
“Allah mazlumların acı cekmesine neden izin veriyor, neden engel olmuyor bu kotuluklere?” Allah ’ın varlığı, adaleti sorgulanabilir mi? İlahi adalet nasıl tecelli eder? Dort bucuk yaşında tĂ‚cize uğrayan, uc yaşında iken sapık bir insanın saldırısı esnasında olen cocukların anlatıldığı hĂ‚diseler, son zamanlarda toplum vicdanını epeyce rahatsız etti. Genclerin kafaları karıştı, îmĂ‚nı kĂ‚mil olmayan Muslumanlarımız da:
“-Allah neden izin veriyor mazlumların acı cekmesine, neden engel olmuyor bu kotuluklere?” diyerek calıyı tepeden suruklemeye, saf kafaları karıştırmaya başladı. Ciddî ciddî CenĂ‚b-ı Hak sorgulandı, bir suclu arandı.
Bir hanım:
“-Kızım, «Bu kadar guclu, kuvvetli, irade ve kudret sahibi Allah, kucucuk yavruların acı cekmesine neden izin veriyor; o cocuk ne gunah işledi de olduruldu?» diyerek AllĂ‚h ’ın varlığını, adaletini sorguluyor. «O zaman neden bize kucukken Allah, kucuk cocukları cok sever ve onları kotuluklerden korur diye yalan soylediniz. ZĂ‚lim ve guclu olanlar, her turlu kotuluğu yapabilirken; mazlûm ve zayıf olanlar, her turlu acıya katlanmak zorundalar!.. Bunun neresi adĂ‚let?! Buna Allah ne zaman dur diyecek?!» diyerek isyan ediyor, kĂ‚fir olacak diye korkuyorum.” diye bizlere yaşadığı durumu bildiriyor.
İFRAT VE TEFRİT ARASINDA "ORTA YOL" Saplarla samanların birbirine karıştığı, hĂ‚diseye nereden bakmamız gerektiğine dair goruşumuzu kaybettiğimiz apacık ortada...
AdĂ‚let; “bir şeyi yerli yerine koymak veya ifrat ve tefrit arasında bulunan orta yol... Her şeye hakkını vermek, AllĂ‚h ’ın yarattığı her varlığa kendi kabiliyetine ve istîdĂ‚dına gore layık olduğu, ihtiyacı olan şeyleri vermesi”dir.
KĂ‚inatın işleyişinde ilĂ‚hî bir adĂ‚let mevcuttur. Bilimin bize verdiği butun bilgilerle baktığımız zaman buyuk bir denge ve adĂ‚let sistemi ile kĂ‚inĂ‚tın yaratıldığını anlarız. Jeoloji, biyoloji, astroloji vb. bilimlerden; bitki, insan ve hayvanın yaratılışına kadar her birisi ince bir hesap ile cok Ă‚dil ve olculu şekilde yaratılmıştır. Guneş sisteminden insanın gorme mekanizmasına kadar her kademede var olan “kozmik bir denge”, AllĂ‚h ’ın adĂ‚letinin yansımasıdır. Kediler ucsaydı, kĂ‚inatta kuş kalmazdı; bu, adaletin en basit misĂ‚li… Gokler, galaksiler, yer, dağlar, hepsi adĂ‚let uzere olup, AllĂ‚h ’ın yaratmasında bir adĂ‚letsizlik goze carpmaz.
İşlerin değiştiği nokta, Şems Sûresi ’nin 7-10. Ă‚yetlerinde zikredilen, “nefsi duzenleyen AllĂ‚h ’ın, o nefse hem takvĂ‚sını, hem de kotuluğu (fucur) ilhĂ‚m etmiş olması”... O zaman ortaya şu cıkacak ki; nefsinin kotuluklerine boyun eğen, onu dizginlemeyen ziyan edecek, nefsini kotuluklerden arındırıp sorumluluklarının şuurunda olan kurtuluşa erecek!.. Demek ki insanlardan kimi kotuluğu, kimi ise iyiliği tercih edecek.
MĂ‚ide Sûresi 48. Ă‚yet-i kerîmede AllĂ‚h ’ın insanları “lutuf uzere olanlar” ya da “kahır uzere olanlar” diye tek millet olarak yaratmadığını; bunun sebebinin ise, insanları “imtihan etmek olduğu” bildiriliyor. Karşılığında alacağı ceza ve mukĂ‚fat da onceden haber veriliyor.
