
Pedagog Hatice Kubra Tongar ile "cocuk eğitimi" uzerine konuştuk.Roportaj: Abdullah Guner – Kubra Guner
Modern cocuk; apartman dairesine sıkışmış, telefon ve bilgisayar ekranlarına kilitlenmiş; arkadaştan mahrum, ebeveyn ilgisine ac, abur cubur bağımlısı, oyun delisi, kreşe gidip gelen vb. cocuk olarak tanımlanabilir mi bilmiyorum, ama hayatta yaşadığımız problemlerin cocukları es gectiğini de sanırım hic kimse duşunmuyordur.
Annelerin calışması sebebi ile cocukla anne arasındaki bağın acıldığı, teknolojik gelişmeler ile cocukların ekranlara daha da yaklaştığı zamanlardayız. Cağın şartlarına uygun, yeniliklerden istifade ederek, cocuğu ihmal etmeden, iyi bir cocuk eğitimi nasıl mumkun olabilir?
Bu konuda hem sosyal medyadaki paylaşımları ile hem de yazdığı kitaplarla (Bağırmayan Anneler, Peygamberlerin Cocuk Eğitim Metotları, Korkutarak Değil Sevdirerek Din Eğitimi, Fıtrat Pedagojisi) ebeveynlere rehberlik eden Pedagog Hatice Kubra Tongar ile cocuk eğitimi uzerine konuştuk.
Bizim kucukluğumuzde cocuklar, anne ve babalarının sozunu dinlemediği zaman cez verecek, kızacak, dovecek diye korkarlardı. Şimdiki cocuklara -bırakın kızmayı- ne yapsalar sesini cıkartmayan, her istediğini yapan, her şeyine tamam diyen anne-babalarla karşılaşıyoruz. Cocuk eğitiminde dengeyi nasıl sağlamalıyız? Ornek anne-babadan hangi davranışları beklemeliyiz?
Gecmişte herkes boyleydi, şimdi de boyle gibi bir genelleme yapmak cok doğru olmasa da, haklısınız, bugunun ebeveyni daha hoşgorulu ve sabırlı... Ben bunu pedagojide “over correction” dediğimiz “aşırı tashih” prensibine bağlıyorum. Pek coğumuz cocukken dayak yedik, kızıldık, ceza aldık vs... Buyurken şunu fark ettik ki, bu davranışlar bize iyi gelmedi. Bizler bunu yapmamalıyız, dedik. LÂkin yetişkinlikte bildiğimiz ve uyguladığımız duruşların coğu, “sosyal oğrenmeyle” kazanıldığı icin, kendi Âilemizden gormediğimizi cocuğumuza uygulamakta zorlandık. Cunku mÂsumca “ne yapacağımızı bilemedik”!. Bunun neticesi de ifrat ucundan, tefrit ucuna savrulmak oldu.
Bu, elbette ki doğru değil. Nitekim bir soz var; “Az verirsen hırsız, cok verirsen arsız olur” diye... Bugunun cocuklarında, bir onceki nesle gore daha doyumsuz, şımarık, arsızca tutumlar gorebiliyoruz, aşırı davranışlarımızın neticesi olarak... Bunun cozumu, kısaca şu cumle olabilir; “Cocuğunun her isteğini yapma, ama her ihtiyacını karşıla!”
İstek ve ihtiyacı nasıl ayıracağız peki?
Bir misalle anlatalım: Diyelim bir oyuncakcıya gittik. Gitmeden once cocuğumuza dedik ki:
“-Bak, bugun oyuncak alma gunu değil. Sadece bakabilirsin, ama almayacağız.”
Cocuğumuz da “Tamam!” dedi, diyelim. Ama olanlar oldu ve cocuğumuz oyuncakcıya girince, “Şu oyuncağı istiyorummm!” diye tutturmaya, ağlamaya başladı. Bu, cocuğumuzun isteğidir. Ve bu istek kesinlikle karşılanmamalıdır. “Hayır!” dendiyse karar değiştirilmemeli, “Aman cocuğum ağlamasın!” duşuncesine yenik duşulmemelidir.
