
Musluman elinden geleni yapar ve sonra tevekkul eder. Rızkını verenin kim olduğunu bilir ve Rabb'ine hamd eder. Cunku bizler hakkımızda ne hayırlı ne şer bilemeyiz. Bizlere verilen ve bizim de hayır saydığımız şey belki bizim icin şer, şer bildiğimiz ise hayır olabilir. Bu sebebiyetle dua ederken surekli hayırlı olan istenmelidir. Peki bizler bunları hayatımzda nasıl uygulayacağız? Bunun yontemi yolu nedir?Şeyh SĂ‚dî Hazretleri buyurur:
“Ey Âdemoğlu! Bazen nîmet icinde mağrur ve gĂ‚fil; bazen yoksulluk icinde umitsiz ve mahzunsun… İşte neşeli ve kederli zamanındaki hĂ‚lin budur. Bilmem ki Rabbine kulluğu ne zaman edeceksin?!.”
[CenĂ‚b-ı Hak, Fecr Sûresi ’nde insanoğlunun bu zaafına şoyle işaret buyuruyor:
“İnsan var ya, Rabbi kendisini imtihan edip de ikramda bulunduğunda ve bol nîmet verdiğinde (sevinir ve) «Rabbim bana ikram etti» der.
Onu imtihan edip rızkını daralttığında ise (uzulur) «Rabbim beni onemsemedi» der.” (el-Fecr, 15-16)
Gaybı Allah ’tan başkası bilemez. Hakkımızda neyin hayır, neyin şer olduğunu, Rabbimiz elbette bizden daha iyi bilir. Dolayısıyla, CenĂ‚b-ı Hakk ’ın bizim icin takdîr ettiği, bizim kendimiz icin arzu ettiğimizden daha hayırlıdır. Kul, Rabbinin takdîrinden rĂ‚zı olacak ki, Rabbi de kulundan rĂ‚zı olsun.
PEYGAMBER EFENDİMİZ'DEN SAÂDET RECETESİRasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz, gonul huzuruna erebilmek icin gereken saĂ‚det recetesini şoyle ifade buyurmuşlardır:
“Hayat şartları sizinkinden daha aşağı olanlara bakınız; sizden daha iyi olanlara bakmayınız! Bu, AllĂ‚hʼın, uzerinizdeki nîmetini kucuk gormemeniz icin daha uygun bir davranıştır.” (Muslim, Zuhd, 9)
“…Kim dîni hususunda kendisinden ustun olana bakıp ona tĂ‚bî olur, dunyası hususunda da kendinden aşağı olana bakıp AllĂ‚h ’ın kendisine vermiş olduğu ustunluğe hamd ederse, Allah o kişiyi şukredici ve sabredici olarak yazar…” (Tirmizî, KıyĂ‚met, 58/2512)
Gaflete muptelĂ‚ pek cok insan; fakirlik, yokluk, darlık ve mahrûmiyetin mutlak mĂ‚nĂ‚da bir şer olduğunu zanneder. HĂ‚lbuki nicelerini istikĂ‚mette tutan, bu mahrûmiyetleridir. Fakat bunun farkında değillerdir.
Yine bazıları da; zenginlik, servet, rahatlık ve bolluğun mutlak mĂ‚nĂ‚da bir hayır olduğunu zannederler. HĂ‚lbuki herkesin terazisi, varlık imtihanı kaldıracak kudrette değildir. Varlıkta da yoklukta da sabır ve şukur ehli olanlar, azın azıdır.
Onceleri sĂ‚lih bir kul iken dunya nîmetleriyle imtihan edildiğinde şımarıp azgınlaşan SĂ‚lebe ’nin hazin Ă‚kıbeti, bunun cok ibretli bir misĂ‚lidir.
Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimizʼin SĂ‚lebeʼye yaptığı şu îkaz, hepimiz icin buyuk bir ders mĂ‚hiyetindedir:
“Şukrunu edĂ‚ edebileceğin az mal, şukrunu edĂ‚ edemeyeceğin cok maldan hayırlıdır…” (Taberî, CĂ‚miu ’l-BeyĂ‚n, XIV, 370-372)
Bu yuzden îman ve irfan ufkundan baktığımızda; AllĂ‚h ’a hangi durumda daha yakın isek, o hĂ‚li kendimiz icin daha hayırlı gormemiz îcĂ‚b eder.
HZ ALİ'DEN BİR ÎZAH
Hazret-i Ali -radıyallĂ‚hu anh- ’ın naklettiği şu hĂ‚dise, bu hakîkati ne guzel îzah etmektedir:
“Biz Hazret-i Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ile birlikte mescitte oturuyorduk. Mus ’ab bin Umeyr -radıyallĂ‚hu anh- cıkageldi. Uzerindeki, kurk parcalarıyla yamanmış hırkasından başka bir şeyi yoktu. Allah Rasûlu, Mus ’ab ’ı gorunce, onun Mekke ’de bol nîmetler icindeki hĂ‚liyle şimdiki yoksul hĂ‚lini duşundu ve gozyaşlarına hĂ‚kim olamayıp ağladı. Sonra da (ummetinin istikbĂ‚linden bir manzarayı haber vererek) şoyle buyurdu:
«–Birinizin sabahleyin ayrı, oğleden sonra ayrı guzel elbise giydiği, onune bir tabağın konup otekinin kaldırıldığı, evlerinizi KĂ‚be ’nin ortulduğu gibi ortulere burundurduğunuz (yani dunya lezzetlerinin onunuze serildiği) zaman hĂ‚liniz nice olur?!»
Orada bulunanlar:
«–Ey AllĂ‚h ’ın Rasûlu! Tabiî ki o gun hĂ‚limiz bugunkunden daha iyi olur. Cunku o zaman gecim derdimiz olmaz, kendimizi tamamen ibadete veririz.» dediler.
Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
«–BilĂ‚kis bugun siz, o gunden daha hayırlı durumdasınız.» buyurdu.” (Tirmizî, KıyĂ‚met, 35/2476)
Dolayısıyla kul icin nîmetin azlığının mı, cokluğunun mu hayırlı olduğu mechuldur. MeselĂ‚ kulu Rabbine yakınlaştıran bir mahrûmiyet, onu Rabbinden uzaklaştıran nĂ‚iliyetten daha hayırlıdır. Muhim olan; kahırda da lûtufta da, hayır ve şerrin Allah ’tan olduğunu unutmamaktır. AllĂ‚h ’ın bizi bazen hayırla bazen de şerle imtihan ettiğini hatırımızdan cıkarmamaktır.
HZ OMER'DEN BİR ÎZAHHazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh-:
“Zenginlik de fakirlik de aynı şekilde birer binektir. Hangisine bineceğime aldırmıyorum.” buyurmuştur.
Suleyman -aleyhisselĂ‚m-, nĂ‚mutenĂ‚hî bir varlık ve saltanat sahibi kılınmıştı. Fakat dunya nîmetleri aslĂ‚ kalbini işgal etmemiş, nîmetlerin asıl sahibi olan AllĂ‚h ’a dĂ‚imĂ‚ şukur hĂ‚linde bulunmuştu. Bu guzel hĂ‚li sebebiyle de CenĂ‚b-ı Hakk ’ın; “ne guzel kul”[1] iltifĂ‚tına mazhar olmuştu.
Ote yandan yokluk ve hastalıklarla imtihan edilen Eyyûb -aleyhisselĂ‚m- da, bu imtihanı kendisine takdîr edenin Allah TeĂ‚lĂ‚ olduğu idrĂ‚ki icinde, dĂ‚imĂ‚ hĂ‚line rızĂ‚ gostermiş, hicbir zaman şikĂ‚yet etmemiştir. Eyyûb -aleyhisselĂ‚m- da bu rızĂ‚ ve teslîmiyeti ile Rabbimiz ’in “ne guzel kul”[2] iltifĂ‚tına mazhar olmuştur.
Dolayısıyla Ă‚rif mu ’minler, hangi şartlarda imtihan edildiklerine değil, o imtihanlarda CenĂ‚b-ı Hakk ’ın rızĂ‚sını ne kadar kazanabildiklerine bakarlar. Onların derdi; hangi imkĂ‚na sahip oldukları değil, o imkĂ‚nla ne kadar CenĂ‚b-ı Hakk ’a yaklaşabildikleridir.
