
Kur ’an-ı Kerim ’den okuyarak yapılan hatim, yazılarına bakmak, Âyetler uzerinde duşunmek, Kur ’an ’ı elde tutmak gibi bircok amele sebep olduğu icin ecri daha coktur.Mushaf ’tan okuyarak yapılan hatim, yazılarına bakmak, Âyetler uzerinde duşunmek, Mushaf ’ı elde tutmak gibi bircok amele sebep olduğu icin ecri daha coktur. Mushaf ’a bakmak bile başlı başına sevaptır. Hz. Osman (r.a.) cok fazla okuduğu icin iki Mushaf eskitmiştir. SahÂbenin coğu, her gun Mushaf ’tan okur ve Mushaf ’a bakmadan gunlerini gecirmek istemezlerdi.
KUR ’ÂN, MU ’MİNİN İLKBAHARIDIR Elcisi Muhammed Mustaf (s.a.s.) Efendimiz ’e Kur ’Ân-ı Kerîm ’i indirmekle, kullarına buyuk lûtufta bulunan AllÂh ’a hamd olsun. O kitap, oyle bir kitaptır ki: “Onda herhangi bir kusur, yanlışlık, eksiklik yoktur. Cunku o, her şeyi en mukemmel şekilde yapan ve butun ovgulere lÂyık olan Allah katından indirilmiştir.” (Fussilet, 42)
CenÂb-ı Hakk ’ın butun isimlerinin en buyuk tecellîsi; kullarına haberler veren, gercek nûr olan, karanlıklardan aydınlığa cıkaran Kur ’Ân-ı Kerîm ’i gondermesidir. “…Onda gonullerdeki dertlere dermanlar vardır…” (Yûnus, 57) Cunku o, AllÂh ’ın kopmaz ipi, apacık nûrudur. En sağlam kulp, en koruyucu sığınaktır.
Sadece insanoğlu icin değil, cinler icin de buyuk onem arz eder. “Cinlerden bazıları onu duyup dinlediklerinde hemen koşup kendi topluluklarını uyarmış ve şoyle demişlerdir: «Biz harikulade guzel bir Kur ’Ân dinledik. Doğru yola iletiyor, ona inandık. Artık Rabbimiz ’e hic kimseyi ortak koşmayacağız.»” (el-Cin, 1-2) Âyetleri bunu ifade eder. MÂlik bin Dinar Hazretleri:
“Ey Kur ’Ân okuyanlar, Kur ’Ân sizin kalplerinize ne ekti? Cunku Kur ’Ân mu ’minin ilkbaharıdır. İlkbahar yağmuru yeryuzu icin ne ise, Kur ’Ân da odur.” buyurur. Kur ’Ân-ı Kerîm, bizim değişmeyen mevsimimiz, ilkbaharımızdır. Hasan Basrî Hazretleri:
“Kur ’Ân, Rabbimiz tarafından bize gonderilen ve O ’nun buyruklarını iceren, mesajlar butunudur. Biz onları namazlarımızda duşunerek tilÂvet eder, Rabbimiz ile baş başa kalmak icin bir koşeye cekildiğimizde uzerinde tefekkur ederiz. İbadetlerimizde, gundelik hayatta da onları uygularız.” buyurur. (Kûtu ’l-Kulûb)
Allah Rasûlu (s.a.s.) vefat ettiğinde Medîne ’de yirmi bin sahÂbe bulunuyordu. İkisi konusunda ihtilaf olmakla birlikte onların altısı hÂfızdı. Bakara ve En ’Âm sûrelerini ezbere bilenlerse Âlim kabul edilirdi.
KUR ’ÂN, EN BUYUK MİHENKTİR Bir adam, Allah Rasûlu (s.a.s.) ’in yanına Kur ’Ân oğrenmeye gelmişti. “Kim zerre kadar iyilik yapmışsa onu(n karşılığını) gorecek, kim de zerre kadar kotuluk yapışsa onu(n karşılığını) gorecektir.” (ez-ZilzÂl, 7-8) Âyetlerini duyunca:
“-Bu kadarı bana yeter.” deyip, cekip gitti. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) o adam icin şoyle buyurdular:
“-Bu adam Kur ’Ân ’ın mÂnÂsını kavramış olarak gitti.” (Ebû DÂvûd, Ramazan, 9/1399, Ahmed, Musned, II, 169)
Kur ’Ân-ı Kerîm en buyuk mihenktir. İnsanın kendisini ve Rabbini tanıma rehberidir. Abdullah İbni Mesut:
“İnsan kendisinin iyi biri mi, yoksa kotu biri mi olduğunu bilmek istiyorsa, Kur ’Ân ’a sorsun. Eğer Kur ’Ân ’ı seviyor ve ondan hoşlanıyorsa, AllÂh da, Peygamber ’i de onu seviyordur. Kur ’Ân ’dan hazzetmiyorsa, Allah ve Rasûlu de ondan hazzetmiyordur.” buyurur.
