Hakîkat-i Muhammediyye ’den nasip alabilmek icin dikkat edilecek hususlar...Peygamber Efendimiz, butun insanlığa ilÂhî bir hediye ve mukemmel bir ornektir. SaÂdete erebilmek icin herkes gucu ve kÂbiliyeti nisbetinde O ’nu taklit ve takip etmeye mecburdur. Resûlullah Efendimiz ’in butun davranışları, İslÂm ’ı lÂyıkıyla yaşamak icin birer fiilî ornektir. Ancak hakîkat-i Muhammediyye ’den nasip alabilmek icin dikkat edilecek birkac husus vardır:
1. BÂzı ameller, ancak Peygamberlere mahsus bir tÂkat ile gercekleşebilir. Başkaları bunları taklîde guc yetiremez. MeselÂ, nÂdirattan değil de, dÂimî sûrette ayakları şişinceye kadar geceleri namazla gecirmek, savm-ı visÂl (iftarsız oruc) tutmak boyledir. EsÂsen Hazret-i Peygamber de bu gibi hususlarda etrÂfını îkaz buyurmuştur.
2. Hazret-i Peygamber ’in bÂzı fiilleri, O ’nun zÂtına mahsus bulunan birtakım hikmet ve maslahatlardan doğmuştur. MeselÂ, dortten fazla evlenmesi, şahsı ve Âilesi icin zekÂt ve sadaka kabûl etmeyi kıyÂmete kadar men etmesi gibi...
Ehl-i Beyt ’in zekat ve sadaka kabûl etmeyişine dÂir pek cok misalden biri olan şu hÂdise ne kadar ibretlidir:
Bir gun Hazret-i Hasan KÂbe ’yi tavÂf etti, ardından MakÂm-ı İbrÂhim ’e gidip iki rekÂt namaz kıldı. Sonra yanağını MakÂm ’a koyup ağlamaya başladı:
“Y Rabbî, senin kucuk ve zayıf kulun kapına geldi; AllÂh ’ım, Âciz hizmetcin kapına geldi; y Rabbî, dilencin kapına geldi; Sen ’in yoksulun kapına geldi!” diyor ve bunu defÂlarca tekrar ediyordu.
Sonra oradan ayrıldı. Yolda kuru ekmek parcalarıyla karınlarını doyurmaya calışan yoksul insanlara rastladı. SelÂm verdi. Onlar da Hazret-i Hasan ’ı yemeğe dÂvet ettiler. Hasan (r.a.) yoksullarla birlikte oturdu:
“–Bu ekmeğin sadaka olmadığını bilseydim sizinle birlikte yerdim.” buyurdu ve:
“–Haydi kalkın, bizim eve gidelim!” dedi.
Yoksullar onunla birlikte evin yolunu tuttular. Hazret-i Hasan onlara yemek yedirdi, elbiseler giydirdi ve ceplerine de bir miktar para koydu.” (Ebşîhî, el-Mustatraf, Beyrut 1986, I, 31)
Resûl-i Ekrem ’in kendine Âit ganimetleri kısa zamanda infÂk etmesi ve vefÂt Ânında dahî bu hassÂsiyeti gostermesi, ne kadar ibretlidir:
Allah Resûlu, son derece hasta idi ve Rabbine kavuşma vakti iyice yaklaşmıştı. Bir ara Hz. Ayşe ’ye donup yanında bulunan altı-yedi dinarı fakirlere dağıtmasını emretti. Aradan bir muddet gectikten sonra da dinarların ne olduğunu sordu. O ’nun hastalığı ile meşgûliyet telÂşında olan Hazret-i Âişe ’nin dinarları dağıtmayı unutmuş olduğunu oğrenince, onları isteyip mubÂrek avucuna aldı ve:
“–AllÂh ’ın Peygamberi Muhammed, bunları fakirlere dağıtmadığı, yanında bulundur­duğu hÂlde Rabbine kavuşmayı uygun gorecek değildir!..” buyurduktan sonra, onların hepsini EnsÂr ’ın fakirlerinden beş ev halkına infÂk ettiler. Bundan sonra da:
“–İşte şimdi rahatladım!..” buyurarak hafif bir uykuya daldılar. (Ahmed, VI, 104; İbn-i Sa ’d, II, 237-238)
Ubeydullah bin Abbas anlatıyor:
Bir gun Ebû Zer (r.a.) bana:
“–Ey kardeşimin oğlu! (Sana bir hÂdise anlatacağım).” dedi ve şunları nakletti:
“Bir keresinde Resûlullah ’ın yanında bulunuyordum. Elimden tuttu ve:
«–Ey Ebû Zer! Uhud Dağı benim icin altın ve gumuş olsa hepsini Allah yolunda harcarım, olduğum gun ondan bir kırat[1] bile kalmasını istemem.» buyurdu. Ben de:
«–YÂ ResûlallÂh! Kırat mı yoksa bir kantar mı bırakmazdın?» diye sordum.
