
Buyuklerden birine demişler ki; “Efendim dua edin de Ummeti Muhammed kurtulsun.” O da demiş ki; “Siz bana Ummeti Muhammed ’i gosterin ki ben de onların kurtulduğunu soyleyeyim.” Tabi bu biraz abartılı gibi gorunebilir ama ne yazık ki biz Kur ’anı Kerim ’de o vasf edilen “İnsanlığın hayrına cıkartılmış, gorevlendirilmiş en hayırlı ummetsiniz” vasfını kaybetmiş gozukuyoruz.
Bu ummet, baştan en hayırlı ummetti. Dunyayı değiştirdi. Ama bu vasıflar bugun kayboldu. Emrederken emir alır konumuna duştuk…
Bu ummete Allah TeÂla ’nın yuklediği “İyiliği emretmek, kotulukten vazgecirtmek.” gibi bir gorevi var. Ancak biz ummet olarak duzeltmeye calıştığımız hataları kendimiz yapmaya başladık. “Yapmayın” dediğimiz şeyleri biz yapar olduk. “Yapın” dediğimiz şeyleri de biz yapmaz olduk.
SİZ YERYUZUNDE ALLAH'IN ŞAHİTLERİSİNİZ
Allah TeÂla yine Ayeti Kerime ’de;
“Biz sizi oyle dengeli, olculu bir ummet yaptık ki insanlığa onder, imam olasınız, Resulullah da size onder, imam olsun diye.”
Yani Hz. Peygamberin rehberliği soz konusu. Sonra onun rehberliğinde bizim butun insanlığa rehberliğimiz soz konusu.
Velhasıl bu anlamda rehberliğimizi kaybettik… Sonra şahitlik vasfımızı kaybettik. Bir hadisi şerifte Efendimiz Medine-i Munevvere ’de bulunurken bir cenaze gecmiş. “Vecebet” buyurmuş. Arkadan bir cenaze daha gecmiş onun icin de “Vecebet” buyurmuş. Demişler ki; “Ya Rasulallah anlamadık her iki cenaze icin de ‘vacip oldu ’ buyurdunuz. Ne vacip oldu?” diye sormuşlar.
“Onden gecen icin bu nasıl bir zattır diye sordum, ‘iyidir ’ dediniz. Ben de “Vecebet” yani cennet vacip oldu dedim. Sonra diğeri gecti, bunu nasıl bilirsiniz diye sordum. İyi bilmeyiz dediniz, ben yine “Vecebet” dedim. Ona da cehennem vacip oldu.” Hadisi şerifin şurası onemli; “Siz yeryuzunde Allah ’ın şahitlerisiniz. Gokte de melekler Allah ’ın şahitleridir.”
Fıkıhta şahit olabilmek icin belli vasıflara haiz olmak gerekiyor. Herkesin şahitliği kabul edilmez. Bu ummetin şahitlik vasfı ciddi yara aldı. Bu vasfın yeniden kazanılması lÂzım…
UMMET OLARAK KALİTEYİ KAYBETTİK
Hz. Peygamber (s.a.v.) colun ortasındaki cahil bedevilerden ornek, medeni bir ummet oluşturdu. Bu ornek ummet, Kur ’an mektebinde, Hz. Peygamberin onderliğinde oluştu. Bu mektep sayesinde kalite kazandı.
Ebu Davud ’ta gecen bir hadisi şerifte Efendimiz; “Bir zaman gelecek ac insanların sofraya uşuştuğu gibi diğer ummetler sizi yağmalamak icin sizin uzerinize uşuşecekler.” buyurdular. O zaman soruyorlar. “Ya Resullah o zaman biz az mı olacağız?” diye. “Hayır az olmayacaksınız, aksine cok olacaksınız. Fakat siz sel sularının suruklediği cer cop gibi kalitesiz olacaksınız.” buyurmuşlar. Yani Allah, duşmanların gozunden sizin heybetinizi alacak. Duşmanlarınız sizi ciddiye almayacak.”
Bir zamanlar cok gucluyduk de neden şimdi zaafa uğradık?
Problem islamî değerlerde olsaydı o zaman da zaaf icinde olurduk. Bedevilerden dunyaya yon verecek medeni bir toplum oluştuysa, bu da İslam ve Kur ’an sayesinde olduysa bu her zaman olabilir demektir.
Bir başka husus ummeti ummet yapan ana değerler yitirilince mezhep, ırk, cemaat, grup cıkarları on plana gecti.