KUR ’ÂN İLE MEŞGUL OLMAK Kur ’Ân-ı Kerîm ile meşgul olmak, CenÂb-ı Hakk ’ın katında o kadar cok kıymetli bir ibadettir ki, bir hadîs-i kudsîde Allah TeÂl şoyle buyurur:
“Kim Bana du edemeyecek ve Ben ’den bir istekte bulunamayacak kadar Kur ’Ân ’la meşgul olursa, ona şukredenlerin sevabından daha fazlasını veririm.” (Tirmizî, SevÂbu ’l-Kur ’Ân, 25; DÂrimî, FedÂilu ’l-Kur ’Ân, 6) Bir hadîs-i şerîfte ise:
“Kur ’Ân dostları, AllÂh ’ın dostları ve O ’nun seckin kullarıdır.” buyrulmuştur. (İbn-i MÂce, Mukaddime, 16; Ahmed, Musned, III, 242) Sufyan-ı Sevrî:
“Kişi, Kur ’Ân okuduğunda melek onun gozlerinden oper.” demiştir. Hasan Basrî Hazretleri:
“VallÂhi, Kur ’Ân ’la haşır-neşir olmaktan daha buyuk bir zenginlik, Kur ’Ân ’a uzak durmaktan daha kotu bir fakirlik olamaz.” buyurur. Hazret-i Ali -kerremallÂhu vecheh-:
“Uc şey insanın zihnini guclendirir ve uyuşukluğunu giderir: Misvak kullanmak, oruc tutmak ve Kur ’Ân okumak.” buyurmuşlardır. SahÂbeden Amr bin Âs:
“Kur ’Ân ’ın her Âyeti icin Cennet ’te bir derece, evlerinize de bir aydınlanma verilir.” buyurur. Kur ’Ân-ı Kerîm ’i hıfzeden hÂfızların Allah TeÂl katında kıymetleri cok buyuktur. Fudayl bin İyaz:
“Kur ’Ân ’ı ezberlemiş olan kimsenin, hic kimseden bir şey istememesi gerekir. Ne devlet başkanlarından, ne de başkalarından… Aksine başkalarının ondan bir şeyler istemesi gerekir.” buyurarak bu hakikati te ’yid etmiştir.
KUR ’ÂN İLE AMEL ETMEK Kur ’Ân-ı Kerîm ’i hıfzetmiş bir hÂfızın, Allah TeÂl ’ya isyan etmesi, muhafaza ettiği kelÂmı anlayamayıp, sırra vÂkıf olmadığı icin buyuk kusur kabul edilmiş ve bu durumun vahÂmetini Ebû Suleyman DÂrÂnî:
“Cehennem melekleri putlara taparak AllÂh ’a isyan etmiş kimselerden bile once, hÂfız olup AllÂh ’a isyan etmiş kimselerin uzerine cullanırlar.” diyerek ifade etmiştir.
Abdullah bin Mesut (r.a.):
“HÂfız insanlar uyurken geceyi ihy etmesiyle, insanlar yiyip icerken gunduzu değerlendirmesiyle, insanlar sevinirken huznuyle, insanlar gulerken ağlamasıyla, insanlar boş sozlere dalarken susmasıyla, insanlar boburlenirken alcak gonulluluğu ile tanınır ve bilinir. HÂfızın vakur ve yumuşak huylu olması, katı ve tartışmacı olmaması gerekir. HÂfızın, bağırıp cağıran, gurultucu, patırtıcı ve keskin dilli olmaması lÂzımdır.” buyurarak hÂfızların hÂlleri ile kalplerinde mevcut Kur ’Ân-ı Kerîm ’in vakarına uygun davranış sergilemeleri gerektiğini ifade etmiştir. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) buyurur:
“Kur ’Ân ’ın haram ettiklerini helÂl goren kimse, Kur ’Ân ’a inanmıyordur.” (Tirmizî, FedÂilu ’l-Kur ’Ân, 20)
Kur ’Ân okuduğu hÂlde emrine uymayan kişiler icin Peygamber Efendimiz (s.a.s.):
“Bu ummetin munÂfıklarının coğu, Kur ’Ân okuyucularıdır.” buyurmuşlardır. (Ahmed Musned, II, 175) Abdullah İbn-i Mesut (r.a.):
“Kur ’Ân insanlara, onun emir ve yasaklarına gore hareket etsinler, okuyup inceleyip gerekenleri yerine getirsinler diye indirildi. Oysa sizlerden biri, başından sonuna kadar bir harf bile eksik bırakmaksızın okur da, okuduğunu uygulamaya koymaya hic yanaşmaz.” buyurarak ikazda bulunur.
