakurek ’in Buyuk Doğu dergisini dikkatle takip ederdim. Gerci Astsubay okulundayken takip edemedik ama dondukten sonra yine dini dergileri takip etmeye başladım. Bu arada Halkadan Parıltılar, Buyuk Kapı, O ki O Yuzden Varız gibi kitapları okudukca manevi yola iştiyakım artıyordu. Buyuk Kapı ’da Tarikat-ı Âliye ’den bahsediyordu. Tasavvuf ile ilgilenmeye başlayınca Necip Fazıl ’ın murşidi Abdulhakim ArvÂsî Hazretleri ’ne bağlanma duşuncesi oluştu ama Abdulhakim Arvasî Hazretleri ’nin vefat ettiğini oğrendim.
Kayseri ’deki Camii Kebir ’in imamı Hacı Eyup Efendi ’ye muracaat edeyim, dedim. Cok muhterem bir insandı.
Sene 1965. Hatunla birlikte bir gun onu ziyarete gittik. Ziyaret sırasında “Hocam Kayseri ’de hem ziyaret hem ticaret derler, size bir şey sormak istiyorum. Ben bir Tarikat-ı Âliyeye intisap etmek istiyorum, nereye ve nasıl muracaat edeyim? Fakat sağlam bir yer olsun, ben bağlanınca tam bağlanırım” dedim.
BURADA TAZİM RASÛLULLAH ’ADIR “O zaman dinle oğlum” diyerek anlatmaya başladı: “Cumhuriyetin ilk yıllarında senelerce hac yolu kapalıydı. 1947 yılında Turkiye ’den ilk hacılar tek bir gemiyle yola cıkmışlardı. O kafilede biz de vardık. Gemiyi de, denizi de ilk defa gorduğumuz icin Demirci Hocaefendi ile birlikte guvertede denizi seyrediyorduk. Baktık entarili, bir adam. İlk once kadın zannettik. Biz kasketliydik, o donemde takke bile giymek yasaktı. Yanına gidip kim olduğunu sorduğumuz zaman bize Pakistanlı olduğunu soyledi. “Bu gemide ne arıyorsun?” diye sorduk. “Benim murşidim Mahmut Sami Ramazanoğlu Hazretleri Turkiye ’de bulunuyor. Onu ziyarete geldim ve onunla birlikte hacca gidiyorum” dedi. “Nerede?” diye sorduk. “Aşağıda katta” diye cevap verdi. Kendi kendime ‘boyle mubarek bir insanı Pakistan ’dan birisi gelip buluyor ama bizim haberimiz yok ’ dedim. Demirci Mustafa Efendi “Sami Efendi Kayseri ’ye gelmişti ben onu bir kere gordum, gel aşağıdaysa inip gorelim” dedi. Tam yanına gideceğimiz sırada birileri “Aman yaklaşmayın polis onu takip ediyor” dedi. Ancak karşıdan gorebildik. Sonra Ravza-ı Mutahhara ’da onu aramaya başladık ve Ashab-ı Suffa ’da bulduk. Elini opmek icin uzandığımız zaman bize “Burada tazim Rasûlullah ’adır (s.a.v)” dedi.
Yanında hizmet edenlere “Gemide yanına yaklaşamıyoruz, burada konuşamıyoruz, bu zata nasıl ulaşırız?” diye sorduk. Bizi kaldıkları yere goturduler. Karşıda bir sedir, yerlerde hasır vardı. Bakımsız, topraktan yapılmış Medine evleriydi. Biz 25 yaşlarındaydık, oradaki zevat ise hep yaşlıydı. Sami Efendi ’ye bizim hafız olduğumuz soylenince hemen yanında yer gosterdi. Biz edep edip oraya gecmek istemeyince Sami Efendi “Siz ehli Kur ’an ’sınız, o zaman biz de yere inelim” buyurdu. Sohbetin sonunda kendisinden intisap istediğimiz zaman “Kayseri ’de Muftu Huseyin Efendi vardır. Bizim burada ders vermemiz ona karşı adaba mugÂyir olur” dedi.