«–Ey Ebû Zer! Ben aza indiriyorum, sen coğa kacıyorsun. Ben Âhireti istiyorum, sen ise dunyÂyı! Bir kırat bırakmazdım, bir kırat, bir kırat!» diyerek uc def tekrarladı.” (Heysemî, X, 239)
Allah Resûlu ’nun bu ustun hÂli, yıldızlardaki olculerdir. O ’nu taklit ve takip etmek mecbûriyetinde olan ummeti, bu olculerle mukellef değildir. Ummetin, bu olculere bakarak aynı şekilde hareket etmeye kalkması mahzurludur. Zaten buna guc ve takat yetmez. Zîr buradaki maslahat, yalnız O ’na mahsustur...
Hazret-i Peygamber ’e mahsus maslahattan doğan davranışlar, sadece zikrettiklerimizden ibÂret değildir. Hazret-i Peygamber ’in mîras meselesindeki şahsî tutumu da başkalarına emsÂl değildir. Nitekim O ’nun:
“Biz Peygamberler mîras bırakmayız!” (BuhÂrî, Fardu ’l-Humus, 1) buyurarak nesi var nesi yoksa sağlığında dağıtması, başkalarına ornek teşkil etmez.
Bunun gibi Hazret-i Peygamber ’in eline gecen malları infÂk ederek umûmiyetle fakir olarak yaşamayı tercih ettiği de, bilinen bir gercektir. Bu tutum da O ’nun şahsına munhasır bir maslahatın îcÂbıdır. Bununla fakirliğin mutlak olarak tervic ve teşvik edildiği sanılmamalıdır. BilÂkis yine O ’nun koyduğu; “Veren el, alan elden ustundur!”[2] kÂidesi ile, verebilecek bir durumda olmanın, yÂni meşrû yollardan zenginleşmenin teşvîk edildiği soylenebilir.
Bu sebeple, fakirlik hakkındaki hukumler, teşvik mÂhiyetinde olmayıp ilÂhî takdîre rızÂ, tevekkul ve teslîmiyeti sağlamak maksadına mÂtuftur.
3. Zuhd ve takv olculeri ile yaşamak, fazîlet, azîmet ve Hazret-i Peygamber ’e kurbiyettir (yakınlıktır). Ancak toplumun butun fertleri bu yaşayışa zorlanamaz. Zîr bu, istidat ve kÂbiliyete bağlı bir keyfiyettir. Dolayısıyla duny nîmetlerine tavır ifÂde eden zuhd ve takv sebebiyle ictimÂî hayÂtın dinamizmine bir zarar geleceği ve milletlerin boylece duşmanları karşısında geri kalacağı, mağlup veya perişan olacağı duşunulmemelidir. Toplumun butun fertlerinin tatbikle mukellef bulunduğu şer‘î kÂidelerin muhtevÂsındaki dinamizm ve hamlecilik, boyle bir mahzûru bertaraf eder. Ayrıca, “İki gunu birbirine eşit olan husrandadır!” kÂidesiyle duny nîmetlerine iltifatsızlık, hatt tenezzulsuzluk ifÂde eden zuhd ve takv olculeri arasında da bir tenÂkuz mevcut değildir. Zîr asıl mÂnÂsıyla dunyÂdan istiğnÂ, fiilî ve zÂhirî olmaktan ziyÂde, kalbî ve zihnî bir meseledir.
Nitekim Hazret-i MevlÂn buyurur:
“DunyÂ, Allah ’tan gÂfil olmaktır! DunyÂ, para-pul, kadın, giyim-kuşam değildir! Bunu iyi bil!..”
Buna gore, kalpte bir yeri olmamak ve kullanırken isrÂfa kacmamak şartıyla pek cok mal ve mulke sahip olmak, zuhd ve takvÂya aykırı duşmediği hÂlde, muhabbeti gonle giren ve bundan dolayı da putlaşma temÂyulu gosteren pek az malın zuhd ve takvÂya aykırılığı duşunulurse, bu gercek daha berrak bir sûrette kavranabilir. Peygamberlerden Hazret-i Suleyman ’ın (a.s.) ve AshÂb-ı KirÂm ’dan Hazret-i Ebûbekir, Hazret-i Osman, Hazret-i Talha ve Hazret-i Abdurrahman bin Avf ’ın hÂlleri, bu olcuye ne guzel bir misÂldir.
Diğer taraftan bÂzı zuhd ve takv tezÂhurleri, istiğnÂdan ziyÂde imkÂnsızlıktan doğmuş olabilir. Burada, o imkÂnsızlık sebebiyle isyÂn etmeyip CenÂb-ı Hakk ’ın takdîrine gonulden rÂzı olmak, bu tavrın asıl ozunu teşkil ederken, bunu boyle anlamayıp, varken fiiliyatta yokmuş gibi davranmak da zuhd ve takvÂnın yanlış anlaşılmasından doğan bir durumdur.
Dipnotlar:
[1] Kırat: Beş adet orta arpa ağırlığında bir ağırlık olcusu. Yaklaşık 0.2125 grama tekÂbul eder. [2] Bkz. BuhÂrî, ZekÂt, 18, 50; NafakÂt, 2; Muslim, ZekÂt, 94-97, 107, 124.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Rahmet Peygamberi, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan