Allah TeÂlÂ, varlıkları bir kaderle yaratır ve o kaderle yurutur.Cenab-ı Hak, varlıkları cok hassas bir olcuyle yaratır ve muhteşem bir nizÂm ile ayakta tutar. Kader programının umûmî muhtevası dÂhilinde tabi­atın yaratılması ve idare edilmesi ile ta­biat icinde husûsî bir mevkîye sahip olan insanın yaratılması ve mustesna kabiliyetlere sahip kılınması da yer almak­tadır.[1] Dalından duşen bir yaprak dahî bu programın hÂricinde değildir. Bugun biliyoruz ki bir yaprağın icinde de aslında kocaman bir kÂinat vardır. ŞÃ‚yet varlıklar kader programına tÂbî olmasaydı, kÂinatta buyuk bir anarşi meydana gelirdi. Bu hakîkati CenÂb-ı Hak şoyle ifade buyurur:
“Biz her şeyi bir olcuye gore (kader ile) yarattık!” (Kamer, 49)
“Yeryuzunde vukû bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musîbet yoktur ki, biz onu yaratmadan once bir kitapta yazılmış olmasın! Şuphesiz bu, Allah ’a gore kolaydır.” (Hadîd, 22)
Allah TeÂl ’nın, henuz olmamış hÂdiseleri evvelden bilip tertiplemesi ve levh-i mahfuzda tesbît etmesi “kader”; tesbit ettiği şekilde sırası geldikce tahakkuk ettirmesi de “kaz”dır.
Ancak CenÂb-ı Hak insanoğluna irÂde-i cuz ’iyye vermiş, sorumlu tutulduğu fiiller hususunda ona hurriyet tanımıştır. Dolayısıyla kaderin onceden tesbit edilmiş olması kişiyi mesuliyetten kurtarmadığı gibi tembellik ve ihmalkÂrlık icin bir bahane de teşkil etmez.
İNSANA İRADE SIFATI NEDEN VERİLMİŞTİR? İnsanın fiilleri ikiye ayrılır:
1- Gayr-i ihtiyÂrî (kendi isteği dışında) gercekleşen fiiller: İnsanın doğması, doğduğu muhit, acıkması, vucudundaki kanın dolaşımı, saclarının uzaması gibi elinde olmadan gercekleşen fiiller boyledir. İnsanlar bunlardan ne sevap kazanır, ne de gunaha girerler. Bu tur fiillerinden sorumlu değildirler. CenÂb-ı Hak onlara nasıl bir kader yazdıysa ona gore devam ederler.
2- İhtiyÂrî (isteği ile yaptığı) fiiller: İnsanın yapıp yapmaması kendine kalmış fiillerdir. Burada insanın nasıl bir harekette bulunacağını tercih imkÂnı vardır. SÂlih ameller işlerse sevab kazanır; kotu ameller işlerse gunaha girer.
İnsanların fiilleri husûsunda Kur ’Ân ’da dileyenin iman, dileyenin inkÂr edebileceği, itaat ve isyanın insanın ira­desine bırakıldığı, kişilerin işledikleri ameller karşılığında Cennete veya Cehen­neme girecekleri, iyi işlerinin lehlerine, kotu işlerinin aleyhlerine olduğu ve Al­lah ’ın, kullarına asla zulmetmediği ifade edilmiştir.[2]
Kader, Hak TeÂl ’nın “İlim” ve “İrÂde” sıfatlarına, Kaz da “Kudret” ve “Tekvin” sıfatlarına dayanır. Yani bu sıfatlara iman etmek kadere iman etmek demektir. Allah TeÂl “İlim” sıfatıyla gaybı bilir, O ’nun ilmi her şeyi kuşatmıştır, goklerde ve yerde olanlara, gizli acık her şeye vÂkıftır; insanların acıkladığı ve kalplerin­de sakladığı şeylerden haberdardır.[3] Allah TeÂl “İrÂde” sıfatıyla da dilediğini yapar ve dilediği şekilde yara­tır. Ancak O, dileyenin iman, dileyenin inkÂr ede­bileceğini bildirmiş, iman edeceklere hi­dayet yolunu acmış, inkÂr edenlerin de sapık­lıklarını surdurmesine imkÂn vermiştir. Eğer isteseydi herkes iman ederdi, lÂkin insanların kendi irade ve tercihleri ol­madan iman etmelerini dilememiş, onları serbest bırakmıştır.[4]
KUR ’AN ’DA İNSAN Kur ’Ân ’da insanın, irade ve gucunu iman ve itaat yahut inkÂr ve isyan istikÂmetinde kullanmasına bağlı olarak mu ’min­lerle kÂfirler hakkında farklı ilÂhî fiille­rin gercekleşeceği haber verilmiştir. Allah iman edip sÂlih ameller işleyenlerin iman­larını ve hidayetlerini arttırır, kalplerini huzûra kavuşturup onları takv merte­besine cıkarır, kendilerine imanı sevdirir, inkÂr ve gunahı cirkin gosterir, dolayısıy­la onları kimse saptıramaz.[5] Buna mukabil, inkÂr edip emirlerine karşı gelenlerden yardımını ceker. Onlar da yanlış yollar arasında bocalayıp dururlar.