SahÂbe-i kirÂm hazarÂtının Kur ’Ân-ı Kerîm ile nasıl hemhÂl olduklarını, Hazret-i Omer ve Hazret-i Cundub (r.a.) şoyle anlatırlar:
“Bizler uzun bir zaman yaşadık. Bizlerden biri Kur ’Ân ’ın tamamı inmezden once Allah Rasûlu (s.a.s.) ’e sûreler iner inmez îman eder; ondaki helÂli, haramı, emirleri, yasakları oğrenir; uzerinde durup duşunulmesi gereken yerlerde durur, duşunurduk.”
Kur ’Ân-ı Kerîm ’in tamamı indikten sonra îman edenlerin onunla hemhÂl olma hususunda sergiledikleri ihmal ve gafleti ise şoyle tarif etmişlerdir:
“Fakat daha sonra îman kalplerine iyice yerleşmişken Kur ’Ân ’a sarılan insanlar gorduk. Bunlar Kitab ’ı başından sonuna kadar okuyorlar, fakat onun neyi emredip, neyi yasakladığının farkına bile varmıyorlar. Uzerinde durup duşunulmesi gereken yerlerde durmuyorlar. HavÂî bir şekilde okuyup geciyorlar.”
KUR ’ÂN-I KERÎM ’E HURMET GOSTERMEK Her ne kadar, “Şekle itibar etmeyip, oze bakacaksınız!” denilse de, zÂhir de cok onemlidir. Kur ’Ân okuyan kimse icin CenÂb-ı Hak: “Onlar ki, gerek ayakta, gerek otururken ve gerekse yanları uzerinde yatarken AllÂh ’ı zikrederler; goklerin ve yerin yaratılışı hakkında inceden inceye duşunurler: «Ey Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın, Seni butun eksiklerden tenzih ederiz; o hÂlde bizi o ateş azÂbından koru.» derler.” (Âl-i İmrÂn, 191) buyurarak; ayakta, otururken, yanları uzerinde yatarken Kur ’Ân okuyanların hepsini ovmekle birlikte, kendisini anmada, ayakta olana oncelik vermiş, sonra oturmayı, sonra da yatar hÂlde olmayı saymıştır. Hazret-i Ali Efendimiz:
“Namazda ayakta okunan Kur ’Ân ’ın her harfine yuz, oturarak okunanın her harfine elli, namaz dışında abdestli okuyana yirmi beş verilir.” buyurarak esasında her bir okuyuşun arasında oldukca onemli bir fark olduğunu ifade etmiştir.
Sevap farklılığının, kelÂmın sahibine duyulan edebe binÂen, ne yaptığına, kimin huzurunda olup, kimin Kitab ’ını okuduğuna hassasiyet gostererek takvÂlı okumaktan kaynaklandığı ortadadır. Kişi, hassasiyeti kadar bereket gorecektir. Yuce Rabbin kelÂmının karşısında kişinin kula yakışır bir edebe burunmesi, lûtfu da beraberinde getirir. Gunumuz insanının “Oku da nasıl okursan oku!” anlayışı ile yapılan okumalarda hicbir bereketin gorulmediği de ortadadır. Boylesi lÂkayt kişiler, bilgi sahibi olsalar da, o bilgi hÂllerine sirÂyet etmemiştir.
KUR ’ÂN OKUMANIN USÛL VE EDEBİ İmÂm-ı GazÂlî Hazretleri, Kur ’Ân, Sunnet ve sahÂbe uygulamalarından oğrenilen yılların birikimi ile Kur ’Ân okuma edebini şoyle anlatır:
“Kur ’Ân okuyacak kişi, abdestli, edepli ve ağırbaşlı olmalıdır. İster ayakta, ister oturmuş olsun, kıbleye yonelmelidir. Başını hafifce one eğmeli, bağdaş kurmuş, yaslanmış olmamalı ve kibirli havaya burunmemelidir. Tıpkı hocasının onunde oturduğu gibi oturmalıdır. Kur ’Ân ’ın en fazîletli okunuşu, namazda kıyamda olanı ve cÂmide yapılanıdır. Amellerin en faziletlisi işte budur. Abdestsiz okumanın da, yatağına uzanarak okumanın da elbette sevabı vardır, lÂkin azdır.”