HAYIR VE ŞER ALLAH'TANDIR - VİDEO
YUNUS EMRE HAZRETLERİ'DEN BİR ÎZAHBunun icindir ki Yunus Emre Hazretleri şoyle der:
Ne varlığa sevinirim,
Ne yokluğa yerinirim,
Aşkın ile avunurum,
Bana Sen ’i gerek Sen ’i!..
Hakîkaten, dunyalar bizim olsa, fakat Allah ’tan gĂ‚fil olsak, Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’i tanımamış olsak, İslĂ‚m ve îman nîmetlerinden mahrum kalsak, bunun ne kıymeti olurdu?.. Zira bu dunyadaki omrumuz de, dunya da fĂ‚nîliğe mahkûm… Fakat îmĂ‚nın getireceği huzur ve saĂ‚det ise, ebedî…
Unutmayalım ki, dunyanın en mesut insanları; her istediğini, dilediği anda bulabilenler değil, Rabbini her an kalbinde bulabilen sĂ‚lih mu ’minlerdir.
Yine dunyanın en bahtiyar insanları; eldekine kanaatle huzura kavuşan, hamd, rızĂ‚ ve şukurle zenginleşen deryĂ‚ gonullu mu ’minlerdir.
Muhim olan; “gonul zengini” olabilmektir. Bu ilĂ‚hî imtihan Ă‚leminde ne kadar kırık kalbi tesellî edebilirsek, ne kadar mahzun ve mazlumların gonlunu alabilirsek, o kadar gonul zenginiyiz demektir. Gercek zenginlik de budur.
HZ MEVLÂNÂ'DAN BİR ÎZAHMevlĂ‚nĂ‚ Hazretleri ne guzel buyurur:
“Sen varını-yoğunu, malını-mulkunu ver de bir gonul yap! Yap da o gonul; mezarda, o kapkara gecede sana ışık versin!..
AllĂ‚h ’ın huzûruna altın dolu binlerce kese gotursen, CenĂ‚b-ı Hak:
«Biz ’e bir şey getirmek istiyorsan, kazanılmış bir gonul getir! Cunku altın, gumuş Biz ’im icin bir şey değildir. Eğer Biz ’i ve rızĂ‚mızı istiyorsan, bunun ancak bir gonul kazanmaya bağlı olduğunu unutma!..» buyurur.”
VelhĂ‚sıl gercek servet, gonulden yukselen hayır-duĂ‚ların meydana getirdiği ebedî saĂ‚det sermĂ‚yesidir.]
ŞEYH SÂDİ HAZRETLERİ'NDEN BİR ÎZAHŞeyh SĂ‚dî Hazretleri buyurur:
“İnsanın kalbi dunyaya meyledince, bala duşmuş sinek gibi olur.”
[Kalbe musallat olan dunya hırsı, kulu mĂ‚nen helĂ‚ke surukleyen bir girdap gibidir. O girdaba kapılan, cırpındıkca daha cok batar.
MUHYİDDÎN-İ ARABÎ HAZRETLERİ'NDEN BİR ÎZAH
Muhyiddîn-i Arabî Hazretleri bu hakîkati şoyle ifade buyurur:
“MaddiyĂ‚ta meyledenler icin hayat, deniz suyu icmeye benzer; ictikce susarlar, susadıkca icerler.”
İlĂ‚hî imtihan gereği, dunya nîmetlerine bir cĂ‚zibe, kula da o cĂ‚zibelere karşı kuvvetli bir temĂ‚yul verilmiştir.
Âyet-i kerîmede buyrulur:
“NefsĂ‚nî arzulara, (ozellikle) kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gumuşe, salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere karşı duşkunluk; insanlara cekici kılındı. Bunlar, dunya hayatının gecici menfaatleridir. HĂ‚lbuki varılacak guzel yer, AllĂ‚h ’ın katındadır.” (Âl-i İmrĂ‚n, 14)
Mu ’minin vazifesi, bu “cezb ve incizĂ‚b” kĂ‚nunu, yani dunyanın cekiciliği ve nefsin dunyaya duşkunluğu arasında, kulluk istikĂ‚metini muhĂ‚faza etmektir. Gonlunu dunya nîmetlerinin esiri etmemektir.