Yani bizler melekler gibi iyilik uzere yaratılmış tek millet değiliz. Zaten oyle olsa idik, imtihanın bir mĂ‚nĂ‚sı da olmazdı. Allah butun kullarını iyilik-guzellik uzere yaratmış olsa idi, burada insanın hurriyetinden soz edemezdik. Allah, imtihan hikmetine binĂ‚en kullarını hem iyiliği, hem kotuluğu yapacak kapasitede yaratmış; iradesinde de onları serbest bırakmıştır.
Anne ve babalarına gencler, en cok hurriyet noktasında isyan ederler. Serbest olmayı, kendi kararlarını kendileri vermeyi isterler. Kadının kocasına karşı en buyuk itirazı, kendisine baskı yapması ve sıkmasıdır. Yani fıtratımızda hepimiz hurriyeti seviyor ve istiyoruz. Buna rağmen “Allah, insanları sadece iyilik yapacak şekilde yaratsaydı!” diyen bir kimse, kişiyi bir noktaya kanalize edip mecbur eden AllĂ‚h ’ı adĂ‚letsizlikle suclamayacak mıydı?
Kullara akıl, vicdan, gonul vb. butun donanımları verip, bunları kullanma kabiliyeti ile yaratarak iradelerinde serbest bırakan Allah, Ă‚dil değil de nedir? Kul neyi yapmayı secmişse, onu yapacak; neticede yaptığının hesabını da AllĂ‚h ’a verecektir. İşte bu, adĂ‚lettir. Bu noktada da cok Ă‚dil olan Allah, insanları, nefisleri onları iyice ele alıp kotuluğe sevk etmesinler diye peygamberler ve kitaplar gondermiştir. Bu, CenĂ‚b-ı Hakk ’ın kullarına şefkatinin ne kadar buyuk olduğunun alĂ‚metidir!. Gecmiş kavimlerinin helĂ‚k olmalarının sebebi, kendilerine peygamber geldiği ve uyarıldıkları hĂ‚lde, iradelerini kotu yonde kullanıp zulme devam etmeleridir. “Kavimlerin helĂ‚ki” de kotuluğu ahlĂ‚k edinen insanları uyarmak icin buyuk bir delildir.
Kulların kotuluğu secmesi, AllĂ‚h ’ın rızĂ‚sı dĂ‚hilinde değildir. Yani Allah, kullarının kotuluk yapmasından hoşnut ve rĂ‚zı olmaz. LĂ‚kin imtihan hikmeti gereği buna izin verir.
Eğer Allah sadece nefislerimize kotuluk etmeyi ilham etseydi, adĂ‚letten soz edemeyecektik. Ama iyilik ve takvĂ‚yı da ilham ettiğine gore, bunları yaratmak, adĂ‚letsizlik değil, kotuluğu secip de zulmetmek adĂ‚letsizliktir. Âyet-i kerîmelerde şoyle buyrulmuştur:
“Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yuzundendir. (Bununla beraber) Allah coğunu affeder.” (eş-ŞûrĂ‚, 30)
“İnsanların bizzat kendi işledikleri yuzunden karada ve denizde duzen bozuldu, ki Allah yaptıklarının bir kısmını onlara tattırsın; belki de (tuttukları kotu yoldan) donerler.” (er-Rûm, 41)
“-Bu beden benim, kime ne?!” diyen, cinselliğini kimse karışmadan ozgurce yaşamak isteyen, gerekirse kurtaj olmayı secenler, rahatlıkla “Ben biseksuelim!” diyenlerin “Allah kotulere neden izin veriyor?” demeleri, kendileri ile celişmeleri olmaz mı?
Bir kişi, kendisi icin helĂ‚k sebebi olan “sınırsız cinsel ozgurluğu” isterken, kotuluklerin ilĂ‚hî bir gucle durdurulmasını istemesi, kendisi ile celişmesi olmaz mı? Hurriyet, sadece iyilere verilince, adĂ‚let olur mu? Hem Allah, bizi hep iyi olmaya mecbur edecekse; ne diye Cehennem de yaratılmış? Cennet icin ne diye uğraşılsın?!