SAĞLAM BİR KAPI ARIYORSAN Camii Kebir ’in imamı Eyup Hocaefendi bana bunları anlattıktan sonra “Evladım kendini manen geliştirecek bir yol arıyorsan işte sana sağlam mı sağlam bir yol. Git buraya intisap et” dedi. “Peki efendim İstanbul ’a mı gideceğiz?” dedim. “Kayseri ’de Hacı Şaban Efendi ’ye muracaat edersin” dedi.
Eyup Hocaefendi “Evladım Camii Kebir ’de imamete gectiğim zaman cemaatin arasında Hacı Şaban Efendi var mı yok mu anlarım” dedi. “Nasıl anlarsınız efendim?” dedim. “Onun cemaate geldiği vakitlerde camiye sanki ayrı bir rahmeti ilahi iner, feyzinden anlarım” dedi.
Eyup Hocaefendi ’nin yanından cıkar cıkmaz gidip Şaban Efendi ’nin kapısına vurdum. Cami-i Kebir ’in karşısında, avlulu eski evlerden bir ev. Neredeyse rukû halinde, beli bukulmuş bir zat kapıyı actı. Halbuki o zamanlar 65 yaşındaydı.
İlk zamanlar insan cesur oluyor. “Efendim size birkac soru soracağım ondan sonra ders talep ediyorum” dedim. “Buyur evladım” dedi. “Efendim ben Necip Fazıl ’ı cok severim, siz ne dersiniz?” dedim. “Necip Fazıl şeriata kalemiyle hizmet ediyor” dedi.
Sonra “Risale- i Nur hakkında bilgi istiyorum” dedim. O zaman Said-i Nursi vefat etmişti. “Evladım Said-i Nursi zamanın alim ve fazıl zatlarından birisidir. Eserleri de imanın kuvvetlenmesine faydalıdır” dedi.
“Efendim Abdulhamid ’e kızıyorum, o zamanki hassa orduları komutanı ‘bana musade ederseniz şu Hareket Ordusu İstanbul ’a girmeden halledeyim ’ demiş. Ama buna rağmen Abdulhamid bir şey yapmamış” dedim. Cevaben “Evladım Abdulhamid ben tahtım icin Ummet-i Muhammet ’i kırdırmam” demiş, bu velilik vasfıdır, siz ona kızmayın” dedi.
“Efendim okumam icin bana hangi kitapları tavsiye edersiniz?” diye sordum. “Kayseri ’de bulamazsınız ama zannederim Ankara ’da Hacı Bayram-ı Veli ’nin yanındaki kitapcılarda vardır, Abdulkadir Geylani Hazretlerinin Fethu ’r Rabbani isimli kitabını ve Tezkiret ’ul Evliya kitabını alın, okuyun” dedi. Daha sonra Altınoluk Dergisi ’nden Abdulkadir Geylani ’nin Sohbetleri İlÂhi Armağan ismiyle cıktı.
BU YOLDA ERKEN VEYA GEC YOK “Efendim manevi yola girmek icin ben şimdi kendimi gec kalmış gibi hissediyorum” dedim. “Oğlum bu yolda erken veya gec diye bir şey yok. Topbaşzade Musa Bey diye bir zat vardır. Biz Kelami Dergahı ’ndan intisaplı olmamıza rağmen o da bu yola cok yakın girmiş olmasına rağmen hizmeti sayesinde bizleri fersah fersah gecti” dedi.
Zamanı gelip Musa Efendi ile tanışıp yakınlık kurduğumuz zaman kendisine Hacı Şaban Efendi ’nin bu soylediklerini soyledim. Musa Efendi bunun uzerine “Hacı Şaban Efendi tevazu gostermiş” dedi.
Hacı Şaban Efendi, hani derler ya ruzgÂrı incitmeyen insanlar vardır, işte oyleydi. Derya gibi gonlu vardı.
İntisap ettiğim ilk gunlerde ruyamda Şaban Efendi ’yi zikir halinde fevkalade guzel bir halde gormuştum. Bunu kendisine soylediğim zaman “Evladım ruyaya itibar edilmez” dedi. Aynı ruyayı Sami Efendimizle birliktede gordum.
S. TAN: Siz Sami Efendi ’yi hic gormuş muydunuz?
ERTAŞ: Hayır hic gormemiştim. Fotoğrafını da gormemiştim. Ruyamda bana o şahsın Sami Efendi olduğu soylenmiş idi. Ziyaretine gittiğim zaman da ruyamda gorduğum zatın Sami Efendi olduğunu gozumle teyid ettim.