Ayette buyuruluyor; “Onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup oldular. Butun gruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar.”
Ummet bir inanc bloku demek. Yani aynı Allah ’a, aynı Peygambere, aynı kıbleye yonelik insanların oluşturduğu bir birliktir değil mi? Ne yazık ki biz bu ana kavramları kaybettik. Ya mezhep ya ırk on plana cıktı. Veya grup on plana cıktı. Ummet butun muminleri kapsayan bir şemsiyedir değil mi? Biz ummet bilincini on planda tutacağımıza grup kimliğimizi, cemaat kimliğimizi on plana cıkardık. Maalesef o buyuk şemsiyenin altından cıktık. Onun icin parca parca olduk. Namazda aynı kıbleye doğru yoneliyoruz ama bir ummet olmanın ana hedefinden, gayesinden fersah fersah uzaklaştık. Neticede kendi zaaflarımızı yaşıyoruz.
Dolayısıyla bu ana değerlerden uzaklaşmamız sebebiyle zaaflar oluştu. Kendi zaaflarımız, dış zaaflarımız bir araya geldi. Kalite problemi ortaya cıktı. Kalitemizi kaybedince dunyamız bozuldu. Nufusumuz cok oldu ama nufuzumuz azaldı. Dunyada neredeyse 1 milyar 600 milyon Musluman nufus var ama hadisi şerifde vasıflandırıldığı gibi sel sularının suruklediği cer cop gibi. Dunyaya şekil verecek, onder olacak, emredecek pozisyon kaybedildi. Batı karşısındaki kompleksin meydana getirdiği zaaflar oldu. Kendinden kacma, değerlerini kucumseme oldu.
Nureddin Yıldız - ULEMA VE ONDERLERİ KAYBETTİK
İslam ’ı butun zamanlara gore yaşamayı tanzim etmekle mukellef ulemayı ve onder kadroyu kaybettik. Butun zamanların, butun insanların, butun mekÂnların, butun şartların dini İslam ’ı zaman, mekÂn, konu olarak daraltmanın bedelini oduyoruz. Kurtuluşumuz da uzun vade de olsa bu acılım ile mumkun olacaktır.
Abdullah Yıldız - NAMAZ VE KUR ’AN DUYARLILIĞINI KAYBETTİK
Ummet olarak cok şey kaybettik. Ummetin bugunku ahvali bu kayıplardan kaynaklanıyor. Kur ’an-ı Kerim ’de Rabbimiz iki farklı nesli tasvir ederek adeta bugune bir mesaj veriyor:
Meryem sûresinin 58. Âyetinde bircok peygamberin isimleri zikredilerek onların secdelerinden, dualarından, ibadetlerinden bahsediliyor:
“Onlara Rahman ’ın Âyetleri okunduğunda onlar gozyaşları icinde secdeye kapanırlar.”
Bu Âyeti kerimede onların vahye ve namaza karşı olan duyarlılıklarının, gozyaşlarıyla suslenmiş, taclandırılmış secdelerinin onları temsil edecek bir bicimde tasvir edilmesi cok dikkat cekicidir. Ama hemen ardından 59. Âyeti kerime ’de sanki bizi, sanki şu anki ummeti ve ozellikle Turkiye Muslumanlarının şu anda icinde bulundukları hali tasvir edercesine; “Onlardan sonra, namazı zayi eden, kaybeden, şehvet ve dunyevî tutkularının peşine duşen bir nesil geldi. Onlar bu tutumlarından oturu buyuk bir azaba carptırılacaklardır.” buyuruluyor.
“Namazı kaybettiler, namaz bilincini kaybettiler. Bazı meallerde “terk ettiler” şeklinde tercume edilmiştir. Zayi etmeyi, namazı terk etmek olarak anlayan Âlimlerimiz olmuştur. Savsakladılar, yani icini boşalttılar, onemsemediler, namaz duyarlılıklarını yitirdiler.
Peki namaz duyarlılığını yitirince ne oldu? Âyeti Kerimede gercekten muhteşem bir tanımlama yapılıyor. Bu tanımlama ummeti Muhammed ’in icinde bulunduğu hali resmetmesi bakımından cok onemlidir. Namaz duyarlılığı dolayısıyla namazda okuduğunuz vahye, Kur ’an-ı Kerim ’e karşı duyarlılığınız kaybolunca ne oluyor? Âyette bu da acıklanıyor; “Tutku ve şehvetlerinize, dunya lezzetlerine dalarsınız, onlara tabi olursunuz.”
Şehvet kelimesinin karşılığı Turkcemizde cinsel arzu ve istek olarak bilinir. Ancak şehvet, dunya zevklerine karşı, insanı cezb eden hazlara karşı ciddi bir tutkuyu, eğilim gosterme ve bunların peşinden koşturmayı da ifade eder.
Peki bunun sonucu ne olur? Âyeti Kerime ’de bunu yapanlar “Gayyaya yuvarlanacaklar” buyuruluyor. Yani namazı terk etmenin, namaz bilincini yitirmenin, haramların, zevki sefanın peşinden koşturmanın bir sonucu, bir cezası var. Yani cehennemde ebedi azaba, bu dunyada da sıkıntıdan sıkıntıya, bunalımdan bunalıma yuvarlanmak soz konusu.
Bu konuyu tasvir eden bir hadisi şerifle konuyu toparlamaya calışalım. Efendimiz (a.s.) buyuruyor ki; “Ummetim uzerine iki şeyden korkuyorum. Onlar maddi imkanları bol olan, yerlere goc ederler de namaz kılmayı ve Kur ’an okumayı terk ederler.”
Âyeti kerime ’nin tefsiri gibi anlaşılabilecek bir hadisi şeriftir bu.
Maalesef noktada Turkiye ’den bir rakam verecek olursak, yapılan araştırmalara gore insanımızın yuzde 70 ’i beş vakit namaz kılmıyor. Cuma namazını kılanlar yuzde 60-65 civarında. Bir mumin gunde beş vakit, surekli ve kesintisiz olarak Allah TeÂla ile olan namaz bağını koparırsa, zayi edip, kaybederse butun felaketlerin bunun arkasından gelmesinin onunu acmış olur. Beş vakit namaz bizi kesintisiz olarak Rabbimize bağlayan bir ibadettir. Bu bağı kaybeden Rabbiyle bağını yitiriyor, Kur ’an-ı Kerim ile bağını yitiriyor, İslam ’la bağlantılarını yitiriyor, duyarlılığı kayboluyor ve her turlu tehlikeye acık hale geliyor. Maalesef biz başta namazı, namaz duyarlılığını kaybettik. Kur ’an duyarlılığını kaybettik. Rabbimiz ile olan ilişkilerimizi gevşettik. Dinimizin ilkeleriyle olan ilişkilerimizi gevşettik. Hayatımızda İslam ’ın ilkelerini kaybettik. Bizi haramlar, nefsani arzular kuşattı. Ummeti Muhammed olarak bu hallerdeyiz. Rabbimiz bize bu durumdan en kısa zamanda kurtulmayı nasip eylesin. Bunun cozumu konusunda buyuruluyor ki; “Eğer tovbe ve iman eder salih amel işlemeye devam ederseniz Allah size cennet vaat ediyor.”
Demek ki bizim tovbe edip imanımızı guclendirip bir diğer adı iman olan namaza tekrar başlayıp imanımızı beş vakit guclendirip tali amellerimize devam edersek Allah Teala bize yeniden nusret edecek, bizim birliğimizi dirliğimizi, kardeşliğimizi yeniden tesis edecek, Ummeti Muhammed ’e yeniden zaferler ihsan edecektir.
Prof. Dr. Ali Kose - UMMET OLGUSUNU YİTİRDİK
Oncelikle soylenmesi gereken temel nokta; Muslumanın, ummet bilinci diye bir bilince, kavrama sahip olması gerektiğidir. Bugun İslam dunyası diye bir şey varsa ki var, ama bunu ifade ederken bile yutkunarak ifade ediyoruz… Ancak bir ummet bilinci olgusu kesinlikle soz konusu değil. İslamiyet ’in genel ozelliği birleştirici olmasıdır. Ama İslam dunyasına baktığımız zaman din unsurunun, bırakın birleştirici olmasını, ayrılıkları korukleyici, tahrik edici bir unsur olarak kullanıldığını goruyoruz.
Gayrimuslimlerin ya da inkar edenlerin hayatlarının tehlikeye atılmasını, durduk yere onlardan intikam alınmasını istemeyen bir dinin muntesipleriyiz. Peygamber Efendimiz hayatı, savaş hali olmadığı muddetce insanların hayatına kastedilmemesinin ornekleriyle dolu… Bir şefkat, bir Rahmet Peygamberi, şefkat dini, rahmet dini olgusu soz konusu. Ama İslam dunyasına bakıyorsunuz camide bombanın patlamadığı bir gun, Cuma namazı yok gibi. Bir Musluman, kendi hayatını da hice sayarak intihar saldırısı yapıp, yan yana Cuma namazı kıldığı 30-40 kişinin hayatına kastedebiliyor.