İNSAN İCİN TAYİN EDİLEN KADER AllĂ‚h ’ın kullar icin tayin ettiği kader, hidĂ‚yet ve dalĂ‚let konularında adĂ‚let olmadığını soyluyor, bazıları da… Neden bazıları fakir, bazıları zengin; neden bazıları babasını-annesini kaybediyor, bazıları ikisi ile birlikte buyuyor… Neden bazı cocuklar kronik hastalıkla doğuyor? Neden bazıları guzelken bazıları cirkin? Neden bazıları zeki iken bazıları zekĂ‚ ozurlu?
Nasrettin Hoca, bir cuval fındık ile girer mescide...
“-Sevinin!” der, “Size fındık getirdim. Şimdi dağıtacağım. Soyleyin hele Nasrettin usûlu mu dağıtayım, Allah usûlu mu?” Cemaat:
“-AllĂ‚h ’ın taksimĂ‚tına uysun!” der.
Başlar Nasrettin Hoca dağıtmaya; kimine bir, kimine uc, kimine yuz, kimine torbanın yarısı, kimine hic…
Şimdi bu itiraz noktasında sormak lĂ‚zım; adĂ‚leti anlamaya calışırken bizim mihengimiz ne olacak?! AdĂ‚leti, kulların isteğine gore mi sorgulayacağız? Yani guzellik iyidir, cirkinlik kotudur; zenginlik iyidir, fakirlik kotudur; sağlık iyidir, hastalık kotudur, yaşamak iyidir, olum kotudur mu diyelim?! Bunların her birinin hem iyi, hem kotu yonleri yok mu?
“-Anne ve baba ile buyumeyen butun cocuklar cĂ‚ni olur, kĂ‚til olur, hırsız olur!” diyebilir miyiz? Ya da anne ve babası olan Firavun, Nemrut cok iyi idiler de babasız dunyaya gelen Hazret-i ÎsĂ‚, babasız buyuyen Peygamber Efendimiz kotu muyduler? Hazret-i İbrahim -aleyhisselĂ‚m- ’ı Nemrud ’a babası teslim etmedi mi? Babasız ve yoksul olan Abdulkadir GeylĂ‚nî Hazretleri, İmam Nevevî, İmam BuhĂ‚rî buyuk Ă‚lim olmadılar mı?
94 yaşında hasretle olumu bekleyen bir kişi icin olum iyi değil mi? Kucucuk yaşta olen bir cocuk icin olum gercekten kotu mu? Esasında aslolan kader, hidayet ve dalĂ‚let noktasında, adĂ‚letten daha cok hikmeti anlamaya calışmak… TĂ‚if ’ten taşlanarak kovulan Peygamber Efendimiz icin oradan kovulması ağır bir zulumdu. LĂ‚kin Medîne ’ye yonelmeleri, TĂ‚if ’ten umitlerini kesmeleri, taşlanmaları, ilĂ‚hî hikmet gereği idi. Yani şu an itibariyle başımıza gelen hĂ‚diseleri adaletsizlikle yargılamaktansa, bunun buyuk bir hikmeti olduğunu, AllĂ‚h ’ın daha kotusunden korumak icin bazı şeyleri elimizden aldığını duşunsek daha mutlu oluruz! Hayatımız icinde yaşadığımız hĂ‚diselerin hikmetini, yaşadığımız anda değil, yıllar sonra anlarız. Belki de bu dunya hayatı boyunca hic anlayamayız. Bu bizim firĂ‚set ve mĂ‚rifetimizin eksikliği sebebiyledir. Zira evliyĂ‚, başına gelen her ne ise, onda hayır olduğunu duşunmuş, bununla mutlu olmayı bilmiştir.
Herkesin universite bitirmesi, herkesin evlenip cok mutlu olması, evlenenlerin hemen cocuğunun olması, kimsenin yoksul olmaması, herkesin işinin olması, herkesin sağlıklı olması, herkesin hep gulmesi ve hic ağlamaması; butun bunlar, hep adĂ‚let mi?