Şaban Efendi ’ye “Bu sefer aynı ruyayı Sami Efendi ile ilgili olarak gordum” deyince “Gayret edelim evladım tebşirat olmuş” dedi. Kendisi ile ilgili olunca itibar edilmez demişti fakat Sami Efendi ile ilgili olunca da bunları soylemişti.
Ders alınca hemen Sami Efendi ’yi gormek icin İstanbul ’a gitmek istedim, Şaban Efendi musade etmedi.
YOLUMUZ SADECE TESPİH CEKMEK DEĞİL S. TAN: Ziyarete ne zaman gittiniz?
ERTAŞ: Hacı Şaban Efendi bir sene bekletti.
Gullu koşkte Sami Efendi ’yi ziyarete girdiğim zaman ilk 2- 3 dakika bir şey soylemeden sukût etti. O sırada acaba icimden gecenleri mi soyleyecek, hatalarımı yuzume vuracak diye beni bir korku aldı. Tarikatı o zamanlar oyle zannediyordum. “İsmi Âliniz nedir!” diye sorup beni tanıdıktan sonra “Fakir de askerliğimi yedek subay levazım olarak İstanbul ’da yapmıştım. Biz eğitim okulunda iken manevi evradımızı ranzaya dayanıp, battaniyeyi başımızdan itibaren uzerime cekip oyle yapardık. Herkes uyuyoruz zannederdi” dedi.
Bu konuşmamızdan 15 sene sonra bizi İzmir Hava Lisan Okulu ’na yazdılar. Koğuşta herkesle birlikte kalıyorduk. 1966 yılındaki soyledikleri aklıma geldi biz de mÂnevî dersimizi o şekilde yaptık.
Yine o ilk goruşmemizde yanımda getirdiğim defterimi gosterip “Efendim Halid bin Velid kitabınız o kadar cok hoşuma gitti ki, beş defa okudum bu deftere de bir kere ozetini cıkardım. Demek ki yolumuzda sadece tesbih cekmek değil okumak, yazmak da varmış” dedim. O zaman mubarek birden canlanarak ayağa kalktı ve ellerini acarak “Halid bin Velid ’in Şam ’daki celÂdeti neydi oyle değil mi?” dedi.
Defterine ismimizi kaydettikten sonra dersimin nerede olduğunu sordu. Kalp ’te olduğunu soyledim. O zaman ben ders değiştirme diye bir şey olduğunu bilmiyordum. “1000 adet de Ruh ’ta zikirle meşgul olalım” dedi.
“Seyyid ’ul istiğfÂr okuyor musunuz?” diye sordu. “Onu bilmiyorum” dedim. “Yazsam olur mu?” diye sordu. Defterinden sayfanın ortasına bir cetvel koyarak yarım sayfa kesti, Seyyid ’ul istiğfÂrı yazdıktan sonra tekrar bana dondu ve “Harekeleyim mi?” diye sordu. “Efendim harekesizi okuyamam” dedim.
Kayseri ’ye donunce Şaban Efendi ’ye “Efendim Sami Efendi ’ye şunları soyledim, şunları konuştum acaba edepsizlik oldu mu?” diye sordum. Şaban Efendi “İyi olmuş evladım, ileride yapamazsın” dedi.
İkinci gidişimde ise yine Omer Kirazoğlu Ağabeyin yazıhanesine gittim. Saatlerce bekledim gelmedi. Ertesi gun tekrar gittim yine bulamadım. Endişe ediyorum cunku bir sonraki gun mesaim var, mecburen doneceğim. O sırada icerden nur sîmÂlı, pembe beyaz tenli, guzel mi guzel, zarif mi zarif bir insan cıktı ve “Kimi bekliyorsun kardeş” dedi. Onu gorunce rahatladım. Meğer Musa Topbaş Efendi ’ymiş. Bizim icin Sami Efendi ’nin yanına gidip izin aldı.
