Filibeli Ahmet Hilmi (Şehbenderzade)

Materyalizme karşı spiritualizmi (tinselcilik) savunarak gelenekteki kelami duşunceden felsefeye gecişi temsil eden II. Meşrutiyet donemi Osmanlı felsefecisi Filibeli Ahmet Hilmi, 1865’de Filibe’de doğdu, 1914’de İstanbul’da oldu.

İlkoğrenimini Filibe'de yaptıktan sonra, bir sure Filibe Muftusu'nden Arapca ve temel İslÂm bilimleri eğitimi aldı. Daha sonra İstanbul'a gelerek Galatasaray Mektebi'ni bitirdi. 1890 yılında Duyûn-ı Umûmiyye İdaresi'nde calışmaya başladı. Bu idare tarafından memur olarak Beyrut'a gonderildi ancak siyasi nedenlerden Mısır'a gecti. Burada Terakki-i Osmani Cemiyeti'ne girmiş; bir de “Caylak” adlı bir mizah gazetesi cıkarmıştır. 1901'de İstanbul'a donse de bir jurnal uzerine Fizan'a suruldu. Orada da araştırmalarını surdurmuş, tasavvufla ilgilenmiştir.

Meşrutiyet'in ilanından sonra İstanbul'a donerek Darulfunun'da felsefe dersleri verdi. Aynı zamanda 1908'de “İttihÂd-ı İslÂm” adlı haftalık bir gazete cıkarmaya başladı ve buna 1910'da haftalık “Hikmet” gazetesi dergisini cıkarmayı da ekledi. Bir yıl sonra gunluk olarak yayımlamaya başladığı Hikmet gazetesi İttihat ve Terakki hukumetini eleştiren yazıları uzerine defalarca kapatılsa da Mubahese, Coşkun Kalender, Munakaşa, Kanat ve Nimet adlarında kısa sureli gazete / dergiler cıkararak yayıncılığa devam etti. Ayrıca İkdam ve Yeni Tasvir-i EfkÂr gazetelerinde, SırÂt-ı Mustakim ve ŞehbÂl dergilerinde yazılar yayımladı.

Ahmet Hilmi; Baha Tevfik, Abdullah Cevdet ve CelÂl Nuri'nin hemen hicbir eleştirel suzgecten gecirmeden Batı'dan Osmanlı toplumuna aktardıkları materyalist goruşlere ortacağ mantığıyla ve geleneksel bilgilerle cevap verilemeyeceğini, bu goruşlerin ancak Batı'da yeni ortaya cıkan bilimsel bilgilere dayanan bir felsefe ile curutulebileceğini ileri surer. Bu bakımdan Ahmet Hilmi'de gelenekteki felsefeye karşı tutumun değişerek, felsefi duşuncenin kulturel değerlere uygun hale getirilmesiyle haklılaştırılması gibi oldukca onemli bir gelişme gorulur. Bu gelişmede artık felsefe, "nicin" sorusunu sorarak varlığın temel sebeplerini anlamaya yonelen insanlığın zorunlu bir duşunce faaliyeti, bir ihtiyac olarak algılanmaktadır.

Ahmet Hilmi'nin felsefeye karşı tutumu, bir yandan geleneksel felsefe karşıtı duşunceden ayrılırken, ote yandan bu tutum Tanrı'nın varlığı, ruhun maddeden ayrılığı gibi materyalist felsefenin karşı cıktığı İslam'ın temel inanclarının savunulmasında haklılaştırma aracı olarak kullanıldığı icin gelenekteki "ilim" ve "hikmet" anlayışına donulmuş olmaktadır.

Gercekten de onun amacı doğrudan doğruya felsefe yapmak değildir. O tipik bir İslamcı duşunur olarak, II. Meşrutiyet'te Baha Tevfik ve Celal Nuri gibi materyalistlerin İslam'ın temel inanclarıyla catıştığını ileri surduğu goruşlerinin toplumda yaratacağı manevi cokuntuye karşı, onları Batı'daki bilimsel gelişmelere ve yeni felsefi yaklaşımlara dayanarak curutup bu tehlikeyi savuşturmak amacındadır. Bu amacını “Allah'ı İnkar Mumkun mu? Yahut Huzur-ı Fende MesÂik-i Kufur / Bilim Karşısında İnkarcı Doktrinler” adlı eserinin onsozunde acıkca belirtir. Kaldı ki yayınladığı haftalık Hikmet ve aynı adı taşıyan gunluk gazetede, misyonu acısından, doğrudan felsefeye değil, İslÂmcı akımın eğildiği sosyal-politik konulara ağırlık verilmiştir.

Ayrıca bu ve diğer neşrettiği yayınların adlarındaki vurgunun da felsefeye değil "hikmet"e olması anlamlıdır. Bununla birlikte onun ozellikle Celal Nuri'nin Tarih-i İstikbÂl I / MesÂil-i Fikrîye (Geleceğin Tarihi I - Fikri Problemler, 1913) adlı eserinde Buchner'den aktarılan materyalist goruşleri eleştiren “Huzur-t Akl u Fende Maddfîyyûn Meslek-i DalÂleti / Akıl ve Bilim Karşısında Sapkınlık Doktrini Olarak Materyalizm” adlı eseri, felsefi tartışmanın guzel bir orneğidir. Bu eserinde bilimsel olduğunu iddia eden Buchner'in biyolojik materyalizminin dayandığı "madde" ve "kuvvet" kavramları etrafındaki temel goruşlerin, Batı'da yeni gelişen fizik, kimya gibi pozitif bilimlerdeki yeni bilgilere aykırı olduğunu; materyalizmin, metafizik duşunceye tamamen karşı olduğu halde, bilimin sahasından cıkıp metafizik ve spekulasyon yaptığını ileri surer.