İslamiyetin en onemli mihver merkezleri olan tarihi camileri tahrip edebilecek, bu camilerde namaz kılmaya gelen, hicbir şeyden haberi olmayan cemaatin hayatına kastedebilecek bombanın pimini cok rahat bir bicimde cekebiliyor.
Şimdi buradan baktığınız zaman birleştirici olması gereken dinin tam tersine ayrıştırıcı unsurlar haline donuşmesini maalesef biz Muslumanlar gercekleştiriyoruz. Bu noktada Diyanet İşleri Başkanımız “Gunde ortalama bin Musluman katlediliyor. Yuzde 90 ’ı Musluman bir kardeşi tarafından katlediliyor.” ifadeleriyle bir istatistiğe dikkat cekmişlerdi.
Peki temel problem ne? Birincisi herkes kendi din anlayışının, İslam anlayışının en doğrusu olduğunu iddia ediyor. Dolayısıyla diğerlerinin yok edilmesi gerektiğini savunuyor. Boyle bir anlayışa sahipler. En temel problem burası.
Butun dinlerin farklı okumaları, anlayışları soz konusudur. Mezhep, grup, cemaat dediğimiz hadise sadece bizim dinimize ait bir olgu değil. Her dinde bu vardır. Tek mezhepten, tek gruptan, tek cemaatten oluşan buyuk bir din yok dunyada. Bu farklılıkların doğal gorulmesi gerekiyor. Bu duşunce yapısının değiştirilmesi gerek en temel nokta burası diye duşunuyorum. Bunu doğal gormediğimiz muddetce birbirimizle savaşmaya, birbirimize kastetmeye devam edeceğiz.
İkincisi bizim dışımızdan kaynaklanan ama nihayetinde bize sirayet eden bir yangının icerisindeyiz. Ortadoğu dediğimiz bir bolge var. Bu bolgede yaşayan Muslumanlar, dunya Muslumanlarının yuzde 20 ’sini oluşturuyor. Ama butun hadise burada veya Ortadoğu ’nun cevresi dediğimiz mekÂnlarda olup bitiyor. Ortadoğu uzerine uluslararası gucler tarafından oynanan oyunların icerisinde biz kalıyoruz. Ancak sucu bir başka yere atmak icin tespit edilmiş bir nokta değil bu. Olayın başlangıcı, yurutucusu başkaları fakat bizim ummet olgusunu yitirmiş olduğumuzdan dolayı, icimizde ummet olgusuna uymayan problemler bulundurduğumuz icin dışarıdan gelen koruklemeleri, tahrikleri, cok kolay bir bicimde satın alıyoruz ve birbirimize duşup, asıl olayı yonlendiren, problemin kaynağı olan guclerle mucadele yerine birbirimizle mucadele yolunu seciyoruz. Bu da bizi ummet olmaktan uzaklaştırıyor.
M. Emin Yıldırım / UMMET-İ MUHAMMED ’DEN OLMANIN SORUMLULUĞU
Kur ’an-ı Kerim, Ummet-i Muhammed ’in değer, gorev ve sorumluluklarını onlarca ayette bize anlatır. O ayetlerden bir tanesi şuphesiz şudur:
“Sizden, hayra cağıran, iyiliği emreden ve kotulukten meneden bir ummet bulunsun. İşte kurtuluşa/felaha erenler yalnız onlardır.” (Ali İmran Sûresi, 104)
ALİ İMRAN 104. AYETTEN NELER ANLAMALIYIZ?
Ummet icinde bir ummet olsun.Ummet icinde bir maya topluluk bulunsun.Ummet icinde bir rafine cemaat korunsun.Ummet icinde hayra anahtar, şerre kilit olan, ozel vazifeli bir grup kurulsun.Ummet icinde marufu emreden, munkeri/kotuluğu izale eden ve bunun nasıl olduğunu gosteren bir cekirdek kadro oluşsun.
UMMET-İ MUHAMMED ’DEN OLMANIN SORUMLULUKLARI NELERDİR?