ALLAH İCİN İKİ KİŞİ BİR ARAYA GELİRSE Ustadımızla bir hayli oturduk. Fakire sohbete gidip gitmediğini sordu. Bir usteğmen arkadaşla birlikte iki kişi olarak sohbet ettiğimizi soyledim. Sami Efendi “Allah icin iki kişi bir araya gelir de sohbet ederse ucuncuyu Mevla gonderir” dedi.
Kayseri ’ye donunce usse gidip Nihat Secer isimli o usteğmen arkadaşıma sevincle tam Sami Efendi ’nin soylediğini aktardığım anda kapı calındı. Gelen şahıs “Selamunaleykum” diyerek iceri girdi. Biz bir an tereddut ettik. O zaman askeriyede boyle selam verilemezdi. “Beni Hacı Şaban Efendi gonderdi, sizlerle sohbete geldim” dedi.
Daha sonraki bir ziyaretimde Sami Efendi bir şahsı sordu. Fakir de “Efendim iyi bir kardeşimiz ama sohbetlere gelmiyor” dedim. Sami Efendi “Sohbetlere gelmeyende hayır yoktur” dedi.
Hacı Gedikli ağabey ile Kayseri ’de birlikte beş yıl vazifemiz oldu. Durust ve calışkan bir askerdi. Onunla Hacı Şaban Efendi ’ye beraber gittik. Ziyaretten sonra “Hacı Gedikli Bey ’i nasıl buldunuz?” diye sordum. “Guzel bir insan fakat onu Hasan Efendi tamamlayacak” dedi. Hakikaten Hacı Gedikli ağabeyin tayini Diyarbakır ’a cıktı ve orada Hasan Erturk ağabeyden ders aldı.
Bir gun Hacı Şaban Efendi ’ye “Efendim sizi Sami Efendi ile birlikte at binmiş yarış yaparken gordum” dedim. Cevaben “Oğlum fakirin omru kısa olacak, hem de silsilede adımız yok” dedi.
Hacı Şaban Efendi 1972 yılında rahmeti Rahman ’a kavuştu. Kendisiyle baba oğul gibiydik. Allah rahmet eylesin.
Daha sonra Musa Efendi ile goruşmeye başladık.
BAZEN ŞER ZANNETTİĞİNİZ ŞEYLERDE HAYIR VARDIR S. TAN: Musa Efendi ile birlikte hizmet hayatınız nasıl devam etti?
ERTAŞ: Fakirin 1978 yılında Erzurum ’a tayinim cıktı. Eşyalarımı yuklettim o sırada Musa Efendi Kayseri ’ye gelmişti. Onu ziyaret ettikten sonra yola cıkmaya karar verdim. Tayinim doğuya cıktığı icin bir isteksizliğim olmuştu. Musa Efendi herhalde halimden anladı ki “Ahmet Efendi bazen hayır zannettiğimiz şeylerde şer, şer zannettiğimiz şeylerde de hayır olur” dedi.
Erzurum ’a gittikten altı ay sonra Musa Efendi ’nin bize misafir olarak Erzurum ’a geleceğine dair bir telefon aldım. Birden heyecanlandım. İstanbul ’da kaldıkları yerleri biliyorum. Kayseri ’ye geldikleri zaman guzel evlerde ağırlanıyorlardı. Fakir Erzurum ’da kira ile bir ev tutmuştum, orada bu zatları nasıl ağırlayacağım diye endişe ettim.
Bir gece ruyamda Sami Efendi sağında ve solunda Musa Efendi ile Alemdar Amca bize geliyorlar. Alemdar Amca bana yaklaşarak “Sen endişe etme, biz hizmet etmeyi bildiğimiz icin sana yardımcı oluruz” diyor. Sabah Kayseri ’den Abdullah Ender ağabey aradı ve “Beni davet edersen...” diye başlayıp Alemdar amcanın soylediği cumlelerin aynısını soyledi.
Erzurum ’a ilk gittiğim zaman baktım ki bir sohbet grubu yok. Fakir kendi kendime bir sohbet grubu oluşturmuştum, altı ayda da 15-20 kişi olmuştuk.
Ustadımız Erzurum ’a geldi. Taşıyacak araba yok. Sohbetimize gelen bir talebe arkadaşımız vardı. Gece takside calışır gunduz okurdu. Onun arabasını ayarlayıp onunla karşıladık.