Kur ’Ân-ı Kerîm ’in tertîl uzere okuyarak hatmedilmesi gerekir. “Geceleyin -birazı dışında- namaza kalk! Gecenin yarısında bu vakti biraz one veya biraz ileri de alabilirsin. Kur ’Ân ’ı tane tane, hakkını vererek, duşunerek tertil uzere oku.” (el-Muzzemmil, 2-4)
Ana dilleri Arapca olup, hızlı okudukları hÂlde sahÂbe-i guzîn efendilerimiz, yedi gunde Kur ’Ân-ı Kerîm ’i hatmetmişlerdir. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) Abdullah bin Omer (r.a.) ’a, Kur ’Ân ’ı her yedi gunde bir kere hatmetmesini emretmiştir. Nitekim sahÂbîlerden Hazret-i Osman, Zeyd bin SÂbit, Abdullah bin Mesut ve Ubey bin Ka ’b gibi mubÂrekler, Kur ’Ân-ı Kerîm ’i Cuma ’dan Cuma ’ya hatmederlerdi. SahÂbe-i guzîn efendilerimiz Kur ’Ân ’ı hatmedeceklerse, onu yedi kısma ayırırdı. Hazret-i Osman Efendimiz, Cuma gecesi başlayıp Bakara Sûresi ’nden MÂide Sûresi ’nin sonuna, Cumartesi gecesi En ’Âm Sûresi ’nden Hûd Sûresi ’nin sonuna, Pazar gecesi Yûsuf Sûresi ’nden Meryem Sûresi ’nin sonuna, Pazartesi gecesi TÂh Sûresi ’nden Kasas Sûresi ’nin sonuna, Salı gecesi Ankebût Sûresi ’nden SÂd Sûresi ’nin sonuna, Carşamba gecesi Zumer Sûresi ’nden Rahman Sûresi ’nin sonuna kadar okur ve Perşembe gecesi kalan kısmı okuyarak hatmi tamamlardı.
Abdullah bin Mesut (r.a.) ise yedi gunde hatmetmekle birlikte farklı bir uslup kullanırdı. Kur ’Ân-ı Kerîm ’i yedi kısma ayırır. Birinci kısım ilk uc sûreyi, ikinci kısım devam eden beş sûreyi, ucuncu kısım devam eden yedi sûreyi, dorduncu kısım devam eden dokuz sûreyi, beşinci kısım devam eden on bir sûreyi, altıncı kısım devam eden on uc sûreyi kapsayıp, yedinci kısımda da geriye kalan kısa sûreleri okumayı tamamlardı.
Evs bin Huzeyfe (r.a.); “Kur ’Ân ’ı ne şekilde kısımlara ayırmak gerektiğini” Allah Rasûlu (s.a.s.) ’e sordum. O da şoyle buyurdu:
“-Once uc, sonra beş, sonra yedi, sonra dokuz, sonra on bir, sonra on uc, sonra da mufassal kısım...”
Başlangıcta Kur ’Ân-ı Kerîm ’de hizip (beşte birler) ve cuzlerden oluşan (yirmi sayfanın tamamı ile oluşan bir cuz ve 30 cuzden muteşekkil) tertip yok idi. Noktalama işaretleri, duraklar, harekeler de yoktu. Arapca bilindiği icin bunlara gerek olmadı. Ama ilerleyen zamanlarda bunlar cok buyuk bir zarûret hÂline geldi. Bu uygulamalar, sonradan yapıldığı icin bid ’at kabul edilse de ummetin menfaati dikkate alınmıştır. İmÂm-ı GazÂlî Hazretleri bu durumu acıklarken:
“Burada Kur ’Ân ’a eklemeler yapılması kapısının acılmasından korkanlar, Kur ’Ân ’ı korumak arzusu ile bunu soylemiş olsalar da; bu durumda boyle bir tehlike olmayıp daha kolay okunmasına ve anlaşılmasına hizmet ettiği surece bid ’at olmakla birlikte bir zararı yoktur. SahÂbe-i kirÂm efendilerimiz bid ’atın ne olduğunu, bizden cok daha iyi bilirlerdi ve Hazret-i Omer ’in terÂvih namazını yirmi rekÂta cıkarma bid ’atı da guzel bir bidat olmuştur. Kotu olan bid ’at, bilinegelen sahih sunnete karşı cıkan veya onu bozmaya yonelik olan bid ’attır.” buyurarak Kur ’Ân-ı Kerîm uzerinde yapılan calışmaların sıhhatini bize acıklamıştır.
Kur ’Ân-ı Kerîm ’i okumaktan maksat, tertîl uzere, duzgun, net, anlaşılır ve duşunup anlayarak okumaktır. Abdullah bin Abbas -radıyallÂhu anhumÂ-:
“-Ben, Bakara ve Âl-i İmrÂn Sûreleri ’ni yavaş okuyarak mÂnÂları uzerinde duşunmeyi, Kur ’Ân-ı Kerîm ’i bir cırpıda hatmetmeye tercih ederim. Bakara ve Âl-i İmran Sûreleri ’ni hızlıca okumaktansa, KÂria ve ZilzÂl Sûreleri ’ni duşune duşune okumam, bana cok daha sevimli gelir.” buyurarak tertîl uzere okumayı nasıl uyguladığını bizlere anlatmıştır.
Hazret-i MucÂhid, Abdullah ibni Abbas ’ın talebesi olup, kendi nesli icinde Kur ’Ân tefsirini en iyi bilendi. Ona sordular:
“-Namaz kılarken kıyamda kalma sureleri aynı olan iki kişiden biri sadece Bakara ’yı okudu, diğeri ise butun Kur ’Ân ’ı okudu, ne dersiniz?” Şu cevÂbı verdi:
“-İkisinin de sevabı eşittir.” Yani onemli olan kemmiyet değil, keyfiyettir. Okumada maksat cokluk değil, kaliteli ve anlayarak okumaktır.
