
İslĂ‚m ’ın esĂ‚sı îman, hedefi ise sĂ‚lih ameller ve guzel ahlĂ‚ktır. İslĂ‚m sadece vicdanda gizlenmesi lĂ‚zım gelen bir şey değildir. Zira fikir ve kalp sahasında kalarak amelî bir sûrette yaşanmamış olan herhangi bir hakîkatin, ne kadar yuksek olursa olsun, pek fazla kıymeti yoktur.
İSLÂM TAM MÂNÂSIYLA BİR HAYAT DİNİDİR
İnsan, inandığı bir hakîkate diliyle tercuman olmaz ve onu fiilen yaşamazsa, ona olan îman ve muhabbeti yavaş yavaş zayıflar. Bunun icin İslĂ‚m, yalnız nazarî ve îtikĂ‚dî esasları değil, amelî hukumleri de tĂ‚lim etmiştir. Yani İslĂ‚m, tam mĂ‚nĂ‚sıyla bir hayat dînidir. Kalbin en derin noktasından başlayarak onu tamamen saracak olan îman, lisandan Ă‚b-ı hayat gibi akacak, sonra da butun vucûda ve muhîte sirĂ‚yet edecektir.
ÎMAN NASIL MUHÂFAZA EDİLİR?
Îman, kuru bilgiler ve nazariyĂ‚t ile değil, hakîkatler karşısında tefekkuru ziyĂ‚deleştirip kalbî Ă‚lemde derinleşme ve ibĂ‚detleri rûhĂ‚niyetle edĂ‚ edebilme neticesinde muhĂ‚faza edilir. Eğer dıştaki ibĂ‚det kalesi zayıflarsa onun icindeki îman kalesi de tehlikeye duşer. ÎmĂ‚nı bir lĂ‚mbaya benzetirsek, ibĂ‚detler, ceşitli yonlerden esen ruzgĂ‚rlar karşısında onu sonmekten koruyan ve ışığını daha da ziyadeleştiren bir fĂ‚nus gibidir.
İLİM TATBİK VE TECRUBE İLE GELİŞİR
İlim, ancak tatbik ve tecrube ile gelişir ve kokleşerek meleke hĂ‚line gelir. TatbikĂ‚ta konulmayan kuru bilginin muhafazası cok zor olduğu gibi, faydası da yok denecek kadar azdır. Aynı şekilde îmĂ‚nın insanda kokleşip yerleşmesi de ancak ibĂ‚detler sĂ‚yesinde mumkundur.
Îman neşvesinin hazzı, mubĂ‚rek ve has kullarda butun fĂ‚nî neşvelerin uzerine cıkmıştır. Dunyevî acı, ıztırap ve elemlerin yakıcı, dayanılmaz ve helĂ‚k edici şiddetini Ă‚deta yok etmiştir:
İBÂDETLER ÎMAN LEZZETİ VERİR
MûsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ’a karşı musĂ‚bakaya cıkan sihirbazlar îmĂ‚n edince, zĂ‚lim Firavun onların kol ve ayaklarını capraz keserek hurma kutuklerine astırdı. Bu yeni muslumanlar, Firavun ’un buyuk zulmu karşısında beşerî bir acziyet gosterip îmĂ‚nen zaafa duşme endişesiyle ellerini semĂ‚ya kaldırdılar:
“YĂ‚ Rabbî! Uzerimize sabır yağdır; canımızı musluman olarak al!..”[1] diye CenĂ‚b-ı Hakk ’a ilticĂ‚ ettiler. Ve nihayet şehĂ‚detin lĂ‚hûtî hazzı icerisinde Rablerine kavuştular.
Samîmî birer musluman olan ilk Îsevîler de, sirklerde arslanların dişleri arasında parcalanma pahĂ‚sına da olsa tevhîd inancında sebĂ‚t ettiler. Tattıkları ulvî lezzetler icinde şehĂ‚det şerbetini aşk ile ictiler.
Onceleri eline bir iğnenin batmasından dahî korkan Hazret-i Sumeyye -radıyallahu anhuma-, îmĂ‚nın ulvî hazzını tattıktan sonra, muşriklerin kızgın demirlerle vucûdunu dağlamalarına rağmen buyuk bir tahammul gosterdi. ÎmĂ‚nından aslĂ‚ tĂ‚viz vermedi. Vahşî işkencelere mĂ‚ruz kaldıktan sonra, bir ayağı bir deveye, diğer ayağı da başka bir deveye bağlanarak canavarca parcalandı. Kocası Hazret-i YĂ‚sir -radıyallahu anh- da yaşlı ve zayıf bir kimse olmasına rağmen tahammul otesi bir sabır gosterdi. NihĂ‚yetinde o da şehĂ‚det şerbetini icti. Boylece YĂ‚sir Ă‚ilesi y İslĂ‚m ’ın ilk şehîdleri oldular.[2] Îmanlarının bedelini, onu aşkla yaşayarak ve canlarıyla odediler.
Hazret-i BilĂ‚l ’in o dĂ‚sitĂ‚nî hĂ‚li de aynı likàullah (AllĂ‚h ’a kavuşma) neşvesi sĂ‚yesindedir. BilĂ‚l -radıyallahu anh- da, azgın ve gozu donmuş muşriklerin ağır işkenceleri altında siyah derisinden kırmızı kanlar akarken vucûdu bir pelteye donduğu hĂ‚lde «Ehad, Ehad, Ehad… Allah birdir, Allah birdir, Allah birdir.» diyordu. Acı ve ıztıraptan ziyĂ‚de îmĂ‚nın ulvî zevkini tatmış bir gonulle likàullah hazzını yaşıyordu. Zira onlar, İslĂ‚m nîmetinin buyukluğunu gercek mĂ‚nĂ‚da idrĂ‚k hĂ‚linde idiler. Boylece her iki dunyada da ilĂ‚hî izzetlerin kapılarını aşk ve vecdleriyle aralamasını bildiler. FĂ‚nî omurleri:
“Ey îmĂ‚n edenler! Allah ’tan, O ’na lĂ‚yık bir takvĂ‚ ile korkun ve ancak musluman olarak can verin!”[3] emr-i ilĂ‚hîsinin muhtevĂ‚sı icinde son bularak gercek ve ebedî hayata nĂ‚il oldular.
Onların ardından gelen mu ’min nesiller de İslĂ‚m ’ı başlarına tĂ‚c ettikleri her demde azîz oldular.
İBÂDETLER YAPILMAZSA ÎMÂN ZAYIFLAR
İbĂ‚detlerle takviye edilmeyen bir îman ise, zamanla zayıflayacağı icin, insanın davranışları uzerindeki musbet tesirini kaybeder. ÎmĂ‚nın tesiri zayıfladıkca da insan menfî duygulara ve kotu ahlĂ‚ka suruklenerek muhtelif gunah ve kotulukleri işlemeye başlar.
CenĂ‚b-ı Hak, ibĂ‚detin hikmetine temas ederek şoyle buyurur:
“Ey insanlar! Sizi ve sizden oncekileri yaratan Rabb ’inize ibadet (kulluk) ediniz. Umulur ki, boylece takvĂ‚ya ermiş (gunahlardan korunmuş ve AllĂ‚h ’ın emirlerini yerine getirmiş) olursunuz.” (el-Bakara, 21)
İBÂDETLER ALLAH'A YAKLAŞTIRIR
Gunahlardan korunup ibadetlerine devam eden bir kul da her dem AllĂ‚h ’a yaklaşıyor demektir. Rasûlullah -sallĂ‚llahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bunu şoyle ifade buyurmuşlardır:
“Allah TeĂ‚lĂ‚ şoyle buyurdu:
«Her kim Ben ’im bir dostuma duşmanlık ederse, Ben de ona harp îlĂ‚n ederim. Kulum kendisine farz kıldığım amellerden daha sevimli herhangi bir şeyle Bana yakınlık kazanamaz. Kulum Bana, (farzlara ilĂ‚veten işlediği) nĂ‚file ibadetlerle durmadan yaklaşır, nihayet Ben onu severim. Kulumu sevince de Ben onun işiten kulağı, goren gozu, tutan eli ve yuruyen ayağı olurum. Ben ’den her ne isterse, onu mutlaka veririm; Bana sığınırsa, onu korurum...»” (BuhĂ‚rî, RikĂ‚k, 38. Ayrıca bkz. Ahmed, VI, 256; İbn-i HibbĂ‚n, Sahîh, II, 58/347)
BĂ‚zı rivĂ‚yetlerde şu ilĂ‚ve vardır:
“…Akleden kalbi ve konuşan dili olurum.” (TaberĂ‚nî, Kebîr, VIII, 221/7880; Heysemî, II, 248)
İbadetler, rûhî tekĂ‚mulu sağlayarak nihayetinde kişiyi Cehennem ’den kurtarıp Cennet ’e nĂ‚il eder. Âhirette insana faydası dokunacak yegĂ‚ne sermĂ‚ye, îmanla yapılan ibadetler ve amel-i sĂ‚lihlerdir. Toprağın sînesine ancak amel-i sĂ‚lihlerimizle gomuleceğiz.