Bizim eve geldiklerinde “Efendim size karşı mahcubum” dedim. “Nedendir?” diye sordu. “15- 20 kişi icin Erzurum ’a kadar zahmet ettiniz” deyince “Kardeş keyfiyet onemlidir, kemiyet değil. Keyfiyet iyi olursa kuru kalabalıktan her zaman daha iyidir” dedi. İlaveten “Sami Efendi Ustadımız iki kişi ile ilgilenmek icin Adana ’dan kalkıp, Samsun Carşamba ’nın 20 km ilerisindeki bir koye eşek uzerinde gitmiş. Şimdiki geniş imkanlarla o zaman yapılan fedakarlıklar karşılaştırılabilir mi?” dedi.
Evimize geldiği zaman ise “Kardeş gecenlerde bir şehre gitmiştik. Oradaki kardeşimiz bizim rahat etmemiz icin bize iyi bir otel ayarlamış. ‘Biz oteli sevmeyiz ’, dememize rağmen ısrar ettikleri icin nÂcar kabul ettik. Gittik ama sabaha kadar uyumadım, yatağa uzanmadım. Bizi almaya geldiklerinde de ‘hic memnun olmadım ’ diyerek sitem ettim. Bir kardeşimizin bir odası olsa, o odada birimiz bir koşede, diğerimiz bir koşede yatarız ve bundan daha cok rahat ederiz” diyerek bizim gonlumuzu aldı. Uc gun kadar kaldılar. Daha sonra her iki senede bir mutat Erzurum ’a gelmeye devam ettiler.
1982 yılında tayinim tekrar Kayseri ’ye cıktığı icin eşyalarımla birlikte Kayseri ’ye girdiğimiz anda tevafuken yine Musa Efendi Kayseri ziyareti icin gelmişti. Eşyaları indirmeden kahvaltı icin doğru Abdullah Ender ağabeyin bağına kahvaltıya, sohbete gittim.
Orada “Efendim tayinim tekrar Kayseri ’ye cıktı” deyince “Keşke cıkmasaydı” dedi. Sonra buradan Erzurum ’a ne kadar zamanda ulaşıyorsunuz?” dedi. Efendim trenle 16- 17 saat, otobus ile de 11- 12 saatte gidebiliriz” dedim. Erzurum ile ilgilenmemi soyledikleri zaman “Efendim ben memurum, sakal bıyık yok, sarık cubbe yok, hoca da değilim, Erzurum gibi yerde ise bunlara ehemmiyet verilir” dedim. Cevaben şunları soyledi; “Anadolu'dan oğretmen bir delikanlı ders goruşmek icin gelmişti. Kolalı gomleğinden, kravatından takım elbisesine kadar hepsi bakıldığı zaman titiz ve zevkliydi. Bu gencin zÂhirine gore kimsenin aklına gelmezdi, kendisi de farkında değildi ama cocuk evliya derecesindeydi. Dersimizi, yolumuzu; tespihimizi, seccademizi Mevla bilecek. Zaman musait olunca o soylediklerin de olduğu zaman aliyyul Âl olur. Fakat olcu, zahir değil bÂtındır. Manevi hayat iceride olur.”
İki ayda bir Erzurum ’a gidip gelmeye başladım. Sağolsun Mahir Kara isminde benim gibi bir başcavuş olan ağabeyimizle birlikte 30 sene duzenli olarak Erzurum ’a gittik. Cuma akşamı mesaiden cıktıktan sonra gider, cumartesi pazar sohbetlerimizi yapar pazartesi sabahı otobusten iner, traşımızı olup işimizin başına donerdik.
MANEVİYATIN OĞRETİMİ BİTEBİLİR EĞİTİMİ BİTMEZ S. TAN: Efendim malum İstanbul Turkiye ’nin toplanma yeri. Genclerin manen eğitimi ile ilgilenme noktasında bazı şehirler kendini gosterirdi. Erzurum da bu vilayetlerden birisiydi. Zannediyorum o donem guzel bir genclik calışması yapıldı. Bunun bereketli olmasını neye bağlıyorsunuz?