Bunu temin ettikten sonra, dunya ile meşgûliyetin bir zararı yoktur. Nitekim Ă‚yet-i kerîmede:
“AllĂ‚h ’ın sana verdiğinden (O ’nun yolunda harcayarak) Ă‚hiret yurdunu iste; ama dunyadan da nasîbini unutma!..” (el-Kasas, 77) buyrulmaktadır.
Dunyadan nasîbimizin olcusunu de, gunumuz toplumunun luks ve israfına bakarak değil, Allah Rasûlu ve ashĂ‚b-ı kirĂ‚mın hayatına bakarak belirlememiz gerekir. Zira CenĂ‚b-ı Hak, Tevbe Sûresi ’nin 100. Ă‚yetinde bize MuhĂ‚cirleri, EnsĂ‚r ’ı ve onlara tĂ‚bî olan ihsan sahiplerini ornek gostermektedir. Gunumuz toplumunun hastalıklarından olan aşırı tuketim, luks ve israf ise, sahĂ‚be toplumunun tanımadığı bir hayat tarzıydı.
BİR KİMSE HERHANGİ BİR İŞİN KENDİSİ İCİN HAYIRLI OLUP OLMADIĞINI NASIL ANLAR? - VİDEO
MUHAMMED PÂRİS HAZRETLERİŞu hĂ‚dise, dunyadan nasibin hangi kalbî keyfiyetle aranacağını ne guzel îzah etmektedir:
Muhammed PĂ‚risĂ‚ Hazretleri, hacca giderken uğradığı Bağdat şehrinde nur yuzlu genc bir sarrafa rastlar. Gencin bircok muşteriyle durmadan alışveriş hĂ‚linde olup zamanını aşırı dunyevî meşgûliyetlerle gecirdiğini duşunerek uzulur. İcinden:
“–Yazık! Tam da en guzel şekilde ibadet ve hizmet edecek bir cağda kendisini dunya meşgalesine kaptırmış!” der. Bir an murĂ‚kabeye varınca da, altın alıp satan bu gencin kalbinin Allah ile beraber olduğunu hayretle muşĂ‚hede eder. Bu sefer:
“–MĂ‚şĂ‚allĂ‚h! El kĂ‚rda, gonul Yar ’da!..” diyerek genci takdîr eder.
Boyle sĂ‚lih mu ’minler hakkında Ă‚yet-i kerîmede şoyle buyrulur:
“(Oyle hakîkî

Demek ki kulun dunya ile hadd-i lĂ‚yığında, yani kifĂ‚yet miktarı alĂ‚kadar olmasında beis yoktur. HattĂ‚ bu, başkalarına yuk olmamak ve infaklarla CenĂ‚b-ı Hakk ’a daha cok yaklaşabilmek icin son derece luzumludur. Muhim olan, bu alĂ‚kanın olcusunu kacırmamaktır. Yani dunyevî muhabbet ve endişelerin, gonlu işgal etmesine fırsat vermemektir.
Zira CenĂ‚b-ı Hak, gonullerimizi îman, ihlĂ‚s, takvĂ‚, mĂ‚rifetullah ve muhabbetullĂ‚h ’ın tecellîgĂ‚hı olsun diye yaratmıştır. Gonul sarayındaki tahtın, yalnızca kendisine tahsis edilmesini dilemiştir. Bu yuzden o tahtı, dunya muhabbetlerinin işgĂ‚l etmesi, ilĂ‚hî muhabbetten mahrûmiyetin baş sebebidir.
Bir hadîs-i şerîfte bildirildiği uzere Allah katında dunyanın, bir sivrisineğin kanadı kadar bile değeri yoktur.[3] Bu yuzden AllĂ‚h ’ı unutarak Ă‚deta dunya metĂ‚larının kasası hĂ‚line donuşen kalplere CenĂ‚b-ı Hak buğzeder.]
Şeyh SĂ‚dî Hazretleri buyurur:
“Başkalarının elindekine tamah etmeyi bırak da (kanaat ve rızĂ‚nın) saltanatını sur. İhtirĂ‚sı bırakanın şerefi yukselir.”