Ummet-i Muhammed ’in İslam ’ı anlama, yaşama ve temsil etme sorumluluğu vardır.Ummet-i Muhammed ’in, maddi ve manevi şahsiyetine zarar vermeme sorumluluğu vardır.Ummet-i Muhammed ’in, Sunnet-i Muhammed ile ayakta durabileceğini unutmama sorumluluğu vardır.Ummet-i Muhammed ’in, Ummet-i İcabet ’e; İslam ’ın mesajlarını ulaştırma sorumluluğu vardır.Ummet-i Muhammed ’in bir ve butun olarak ummetin maslahatını her şeyin onune alma sorumluluğu vardır.
UMMET ’İN ZITTI, HİZİP ’TİR
Ne fark var ummet ile hizip arasında?
Ummet dili birleştirir, hizip dili parcalar.Ummet dili buyutur, hizip dili kucultur.Ummet dili kuvvetlendirir, hizip dili zayıflatır.Ummet dili yarıştırır, hizip dili rekabetlendirir.Ummet dili ufukları alîleştirir, hizip dili hayalleri daraltır.
Prof. Dr. Mustafa Kara / KURTULUŞUN İCİNİ BOŞALTAN UC BELÂ
Toplumu ayakta tutan değerler, hasletler ve muesseseler zaman icinde, mekÂnların/kurumların yardımıyla, ihvanın/insanın himmetiyle oluşur.
Yuzyılımızda değerlerimizi yiyip tuketen, icini boşaltan veya obeziteye donuşturen uc buyuk “bela” vardır:
Materyalizmin kurdu
Kapitalizmin guvesi
Sekulerizmin cekirgesi.
Birincisi maddeyi one cıkardı. İkincisi parayı “kıble” yaptı. Ucuncusu dunyayı allayıp pulladı. Sozum ona universitelerde bir ana bilimdalı olan Reklam tuzaklarıyla insanoğlunun dikkati bambaşka noktalara cekilerek uyutuldu. Beyni iğfal edildi. Zebun hale duştu. İnsan insanın kurdu olmaya başladı.
Bu uc buyuk kasırga bir araya gelince tsunami oluştu. KÂinatın dengesi alt ust oldu. Dunyanın havası, suyu, en onemlisi insanı kirlendi. Değerler alt ust oldu. İnsanlar deli divaneye dondu.
Ne yazıktır ki bu kasırgaya kafa tutabilecek olan maneviyat dunyasının temsilcileri de bu “afet”ten nasibini aldı. Dinin manevi konularını maddeci gibi yorumlamaya başladılar. Kapitalistler gibi yaşamaya ozendiler. Laf olarak Hz. Peygamber ’in yolunda olduklarını soylediler. Fakat O ’nun “dunyada garib gibi ol, yolcu gibi davran” sozunun vaazını yaptılar hakikatına kulak asmadılar. Otekiler gibi yaşamanın yollarını aradılar. Azimeti değil ruhsatı tercih ettiler. Peygamberlerin yoluna davet ettiklerini ifade ettiler, fakat Kur ’an-ı Kerim ’de Peygamberlerin dilinden defalarca tekrarlanan şu ayetin manası uzerine hic duşunmediler: “Ben sizden bir ucret istemiyorum. Benim ucretimi alemlerin Rabbi verecektir.”
Bu kaygı bulutlarını, bu teşviş ve kafa karışıklığını gidermek icin nereden başlamak gerekir? Bu perişanlıktan kurtulmanın recetesini 600 sene once İznik ’li Eşrefoğlu Rumî hazretleri yazmış gondermiş: Uc harfle beş nokta.
Bir aşk duştu canımıza bahar eyledi kışımız
Kaygı bulutların surdu komadı hic teşvişimiz.
Lugatlerinde umutsuzluk kelimesi olmayan gonul adamları celÂl icre cemÂl olduğunu, dikenin yanında gul bulunduğunu da bize oğretmişlerdir. Bu noktada Malatya ’lı Niyazî-i Mısrî hazretlerine kulak vermek gerekir:
CemÂli zÂhir olsa tîz celÂli yakalar Ânı
Nerde bir gul acılsa yanında har olur peyda
Abdullah Buyuk / NEREDE EBU BEKR ’İN OMER ’İN AHLÂKI?
Bu ummet Rasûlullah (sav) ve dort halife doneminde kendini rahatca ifade ediyor, edebince, ahlakınca ve erkanınca farklı da olsa fikirlerini rahatca dile getirebiliyordu. Rasûlullah (sav), bir teklif getirdiğinde “bu vahiy mi, sizin fikriniz mi? diye sorduktan sonra vahiy olmadığı soylenince “şu şekilde olsa daha iyi olur ya Rasûlallah” diyerek farklı fikrini soyluyordu. Cunku ifade ozgurluğu, bir insan hakkı idi.