ERTAŞ: Elhamdulillah Allah ’ın lutfuyla Erzurum ’da guzel bir hava oluştu. Erzurum universite şehriydi. İmkanlar oldukca zayıftı. Belki de bu hizmetleri zor şartlar altında yapmak daha bereketli ve verimli neticelere ulaşmayı sağlıyor. Gayreti artırıyor. Şu anda oğrencilere en guzel imkanları sağlıyorsunuz fakat otel gibi kullanıp gidiliyor, heyecan kalmamış oluyor.
Genclerle muhabbet ortamının oluşması onemli. Bir de genclerle ilgili calışmaları yaparken disiplinli hareket etmek gerekiyor.
Olculerimizden hic taviz vermezdik. Mesela kız oğrencilerle sohbeti perde gerisinden yapardık.
S. TAN: 28 Şubat doneminde engellerle karşılaştınız mı?
ERTAŞ: Kız oğrenci evlerimiz vardı. 28 Şubat doneminde yarıya duştu. Kızlarımızın bir kısmı başlarını actılar, bir kısmı ise başlarını acmadılar ama ne yapacaklarını bilemediler. Memleketlerine mi donsunler, Erzurum ’da mı kalsınlar? Osman Efendi ustÂzıma ne yapalım diye telefon ettim. Cunku başlarını acan kızların bircoğu anne babalarının tesiriyle acıyorlardı. “Ahmet Bey bizim hizmet anlayışımızda şeriatı inciterek hizmet yoktur. Başlarını acmayan kızlarımızı İstanbul ’a gonderin” dedi. Elhamdulillah İstanbul ’a giden o kızlar bir cok hizmetin oncusu ablalar oldular. UstÂzım hepsini evlendirdi, duğunlerine geldim.
Kardeşlerimiz bu donemin kıymetini bilmelidirler. Şimdi hizmet kapıları acık. Eğer şu anda hizmete mani olan bir durum varsa bu sadece nefsimizdendir. Sami Efendi zamanında dini hizmetlerin onunde cok buyuk engeller vardı. Musa Efendi zamanında hizmet edilirken yine bir endişe, bir korku vardı ama genişleme de başlamıştı. Şimdi bunlar kalmadığı gibi ustelik dini hizmette bulunmak isteyenlerin onune imkanlar seriliyor.
BU NİMETLERİN KIYMETİNİ BİLELİM 1998 yılında ilk defa hacca gitmiştim. Duaların kabul olunduğu Multezim ’e geceyim de orada icimden geldiği gibi dua edeyim dedim. Oraya gectiğim zaman bir kadın ellerini acmış gozyaşları icinde şoyle dua ediyordu. “Kurban olduğum Allah ’ım, kızlarımızın başları acılıyor, imam hatipler kapatılıyor, subaylar atılıyor, bunlara bizim gucumuz yetmiyor, seninde mi yetmiyor Ya Rabbi?” diyordu. ‘Benim diyeceklerimi bu hanım diyor, ben daha ne diyeyim ’ dedim arkasında onunla birlikte ağlayarak Âmin dedim. Kadıncağız kendisi icin, evladı icin hicbir şey istemedi. Hepimiz boyle zor gunlerden gectik. Zannederim boyle gozu yaşlı anaların duaları elhamdulillah bizleri bugunlere getirdi.
35 sene icinde calıştığım ordunun bu hale geleceğini mumkun değil tahmin edemezdim. Ben hic gitmedim ama orduevinin icine mescit acılmış, orduevinde hanımlar ayrı, erkekler ayrı duğun yapılıyormuş, başortulu kızlar subay olabiliyorlar. Bir zamanlar bunların olabileceğini soyleseler inanmazdım. Bu nimetlerin kıymetini bilelim. Eğer rahatlığa alışır ve nefsimizin isteklerinin peşine duşer isek bir de birbirimize duşersek bilelim ki bu nimetler elimizden alınır.
Erkek olsun, kız olsun oğrencilere derdim ki; “Bakın kardeşlerim ben yaz - kış 700 km ’den buraya geliyorum. Elbette bunu Allah rızası icin yapıyorum. Fakat sizlerin uzerinde bir hakkım var ise onu ancak bir şartla helal ederim. İmam, oğretmen, doktor, muhendis ne olursanız olun iş hayatınızın bulunduğu şehre veya memleketimize gittiğiniz zaman siz de boyle muesseseler kurup, hizmet insanı, vakıf insanı olup Allah ’ın dinine hizmet edeceksiniz” derdim.