Ahmet Hilmi, batılılaşma sureciyle birlikte Osmanlı aydınında gittikce daha baskın olarak ortaya cıkan bilimin kesinliğine ve değerine olan metafizik ve hatta bir tur dinsel inanma ve kabullenme olgusundan oldukca farklı yeni bir bilim anlayışını Turk duşuncesine ilk kez getirenlerden biri olmasıyla Turkiye'de “bilim felsefesinin oncusu” durumundadır. Hatta Turk duşuncesinde bilim felsefesinin onemli bir boş saha olduğunu belirterek bundan yakınır. Celal Nuri'nin "Hakikate ulaşmak icin bir tek aracımız vardır: Bilim" goruşunu, "Acaba hakikat nedir?", "Hakikatin olcusu nedir?" ve "Bilim ne demektir ve değeri nedir?" sorularıyla epistemolojik (bilgi kuramsal) planda sorgulayan Ahmet Hilmi; Henri Poincare ve Emile Boutroux'un eserlerine dayanarak bilimin aslında varsayımlara dayandığını, bu yuzden de değerinin goreli olduğunu, araştırma ve inceleme sonsuz olduğundan bilimin hicbir zaman son sozu soylememiş bulunduğunu, o gunlerde değişmez prensip olarak kabul edilen bazı fizik kanunlarının bile temellerinin sarsıldığını vurgular.

Ahmet Hilmi, materyalizmin ruhu beynin fonksiyonları olarak ele alan goruşunu reddeder. Ona gore bedenden bağımsız ve mahiyetce ondan ayrı bir ruh vardır, ayrıca ruhun bedenin olumunden sonra dağılmayarak hayatına devam etmesi fikri akla aykırı ve celişik değildir. Yine ona gore ebedilik, ezelilik, sonsuz alemler ve Tanrı hakkında, deneyin alanına girmedikleri icin, bilimle değil, ancak metafizik yaparak hukumler verilebilir. Bu gibi deney dışı fikirlerin değeri, akıl kuralları ve ortak duyu ile olculebilir. Bu goruşleriyle spiritualizmin temel goruşlerinin materyalizme karşı ancak metafizik yoluyla ortaya konulabileceğini ileri surmektedir.

O kendi felsefi mesleğini "Vahdet-i Vucûd" (A'mak-ı HayÂl -Hayalin Derinlikleri- adlı eseri, İslÂm panteizmi olan bu tasavvuf felsefesini dile getiren bir romandır) olarak acıklamışsa da Darulfunun'da verdiği "Hangi Meslek-i Felsefeyi Kabul Etmeliyiz?" adlı konferansında oğrencilere, mevcut felsefi doktrinlerin hepsinin bazı yanlış varsayımlara dayandığından ve hicbirisi mutlak olarak butun hakikatleri tek başına bunyesinde toplayamadığından felsefe ve ahlÂkta, her doktrinin taşıdığı doğru fikirleri secici bir anlayışla alarak oluşturulacak eklektik bir yaklaşımı onerir.

Ozellikle bilimsel, teknolojik ve ekonomik alanlarda İslÂm dunyasının Batı'ya karşı gerilemesiyle XIX. yuzyılın son ceyreğinden itibaren İslam'ın temel goruşlerini yeni bir sosyal-politik pratiğin oluşturulmasında referans kaynağı olarak yeniden yorumlayan İslÂmcı aydınlardan biri olan Ahmet Hilmi, geleneği sorgulayan modernist bir duşunurdur. Bu acıdan İslÂm medeniyetindeki kultur ve duşunce hareketleri ile sorunlarını ele aldığı Tarih-i İslÂm (İslam Tarihi) adlı eseri dikkat cekicidir.

Eserleri: Abdulhamid ve Seyyid Muhammedu'l Mehdi ve Asr-ı Hamidi'de Alem-i İslÂm ve Sunisîler (1325/1909), Tarih-i İslÂm (2 cilt, 1326/1910), A'mak-ı HayÂl (1326), Vay Kız Beğciği Seviyor (1326), Oksuz Turgut (1326), İstibdadın Vahşetleri yahut Bir Fedainin Olumu (1326), Allah-ı İnkar Mumkun mudur? Yahut Huzur-ı Fende MesÂlik-i Kufur (1327/1911), Felsefeden Birinci Kitap: İlm-i Ahval-i Ruh (1327), Yirminci Asırda Alem-i İslÂm ve Avrupa (1327), Beşeriyetin Fahr-i Ebedisi Nebimizi Bilelim (h.1331/1915), Muhalefetin İflÂsı (h.1331), Huzur-ı Akl u Fende Maddîyyûn Meslek-i DalÂleti (h. 1332/1916), Yeni Akadi: Ussu İslÂm (h.1332), Hangi Meslek-i Felsefeyi Kabul Etmeliyiz (1329/1913), AkvÂm-ı Cihan (1329), Turk Ruhu Nasıl Yapılıyor? (1329), Turk Armağanı (ty.), Muslumanlar Dinleyiniz (ty.).

alıntı