LÂkin -aynı misalde olduğu gibi- uzulduğu, hayal kırıklığına uğradığı, korktuğu, olumsuz bir duygunun ağırlığını yaşadığında, ağlayan bir cocuğun duygularının anlaşılması, sÂkince yanında olunması, cocuğun gelişimi acısından onemli bir ihtiyacıdır ve muhakkak karşılanmalıdır.
Oyuncağı almayıp “isteğe” hayır diyen anne, ağlayan cocuğuna şefkatle:
“-Âh, bu oyuncağı cok istiyordun, keşke alabilseydik! Fiyatına bakalım da para biriktirelim!” gibi cocuğunu destekleyen bir cumle kurar ve cocuğunun duygusunu kabul eder. “Neden ağlıyorsun?”, “Beni rezil ettin!”, “Biz ne konuşmuştuk!” gibi kırıcı cumlelerden uzak durarak, cocuğunun duygusal ihtiyacını karşılamış olur.
COCUĞA BAĞIRMAK HAKKIMIZ DEĞİL!
“Bağırmayan Anneler” kitabınız cok ilgi goruyor... İnsanın inanası gelmiyor, bir annenin cocuğuna bağırmaması mumkun mu? Bunun sırrı nedir?
Tabiî ki mumkun... Bunun sırrı; bağırmanın hakkımız olmadığını bilmekte... Pek coğumuz, “Cocuğum değil mi; doverim de, severim de!” gibi yaklaşıyor ebeveyn-cocuk munasebetine… Oysa boyle bir hakkımız yok.
Cocuklar bizim uzerinde istediğimiz gibi tasarruf edebileceğimiz eşyalarımız değiller. Onlar da -aynı yetişkinler gibi- birer insan ve bir yetişkin nasıl hurmet dolu bir davranışı hak ederse, cocuklar da aynı şekilde hak ederler.
Bu noktada “Ofkemi kontrol edemiyorum!” diyen ebeveynlere ben şunu soyluyorum:
“-Komşuna kızdığında onu darp etmiyorsan, eşine kızdığında ağzına geleni soylemiyorsan, patronuna kızdığında hakaretler yağdırmıyorsan demek ki ofkeni kontrol edebiliyorsun. Cunku yetişkin dunyasının bu hoyratca tavırları kabul etmeyeceğini biliyorsun. LÂkin cocuğuna karşı ofkeni kontrol etmen gerektiğini duşunmuyorsun. Bu bakış acısından cıkmamız gerekiyor.”
Pedagoji, cok yeni bir kavram; “Anadolu pedagojisi” ve “fıtrat pedagojisi” kavramları bize ait yeni tabirler olarak duşunulebilir mi? Fıtrat pedagojisi bize ne soyler ve bunun Batı pedagojisinden farkı nedir?
Fıtrat pedagojisi, aslında bir fıtrata donuş cağrısı... Nitekim anneliğin yazılımları yaratılışta var. Ben temelde kendi anneliğimde şunu yapmaya calışıyorum: AllÂh ’ın yarattığı fıtrî annelik meylini, doğru bilgi ve kaynaklarla -ki burada Kur ’Ân ve Sunnet ’i merkeze alıyorum- once bir bakış acısına, sonra bir davranış modeline cevirmeye gayret ediyorum. Nitekim Batı ’yla bizi ayıran temel duruş burası; bakış acımız ve buna bağlı gelişen davranışlarımız…
Batı pedagojisinde cocuk “patolojik” kabul ediliyor. “İlk gunah” inancından yola cıkılarak, “GunahkÂr doğdu, duzeltilmeye muhtac!” nazarıyla eğitim metotları inşÃ‚ ediliyor.