Şimdi bakıyorum o donemdeki oğrencilerimizden pek coğu maddî - mÂnevî olarak hizmet ediyor. Vakıflar kurmuşlar din hizmetleri, eğitim hizmetleri yapıyorlar. Allah yollarını acık etsin.
S. TAN: Ahmet ağabey sizin hizmet hayatınızdan devam edelim mi?
ERTAŞ: Erzurum ’a hizmete giderken sonra Erzincan ’a da gidip gelmeye başladık. Sonra Ağrı ile, Kars ’la ilgilendik.
Fahrettin Tivnikli Bey ’e Rabbimden rahmet dilerim. Erzurumlu oldukları icin bizim hizmetlerimize yardım ederlerdi. Sadece Erzurum ile kalmayıp o bolgenin aynı zamanda manevi babası olmuştur.
S. TAN: Hizmet etmek sizin hayatınızda onemli bir yer tutuyor. Bunu neden onemli gorduğunuzde anlatır mısınız?
HİZMET EDEMEMEK İNSANI YORAR ERTAŞ: Cektiğimiz tesbihlerin, yaptığımız ibadetlerin faydası ancak kendimizedir. Fakat Allah icin yapılan bu ziyaretler, kazanılan gonuller, yapılan hizmetler hem kendimiz icin, hem başkaları icin Allah indinde kat be kat fazlasıyla değerlendirilecektir inşallah. Hizmet edilirken zahiren yorulunur zannedilir fakat kalp genişlediği icin hicbir yorgunluk olmadığı gibi insana bir huzur hali gelir. O zaman hizmet edememek insanı yorar. Boylece hizmetin nimeti daha dunyadayken alınmış olur. Rabbim kadrini bilenlerden eylesin.
Bizler ana misyonumuz olan iyi Muslumanlığı yaşamaya ve temsil etmeye ayrıca insan yetiştirmeye devam edeceğiz. Rabbim bizleri bu imkanları değerlendirenlerden eylesin. Rabbim milletimize daha guzel gunler gostersin inşallah.
Musa Efendi ustadımızı ziyaret icin Erzurum ’dan bir otobus ile gelmiştik. “Kac saatte geldiniz Ahmet bey dedi. “Efendim 17 saatte geldik” dedim. “17 saat de gideceksiniz 34 saat oyle mi? 34 saat yolculuk 1 saat sohbet icin mi yapılmış oluyor” dedi. “Evet efendim” dedim. “İşte bu ancak Allah icin yapılır. Keşke fakirin sıhhati elverse de sizin oraların en ucra koylerine kadar gitsem ve sizleri yormasam” dedi.
S. TAN: Ahmet ağabey 55 yıldır manevi bir hayatın icindesiniz. Bu hayatı ana hatlarıyla bize ozetleyin desek neler soylersiniz?
ERTAŞ: Evladım bilinmelidir ki tasavvuf rabıtasız olmaz. Rabıta bu işin esası, anahtarıdır. Rabıta mevzusunda bir cok insanın kafası karışıyor. ‘Rabıta nedir? ’ derseniz, rabıta muhabbettir kardeşim, başka bir şey değildir.
Manevi hayat murşide muhabbetsiz olmuyor ama sadece muhabbet yeter mi? Elbette yetmez.
Sonra fedakarlık gerekiyor. Kim neyle meşgul ise o noktada fedakÂrlığını artıracaktır. İlim erbabı ilminden, ticaret erbabı maddi imkanlarından ehli gayret zamanından verecek, hizmet edecektir.
SOHBETE GELMEYENİN RABITASI ZAYIF OLUR Sohbetlere hulûsi kalp ile ve dikkat ile gidilmelidir. Musa Efendi “Sohbete gelmeyenin rabıtası zayıf olur, bir muddet sonra da dersini yapmaz hale gelir” demişti.
Kendimizin nerede durduğunu anlamamız icin tefekkur, nereye gittiğimizin farkında olmak icin tefekkur-u mevte ihtiyac vardır.