Halkın; devlet başkanını, idareci ve gorevlerini kontrol etmedeki hakkı, İslam ’ın ilk asrında en guzel şekliyle yururlukteydi. Hatta İslam devlet başkanları, gidişlerinde sapma gordukleri zaman, halkı kendilerini duzeltmeye veya kontrol etmeye davet ederlerdi. Bununla ilgili ilk tatbik şekillerini tarih bize aktarmıştır. Mesela halife Hz. Ebû Bekir, hitabesinde: “Eğer doğru gidersem bana uyunuz, saparsam duşurunuz” diyerek bunu seslendiriyordu. Halife Hz. Omer ’e ait bir hutbede de halkı, murakabeye/denetlemeye davet vardır: “İcinizden biri, doğrudan ayrıldığımı gorduğu zaman hemen davransın.” Hazır olanlardan biri: “Allah adına soyluyorum ki, eğer sende bir sapma gorursek kılıcımızla duzeltiriz” dedi. Bunun uzerine Hz. Omer: “Muhammed ummeti icerisinde, Omer ’i kılıcla duzeltecek kimseler kılan Allah ’a şukurler olsun” dedi. (Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İslam Hukukunda Fert ve Devlet, s. 64-65)
İran Seferi, Hazreti Omer ’in hilÂfeti zamanında yapılmış ve bol miktarda ganimet elde edilmişti. Ganimetler arasında kıymetli kumaşlar da vardı. Harpten donuldukten sonra kumaş ve diğer ganimetler ashab arasında dağıtılmış ve herkes hissesine duşeni almıştı.
Hazreti Omer, kendi kumaşı ile oğlu Abdullah ’ın hissesini birleştirerek uzerine bir elbise diktirdi.
Bir Cuma gunu uzerindeki yeni elbise ile hutbe irad etmeye cıkıp:
-Ey mu ’minler, beni dinleyin ve bana itaat edin! diye hutbe okumaya başladığı zaman, ashaptan Selman ayağa kalktı ve:
-Uzerindeki elbisenin hesabını vermedikce seni dinlemiyor ve sana itaat da etmiyoruz. Cunku ganimetten bize duşenle bir elbise diktirmek imkÂnsızdı. Sen nasıl oluyor da elbise olabilecek kumaş alabiliyorsun? dedi.
Hazreti Omer, Selman ’ın konuşmasını dinledikten sonra, oğlu Abdullah ’a:
-Ey oğlum Abdullah, kalk da cevap ver, dedi. Abdullah bin Omer, ayağa kalktı:
- Allah ’a yemin ederim ki, babamın uzerindeki kumaşın yarısı benim hisseme duşen kumaştır. Babam ikimizinkini birleştirdikten sonra elbise yaptı, diyerek meseleyi acıklığa kavuşturdu.
Hazreti Omer ’in oğlunu dinleyen Selman tekrar ayağa kalkarak:
-Ya Emire ’l Muminin, şimdi konuş. Hem seni dinliyor, hem de itaat ediyoruz, dedi. Hazreti Omer de ancak ondan sonra hutbesini okumaya devam etti.
Butun bu ornek davranışlar, tarihte yaşanmış bitmiş vakıalar olarak algılanmamalıdır. Bunlar İslam siyaset anlayışının t kendisidir. Yoneticilerimiz, tarihin bu şeref levhalarını, hikÂye gibi anlatıp gecmeden, iclerine sindirmeli, ozumsemeli ve bilinc haline getirerek uygulamalarına yansıtmalıdır.
Bu gun İslam Âlemine bir bakın. Siyasi ahlÂk ve erdemini kaybetmiş bir durumdadır. Cokuş doneminden itibaren cehalet ve istibdat diz boyu. Halkın iradesine rağmen halkı Musluman olan Ortadoğu ulkelerini idare eden yoneticiler totaliter, baskıcı ve diktator.
İşte biz bu gun, ilme, eğitime, kalkınmaya ve halkının inancları doğrultusunda Âdil yonetime onem veren İslamî değerlerden uzaklaşarak kendimizi, cehalet, taklit, istibdat ve yağma duzenlerinin kucağına attık. Ne zaman ki, cehalet, taklit ve istibdattan ricat edip asrı saadetteki oz değerlerimize donersek kurtuluşumuz o zaman mukadder olacaktır inşallah.
Kaynak: Ali Rıza Temel, Altınoluk Dergisi, Eylul 2015, 355. Sayı
İslam ve İhsan