Oysa Allah bize, “Olmayanı yaz, yanlış olanı duzelt!” demez. Bilakis “Ben insanı kusursuz bir kıvamda yarattım!” Sen ebeveyn olarak bu kıvamı keşfet, sana gonderdiğim cocuk kitabını “oku”!.. Sonra da bu kıvamı bozmamaya, korumaya gayret et, der. Temel fark, sanıyorum ki burası…
PEYGAMBERLERİN COCUK EĞİTİMİNDE UC ORTAK OZELLİĞİ
Peygamberlerin cocuk eğitim metotlarını kitaplaştırdınız. Peygamberler cocuklarını nasıl yetiştiriyor, nelere dikkat ediyor? Bugun unuttuğumuz bir uygulama var mı?
Her peygamberin hayatı, elbette başlı başına bir kitap gibi... Ama temelde uc ortak ozellik sayabiliriz: Ornek olmak, sevgi ve ilgi.
Her peygamber, birer ebeveyn olarak oncelikle cocuklarına ornek oluyorlar. Ne soyluyorlarsa onu yaşayıp, ne yaşıyorlarsa onu soyluyorlar. Bu duruş; guven duygusunun oluşması icin oldukca onemli…
Her peygamber; cocukları seven ve sevdiğini gosteren birer model… Bunu da cocuğa ulaşacak davranışlarla yapıyorlar. Oyle, “Ben uzaktan seviyorum!” yok, hicbirinin hayatında… Cocuklarla oyun oynuyorlar, sohbet ediyorlar, fizikî temasta ve sevgi gosterilerinde bulunuyorlar. Sevgiyi, hissettiklerini, cocuklara hissettiriyorlar.
Bugunun ebeveynleri olarak cocuklarımızı hayatın dışında korunaklı bir fanusta tutuyoruz. Oysa Rasûller, hayatın icinde var olan her konuya cocuğu dÂhil edip, cocuklarda gelişmeyi bekleyen “adam olma duygusunu” -ki bugunun diliyle “ozguven gelişimi” diyoruz- aktive ediyorlar.
Cocuklarla sadece cocuk gibi oynamayıp, onlarla istişÃ‚re ediyorlar, fikirlerini soruyorlar; Hazret-i DÂvûd ’un oğlu Suleyman -aleyhisselÂm- ’a devlet meselelerinde akıl danışması gibi... Acılarını paylaşıyorlar; kuşu olen cocuğa tÂziyeye giden Hazret-i Peygamber -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- gibi... Onlara ayrıca buyuk sorumluluklar veriyorlar.
VASIFLI COCUKLUK
Teknoloji ile apartmanda cocuk buyutme cağı icerisinde, ekranı ve cevreyi doğru kullanmak adına neler tavsiye edersiniz?
Ben, her şeyden once bir anne olarak goruyorum ki, hicbir cocuk ekran başında oturmayı, Âilesiyle gecirdiği vasıflı zamana tercih etmiyor. O zaman cocuğumuzun evde olduğu, okul dışı zamanlarını programlayarak vasıflı hÂle getirmeye gayret etmeliyiz.
Yaz-kış fark etmeden, her gun temiz havada yuruyuş, toprağa temas, tabiata nufuz etme muhakkak hayatımızda olmalı… Evin icinde gecirdiğimiz zamanı ise uce bolebiliriz:
Bir bolumu odevler, oğrenme, okuma vs. zamanı...
Bir bolumu oyun, fizikî aktivite, etkinlik, tabiat yuruyuşu zamanı...
Bir bolumu de ekrana ayrılan zaman olabilir. Ekranı bir “bakıcı” gibi kullanmamak, onu da Âilece yapılan bir etkinlik gibi plÂnlamaksa, işin kilit kısmı...
“-Haydi yavrum, git bilgisayar oyna!” demektense, “Haydi gel, anne-oğul bir bilgisayar turnuvası yapalım!” demek, bana daha doğru geliyor.
“İyi cocuk eğitimi” deyince neyi anlamalıyız?
Bence “iyi cocuk”tan ziyÂde, “iyi cocukluk” diye bir şey var. Cocuğumuzun cocukluğunu calmadan, yeterince oynadığına, Âilesiyle vasıflı zaman gecirdiğine, hayatı tecrubeler edinerek oğrendiğine emin olduktan sonra -yani pergelin ucunu buraya koyduktan sonra- “iyi eğitim” kavramını besleyen okul, atolye, etkinlik, hobi kazanımı vs. alanları da peşi sıra gelebilecektir.