Seherî olmak da cok onemlidir. Sen sevdiğini iddia diyorsun, sevdiğin de seni o vakitte cağırıyor ve sen gitmiyorsun boyle bir şey olur mu? Rabbimiz ile buluşmanın en kolay yolu gecelerdir. Elbette Rabbimiz her yerde ve her zamandadır. Ama bilelim ki bu kolaylık bizim icindir. Gece dersimizi gunduze bir hÂl olarak taşımadan manevi gelişim olmaz. Gece Rabbimizle beraber olmanın tadını aldıktan sonra onu gunduze taşımak “Siz nerede olursanız o sizinle beraberdir” ayetinin farkına varıp onu uygulamak demektir. İşte bu da “ihsan” makamıdır.
Bundan sonra “Allah onları, onlar da Allah ’ı sever” ayetinin sırrına ulaşılır. Allah bize şeklimiz şemalimiz icin mi sevecektir. Dunya uzerinde fiziki gorunumu bizden cok daha guzel insanlar var, milletler var.
Bizler manevi yonumuzu ne kadar kuvvetlendirecek olursak Rabbimiz bizi o kadar cok sevecektir. Şoyle duşunelim, bir babanın iki cocuğu olsa birisi vazifesini yapsa birisi yapmazsa baba bile vazifesini yapanı daha cok sever. Rabbimizin sevgisinden uzak olmamak icin O ’nun emirlerini tam bir îman ile yerine getirmeliyiz.
Nasıl yerine getireceğiz?
Vazifemizi yerine getirirken ise “Tazim li emrillah şefkat li halkillah” dusturu ile hareket etmeliyiz.
Ben askerim, bizde itiraz olmaz, emir demiri keser. Rabbimiz bize bir şey emretti ise bizim icin mevzu bitmiştir. Buyuk bir iştiyak ile ‘baş ustune ’ deyip Rabbimizin isteklerini hurmet ile yerine getirmeliyiz.
Sonra ne geliyor “şefkat li halkillah”
Bu iki cumle cok hoşuma gidiyor. Aslında her şeyi ozetliyor. Yaratılmışların icine karıncadan bitkiye her şey giriyor. Hatta yerine gore gayri muslime bile merhamet gerekiyor.
MANEVİ DERSLERİN EĞİTİMİ MUAMELÂTTIR Manevi derslerin oğretimi belki bitebilir ama eğitimi hicbir zaman bitmez. Eğitimi muamelÂttır.
Kotu arkadaştan sakınmamız gerektiği soylenir değil mi? Kotu arkadaştan oncelikli kasıt belki de dunya yolculuğu boyunca bize arkadaş olan kendi nefsimizdir. Kişisel gelişimde kullanılan ‘insanın kendisiyle barışık olması lazım ’ sozunden benim anladığım nefsi tanımaktır. Nefsin zararları şunlar, faydaları şunlar diye sıhhatli bir muhasebe yaptıktan sonra rahat edebilirsin. Bu muhasebeyi iyi yapan insan eviyle, komşusuyla, arkadaşlarıyla hep barışık olur. Emin insan olur.
Kalp ve nefsimiz ıslah olursa saraylardan geniş bir yerde yaşıyoruz demektir. Eğer bunlar ıslah olmamış ve azgınsa sarayda bile yaşıyor olsak zindanda yaşıyor gibi oluruz. Darda oluruz, sıkıntıda oluruz.
Bizleri bekleyen iki imtihanımız var. Tezkiye-i nefs, tasfiye-i kalp.
Kalp tasfiyesinde kotu ahlÂkı ve kalpteki yanlış duşunceleri temizleme ve kalbi guzelleştirmek vardır. Kalbi guzelleştirmek cok zikir etmekle ve salihlerle birlikte olmayla olur.
Nefsi tezkiyesinde ise az yiyerek, az konuşarak ve az uyuyarak nefsi eğitmek vardır. Nefsin imtihanları cok ceşitlidir ve kolay da değildir. Dunya nimetleri coğaldıkca imtihanın aslında daha da zorlaştığını goruyoruz. Allah hepimizin yardımcısı olsun. Dunya imtihanını guzel verenlerden eylesin. Amin.
Kaynak: Selman Tan, Altınoluk Dergisi, Sayı: 398/399
İslam ve İhsan