MevlÂn Hazretleri ne guzel buyurur:
“Gideceğin yerde yalnız kalmayı istemiyorsan, hayırdan, iyilikten, ibadetten birer evlĂ‚dın (yani yardımcın) olsun!” (DîvĂ‚n-ı Kebîr, II, 692)
İBÂDETLERİN İNSAN PSİKOLOJİSİNE FAYDALARI
İbĂ‚detlerin insanın rûhî yapısı uzerinde pekcok musbet tesiri vardır. İbadetlerin her biri ayrı bir keyfiyet taşır ve her biri ruhlara verilen mĂ‚nevî birer gıdĂ‚ ve vitamin mesĂ‚besindedir. İbadetlerini yerine getiren bir mu ’min, mĂ‚nen kuvvetli olur ve gonul huzûru icinde yaşar. Hayatta karşılaştığı mĂ‚nîler, zorluklar ve imkĂ‚nsızlıklar karşısında ye ’se kapılmaz, strese duşmez. İbadetlerini ihmĂ‚l eden kimse ise iki cihanda da huzur bulamaz. Hadîs-i şerîfte şoyle buyrulur:
“İnsan, kulluk vazifelerini îfĂ‚da kusur gosterir, yani her ibadetini kĂ‚fî miktarda yapmayıp azaltırsa CenĂ‚b-ı Allah onu gam ve kedere muptelĂ‚ kılar.” (Ali el-Muttakî, Kenzu ’l-UmmĂ‚l, no: 6788)
Bunun yanında, insan ibadetler sĂ‚yesinde maddiyĂ‚ta dalıp gitmekten kurtulur, rûhen yukselir ve nezĂ‚ket, zarĂ‚fet ve hassĂ‚siyet kazanarak gercek insanlık şerefine nĂ‚il olur. İbĂ‚det, muĂ‚melĂ‚t ve guzel ahlĂ‚k ile AllĂ‚h ’a yaklaşabildiği nisbette kĂ‚inĂ‚tın gozbebeği olma vasfını elde eder.
İBÂDETLERİN MADDİ FAYDALARI
Diğer taraftan ibadetlerin, maddî faydaları da vardır. Zira İslĂ‚m, insĂ‚nî faaliyet alanlarının hicbirini ihmal etmez. Bunlar arasında muhteşem bir denge kurar. İslĂ‚m, hayatı butun yonleriyle kuşatan mukemmel bir sistemdir.
MeselĂ‚ Rasûlullah -sallĂ‚llahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, ibadetlerine dikkat eden mu ’minlerin rızkına bolluk verileceğini ifĂ‚de buyurmuşlardır.[4]
Yine Allah Rasûlu -sallĂ‚llahu aleyhi ve sellem- şoyle buyurmuşlardır:
“Rabb ’iniz -celle celalûhu-: «Eğer kullarım Bana îcĂ‚b ettiği şekilde itaat etseler, Ben onlara yağmuru gece yağdırırım, gunduz de uzerlerine Guneş ’i doğdururum. Onlara ayrıca gok gurleme sesini de duyurmam.» buyuruyor.” (Ahmed, II, 359; HĂ‚kim, IV, 285/7657)
Gorulduğu uzere İslĂ‚m, ibadetlere cok ehemmiyet vermektedir. Bu sebepledir ki amel-i sĂ‚lihler, Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de ve hadîs-i şerîflerde umûmiyetle îman ile birlikte zikredilir. Bu durum aynı zamanda ibadetlerin îmĂ‚nı muhĂ‚faza etmedeki muhim rolunu ve dindeki merkezî yerini de gosterir.
ALLAH'IN BİZİM İBADETLERİMİZE İHTİYACI MI VAR?
Şunu da hatırlatalım ki ibĂ‚detler, daha cok, kişinin kendisine fayda vermektedir. Zira CenĂ‚b-ı Hakk ’ın kimsenin ibĂ‚det ve tĂ‚atine ihtiyacı yoktur. Belki ibĂ‚detler, bize lûtfettiği dunyevî ve uhrevî sayısız nîmetler karşısında CenĂ‚b-ı Hakk ’a duyulan şukrun bir ifĂ‚desi olabilir. ZĂ‚ten bunca nîmet, lûtuf ve ikramlarına rağmen Allah TeĂ‚lĂ‚ ’ya karşı hic değilse ibadetlerini yerine getirmek sûretiyle şukur etmeyen insan, ne buyuk bir nankorluk icindedir!