Kur ’Ân-ı Kerîm ’i tertîl uzere okumak, sadece Arapca ’yı bilenler daha iyi anlasınlar diye değil, mÂnÂlarını bilmeyen Arap olmayan toplumların da vakarla ve yavaş okuyarak, Kur ’Ân-ı Kerîm ’in kalplere daha cok tesir etmesinin temini icin muhimdir. Cunku Kur ’Ân-ı Kerîm ’in anlamını bilmemek, rûhun ondan istifade etmesine mÂnî değildir. Kalbe tesir cok muhimdir. Kur ’Ân-ı Kerîm okumadan onceki edep de kalbe tesiri artıran muhim bir mevzûdur. Kur ’Ân- Kerîm ’i okurken gozyaşı dokmek tavsiye edilmiştir. Bir hadîs-i şerîfte:
“Kur ’Ân ’ı duygulanarak okumayan bizden değildir.” buyrulmuştur. (Ebû DÂvûd, Vitr, 20)
Bir başka hadîs-i şerîfte ise: “Kur ’Ân ’ı okuyun ve ağlayın. Ağlayamıyorsanız ağlar gibi bir hÂl alın.” buyrulmuştur. (İbn-i MÂce, İkÂmetu ’s-salÂt, 176) Abdullah bin Abbas -radıyallÂhu anhumÂ-:
“Secde Âyeti okuduğunuzda secde etmek icin acele etmeyin, gozyaşınızın gelmesini bekleyin. Gozunuz yaşarmazsa, bÂri kalbiniz ağlasın. Ağlamanın yolu, kalbin huzunlenmesidir, huzunden gozyaşları sokun eder.” demiştir.
Kalbin huzunlenmesi icin Kur ’Ân Âyetlerindeki uyarıların, tehditlerin, tutulması gereken, akitlerin akla getirilmesi gerekir. Daha sonra insanın, Kur ’Ân ’ın emirleri ve yasakları karşısında kendisinin yaptığı kusurları hatırlaması lÂzımdır. O zaman mutlaka huzunlenecek ve gozlerinin pınarlarını tutamayacaktır. Eğer kişi, saf ve temiz kalpli insanlar gibi huzunlenip ağlayamıyorsa, bundan mahrum oluşuna ağlasın. Cunku musibetlerin en buyuğu budur.
Kur ’Ân ’da on dort secde Âyeti vardır. Secdenin en azı, alnı yere koymak; en mukemmeli ise, kişinin tekbir alarak secdeye varması, secdede ise okuduğu secde Âyetinin mÂnÂsına uygun du etmesidir. Yuce AllÂh ’ın şu secde Âyetini okuduğu zaman: “Onlar derhal secdeye kapanır, Rablerini overek tesbih eder ve buyukluk taslamazlar.” (es-Secde, 15) kişi kalkar, “TilÂvet-i Kur ’Ân secdesine!” diyerek niyet edip tekbir getirip secdeye kapanır ve secdede, Âyete gore du eder:
“AllÂh ’ım, beni Sen ’in rızÂn icin secde edenlerden, Sana hamd edenlerden eyle. Sen ’in emrine ve dostlarına karşı kibirlenen biri olmaktan Sana sığınırım.”
Yuce Rabbimiz ’in: “Ağlayarak ceneleri uzere kapanırlar ve Kur ’Ân onların derin saygısını artırır.” (el-İsrÂ, 109) meÂlindeki secde Âyeti okunduğunda, bunun secdesinde de:
“Rabbim, beni Sen ’in icin ağlayanlardan ve Sana hakkıyla saygı duyanlardan eyle.” diyerek du eder.
Kur ’Ân okuyan kişi, diğer butun secde Âyetlerinde okunan Âyete uygun du ederse iyi olur. TilÂvet secdesinde namazda aranan şartlar gecerlidir. Herkes Arapca bilmediği ve okuduğu Âyetin ne mÂnÂya geldiğini bilemeyeceği icin onların, secde Âyetini okuduktan sonra tilÂvet secdesini yapıp “AllÂhu Ekber” diyerek ayağa kalkmaları ve Bakara Sûresi ’nin 285. Âyet-i kerîmesini okumaları tavsiye edilmiştir. Kur ’Ân okumaya başlayan kimse:
“Eûzu billÂhi ’s-semi ’ıl alîmi min ’eş-şeytÂni ’r-racîm ve hemezÂti ’ş-şeyÂtîn ve en yahdurûn: Kovulmuş şeytandan, şeytanların vesveselerinden ve benimle birlikte olmalarından her şeyi işiten ve her şeyi bilen AllÂh ’a sığınırım!” duÂsını yapıp, NÂs ve FÂtiha Sûrelerini okumalıdır. Kur ’Ân-ı Kerîm ’i okuması bitince de:
“-Yuce Allah doğru soyledi. Rasûlullah da bunları bizlere duyurdu. Yuce AllÂh ’ım, bu okumadan bizlerin faydalanmamızı sağla, bununla bizleri bereketlendir. Âlemlerin Rabbine hamd olsun. Her an diri olan ve her şeyi her an yoneten Allah ’tan bağışlanma diliyorum.” diyerek du eder.