Allah TeÂlÂ, kullarının yaptığı ve yapacağı butun işleri ve diğer mahlûkÂtın hepsi ile ilgili şeyleri, ileride olacağı şekilde ezelde bilir. Ve her şey zamanı geldiğinde Allah ’ın daha onceden bildiği şekilde meydana gelir. Burada bazılarının zannettiği gibi cebir, yani insanları bir işe zorlama yoktur. Zira Allah TeÂlÂ, ulûhiyetinin gereği kullarının ileride yapacağı işleri ve mulkunde meydana gelecek şeyleri bilmelidir. Aksi takdirde O ’nun icin bir noksanlık soz konusu olurdu. Ancak bu bilgi insanları belli şeyleri yapmaya zorlamaz. Allah ezelî ilmiyle gecmişi ve geleceği bildiği icin olacakları onceden yazmıştır. Bilmek yapmak değildir. Guneş ’in tutulacağı saat ve dakika hesaplanabiliyor. Ancak Guneş, ilim adamları onceden bildiği icin tutulmuyor. Guneş zaten tutulacaktır, ancak ilim adamları bunu araştırıp onceden biliyorlar. Bir şeyin olacağını onceden bilip yazmak ve zamanı geldiğinde onu yaratmak farklıdır, o şeyi yapmayı isteyip harekete gecmek farklıdır. İnsan hur iradesiyle bir şeyi yapmak ister, Allah da imtihan gereği onu serbest bıraktığı icin istediği fiili yaratır. Ancak iyi ve doğru fiillerden rÂzı olurken, kotu fillerden rÂzı olmaz. CenÂb-ı Hak şoyle buyurur:
“Şuphe yok ki Allah zerre kadar haksızlık etmez...” (NisÂ, 40)
“Başınıza gelen herhangi bir musîbet, kendi ellerinizle işledikleriniz yuzundendir. (Bununla beraber) Allah bircoğunu da affeder.” (ŞûrÂ, 30)
“NE YAPAYIM, KADERİM BOYLE İMİŞ!” Bu yuzden bir kişinin kotu bir yola duşup de: “Ne yapayım, kaderim boyle imiş!” demesi, ancak gafletinin eseridir. Namaz kılmak isteyen kişiye Cenab-ı Hak, kılma sebeplerini ihsÂn eder; gunah işlemek isteyenlere de mÂni olmaz, istedikleri fiili yaratır. Ancak bunun yasak olduğunu onceden bildirdiği icin onları sorumlu tutar. Allah ’ın, gunah işlemek isteyenlere bazen fırsat vermediği de olur. Bu Allah ’ın onlara bir lutfudur. CenÂb-ı Hakk ’ın, iyilik yapmak isteyenlere bazı hikmetlere binaen fırsat vermediği de olur. CenÂb-ı Hak o zaman merhamet ve kereminden o kulunu niyeti mukabilinde mukÂfatlandırır. Yani kader, hic bir zaman tembelliğin, gunahların ve mes ’ûliyetten kacmanın sebebi yapılamaz. Mu ’min, kaderi bahane ederek gayreti terk edemez. Aksine fakirliğe karşı calışma ile, cehalete karşı ilim ile, hastalığa karşı ilac ve tedavi ile karşı koymasını bilir.
KAZA VE KADERE İNANMAK Kaza ve kadere inanmak, insanın koru korune kendini hÂdiselerin akışına bırakması ve kurtuluş caresi aramaması değildir. İnsan her şeyin bir sebebe bağlı olduğuna inanarak, sebepleri tatbik etmelidir. Hz. Omer (r.a) Şam ’a doğru giderken Şam ’da veb salgını olduğunu oğrenmiş, Peygamber Efendimiz ’in:
«Bir yerde veb olduğunu işittiğinizde oraya girmeyiniz. Bir yerde veb ortaya cıkar, siz de orada bulunursanız, hastalıktan kacarak oradan dışarı cıkmayınız!» buyurduğunu işitince hemen geri donmuştur.[6]
KADER NEDEN GİZLENMİŞTİR? CenÂb-ı Hak kaderi gizlemiştir. Bunda pek cok hikmet ve faydalar vardır. Mesel şifÂsı bilinmeyen bir hastalığa dûcÂr olup can verecek bir şahsın, oleceği Âna kadar endişeden uzak kalabilmesi, kaderin bu mechûliyeti sÂyesindedir. Kişi oleceği zamanı bilseydi, olumun kendisine yaklaştığı yıllarda, kederden eli ayağı tutulur, iş yapamaz hÂle gelir, defalarca olup olup dirilirdi. Yavrusunun kendisinden evvel oleceğini bilen bir anne de, seneler oncesinden o hÂlin mÂtemine girerdi. Netîcede bu durum, hayattaki Âhenk ve muvÂzeneyi bozardı.
[1] Bu husustaki Âyet-i kerîmeler icin bkz. Ozsoy-Guler, Kur ’Ân Fihristi, s. 3-48. Kader ’e iman etmenin zarûreti husûsunda bkz. BuhÂrî, ÎmÂn, 37; Muslim, ÎmÂn, 1, 5; Tirmizî, ÎmÂn, 4; Ebû DÂvûd, Sunnet, 16; Ahmed, I, 97.
[2] Kehf, 29; Secde, 19-20; Sebe ’, 37-38; YÂsîn, 54, 63-64.
[3] Bakara, 77; Tevbe, 78; Nahl, 19, 23; HucurÂt, 16, 18; TalÂk, 12.
[4] M. F. Abdulbaki, el-Mu‘cem, “rvd, “şy ’e” maddeleri.
[5] İbrÂhîm, 27; Kehf, 13-14, 17; Zumer, 22-23, 37; HucurÂt, 7; MucÂdele, 22.
[6] BuhÂrî, Tıb, 30; Muslim, SelÂm, 98; Ahmed, III, 416.
Kaynak: Dr. Murat Kaya, Ebedi Yol Haritası İslam, Erkam Yayınları


İslam ve İhsan