SEVGİ İLE DİN EĞİTİMİ
Pedagoji acısından yaklaştığınızda cocuklara verilen din eğitiminde hatalı gorduğunuz davranışlar var mı?
Eğitim acısından baktığımızda, bir insana -ozellikle cocuğa- aktif tesir eden iki kuvvetli duygu vardır. Biri korku, diğeri sevgi... Korku, hızlı sonuc veren, lÂkin tesiri menfî olabilen bir duygudur. İnada, sizi korkutan kişiden uzak durmaya, ona kızıp oğretisini terk etmeye vs. yoneltebilir. “Din eğitimi” adına bu, cok yanlış bir yoldur. Ezberini veremedi diye cocuğu doven, ses cıkardığı icin cocuğu cÂmiden kovan, namaz kılarken gaflet gosterdi diye cocuğunu aşağılayan, bağıran, rencide eden bir yetişkin, belki farkında olmadan evlÂdını dinden soğutma yoluna gitmiş olur. Babasından korktuğu icin namaz kılan bir cocuk, coğunlukla namaz kılmaz, kılıyormuş gibi yapar. Hocasından korkan bir cocuk, cÂmiye gidiyorum deyip muhtemeldir ki, cÂmiden kacıp sokakta oyuna dalar.
Oysa sevgi ile eğitim, kişiler arası bağ kuran, bağı kuvvetli kılan bir metottur. Şoyle bir duşunelim; okul yıllarımızda en sevdiğimiz ders hangisiydi? En sevdiğimiz oğretmenin dersiydi. Oğretmeni sevdiğimiz icin, dersi de sevmiştik. Ders bize kolay gelmişti, sırf oğretmeni uzmemek icin sınava cok calışmıştık, gayret etmiştik, vs... Aynı bu misalde olduğu gibi temel duruşumuz; namazı kıldırtmaktan, Kur ’Ân ’ı okutmaktan, orucu tutturmaktan once, butun bu ibadetleri ve ibadetlerin Rabbini sevdirmek olursa, cocuğumuzda kokleri kalıcı bir eğitim yolu izlemiş oluruz.
Calışan annelere cocuk eğitimiyle ilgili neler tavsiye edersiniz?
Pedagoji alanında yapılan bircok calışma bize gosteriyor ki, cocuğumuzun ihtiyac duyduğu şey, sadece bedenen değil, rûhen de onun yanında olabilmemiz. Bu, şu demek; bir anne ev hanımı olup surekli evlÂdının yanında olabilir. Ama bu bedenî bir yakınlıktır. “Evin icinde iki yabancı gibi” olabilen eşler gibi, “evin icinde iki yabancı gibi” olabilen ebeveyn ve cocuklar da vardır. Onemli olan, gunun serencÂmı icinde yavrumuzla rûhî butunluk sağlamaktır.
Bu bilgi ışığında, calışan bir anne, gunun belli bir bolumunu, bedenen cocuğundan ayrı gecirse dahî, evde olduğu zamanlarda o rûhî beraberliği yakalıyorsa, cocuğunun gelişimine zarar vermiyor demektir. Nitekim bahsettiğimiz rûhî irtibatı kurmak icin -hayatın ilk iki yılını ayrı tutarak soyluyorum- tam gun cocuğumuzla dip dibe olmamız gerekmez.
Vasıflı gecirilmiş bir saat bile cocuğumuzun varlık ve rûhî tekÂmulune yeterli katkıyı sağlar. Bu yuzden calışan olalım ya da olmayalım, hedefimiz, her gun aynı yemek gibi, uyku gibi cocuğumuzla gecirilecek “bağ kurma” zamanlarını plÂnlamak olmalıdır.
Kaynak: Abdullah Guner – Kubra Guner, Şebnem Dergisi, Sayı: 157
İslam ve İhsan