Tekrar tekrar tevbeden donmek, Âhiret hayatını karartacak bir Âfettir. Bu nevî tevbeye muhtac tevbelerden AllÂh ’a sığınmak gerekir.
Tevbenin birtakım kabul şartları vardır:

1- SAMÎMÎ BİR NEDÂMET (PİŞMANLIK)

Hepimiz bir imtihan dunyasındayız. Yarın CenÂb-ı Hakk ’ın huzûruna hesap vermeye gideceğiz. Onumuzde ya cennet ya da cehennem olacak. Tekrar dunyaya donmeye bir imkÂn da bulunmayacak. CenÂb-ı Hak Kur ’Ân-ı Kerîm ’de, Âhirette yaşanacak acıklı manzaralardan haber vererek bizleri şoyle îkaz ediyor:

“Onlar orada (yani cehennemde): «Rabbimiz! Bizi cıkar, (once) yaptığımızın yerine sÂlih ameller işleyelim!» diye feryat ederler. Size duşunecek kimsenin duşunebileceği kadar bir omur vermedik mi? Size uyarıcı da gelmedi mi? (Nicin inanmadınız?) Şimdi tadın (azÂbı)! ZÂlimlerin yardımcısı yoktur.” (FÂtır, 37)

İşte bu muşkil duruma duşmekten kurtulmamız icin, Rabbimiz bizden samimî ve durust bir kulluk istiyor.

FÂnî dostluklarda bile samîmiyet aranır. Hic kimse riyÂkÂrlığa, ikiyuzluluğe muhatap olmaktan hoşlanmaz. Herkes durust ve samîmî insanı sever. CenÂb-ı Hak da her şeyde olduğu gibi tevbede de durustluk istiyor ve:

“Ey îman edenler! Nasûh (tam bir sıdk ve ihlÂs ile) tevbe ederek AllÂh ’a donun…” (et-Tahrîm, 8) buyuruyor.

“Gunahtan tevbe, nedÂmet ve istiğfardan ibÂrettir.” (Ahmed bin Hanbel, VI, 264) hadîs-i şerîfinden de anlaşılacağı uzere gercek bir tevbe, derin bir pişmanlıkla başlamalı; gunah kirleri samimî gozyaşlarıyla temizlenmelidir. Zîr bazen bir gunah, affı icin bin gozyaşı ister; bazen de bir damla samimî gozyaşı, bin gunahı temizler.

Gunahları yıkayıp temizleyen gozyaşı; ilÂhî muhabbet bağına girenler icin bir tevbe pınarıdır, Hakk ’ın umit dergÂhıdır. Butun umitlerin kesildiği anda bu dergÂhın eşiğinde ağlayabilenler, gercek bahtiyarlardır. Bu hakikati Hazret-i MevlÂn ne guzel dile getirir:

“NedÂmet ateşiyle dolu bir gonulle ve nemli gozlerle du ve tevbe et! Zîr cicekler, guneşli ve nemli yerlerde acar!”

2- İŞLENEN GUNAHLARDAN NEFRET ETMEK VE ONLARA GERİ DONMEYİ ATEŞE GİRMEK KADAR FECÎ GORMEK

Tevbe, ya kufurden ya da gunahtan olur. Kufurden tevbe edip îman edenin tevbesi, kesinlikle makbuldur ve bu tevbe daha onceki butun gunahları siler. Gunahtan tevbe edenin tevbesi ise, samimiyet ve pişmanlıkla yapıldığı takdirde makbuldur. Bunun şartı da, kulun tekrar o gunaha donmemesi, hatt o gunaha sevk edebilecek vasıtalara bile yaklaşmamasıdır.

3- TEVBEYİ SÂLİH AMELLERLE DESTEKLEMEK

Kalbe intikal eden samimî bir tevbenin, davranışlar uzerinde de musbet tesirleri olur. Ayrıca sÂlih ameller, işlenen gunahlardan nedÂmetle bir nevî hatayı telÂfî etme gayretidir.

4- TEVBENİN, ALLÂH ’IN KABÛLUNE MUHTAC OLDUĞUNU UNUTMAMAK

Butun duÂlarımız, hayır-hasenÂtımız ve sÂlih amel zannettiklerimiz gibi, tevbelerimizin de AllÂh ’ın kabûlune muhtac olduğu muhakkaktır. Yani Rabbimize karşı dÂim havf ve rec (korku ve umit) ile dengelenen bir kalbî kıvam icinde bulunmamız şarttır. Mu ’min, ne amellerinin kabûl olacağı husûsunda kendini emniyette hisseder, ne de amellerinin kabul olmayacağı duşuncesiyle umitsizliğe kapılır.

5- TEVBEDE UMİTSİZ OLMAMAK

Camiu ’s-Sağîr adlı hadîs kitabında; insanların amellerini yazan meleklerden gunahları kaydeden meleğin, gunah işlendikten altı saat sonra yazdığı, bu muhlet icinde belki tevbe eder diye beklediği belirtilmektedir. Bu sebeple: “Tevbemde duramıyorum, yine gunah işliyorum; bu yuzden tevbe etmeyeyim!” dememeli, dÂim istiğfarda bulunmalıdır. Zîr Allah lutfeder de bir daha tevbe bozulmaz.

6- TEVBEYİ ERTELEMEMEK

“Ben nasıl olsa gencim, daha onumde uzun yıllar var, daha sonra tevbe edip hÂlimi ıslah ederim, Allah affeder…” deyip ibÂdetleri, sÂlih amelleri ve tevbeyi sonraya ertelemek, buyuk bir gaflettir. CenÂb-ı Hak biz kullarını bu hatÂya duşmekten şoyle îkaz buyurur:

“…Sakın şeytan, AllÂh ’ın affına guvendirerek sizi kandırmasın.” (LokmÂn, 33)

Şeytana uyarak tevbeyi surekli ertelemenin ne buyuk bir gaflet olduğunu şu kıssa ne guzel îzah eder:

Bir terzi, sÂlihlerden bir zÂta:

“–Rasûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in; «Allah TeÂlÂ, kulunun tevbesini, canı boğazına gelmediği muddetce kabul eder.» (Tir­mizî, DeavÂt, 98) hadîs-i şerîfi hakkında ne buyurursunuz?” diye suÂl eder.

O zÂt da sorar:

“–Evet, boyledir. Fakat senin mesleğin nedir?”

“–Terziyim, elbise dikerim.”

“–Terzilikte en kolay şey nedir?”

“–Makası tutup kumaşı kesmektir.”

“–Kac seneden beri bu işi yaparsın?”

“–Otuz seneden beri.”

“–Canın gırtlağına geldiği zaman, kumaş kesebilir misin?”

“–Hayır, kesemem.”

“–Ey terzi! Otuz senedir kolayca yaptığın bir işi, o zaman yapamazsan, omrunde hic yapmadığın tevbeyi o an nasıl yapabilirsin? Bugun gucun yerinde iken tevbe eyle! Yoksa son nefeste istiğfar ve husn-i hÂtime nasip olmayabilir. Sen hic; «Olum gelmeden evvel tevbe etmekte acele ediniz!» (MunÂvî, Feyzu ’l-Kadîr, V, 65) sozunu işitmedin mi?..”

Kıssadan da anlaşılacağı uzere kulların onunde binbir turlu dunya imtihanı vardır ve bunların en tehlikelisi de samîmî tevbeyi sonraya bırakmaktır.

Olum Ânı gelip cattığında; hayata imtihan sırrını veren, gozler onundeki gaflet perdeleri birer birer kalkar. O an hakîkat butun netliğiyle ayan-beyan gorunur. Fakat artık cok gectir. Hayata geri donebilmek icin tutunacak tek bir umit dalı kalmayan birinin tevbesi, yeis / umitsizlik hÂlinde bir tevbe olacağından hicbir kıymeti yoktur. Tıpkı Firavun ’un son nefesinde hakikati anlayıp secdeye kapanarak tevbeye yonelmesi gibi…

Allah TeÂl ’nın murÂdı uzere olumun bizlere nerede, ne zaman ve nasıl geleceği mechuldur. Bu sebeple gonullerin; “Olmeden evvel olunuz!” sırrıyla yoğrulması ve her an Rabbine kavuşmaya hazır bulunması zarûrîdir. Aksi hÂlde son nefes; “Eyvah nereye boyle!” feryatlarıyla dolu bir husran olur. Âyet-i kerîmede buyrulur:

“Olum sarhoşluğu gercekten gelir de; «İşte (ey insan) bu, senin oteden beri kactığın şeydir!» denir.” (KÂf, 19)

Bu bakımdan dÂim uyanık bir gonul sahibi olmalıyız. Mesel bir cenÂze gorduğumuzde;

“–O tabutun icindeki ben de olabilirdim…”

Bir trafik kazası gorduğumuzde;

“–Ben de o kazanın icinde bulunabilirdim…”

Bir kabristanı ziyÂret ettiğimizde, her yaştan Âhirete intikal etmiş mevtÂlara Âit kabirleri gorduğumuzde:

“–Bu kabirlerden birinde ben de olabilirdim...” diye duşunerek gafletten sakınmalıyız.

İmam GazÂlî Hazretleri, her sabah şu şekilde bir nefs muhÂsebesinde bulunmayı oğutler:

“Bu baş­la­yan gun, ye­ni bir gun­dur. Al­lah Te­Ã‚l bu gun de ba­na mu­s­ade ede­rek ik­ram­da bu­lun­du. Eğer be­ni ol­dur­sey­di, el­bet­te bir gun­lu­ğu­ne de ol­sa ge­ri gon­de­ri­lip bu­ra­da de­vam­lı s­lih amel­ler ve ce­şit­li ha­yır­lar­da bu­lun­ma­yı te­men­nî ede­cek­tim. Şim­di kabul et ki ol­du­rul­dun ve ge­ri cev­ril­din. O hÂl­de bu­gun gu­nah ve m­sı­ye­te ka­tiy­yen yak­laş­ma ve sa­kın ola ki bu gu­nun bir Ânı­nı bi­le bo­şa ge­cir­me. Zî­r her ne­fes, pa­ha bi­ci­le­me­yen bir nî­met­tir.”

Rabbimiz cumlemizi tevbe hususunda gaflete duşmekten muhafaza buyursun! Aşk, vecd ve samimî gozyaşlarıyla ilÂhî rahmet ve mağfiretine nÂil eylesin!

Âmîn!..
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, 40 SORU- 40 CEVAP
İslam ve İhsan