Kur ’Ân okunurken tesbih Âyetlerine gelince tesbih ve tekbir getirilir. Du ve istiğfar Âyeti okuyunca du ve istiğfar edilir. Mujdeli Âyet okuyunca, o mujde temennî edilir. Korkutucu Âyet okunduğunda da AllÂh ’a sığınılır. Hazret-i Huzeyfe (r.a.):
“-AllÂh ’ın Rasûlu (s.a.s.) ile namaz kıldım. Bakara Sûresi ile başladı. Her rahmet Âyetini okuduğunda mutlaka AllÂh ’ın rahmet ve merhametini diledi. Her azap Âyetini okuduğunda da mutlaka AllÂh ’ın kendisini ondan korumasını istedi. AllÂh ’ın her turlu kusurdan uzak olduğunu (tesbih) belirten bir Âyet okuduğu zaman da mutlaka AllÂh ’ı o şekilde yuceltti.” demiştir. (Muslim)
Kişi, Kur ’Ân ’ı baştan sona okuyup bitirdiğinde, Peygamber Efendimiz (s.a.s.) ’in hatimden sonra okuduğu şu duÂyı yapmalıdır:
“AllÂh ’ım! Bana Kur ’Ân ’la merhamet buyur. Onu benim icin bir kılavuz, bir ışık, hidayet rehberi kıl ve bana rahmet eyle. AllÂh ’ım! Ondan unuttuğumu bana hatırlat, ondan bilmediğimi bildir. Butun gecelerde de, butun gunduzlerde de onu okumakla beni rızıklandır. Ey Âlemlerin Rabbi! Onu benim lehimde delîl yap.” (Irakî, Muğnî, I, 286)
Kur ’Ân ’ı okuyan, kendisi duyacak kadar sesli okumalıdır. Alcak sesle okumak, kişiyi gosterişten (riyÂ) ve yapmacıklıktan (tasannû

Said bin Museyyeb, bir gece Mescid-i Nebî ’de Omer bin Abdulaziz ’in namazda cok yuksek sesle Kur ’Ân okuduğunu işitti. Hizmetcisine:
“-Git şu yuksek sesle namaz kılan adama, sesini kısmasını soyle.” dedi. Hizmetcisi:
“-CÂmi herkesin. Onun da burada hakkı var.” deyince, Said kendi sesini yukselterek:
“-Hey namaz kılan kişi! Namazınla AllÂh ’ın rızÂsını kazanmak istiyorsan sesini alcalt. İnsanların gonlune girmek istiyorsan, Allah katında onların sana hicbir yardımı dokunamaz.”
Omer bin Abdulaziz sesini kıstı. Kalan rekÂtları sessizce kıldı. Namazı bitince ayakkabılarını alıp gitti. Kendisi o zaman Medîne vÂlisi idi.
Mushaf ’tan okuyarak yapılan hatim, yazılarına bakmak, Âyetler uzerinde duşunmek, Mushaf ’ı elde tutmak gibi bircok amele sebep olduğu icin ecri daha coktur. Mushaf ’a bakmak bile başlı başına sevaptır. Hazret-i Osman (r.a.) cok fazla okuduğu icin iki Mushaf eskitmiştir. SahÂbenin coğu, her gun Mushaf ’tan okur ve Mushaf ’a bakmadan gunlerini gecirmek istemezlerdi.
KUR ’ÂN ’I GUZEL OKUMAK Peygamber Efendimiz (s.a.s.) bir akşam Hazret-i Âişe VÂlidemiz ’i bekler, o da biraz gecikir. Peygamberimiz (s.a.s.) sorar:
“-Seni ne geciktirdi boyle?” Hazret-i Âişe cevap verir:
“-YÂ RasûlÂllah, birinin Kur ’Ân okuyuşunu dinliyordum, ben ondan daha guzel bir ses duymadım.”