İNSAN MUTLULUĞU UC ŞEYDE ARAR “-İnsanlar mutluluğu uc şeyde ararlar.” der bir Ă‚lim… “Birincisi sahip olduklarında, ikincisi başkalarının gozundeki yerinde, ucuncusu ise «olduğu»nda…”
Yani mutluluğu iyi bir ev, iyi bir iş, iyi bir eş, iyi bir mevki, sağlık gibi sahip olduğu şeylerde arayanlar bilmeli ki, an gelecek sevdiklerimiz, an gelecek sağlığımız elden gidecek! Mutluluğu bunların ustune bina edersek her kayıp helĂ‚kimiz olur.
Mutluluğu, başkalarının gozundeki şohretimiz, îtibĂ‚rımız uzerine kurarsak; doğduğumuz Ă‚ilede herkesin en kıymetlisi iken, evlendiğimiz Ă‚ilede kimse tarafından beğenilmez de eleştirilir durursak ne yapacağız? Gercekten biz kendi Ă‚ilemizin ovduğu kişi miyiz, eşimizin Ă‚ilesinin beğenmediği kişi mi? İkisi de değiliz. İnsanların sevgi ve nefretleri ile bize bictikleri değer, bizi anlatmaz. İnsanın gozunde yukselen, bir gun gelir duşebilir de… O zaman sahip olduklarımız ve elimizdeki tum maddî imkĂ‚nlar mutluluğumuzu garantileyemiyor.
“Olmak” dediğimiz, ahlĂ‚ken olgunlaşmak, nefsimizi kotuluklerden arındırmak, kalb-i selîm, akl-ı selîm, zevk-ı selîm sahibi olmak; ilim, irfan peşinde Allah rızası icin koşmak, mĂ‚rifet, hikmet ve ihsan ehli olmak… İşte burada kişinin “olması” var, mutluluğu var. Bu duygular, kimse tarafından elimizden alınamaz. Dikkat edilirse, burada kişinin ic dunyasındaki olgunluklardan soz ettiğimiz icin CenĂ‚b-ı Hak, bu konuda tam adalet sahibi… MĂ‚nevî dunyasını geliştirmek, temizlemek, guzelleştirmek, herkes icin mumkun...
ELİMİZDE OLAN VE OLMAYAN ŞEYLER Elimizde olan şeyler vardır. Bunlar; duşuncelerimiz, kelimelerimiz, hayallerimiz ve davranışlarımız, arzularımız, eğilimlerimizdir. Bu saha, bizim sahamızdır ve hur olduğumuz yerdir. İşte biz, hesaba buradan cekileceğiz.
Olum, hastalık, fakirlik, mal-mulk, şohret, mevkî coğunlukla bizim elimizde değildir. Elimizde olmayan şeyler icinse, bize duşen teslîmiyet, tevekkul ve gayrettir. Bizim hĂ‚ricimizde olan şeyler, bizim olgunlaşmamıza nasıl engel olabilir? Hastalık bedene engeldir, irĂ‚de ve ahlĂ‚kımıza değil!.. Fakir olmak, hikmet ehli olmamıza engel değildir. Sevdiğimizi kaybetmemiz, AllĂ‚h ’a yaklaşmamıza engel değildir. Dunya ve Ă‚hirette en kıymetli şey AllĂ‚h ’a yakın olmaksa, bu “bir şeylere sahip olmakla” değil, belki de “mahrum olmakla” daha mumkundur.
“Muhakkak ki insan kendisini mustağnî (AllĂ‚h ’a karşı ihtiyacsız) gorurse azar. Kuşkusuz donuş Rabbinedir.” (el-Alak, 6-8) buyuran CenĂ‚b-ı Hak, bizim sevip istediğimiz şeylerin kişiyi azdıran ve kendisini, AllĂ‚h ’a karşı ihtiyacsız ve tenezzulsuz eden şeyler olup, neticede insanın cok da hayrına olmadığını bildirmektedir. O zaman adĂ‚let, sahip olunan şeylerde aranmaz.