[Bir gun, Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’e bir adam gelerek:
“–YĂ‚ RasûlĂ‚llah! Bana oyle bir amel soyle ki onu yaptığım zaman beni Allah da, insanlar da sevsin.” dedi.
Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ona:
“–Dunyaya karşı zĂ‚hid ol, ona rağbet gosterme ki Allah seni sevsin. İnsanların ellerinde bulunan şeylere karşı zĂ‚hid ol, onları isteme ki insanlar da seni sevsin.” buyurdu. (İbn-i MĂ‚ce, Zuhd, 1)
İstiğnĂ‚, yani gonul zenginliği, ham huviyetten kurtulup kemĂ‚le eren takvĂ‚ ehli mu ’minlerin vasfıdır. Muhtac olsa dahî, Allah ’tan başkasından bir şey istememektir. İstiğnĂ‚ hĂ‚linin, kulu ilĂ‚hî lûtuflara eriştirdiğini gosteren şu hĂ‚dise ne kadar ibretlidir:
Ebû Saîd -radıyallĂ‚hu anh-, mĂ‚ruz kaldığı aclık yuzunden karnına taş bağlayan sahĂ‚bîlerdendi. Annesi ona:
“–Kalk, Rasûl-i Ekrem -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’e git, O ’ndan bir şeyler iste. Falan adam Rasûl-i Ekrem ’e gitmiş, O da onun imdadına yetişmiş. FilĂ‚n da gitmiş, o da nîmete nĂ‚il olmuş. Haydi sen de git, belki bir hayırla donersin.” dedi.
Ebû Saîd -radıyallĂ‚hu anh- ise vĂ‚lidesine cevĂ‚ben:
“–Hele dur bakalım, bir şeyler arayalım, bulamazsak oyle gidelim.” dedi. Fakat butun aramaları ve gayretleri boşa cıktı. Bunun uzerine caresiz, Fahr-i KĂ‚inat Efendimiz ’e gitmeye karar verdi. Efendimiz ’in huzûruna girdiğinde O ’nu hutbe îrĂ‚d ederken buldu ve hutbeyi dinlemeye koyuldu. Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- hutbesinde şunları soyluyordu:
“İstiğnĂ‚ gosteren ve iffetini muhafaza eden insanları, CenĂ‚b-ı Hak Ă‚lemden mustağnî kılar.”
Ebû Saîd -radıyallĂ‚hu anh-, bu sozu işittikten sonra Efendimiz ’den bir şey istemeye cesaret edemedi ve eli boş bir vaziyette evine dondu.
Kendisi bundan sonraki hĂ‚lini şu şekilde anlatıyor:
“Rasûl-i Ekrem -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’den bir şey isteyemeden evime donduğum hĂ‚lde CenĂ‚b-ı Hak bize rızkımızı gonderdi. İşimiz o kadar yoluna girdi ki, EnsĂ‚r icinde bizden daha zengini yoktu.” (Ahmed, III, 449)]
Şeyh SĂ‚dî Hazretleri buyurur:
“Ac gozlu, haris birisine butun dunyayı versen doymaz. LĂ‚kin kanaatkĂ‚r insan, bir kuru ekmekle doyar.”
[MĂ‚nevî terbiye gormemiş ham bir nefis, ne kadar nîmete nĂ‚il olursa olsun doymak bilmez. Bu doyumsuzluğun rûhunda meydana getirdiği huzursuzluk, bir an olsun onun yakasını bırakmaz.
HĂ‚lbuki îman nûruyla gonul huzuruna kavuşmuş bir mu ’min, kifĂ‚yet miktarı bir rızka hamd eder, hattĂ‚ onu bile paylaşacak insan arar.
Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz, nefsĂ‚nî arzularına rĂ‚m olan insanın ac gozluluğunu şoyle tasvir buyurur:
“İnsanoğlunun bir vĂ‚di dolusu altını olsa, bir vĂ‚di daha ister. Onun gozunu topraktan başka bir şey doyurmaz…” (BuhĂ‚rî, Rikāk, 10; Muslim, ZekĂ‚t, 116-119)
Hakîkaten, gozunu hırs burumuş bir insana butun dunya verilse; “Acaba Ay ’dan da bir parsel alabilir miyim?..” diye duşunur. Yani onun dunya hırsı, tatmin edildikce daha da artar. Nasıl ki bir yangını odun değil su sondururse, nefsin ihtirĂ‚sını sondurmek icin de ona dunyayı değil, dunyaya buyuk vedĂ‚ olan olumu ve Ă‚hireti sıkca hatırlatmak gerekir.
Maalesef gunumuzde, Ă‚hiretsiz bir dunyaya îman etmiş materyalist ve kapitalist nefislerin ihtirasları, insanlığı felĂ‚ketten felĂ‚kete surukluyor. Afrika ’nın yeraltı zenginliklerini somurmek isteyenler, o bolgenin insanlarını pek cok mahrûmiyete mahkûm ediyor. Suriye ’de bir toprak kavgası sebebiyle nice insan canlarından, niceleri de yurtlarından ediliyor. Fakat zĂ‚limlerin ihtirĂ‚sı yine de dinmek bilmiyor. Bugunku mazlum İslĂ‚m coğrafyasının manzarası, bunun acı tezĂ‚hurleriyle dolu…]
Şeyh SĂ‚dî Hazretleri buyurur:
“İki şey aklen muhaldir: Biri, ezelden takdir edilmiş rızıktan fazlasını yemek; oteki de ecel gelmeden once olmek.”
[Rızık ve omur, ezelden takdir edilmiştir. Ne hırsla rızık artar, ne de korkunun ecele faydası vardır.
Rızık endişesi veya daha cok kazanma hırsıyla ilĂ‚hî hudutları ciğneyerek haram ve kerĂ‚hetlere meyletmek ne kadar yanlışsa, şu fĂ‚nî cihanda biraz daha yaşayabilmek icin istikĂ‚metten tĂ‚viz vermek de o kadar yanlıştır. Canına ve malına duşkunluk sebebiyle, Allah icin yapılacak gayret ve fedakĂ‚rlıklardan kacınmak, bir îman zaafıdır.
Nitekim muslumanların yetmiş şehid verdiği Uhud ’dan sonra Medîne ’deki munĂ‚fıklar, yaptıkları ihĂ‚net ve sahtekĂ‚rlıkları bir mĂ‚rifetmiş gibi gosterip muslumanlara akıl vermeye kalkıştılar:
“–O olenler, bizim sozumuzu dinleselerdi, şimdi olmemiş olacaklardı.” dediler. Onların bu hĂ‚line Kur ’Ă‚n-ı Kerîm cok sert bir tehditle cevap verdi:
“(Evlerinde) oturup da kardeşleri hakkında: «−Bize uysalardı, oldurulmezlerdi.» di­yenlere: «−Eğer doğru sozlu insanlarsanız, canlarınızı olumden kurtarın bakalım!» de!” (Âl-i İmrĂ‚n, 168)
Diğer bir Ă‚yet-i kerîmede de şoyle buyrulmaktadır:
“Hic kimse yok ki, olumu AllĂ‚h ’ın iznine bağlı olmasın. (Olum) belli bir sureye gore yazılmıştır…” (Âl-i İmrĂ‚n, 145)
Pek cok ibadet ve hizmet, ancak sıhhat ve Ă‚fiyet nîmetiyle îfĂ‚ edilebilir. Dolayısıyla canı ve sıhhati muhĂ‚faza icin tedbir almak elbette zarûrîdir. Fakat cana ve mala olan aşırı duşkunluk sebebiyle kulun Allah yolundaki gayret, hizmet ve fedakĂ‚rlıklardan uzak kalması, ebedî kurtuluş icin son derece mahzurludur.
Bir kelĂ‚m-ı kibarda şoyle buyrulur:
“Şu uc vasıftaki insan Allah ’tan uzaktır:
1) Rahatını duşunerek hizmetten kacanlar.
2) FĂ‚sıklarla hemhĂ‚l olanlar.
3) Hassas olduklarını bahĂ‚ne ederek, yani «icim kaldırmıyor» diyerek mĂ‚temlerin civĂ‚rından uzak duranlar.”