Allah Rasûlu (s.a.s.) hemen kalkar gider ve uzun sure onu dinler. Sonra da eve gelip şoyle buyurur:
“-O kişi Huzeyfe ’nin Âzatlısı SÂlim ’dir. Ummetimin icinde onun gibileri var eden AllÂh ’a hamd olsun.” (İbn-i MÂce, İkÂmetu ’s-salÂt, 176; Musned, VI, 165) Yine Peygamber Efendimiz (s.a.s.):
“Kur ’Ân ’ı sesinizle guzelleştirin.” buyurmuşlardır. (İbn-i Mace, İkÂmetu ’s-salÂt, 176)
Rivayet edildiğine gore, Peygamberimiz (s.a.s.), sahÂbîleri ile bir araya geldiklerinde aralarından birinin Kur ’Ân ’dan bir sûre okumasını istemeyi Âdet haline getirmişlerdi. SahÂbe-i guzîn efendilerimiz de bu sunneti uygularlardı. Bir gun Hazret-i Omer, Ebû Mûs el-Eş‘arî ’ye:
“-Bize Rabbimizi hatırlat.” dedi. Ebû Mûs da okumaya başladı. Hazret-i Omer onun bu okuyuşu uzun sure buyuk bir huşû icinde dinledi. Bu okuyuş tamamlanınca:
“AllÂh ’ı anmak (zikretmek), elbette en buyuk ibadettir.” (el-Ankebût, 45) Âyet-i kerîmesini okudu. Ebû Mûs el-Eş‘arî ’nin Kur ’Ân okuyuşunu dinleyen Peygamber Efendimiz:
“-Bu adama Hazret-i DÂvûd ’un Zebur okuyuşundan ilhamlar verilmiştir.” buyurarak guzel bir sesin, insan rûhunun uzerinde bıraktığı tesirin buyuk olduğunu da anlamamızı sağlamışlardır.
ALLÂH ’IN KELÂMININ AZAMETİNİ TEFEKKUR AllÂh ’ın kelÂmı olan Kur ’Ân, eğer bizim kullandığımız şu harfler ve sesler şekline burunmeseydi, o kelÂmı işitmeye ne gokler dayanabilirdi, ne de yer… Allah kelÂmının azametinden ve nûrunun parıltısından yerle gok arasındaki her şey mahvolurdu. AllÂh ’ın kelÂmının azametinin kavranabilmesi, ancak insanoğlunun anlayabileceği misaller yoluyla sağlanabilmiştir.
AllÂh ’ın kelÂmına gosterilmesi gereken hurmetin farkında olan İkrime (r.a.) Kur ’Ân ’ı eline alırken titremeye başlar:
“-Bu Rabbimin kelÂmı, bu Rabbimin sozu!” diye diye Âdeta kendinden gecerdi.
Kur ’Ân okumaya başlayan kimsenin; o KelÂm ’ın Sahibi ’nin buyukluğunu tam mÂnÂsıyla hissetmesi, okuduğu şeyin insan sozu olmadığını bilmesi, onun, hurmet gosterilmesi gereken bir ilÂhî kelÂm olduğunun şuurunda olması gerekir. İşte butun bunlar derinlemesine duşunulerek, KelÂm ’ın Sahibi yuceltilir. O ’nun KelÂmı ’na saygı gosterilir. Nitekim Hazret-i Ali (r.a.) Efendimiz:
“Bilgisizce yapılan ibadette, duşunmeden yapılan okumada hayır yoktur.” buyurmuşlardır. Âriflerden biri:
“Benim her Cuma, her ay ve her sene yaptığım farklı farklı hatimlerim vardır. Ayrıca otuz sene once başlayıp da hÂl bitiremediğim bir hatmim var.” demiştir. Bu farklı hatimler, onun tefekkurunun ve uzerinde duşunup araştırmasının derecesine gore değişiklik arz etmektedir. Hazret-i Ali -kerremallÂhu vecheh-:
“Allah Rasûlu (s.a.s.) ’in diğer insanlardan gizleyip bana verdiği hicbir sır yoktur. Sadece Allah TeÂlÂ, Kitab ’ını anlama konusunda bir kulunu (kendisini kastetmektedir) nasiplendirmiştir, o kadar…” buyurarak Kur ’Ân ’ı anlama hususunda insanların nasiplerinin farklı farklı olduğunu ifade etmiştir.
EN KIYMETLİ RIZIK En kıymetli rızık, AllÂh ’ın kelÂmını, O ’nun istediği (murÂd-ı ilÂhîye uygun) şekilde anlayabilmektir. Abdullah ibni Mesut (r.a.):
“-Onceki ve sonraki insanların ilmini oğrenmek isteyen, Kur ’Ân ’ı tefekkur etsin.” demiştir.
Kur ’Ân ilimlerinin buyuk coğunluğu, AllÂh ’ın isim ve sıfatlarında bulunur. İnsanların buyuk bir kısmı, onları kendi anlayış seviyelerine gore kavrayıp anlarlar, onların derinliklerine dalamazlar. Şayet CenÂb-ı Hak, hakkıyla kavransa, O ’ndan başkası gorulmezdi. O ’nun dışında her şeyin hayalden ibaret, O ’nun dışındaki her şeyin yok mesabesinde (bkz. el-Kasas, 88) olduğunu bilirlerdi ki, bu, ilm-i mukÂşefenin yani AllÂh ’ın kalbe verdiği nûrla eşyanın hakikatini gorup, bilmenin alÂmetlerinden biridir.