ALLAH'IN BİZDEN İSTEDİĞİ Annesini kaybeder, kucuk yaşta… Babası hemen evlenir, uvey anne istemez cocuğu ve dayısında kalır uzun muddet... Soz dinleyen, calışkan bir cocuk olduğu icin dayısı kendisini cok sever, bu durumdan yengesi ve kuzenleri rahatsız olup yok sebepten babasına şikĂ‚yet eder dururlar. Babası iyice dovup, bir daha dayısına gondermez. Evde her gun maddî mĂ‚nevî şiddet gorur ve bir sure sonra evden kacar. Yirmili yaşlarında, beni annesine benzeten genc, bunları anlatmıştı bir cırpıda…
Allah ile alıp veremediği yoktu. Gercekten kotu olanın Allah değil, insanlar olduğunu biliyordu. Fakat en guzelini yapmış, hayatında kendisine kotuluk yapan herkesin kotuluğunu unutmuş ve gercekten “ol”muştu. CenĂ‚b-ı AllĂ‚h ’ın bizden istediği imtihanın ozu de bu; her ne ile imtihan olursak olalım, AllĂ‚h ’ı bulalım!..
Sorumluluklarını yerine getirmekten Ă‚ciz insanların, habire AllĂ‚h ’ı adalete davet ettiklerini cok gordum. Yerdeki oyuncağa takılıp da duşenlerin, gozu ile gorup dikkat etmeyip de oyuncağı yere bırakan cocuğa bağırdığını da…
Servet sahibini kıskanır, ozeniriz; guzeli de oyle… Fakat gercek mĂ‚nĂ‚da “olmuş” olan hayĂ‚ sahibi, alcak gonullu, şeref ve haysiyet sahibini dikkate almayız. Biz hĂ‚diseleri boyle değerlendirirken adĂ‚letin gercekten ne olduğunu idrĂ‚k edemeyiz!.. Kulların yapıp etmelerine, iyilik ve kotuluklerine hemen ceza verilmesine dair mukemmel mĂ‚nĂ‚da adĂ‚let, bu dunya dĂ‚hilinde mumkun değildir. Zira burası “DĂ‚ru ’s-SelĂ‚m” değildir. Gercek adĂ‚let, Ă‚hirettedir.
Peygamberimiz dahî kendisine kotuluk eden herkesin cezasının dunyada verildiğine şahit olamamıştır. Bizim gormemiz ya da gormememiz onemli değildir. Onemli olan, kimsenin yaptığının yanına kalmayacağını bilmektir.
“Kıyamet gunu adĂ‚let terazileri kurarız; hicbir kimse hicbir haksızlığa uğratılmaz. Hardal tanesi kadar olsa bile yapılanı ortaya koyarız. Hesap goren olarak Biz yeteriz.” (el-EnbiyĂ‚, 47)
“Bir kotuluk gorduğunuz zaman elinizle, gucunuz yetmezse dilinizle duzeltin; ona da gucunuz yetmezse kalben buğz ediniz.” (Tirmizî, Fiten, 11; İbn-i MĂ‚ce, Fiten, 20) buyuran Peygamber Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- kotuluklerin sorumluluğunu CenĂ‚b-ı Hakk ’ın uzerine atıp da kurtulamayacağımızı, elimizi taşın altına koyup kotuler kadar iyilerin de calışması gerektiğini anlatmaktadır.
İLAHİ ADALET NASIL TECELLİ EDER? “De ki: Ey kendi aleyhlerine haddi aşmış kullarım! AllĂ‚h ’ın rahmetinden umit kesmeyin! Cunku Allah, butun gunahları bağışlar. Şuphesiz ki O, cok bağışlayıcıdır, cok merhamet edicidir.” (ez-Zumer, 53) Ă‚yet-i kerîmesini delil gostererek, kucuk cocuğu tĂ‚ciz edip olduren zĂ‚limin affedilmesini adĂ‚letsizlik olarak gorenler de var.
Bir seminerde dinlemiştim. Hanım, klinik psikologtur ve İngiltere ’de bir cezaevinde, talep eden cocuk tacizcisi ile terapi seansı vardır. İri yarı vucudunun buyuk bolumu dovmeli, korkunc gorunuşlu bir adam cıkagelir goruşme salonuna… İlk once psikoloğun kendisine dair yargılarını tartmak icin cocuklara nasıl tĂ‚cizde bulunduğunu anlatır. Psikolog dayanamaz, ara ister, odadan cıkınca:
“-Bu adama en ağır ceza verilmeli idi, biz bunu ne diye terapi ediyoruz!.” diye katıla katıla ağlar.
Supervizoru iceri girip, işini tamamlamasını soyler. Girer, adam bu kez psikolog hanıma dair iğrenc duşuncelerini anlatmaya başlar. Kadın, tekrar ara ister. Ama hic kelimeleri ile eleştirmez, kınamaz, «Beter ol, bu sana az bile…» demez.