CenĂ‚b-ı Hak, şeytanın kalplere verdiği “olum” ve “fakir duşme” korkusunu aşarak canını ve malını Allah yolunda comertce bezleden kulları icin:
“Allah mu ’minlerden, canlarını ve mallarını, kendilerine (verilecek) Cennet karşılığında satın almıştır…” (et-Tevbe, 111) buyurmaktadır.
Bu ilĂ‚hî mujdeye nĂ‚il olmak yerine -munĂ‚fıkların yaptıkları gibi- Allah yolundaki gayretlerden geri durmak, hic kimseyi kendisine ezelde takdir edilmiş olan omur ve rızıktan daha fazlasına eriştiremez.
SevbĂ‚n -radıyallĂ‚hu anh- ’ın naklettiğine gore Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz şoyle buyurmuşlardır:
“Size saldırmak uzere, yabancı kavimlerin, tıpkı sofraya cağrışan yiyiciler gibi birbirlerini cağıracakları zaman yakındır.”
Orada bulunanlardan biri:
“–O gun sayıca az olacağımız icin mi bu durum başımıza gelecek yĂ‚ RasûlĂ‚llah!?” diye sordu.
Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-:
“–Hayır, bilĂ‚kis o gun, siz cok olacaksınız. LĂ‚kin sizler, bir selin getirip yığdığı cer-cop misĂ‚li, hicbir ağırlığı olmayan kimseler durumunda olacaksınız. Allah, duşmanlarınızın kalbinden size karşı korku duygusunu cıkaracak ve sizin kalplerinize zaafı koyacak!” buyurdular.
“–Zaaf da nedir ey AllĂ‚h ’ın Rasûlu?” denilince de:
“–Dunya sevgisi ve olum korkusu!” buyurdular.” (Ebû DĂ‚vûd, MelĂ‚him, 5/4297)
Demek ki kalpler, Ă‚hiret yerine dunyaya meylettiğinde; mu ’minin heybeti, vakĂ‚rı, şahsiyeti kaybolmakta, bu da zilleti beraberinde getirmektedir. Bu, fert plĂ‚nında olduğu gibi, toplum plĂ‚nında da boyledir. Nitekim tarihe baktığımızda da bu hakîkati acıkca gormekteyiz:
EcdĂ‚dımız Osmanlı, îlĂ‚-yı kelimetullah dĂ‚vĂ‚sının sancaktarlığı hizmetini canından azîz bilip Allah yolunda fedakĂ‚rca koştuğu zaman, 400 cadırlık bir aşiretten 24 milyon kilometrekarelik bir cihan devletine ulaştı. Ne zaman ki -LĂ‚le devrinde olduğu gibi- SĂ‚dĂ‚bĂ‚d eğlenceleri ve dunya zevklerine temĂ‚yul baş gosterip uhrevî endişeler geri plĂ‚na duşmeye başladı; CenĂ‚b-ı Hak da o muazzam nîmetini geri aldı. Neticede koskoca İslĂ‚m Ă‚lemi bugunku perişan durumuna duştu.
Bu mĂ‚kus tĂ‚lihi tersine cevirmek ve dunyada da Ă‚hirette de huzura kavuşabilmek icin, evvelĂ‚ gonullerimizin rotasını esas hayat olan Ă‚hirete cevirmeliyiz. Zira tarihimizde olduğu gibi, yonumuz Ă‚hiret olursa, dunya da peşimizden gelir. Fakat kalplerimiz dunyaya meylederse, ne dunyayı ne de Ă‚hireti kazanabiliriz.]
CenĂ‚b-ı Hak, Ă‚lem-i İslĂ‚m ’a yeniden bir uyanış, silkiniş ve oze donuş ihsĂ‚n eylesin. Elimizle, dilimizle ve gonulden duĂ‚larımızla, dunyanın dort bir yanındaki mazlum musluman kardeşlerimize sahip cıkabilmeyi, cumlemize nasip ve muyesser eylesin.
Âmîn!..
Dipnotlar:
[1] Bkz. SÂd, 30.
[2] Bkz. SÂd, 44.
[3] Bkz. Tirmizî, Zuhd, 13.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 2017 – Ocak, Sayı: 371, Sayfa: 032
İslam ve İhsan