Hasretini cektiği şeyi Kur ’Ân ’da bulmadıkca, mÂnevî ilerlemeyi gerilemeden ayırmasını bilmedikce, Rabbi ile yetinip kullara ihtiyac duymaktan kurtulmadıkca, kişi, Allah dostu olamaz. Kur ’Ân ’ın engin mÂnÂları, gayb Âlemindendir. Duyularla kavranamayan ve ancak kalp gozu ile gorulebilen hususlar, gayb Âlemi icinde yer alır. Kalp, dunya yuklerinden kurtulup ne kadar cok hafiflerse, Âyetlerin mÂnÂları da o kadar berrak bir şekilde gonle nakşolur. Rasûlullah (s.a.s.) şoyle buyurmuştur:
“Ummetimin fertleri, altına ve gumuşe buyuk değer verdikleri zaman, İslÂm ’ın kendilerine verdiği kıymeti kaybederler. İyiliği emretmekten, kotuluğu yasaklamaktan vazgectikleri zaman da vahyin bereketinden mahrum kalırlar.” (Hakîm et-Tirmizî

“Kur ’Ân okunan ev, o Âileye ferah olur, guzelleşir ve meleklerle dolar, şeytanlar kacar gider. Kur ’Ân okunmayan ev ise, bunaltı verir, guzelliği azalır, melekler uzaklaşır, şeytanlarla dolar.” buyurmuş ve hÂnelerimizin huzurlu ve mutlu olması icin Kur ’Ân-ı Kerîm ile nurlandırılması gerektiğini bizlere hatırlatmıştır.
Allah TeÂlÂ; “Kim Beni anmaktan yuz cevirirse, şuphesiz onun sıkıntılı bir hayatı olur ve Biz onu, kıyamet gunu kor olarak haşr ederiz.” (TÂhÂ, 124) buyurmaktadır.
Âyetleri terk eden, onlara bakıp anlamaya calışmayan, umursamayıp ihmalkÂr davranan icin “O işi unuttu.” tabiri kullanılır. “Kur ’Ân ’ı hakkıyla okumak” demek, dil, akıl ve kalbin birlikte okuması demektir. Dilin payına duşen, harfleri duzgun bir şekilde telaffuz ederek acık, net ve anlaşılır bir okumadır. Aklın payına duşen, mÂnÂları kavramaktır. Kalbin payına duşense, oğut olma, yasaklardan kacınma ve istenenleri uygulamaya koymadır. Dil okur, akıl anlar, kalp ise uygulamaya koyar.
Osman bin Affan ile Huzeyfe bin Yeman şoyle demişlerdir: “İnsanların kalpleri tertemiz olsa, Kur ’Ân okumaya hic doyamazlar.” Yusuf bin Esbat Hazretleri ’ne sordular:
“-Kur ’Ân okuyunca AllÂh ’a nasıl du edersin?” Cevap verdi:
“-Ne duÂsı; işlediğim kusurlardan dolayı Allah TeÂl ’ya yetmiş kez tevbe-istiğfÂr ederim.”
Kur ’Ân okuyan, kendini kusurlu olarak gorurse, bu onun AllÂh ’a yaklaşmasına vesîle olur. Cunku belli bir yakınlığı olmasına rağmen kendisinin Allah ’a yaklaşamadığını duşunen kul, AllÂh ’ın lûtfuna erer ve bu konuda hissettiği korku, onun AllÂh ’a yakınlık derecesini katbekat artırır. Buna karşılık, Allah ’tan uzaklaştığı hÂlde O ’na yakın olduğunu sanan kimse ise, bu aşırı guveninden dolayı aldanır ve Allah ’tan cok daha fazla uzaklaşır ve bulunduğu derecenin de altına duşer.
Kur ’Ân okuyan kimse kendini beğenip, nefsinden hoşnut oldukca, kalbi korleşir ve perdelenir. Nefsini yenip, onu aşmayı başardığı her seferinde de Kur ’Ân okurken kendisine gayb Âleminin sırları acılır.
“Secde et de yaklaş!” (el-Alak, 19) Âyetini dÂim yaşayan Peygamber Efendimiz ’in secde sırasında ettiği şu duÂyı dilimize, gonlumuze ve aklımıza nakşetmeli:
“AllÂh ’ım! Gazabından rızÂna, cezÂndan affına Sen ’den Sana sığınırım. Sen ’in şÃ‚nın o kadar yucedir ki; ben Sen ’i lÂyık olduğun şekilde medh u sen edemem! Sen kendini nasıl medh u sen etmişsen oylesin.” Âmîn. (Muslim, SalÂt, 222)
Not: Bu yazımızda İmÂm-ı GazÂlî ’nin “KitÂbu ÂdÂbi ’t-TilÂveti ’l-Kur ’Ân” isimli eserinden istifade edilmiştir. Kitabın tamamı incelenip, okurların istifadesine bu yazı ile ozetlenerek sunulmuştur.
Kaynak: Fatma HÂle Sağım, Şebnem Dergisi, Sayı: 194
İslam ve İhsan