Bir sonraki goruşmede suclu adam kendisini denediğini ve psikoloğu olmasına izin verdiğini soyler ve gercek mĂ‚nĂ‚da anlatma-dinleme başlar. Adam, psikoloğa annesini cok sevip ozlediğini, esasında ekmek yapmayı da cok sevdiğini, kendisine fırsat verilirse hapishanede ekmek yapıp annesine harclık gonderebileceğini soyler. Bu dedikleri yapılır ve annesine harclık gondermeye başlar. İri yarı, suclu adamın hayatında cok buyuk bir dram vardır ve annesi, kendisini babasının tacizinden kurtarmak icin şiddet gormuş, cok acı cekmiştir. Suclu adamın anlattıkları psikoloğu derinden yaralar:
“-Ben babamdan kurtulmak icin kacardım. O beni yakalar, sandalyeye bağlar ve kotuluk ederdi. Annem benim icin cok dayak yedi. Babam cok kotu idi, ondan kurtulamadık.”
Allah her kulu, hangi gunahı işlerse işlesin, gercek mĂ‚nĂ‚da tevbe ederse tevbesini kabul edeceğini haber vermiştir. Hic kimse anasından suclu, hırsız, sapık doğmaz. İnsanların yaşadıkları, yaptıkları, cevreleri onları değiştirip bozmaya başlar. Allah her kulunu en iyi bilendir. Samimî pişmanlık gosterip hayatını değiştiren kullarının tevbesini kabul etmesi de adĂ‚letindendir. Kotulukte inat edip “vicdansız bir kotuluk makinesine” donuşen kuluna, gerek bu dunyada, gerekse Ă‚hirette en fecî cezaları takdir etmesi de adĂ‚letindendir.
Her birimiz yaptığımız suc ve hatalar sebebiyle hemen ve peşinen cezalandırılmamayı isteriz. Mazeretimizin dinlenmesini, bizi o hataya sevk eden sebeplerin gorulmesini ve en sonunda vicdanımızdaki yangının hissedilmesini isteriz. Ama başka bir kişi suc işlediği veya suc şuphesiyle onumuze geldiği zaman, en kısa surede ve en acımasız şekilde cezalandırılmasının “adĂ‚let” olduğunu duşunuruz. Elbette adĂ‚letin aksaması, gecikmesi veya ihmal edilmesi, toplumu buyuk bir felĂ‚kete surukler. LĂ‚kin adĂ‚let diyerek zulme sapmak, hak etmeyen kişilere ağır cezalar tatbik etmek, bir pire icin yorgan yakmak da hoş gorulemez.
Kendini “iyi” zannedip de “Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın!” diyen, “gorunuşte iyi” olup, haddi zĂ‚tında “kotuluğe engel olmayan kimseler” var olduğu muddetce, kotulerin zulmunun mazlumları bulması, AllĂ‚h ’ın adĂ‚letsizliği değil, kulların sorumsuzluğudur.
“(O zaman) zulmeden herkes, yeryuzundeki butun servete sahip olsa (azaptan kurtulmak icin) elbette onu fedĂ‚ eder. Ve azĂ‚bı gordukleri zaman icin icin yanarlar. Aralarında adĂ‚letle hukmolunur ve onlara zulmedilmez.” (Yûnus, 54)
O gun oyle bir mahkeme kurulur ki, hicbir otorite AllĂ‚h ’ın muhĂ‚kemesine mudahale edemez. O gun oyle bir mahkeme kurulur ki, gizli acık her şey ortaya dokulur ve canlı-cansız her varlık dile gelip şahitlikte bulunur. Bu dunyadaki adĂ‚letten yakalarını bir şekilde kurtaranlar icin, o gun kacınılmaz bir son, ilĂ‚hî adĂ‚let ve ebedî mahkûmiyet hĂ‚lidir.
Rabbimizin sonsuz ve şaşmaz adĂ‚letine hamd olsun; yaşanan hĂ‚diselerdeki ibret ve hikmetleri anlamak, hepimize nasip olsun.
Kaynak: Fatma HĂ‚le Sağım, Şebnem Dergisi, Sayı: 158
İslam ve İhsan