HĂ‚lbuki CenĂ‚b-ı Hakk ’ın azameti karşısında kĂ‚inatta bulunan her şey O ’na ibadet hĂ‚lindedir. Kur ’Ă‚n-ı Kerîm, yerde ve gokte ne varsa hepsinin Allah TeĂ‚lĂ‚ ’yı hamd ile tesbih ettiğini ifade eder.[5] Yıldızlar, dağlar, ağaclar, hayvanlar[6] gokyuzunde saf saf ucan kuşlar[7] ve diğer varlıklar Allah TeĂ‚lĂ‚ ’nın istediği şekilde, bizim idrak ve ihĂ‚tamızın dışında, O ’na ibadet etmektedirler. Buna, “kĂ‚inatın ibadeti” denir.
İBÂDETSİZ BİR HAYAT DUŞUNULEMEZ
HĂ‚sılı ibĂ‚detsiz bir hayat duşunulemez. Zira CenĂ‚b-ı Hak insanı kulluk ve ibadet etmesi icin yaratmıştır.[8] İnsanın fıtratını da buna gore tanzim etmiştir. Bu sebeple insan, dĂ‚imĂ‚ Yuce Rabb ’ine ve Yaratıcı ’sına sığınmak, O ’ndan yardım taleb etmek ve O ’na ibadet etmek ihtiyacı icindedir. Bunun icindir ki insan hayatı, kĂ‚inĂ‚tın Yaratıcı ’sına ulaşmak uzere bir hakîkat arayışının tezĂ‚hurleriyle doludur.
RAHATLAMAYA, DİNLENMEYE İHTİYAC VAR
“İnsan, ibĂ‚det icin yaratılmıştır.” sozunden hareketle, muslumanların dĂ‚imĂ‚ ciddî ve hep meşakkatler icinde olduğu zannedilmemelidir. Rasûlullah -sallĂ‚llahu aleyhi ve sellem- Efendimiz dĂ‚imĂ‚ tebessum hĂ‚lindelerdi ve muslumanlara, birbirlerinin yuzune tebessum ettiklerinde sadaka sevabı alacaklarını haber verirlerdi.
AshĂ‚b-ı kirĂ‚m kendi aralarında şakalaşır, neşeli sozler soyler, Efendimiz -sallĂ‚llahu aleyhi ve sellem- de onlara tebessum buyururlardı.
Yine Allah Rasûlu -sallĂ‚llahu aleyhi ve sellem- bayramlarda, duğunlerde neşe izhĂ‚r edilmesini tavsiye ederlerdi. Yani muslumanların da rahatlamaya, dinlenmeye ve tenezzuhe ayırdıkları vakitleri vardır. Ancak bunların hepsi, onların hayatında, gaflet ve nefsĂ‚niyetten uzak bir şekilde ve mukemmel bir olcu ve Ă‚henk icinde cereyĂ‚n eder.
İslĂ‚m, ibadetleri muhtelif şekillerde emretmiş ve muhtelif zamanlara serpiştirmiştir. Bu da insanın yorulmadan ve bıkmadan, devamlı sûrette Allah TeĂ‚lĂ‚ ile birlikte olmasını sağlar. Her dĂ‚im AllĂ‚h ’a yakın olduğunu ve O ’nunla birlikte bulunduğunu hissetmek ise, insana buyuk bir huzur ve emniyet bahşeder.
İBÂDETLER YALNIZCA ALLAH İCİNDİR
Son olarak şunu da ifĂ‚de edelim ki, ibadete lĂ‚yık olan yegĂ‚ne varlık CenĂ‚b-ı Hak ’tır. Zira ibadet; saygı, itaat ve tĂ‚zim mertebelerinin en yukseğidir. Boyle bir şey ise yalnız AllĂ‚h ’a yapılır ve yalnız O ’nun hakkıdır. Cunku vucûdu, hayatı ve bunlara Ă‚it butun nîmetleri veren, yalnız Allah TeĂ‚lĂ‚ ’dır. Bu sebeple Allah ’tan başkasına secde etmek, haram kılınmıştır.
Dipnotlar: [1] el-A‘rĂ‚f, 126. [2] Bkz. İbn-i Hacer, el-İsĂ‚be, III, 648; Zemahşerî, KeşşĂ‚f, tahk. Muhammed Mersi Amir, KĂ‚hire 1988, III, 164. [3] Âl-i İmrĂ‚n, 102. [4] Bkz. Muslim, MunĂ‚fıkîn, 57. [5] Bkz. el-İsrĂ‚, 44. [6] Bkz. el-Hac, 18. [7] Bkz. en-Nûr, 41. [8] Bkz. ez-ZĂ‚riyĂ‚t, 56.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Din İslĂ‚m, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan