Peygamberlere iman nedir? Peygamberlere iman nicin onemlidir? Peygamberlere inanmak nicin gereklidir? Peygamberlerin gorevleri, sıfatları ve ortak ozellikleri.Peygamberler, hidĂ‚yet rehberleridir.
İnsanoğlu kendi başına sırĂ‚t-ı mustakîmde dosdoğru yurumek husûsunda zaafiyet gosterip nice hatĂ‚lara duşmeye musĂ‚id olduğundan CenĂ‚b-ı Hak, onu kendi fazlından peygamberler ile takviye etmiştir. Boylece Allah TeĂ‚lĂ‚ insana kitaplar ve peygamberleri ile mes ’ûliyet sınırlarını bildirdikten sonra onu mukellef kılmıştır. Hicbir toplumu da boyle bir lûtuftan mahrum bırakmamıştır. Âyet-i kerîmede buyrulur:
“Biz Sen ’i mujdeleyici ve uyarıcı olarak hak ile gonderdik. Her topluluğa mutlaka bir uyarıcı (peygamber) gelmiştir.” (FĂ‚tır, 24)
Dînin gĂ‚yesi, insandaki nefsĂ‚nî temĂ‚yulleri Ă‚deta yok edercesine asgarîye indirmek, rûhĂ‚nî vasıfları da zirveye ulaştırmaktır. Ancak bu gĂ‚yenin gercekleşebilmesi icin insanın muşahhas bir misĂ‚le ihtiyacı vardır. Peygamberlerin gonderilmesindeki hikmetlerden biri de, onların, insanlar icin tĂ‚bî olunacak mukemmel bir numûne-i imtisĂ‚l olmalarıdır.
CenĂ‚b-ı Hak şoyle buyurur:
“Andolsun ki, Rasûlullah ’ta sizin icin, AllĂ‚h ’a ve Ă‚hiret gunune kavuşmayı umanlar ve AllĂ‚h ’ı cok zikredenler icin bir «usve-i hasene» vardır.” (el-AhzĂ‚b, 21)
Peygamberler, Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de zikredilenlerden ibaret değildir.[1] Rivayetlere nazaran 124 bin veya 224 bin peygamber gonderilmiştir. Bunlardan kimine mustakil bir şerîat verilmiş, kimi de evvelki peygamberin şerîatini devam ettirmiştir.
PEYGAMBERLERİN SIFATLARI Peygamberler, istihkàk ile değil, ilĂ‚hî tayinle vazifelendirilmişlerdir. Dolayısıyla onlar, Allah tarafından verilmiş farklı husûsiyetlere sahiptirler. Peygamberlere îman, bu husûsiyetler cercevesinde tamam olur:
Sıdk: Peygamberler soz ve fiillerinde dĂ‚ima doğruluk uzerindedirler. Soz ve fiilleri birbirinin aynası durumundadır. Onların yalan soylemeleri muhĂ‚ldir. Onların doğrulukları kendilerine îmĂ‚n etmeyenler tarafından dahî tasdik edilmiş bir yuceliktedir.
EmĂ‚net: Peygamberler, beşeriyetin en emîn kimseleridir. Ehl-i îmĂ‚n olmayanlar bile, onlara sonsuz bir guven icindedirler. Nitekim Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- hakkında soylenen Muhammedu ’l-Emîn tĂ‚biri muşriklerin de dillerinden duşmez ve onlar emanetlerini kendi yandaşlarına değil, Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’e teslîm ederlerdi. HattĂ‚ Hazret-i Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- hicret edeceği zaman dahî uzerinde muşriklerin birtakım emanetleri vardı. Ve olum tehlikesine rağmen Hazret-i Alî ’yi Mekke ’de bırakıp onları sahiplerine teslîm ettirmişti.
FetĂ‚net: Peygamberler, insanlar icinde her bakımdan -bilhassa akıl ve zekĂ‚ acısından- en ust derecededirler. Onlar, kuvvetli bir hĂ‚fıza, yuksek bir mantık ve iknĂ‚ kabiliyetine sahiptirler. MeselĂ‚ Peygamber Efendimiz ’in butun hayatı, bu tezĂ‚hurlerle doludur.
Tebliğ: İlĂ‚hî emirleri dosdoğru olarak emredildikleri şekilde insanlara bildirirler. Onların tebliğlerinde, kendilerinden ne bir ilĂ‚ve ne de bir eksiklik vardır.
İsmet: Gizli ve Ă‚şikĂ‚r her turlu mĂ‚siyet ve gunah işlemekten uzaktırlar. Ancak onların da acziyeti tatmaları ve beşer oldukları unutulup kendilerine ulûhiyet izĂ‚fe edilmemesi icin, bĂ‚zen “zelle” dediğimiz gayr-i irĂ‚dî hatĂ‚lara duştukleri olmuştur. Zira onlar, ornek alınabilmesi mumkun olacak davranışlar sergilemek durumundadırlar. Aksi hĂ‚lde insanlar, “Peygamberlerin emrettiği şeyler bizim tĂ‚katimizin ustundedir.” diyerek ilĂ‚hî emir ve nehiyleri îfĂ‚ya mĂ‚zeret bulurlardı.
Peygamber Efendimizin Sıfatları Peygamberlerin bu beş sıfatı dışında, yalnız Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’e Ă‚it olan şu sıfatlar da mevcuttur:
1. Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Habîbullah ’tır, butun peygamberlerden efdaldir ve O, insanlığın en şereflisidir.[2]
2. Rasûl-i Ekrem -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz, butun insanlara ve cinlere gonderilmiştir. Yani Rasûlu ’s-sekaleyn ’dir. Getirdiği dîn, kıyĂ‚mete kadar bĂ‚kîdir. Diğer peygamberler ise gecici bir zaman icin ve bĂ‚zıları da munhasıran bir kavme gonderilmişlerdir. Bu bakımdan her peygamberin mûcizesi kendi zamĂ‚nına munhasır iken, Hazret-i Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in mûcizeleri butun zamanlara şĂ‚mildir. Bilhassa Kur ’Ă‚n-ı Kerîm, O ’na verilen en buyuk mûcize olarak kıyĂ‚mete kadar tahriften korunmuş olarak bĂ‚kî kalacaktır.[3]
3. HĂ‚temu ’l-enbiyĂ‚, yani peygamberlerin sonuncusu ve muhrudur.[4]
4. Hazret-i Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’e kıyĂ‚met gunu icin MakĂ‚m-ı Mahmûd ve şefaat-i uzmĂ‚ bahşedilmiştir. Bu sebeple o merhamet peygamberi, mahşerde ummetinin gunahkĂ‚rlarına şefaat edecek ve bu şefaatini de CenĂ‚b-ı Hak kabûl edecektir.[5]
5. Bir aylık mesĂ‚feden duşmanın kalbine korku salmakla kendisine yardım olunmuştur.
6. O ve ummeti icin yeryuzu mescid ve temiz kılınmıştır. BinĂ‚enaleyh ummetinden herhangi bir mu ’min, namaz vakti gelince, hemen olduğu yerde namazını kılabilir.
7. Daha once hicbir peygambere helĂ‚l kılınmayan ganimet, O ’na helĂ‚l kılınmıştır.
8. CevĂ‚miu ’l-kelim (az sozle pek cok mĂ‚nĂ‚lar ifĂ‚de edebilme) husûsiyeti bahşedilmiştir.
9. Yeryuzu hazinelerinin anahtarları getirilip onune konmuştur.[6]
HĂ‚sılı peygamberlerin hepsi de vahdĂ‚niyet esĂ‚sı uzere insanlığa rehberlik etmiş mubĂ‚rek şahsiyetlerdir. Onlardan Kur ’Ă‚n ’la sĂ‚bit olmuş herhangi birinin nubuvvetini inkĂ‚r, insanı îman dĂ‚iresinden cıkarır. MeselĂ‚ bir insan Hazret-i ÎsĂ‚ ’nın nubuvvetini inkĂ‚r etse mu ’min olamaz. Zira butun peygamberler hep aynı esasları tebliğ etmişler ve bu sebeple onların tebliğĂ‚tında ifĂ‚desini bulan dîn hep İslĂ‚m olmuştur.
“Butun peygamberlere selĂ‚m olsun! Âlemlerin Rabbi olan AllĂ‚h ’a hamdolsun.” (es-SĂ‚ffĂ‚t, 181-182)
SON PEYGAMBER HZ. MUHAMMED MUSTAFA (S.A.V.) CenĂ‚b-ı Hak ehl-i kitap hakkında şoyle buyurur:
“Ey îmĂ‚n edenler, Allah ’tan korkun. O ’nun Peygamberi ’ne de îmĂ‚n edin ki, size rahmetinden iki kat nasip versin, size, aydınlığında yuruyeceğiniz bir nur lûtfetsin ve sizi affetsin. Allah TeĂ‚lĂ‚ cok mağfiret edici ve cok merhametlidir.” (el-Hadîd, 28)
İbn-i AbbĂ‚s -radıyallĂ‚hu anhumĂ‚- bu Ă‚yet-i kerîmeyi şoyle tefsîr eder:
“Burada zikri gecen iki kat nasipten biri ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ’a, İncil ’e ve Tevrat ’a olan îmanları sebebiyledir, diğeri de Hazret-i Muhammed -aleyhisselĂ‚m- ’a olan îmanları ve O ’nu tasdikleri sebebiyledir.
Âyet-i kerîmedeki nurdan maksat ise, Kur ’Ă‚n ve Hazret-i Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’e ittibĂ‚ etmeleridir...” (NesĂ‚î, KadĂ‚, 12)
Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz de, CenĂ‚b-ı Hakk ’ın, ehl-i kitaptan kendi peygamberine ve Muhammed -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’e îman eden kişilere iki kat ecir lûtfedeceğini beyan buyurmuşlardır. (Bkz. BuhĂ‚rî, İlim, 31)
Bugun, îmĂ‚n ehlinden olabilmek icin, CenĂ‚b-ı Hakk ’a îmĂ‚nın yanında Hazret-i Muhammed MustafĂ‚ -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’e de îmĂ‚n etmek zarûrîdir. Îman, bu iki vechenin gonulde bir butun hĂ‚linde yerleşmesi neticesinde tahakkuk eder. Bu itibarla ne yalnız Allah TeĂ‚lĂ‚ ’ya îman kĂ‚fîdir, ne de Rasûlu ’ne.
Âyet-i kerîmelerde şoyle buyrulur:
“AllĂ‚h ’a itaat edin, Rasûl ’e itaat edin!” (el-MĂ‚ide, 92; en-Nûr, 54, 56; Muhammed, 33; et-TeğĂ‚bun, 12)
“Kim Rasûl ’e itaat ederse, AllĂ‚h ’a itaat etmiş olur.” (en-NisĂ‚, 80)
“Kim AllĂ‚h ’a ve Rasûlu ’ne itaat ederse, buyuk bir kurtuluşa ermiş olur.” (el-AhzĂ‚b, 71)
Bunun icindir ki kelime-i şehĂ‚det, yani AllĂ‚h ’ın birliğini ve Hazret-i Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in O ’nun kulu ve Rasûlu olduğunu ifĂ‚de etmek, İslĂ‚m ’ın ilk şartıdır.
Peygamber Efendimiz ’e îmĂ‚n etmek; O ’nu kabûl etmeyi, O ’na itaat ve ittibĂ‚ etmeyi ve O ’nu sevmeyi gerektirir.
Buyuk İslĂ‚m Ă‚limi Ahmed bin Hanbel Hazretleri şoyle buyurmuştur:
“Mushaf-ı Şerîf ’e baktım ve otuz uc yerde RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’e itaatin emredildiğini gordum.”
Sonra şu Ă‚yet-i kerîmeyi okudu:
“…Onun (Rasûlun) emrine muhĂ‚lif davrananlar, başlarına bir belĂ‚ gelmesinden veya kendilerine cok elemli bir azap isabet etmesinden sakınsınlar.” (en-Nûr, 63)
Sonra bu Ă‚yet-i kerîmeyi tekrar tekrar okuyor ve şoyle buyuruyordu:
“Âyette isabet edeceği bildirilen fitne nedir? Şirktir, kufurdur. HerhĂ‚lde o fitne kişinin başına şoyle gelir: Bir kişi, Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in bir sozunu reddettiğinde kalbine bir eğrilik gelir, kalbi kaymaya başlar. Nihayet o kişinin kalbi hidĂ‚yetten tamamen uzaklaşır ve sahibini helĂ‚k eder.”
Bunları soyleyen Ahmed bin Hanbel, daha sonra da şu Ă‚yet-i kerîmeyi okumaya başladı:
“Hayır, Rabb ’ine yemin olsun ki aralarında cıkan herhangi bir anlaşmazlık hususunda Sen ’i hakem kılıp sonra da verdiğin hukumden iclerinde hicbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam mĂ‚nĂ‚sıyla kabullenmedikce îmĂ‚n etmiş olmazlar.” (en-NisĂ‚, 65)[7]
Peygamber Efendimizin Kısaca Hayatı Hazret-i Muhammed -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, mîlĂ‚dî 571 yılının 20 Nisan ’ına tesaduf eden 12 Rabîulevvel Pazartesi sabahı, Guneş doğmadan az evvel Mekke-i Mukerreme ’de dunyamızı şereflendirdi. O ’nun mubĂ‚rek soyu Hazret-i İsmĂ‚il ’in oğlu Kayzar sulĂ‚lesinin en şereflisi olan AdnĂ‚n ’a kadar uzanır.[8] Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, Kureyş kabilesi icinde, hem baba hem de anne yonunden en temiz ve en şerefli bir Ă‚ileye mensuptur.
Doğumundan iki ay evvel babası, altı yaşındayken de annesi vefĂ‚t etti. O ’nun yetim cocukluğu ile gencliği, amcasının yanında buyuk bir nezĂ‚het ve ulviyet icinde geciyordu. Bir muddet cobanlık yaptı.[9] Daha sonra ticaretle meşgul oldu.[10] Durustluğu ve alışverişteki adĂ‚leti ile herkes tarafından tanındı, hurmet ve îtibar kazanarak “el-Emîn: En emniyetli kişi” sıfatını aldı. Guvenilirlik Ă‚deta onun ikinci bir ismi olmuştu. 25 yaşlarına geldiğinde Mekke ’de sadece el-Emîn ismiyle cağrılıyordu.[11] Muşrikler kendi yandaşlarına değil, “Muhammedu ’l-Emîn” dedikleri Rasûl-i Ekrem Efendimiz ’e guveniyor ve kıymetli eşyalarını ona emĂ‚net ediyorlardı. KĂ‚be tamir edilirken Hacer-i Esved ’i yerine koyma husûsunda ihtilĂ‚fa duştukleri zaman, hepsi de Peygamber Efendimiz ’in hakemliğine îtirazsız teslim olmuş, o da dĂ‚hiyĂ‚ne bir cozumle muhtemel bir savaşı onlemişti.[12]
Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- muruvvet itibĂ‚rıyla kavminin en ustunu, soy itibĂ‚rıyla en şereflisi, ahlĂ‚k bakımından en guzeli idi. Komşuluk hakkına en ziyĂ‚de riĂ‚yet eden, hilim ve sadĂ‚katte en ustun olan, insanlara kotuluk ve eziyet etmekten en uzak duran O idi. Hic kimseyi kınayıp ayıpladığı, hic kimseyle munĂ‚kaşa ettiği gorulmemişti.[13] Guzel ahlĂ‚kı ile butun insanlar arasında temĂ‚yuz ediyordu. Herkes O ’nu iyilik ve guzel davranışlarıyla tanıyor ve hurmet ediyordu.
Peygamber Efendimizin Nubuvveti Kırk yaşına geldiğinde kendisine peygamberlik verildi. Hic boyle bir şey beklemiyordu, ancak Allah TeĂ‚lĂ‚ her zamanki gibi yine dilediği şeyi gercekleştirmişti.
Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- zor şartlar altında peygamberlik vazifesine başladı. İnsanlara doğru yolu gostermek icin pek cok sıkıntılara katlandı. Yeryuzune îmĂ‚nı, adĂ‚leti, merhameti, muhabbeti yerleştirmek icin calıştı. İnsanların hem dunyalarını hem de ebedî olan Ă‚hiret hayatlarını kurtarmak icin kendisini helĂ‚k edercesine buyuk bir gayret gosterdi. Onlara:
“Bu yaptığıma mukĂ‚bil sizden bir ucret talep etmiyorum!”[14] diyerek sırf Allah rızĂ‚sı icin tebliğde bulunuyordu. İnatcı kĂ‚firler ise direniyorlardı.
Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ummî bir insandı, o zamanki pek cok insan gibi okuma-yazma bilmezdi. CenĂ‚b-ı Hak şoyle buyurur:
“Sen bundan once ne bir yazı okur, ne de elinle onu yazardın. Oyle olsaydı, bĂ‚tıla tĂ‚bî olanlar şupheye duşerlerdi.” (el-Ankebût, 48)
Bu sebeple Efendimiz ’in, anlattığı şeyleri herhangi bir kitaptan ya da insandan oğrenip nakletmesi mumkun değildi. Ummî bir insanın kırk yaşından sonra birdenbire en yuksek seviyedeki bir belĂ‚ğat ve fesĂ‚hatla cok muhim bilgiler vermeye başlaması, ancak ilĂ‚hî vahiyle mumkun olabilirdi. Bunu o zamanki butun duşmanları biliyor ve kabûl ediyorlardı.
Muşrikler, Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’i dĂ‚vĂ‚sından vazgecirmek icin cok uğraştılar. Cok sevdiği amcasını devreye soktular. Efendimiz ’e gelip O ’nu başlarına kral secmek, aralarında para toplayıp en zenginleri yapmak, en guzel kızlarla evlendirmek gibi cĂ‚zip tekliflerde bulundular ve; “Ne istersen yapmaya hazırız.” dediler. Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- gĂ‚yet acık ve net bir şekilde şu cevabı verdi:
“–Ben sizden hicbir şey istemiyorum. Ne mal, ne mulk, ne saltanat ve ne de reislik! Benim tek istediğim şudur: Putlara tapmaktan vazgeciniz, yalnız bir olan AllĂ‚h ’a ibadet ediniz!” (İbn-i Kesîr, el-BidĂ‚ye, III, 99-100)
Peygamber Efendimiz ’den herhangi bir tĂ‚viz koparamayan muşrikler, yıldırma hareketlerine başvurdular. Muslumanlara karşı eziyet ve işkencelerini gun gectikce artırdılar. Muslumanların bir kısmı, o donemde adĂ‚letin hĂ‚kim olduğu Habeşistan ’a hicret etti.
Muşrikler, muslumanlar ve onları koruyan HĂ‚şimoğulları ile her turlu alışverişi, kız alıp vermek gibi medenî muĂ‚meleleri ve butun beşerî munĂ‚sebetleri kestiler. Bunu bir ahitnĂ‚me ile de percinleyerek KĂ‚be ’nin duvarına astılar. Bu boykot ve ambargo uc sene butun şiddetiyle devam etti. Muslumanlar cok buyuk aclık ve sıkıntılar cektiler. Aclıktan ağacların kabuklarını ve yapraklarını yediler. Cocukların ağlama sesleri cok uzaklardan duyuluyordu.
İlĂ‚hî! Kavmimi Affet; Zira Bilmiyorlar Uc sene sonra boykot nihayete erdi. Ancak tam da o gunlerde Peygamber Efendimiz ’in amcası Ebû TĂ‚lib vefĂ‚t etti. Cok gecmeden Efendimiz ’in hanımı Hazret-i Hatîce vĂ‚lidemiz de vefĂ‚t etti. Bunun uzerine duşmanca saldırılar, vahşet derecesine ulaştı. Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, Zeyd bin HĂ‚rise ’yi yanına alarak Mekke ’nin 160 km ilerisindeki TĂ‚if şehrine gitti. Akrabalarının da bulunduğu bu şehirde on gun kaldı. Onlar da once alay ettiler. Sonra hakĂ‚rete başladılar. Ardından kolelerini Allah Rasûlu ’nun gectiği yolların iki kenarına sıralayıp O ’nu hakĂ‚retlerle taşlattılar. Her tarafı kanlar icinde kalan O rahmet menbaı ve merhamet peygamberi, uğradığı bu fecî muĂ‚mele karşısında bile bedduĂ‚ etmek bir tarafa, vazifesinde herhangi bir kusuru olmasından korkarak şu niyazda bulundu:
“AllĂ‚h ’ım! Kuvvetimin zaafa uğradığını, cĂ‚resizliğimi, halk nazarında hor ve hakîr gorulmemi Sana arz ediyorum. Ey merhametlilerin en merhametlisi! Eğer bana karşı gazaplı değilsen, cektiğim mihnet ve belĂ‚lara aldırmam! İlĂ‚hî! Sen kavmime hidĂ‚yet ver; onlar bilmiyorlar. İlĂ‚hî! Sen rĂ‚zı oluncaya kadar işte affını diliyorum...” (İbn-i HişĂ‚m, II, 29-30; Heysemî, VI, 35)
Bu niyĂ‚zından da anlaşılacağı uzere Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in tek gĂ‚yesi CenĂ‚b-ı Hakk ’ı rĂ‚zı edebilmek ve O ’nun verdiği vazifeyi en guzel şekilde yerine getirebilmekti. Bu uğurda karşılaştığı en ağır işkence ve zorluklar bile gozune gorunmuyordu. Zira O bir “Rahmet Peygamberi” idi.
Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, TĂ‚if ’ten donuşunu şoyle anlatır:
“...Ben geri donmuş, derin kederler icinde yuruyup gidiyordum. Karnu ’s-SeĂ‚lib mevkiine varıncaya kadar kendime gelemedim. Orada başımı kaldırıp baktığımda, bir bulutun beni golgelediğini gordum. Dikkatlice bakınca, bulutun icinde CebrĂ‚îl -aleyhisselĂ‚m- ’i fark ettim. Bana:
«−Allah TeĂ‚lĂ‚ kavminin Sana ne soylediğini ve Sen ’i himĂ‚ye etmeyi nasıl reddettiğini işitiyor. Onlara dilediğini yapması icin sana Dağlar Meleği ’ni gonderdi.» diye seslendi. Bunun uzerine Dağlar Meleği bana seslenerek selĂ‚m verdi. Sonra da:
«−Ey Muhammed! Kavminin Sana ne dediğini CenĂ‚b-ı Hak işitiyor. Ben Dağlar Meleği ’yim. Ne emredersen yapmam icin Allah TeĂ‚lĂ‚ beni Sana gonderdi. Ne yapmamı istiyorsun? Eğer dilersen şu iki dağı onların başına gecireyim!» dedi. O zaman:
«−Hayır, ben CenĂ‚b-ı Hakk ’ın onların nesillerinden sadece AllĂ‚h ’a ibadet edecek ve O ’na hicbir şeyi ortak koşmayacak kimseler cıkarmasını dilerim!» dedim.” (BuhĂ‚rî, Bed ’u ’l-Halk, 7; Muslim, CihĂ‚d, 111)
TĂ‚if donuşunde Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, geceyi gecirdiği bir yerde Kur ’Ă‚n okurken, bir grup cin O ’nu dinledi. Hepsi de hakîkati anlayıp Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’e îmĂ‚n ettiler. Bir muddet sohbet ettikten sonra kavimlerinin yanına tebliğ vazifesiyle donduler.[15]
Bu sıkıntıların ardından CenĂ‚b-ı Hak, Rasûl-i Ekrem Efendimiz ’e mîrĂ‚cı lûtfetti. Bir gece, O ’nu Mescid-i HarĂ‚m ’dan aldı, kendisine bĂ‚zı Ă‚yetlerini gostermek uzere, etrĂ‚fını mubĂ‚rek kıldığı Mescid-i AksĂ‚ ’ya goturdu. Oradan da semĂ‚lara yukseltti. MĂ‚hiyetini bilemediğimiz husûsî bir mulĂ‚kĂ‚t gercekleşti.[16]
Peygamber Efendimizin Hicreti O gunlerde Medîne ’den gelen bir grup insan musluman oldu. Bunlar Medîne ’de İslĂ‚m ’ı anlatmaya başladılar. Peygamber Efendimiz ’den de muallim istediler. Mus‘ab bin Umeyr ile Abdullah bin Umm-i Mektûm -radıyallĂ‚hu anhumĂ‚- bu işle vazifelendirildi. Onların gayretleri neticesinde kısa surede Medîne ’de İslĂ‚m ’ın girmediği bir ev kalmadı. Sonunda muslumanlar, Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’i Medîne ’ye davet ederek O ’nu muhafaza edeceklerine soz verdiler.
BerĂ‚ bin Âzib -radıyallĂ‚hu anh- şoyle anlatır:
“Nebî -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in ashĂ‚bından bize (Medîne ’ye) ilk hicret edenler Mus‘ab bin Umeyr ile İbnu Umm-i Mektûm -radıyallĂ‚hu anhumĂ‚- idi. Bunlar geldiler ve bize Kur ’Ă‚n okutmaya başladılar. Sonra AmmĂ‚r bin YĂ‚sir, BilĂ‚l ve Sa‘d bin Ebî VakkĂ‚s -radıyallĂ‚hu anh- geldiler. Daha sonra yirmi kişi ile birlikte Omer bin Hattab -radıyallĂ‚hu anh- geldi. Bunlardan sonra Nebî -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- geldi. Medîne ahĂ‚lîsinin, Peygamber Efendimiz ’in gelişine sevindikleri kadar hicbir şeye sevindiklerini gormedim. HattĂ‚ genc kızları ve cocukları gordum:
«–İşte bu Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’dir, bizim şehrimize geldi!» diye seviniyorlardı.
Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- geldiğinde ben “سَبِّحِ اسْمَ رَبِّكَ الْاَعْلٰى” sûresini ve onun gibi birkac sûreyi daha ezberlemiştim.” (BuhĂ‚rî, Tefsîr, 87/1)
Boylece on uc senelik Mekke mucĂ‚delesi bitmiş, on sene devam edecek olan Medîne hayatı başlamış oldu.
Medîne-i Munevvere ’de komşu yahudî kabileleriyle anlaşma yapıldı. “Medîne Vesîkası” denilen bu metin, dunya tarihindeki ilk yazılı anayasa idi.[17]
Daha sonra Medîne ’ye saldıran duşmanlara karşı mudĂ‚faa harpleri yapıldı. Sekiz yıl sonra Mekke-i Mukerreme, harpsiz bir şekilde fethedildi. Onuncu yılda ise butun Arabistan Yarımadası Peygamber Efendimiz ’e teslim oldu.
Âlemlere rahmet olarak gonderilen Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, askerî harekĂ‚tlarda oyle bir merhamet siyaseti izledi ki, kısa surede butun Arap Yarımadası ’nı idĂ‚resi altına aldığı hĂ‚lde, her iki taraftan da fazla kan dokulmesine meydan vermedi. Butun problemleri oncelikle sulh yoluyla halletmeyi tercih etti.
Peygamber Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- bizzat 29 gazveye katılmıştı. Bunların 16 tanesinde fiilî olarak hicbir catışma cıkmadı, karşı tarafla anlaşmalar yapıldı. 13 gazvede ise fiilî catışmaya girmek mecbûriyetinde kaldı ve bunların toplamında muslumanlardan yaklaşık 140 kişi şehîd oldu, duşmanlardan da yaklaşık 335 kişi oldu.[18]
İslĂ‚m ’da savaşın asıl hedefi; insanları oldurmek, ganimet elde etmek, toprak almak, toprağı kanla sulamak, yeryuzunu tahrip etmek, şahsî cıkar sağlamak, maddî menfaat elde etmek veya intikam almak değildir. Bunların aksine, zulmu ortadan kaldırmak, inanc hurriyetini temin etmek, insanları hidĂ‚yete kavuşturmak ve her turlu haksızlığı gidermektir.
Allah ’a Kavuşma Arzusu Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in Ă‚zatlısı Ebû Muveyhibe -radıyallĂ‚hu anh- şoyle anlatır:
“Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- bir gun bana:
«−Bakî‘ ehli icin istiğfar etmekle emrolundum. Haydi, benimle gel!» buyurdu. Ben de gecenin ortasında O ’nunla beraber gittim. Kabristanda yatanların başında durdu ve şoyle buyurdu:
«−es-SelĂ‚mu aleykum ey kabir ehli! İnsanların icinde bulunduğu durumdansa kendi icinde bulunduğunuz durum sizi daha cok sevindirsin! Karanlık gece parcaları gibi fitneler geliyor. Bunlar birbirlerini tĂ‚kip ederler. Sonraki fitneler, ilk fitnelerden daha ağır ve sert olacaktır.»
Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- daha sonra bana yonelip şoyle buyurdu:
«−Ebû Muveyhibe! Şuphe yok ki bana dunya hazinelerinin anahtarları ile dunyada ebedî kalma, sonra da Cennet ’e girme imkĂ‚nı verildi. Ben, bunlarla Rabb ’ime kavuşma arasında muhayyer bırakıldım.»
O zaman ben:
«−Babam-annem Sana fedĂ‚ olsun! Dunya hazinelerinin anahtarları ile orada ebedî kalmayı, sonra da Cennet ’e girmeyi tercih edin!» dedim. Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- şoyle buyurdu:
«−Hayır, vallĂ‚hi ey Ebû Muveyhibe, Rabb ’ime kavuşmayı tercih ettim.»
Ardından Bakî‘ Kabristanı ’ndaki mu ’minler icin istiğfar edip geri dondu. Bundan sonra Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in vefĂ‚tına sebep olan hastalığı ve ağrıları başladı.” (DĂ‚rimî, Mukaddime, 14; Ahmed, III, 489, 488; HĂ‚kim, III, 57/4383)
Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- 632 senesinde, Medîne-i Munevvere ’ye hicretinin 10. yılında CenĂ‚b-ı Hakk ’a kavuştu.
Peygamber Efendimizin Ozellikleri 1. Guzel AhlĂ‚kı Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- gelmiş gelecek insanların en guzel ahlĂ‚klısıdır. Zira CenĂ‚b-ı Hak şoyle buyurmuştur:
(Ey Rasûlum!) Muhakkak ki Sen ’in icin tukenmeyen bir mukĂ‚fat vardır. Şuphesiz Sen buyuk bir ahlĂ‚k uzeresin.” (el-Kalem, 3-4)
O, en guzel ahlĂ‚kı yeryuzune yerleştiren ve insanlığa oğreten en mumtaz peygamberdir.
GıfĂ‚r kabîlesine mensup olan Ebû Zer -radıyallĂ‚hu anh-, Peygamber Efendimiz ’in Mekke ’de peygamberlik vazifesine başladığını haber almıştı. Akıllı ve usta bir şĂ‚ir olan kardeşi Uneys ’e:
“–Bineğine binip Mekke vĂ‚disine git ve O zĂ‚tın sozlerini dinle!” dedi.
Uneys, Mekke ’den donduğunde şoyle dedi:
“–Ben O zĂ‚tın herkese mekĂ‚rim-i ahlĂ‚kı, yani en ustun ahlĂ‚kî guzellikleri oğrettiğini gordum!” (BuhĂ‚rî, Edeb, 39)
Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz de:
“Ben başka bir maksatla değil, ancak guzel ahlĂ‚kı tamamlamak icin gonderildim.”[19] buyurmak sûretiyle, vazifelerinin temel hikmetini ifĂ‚de etmiş ve guzel ahlĂ‚kın ehemmiyetini vurgulamışlardır.
O ’nun yuce ahlĂ‚kından bĂ‚zı misaller şoyledir:
Doğruluk: Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- hak ve hakîkati getirmişti; insanları ıslah etmek, onlara doğruluğu oğretmek icin gelmişti. Bu sebeple, O ’ndan yalanın sĂ‚dır olması bir tarafa, boş ve luzumsuz bir soz veya fiil bile zuhûr etmezdi.
Abdullah bin Amr -radıyallĂ‚hu anh- şoyle rivĂ‚yet eder:
“Ben, muhafaza etme duşuncesiyle Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’den işittiğim her şeyi yazıyordum. Kureyş kabîlesinden bĂ‚zı muslumanlar beni bundan nehyettiler:
«Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- de bir beşerdir, ofkeliyken de konuşur, rızĂ‚ hĂ‚lindeyken de! HĂ‚l boyleyken sen O ’ndan duyduğun her şeyi yazıyor musun?» dediler.
Ben de yazmaktan vazgectim ve bu durumu Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’e arz ettim. Parmağıyla mubĂ‚rek ağzına işaret ederek;
«Yaz! Varlığım kudret elinde bulunan AllĂ‚h ’a yemin ederim ki bundan, haktan başka bir soz cıkmaz!» buyurdu.” (Ebû DĂ‚vûd, İlim, 3/3646; DĂ‚rimî, Mukaddime, 43/490; Ahmed, II, 162; HĂ‚kim, I, 187)
Peygamber Efendimiz ’in her sozu, dînî hukumler icin bir delildir. Ofke ve sevinc hĂ‚lleri, O ’nun her an Hakk ’a bağlı olan ve vahy-i ilĂ‚hîyi alan mubĂ‚rek kalbine tesir edemez, mubĂ‚rek lisĂ‚nından akan hikmet pınarlarını bulandıramaz.
O ’nun doğruluğunu, dost-duşman herkes kabûl etmiştir. Bunu gosteren sayısız misalden ikisini nakledelim:
Muşrikler bile Peygamber Efendimiz ’in ahlĂ‚kını takdir ediyor ve O ’nun kesinlikle yalan soylemediğine gonulden inanıyorlardı. Ancak haksız yere elde ettikleri bĂ‚zı dunyevî menfaatleri ve nefsĂ‚nî hazlarını terk etmek istemiyorlardı. Nitekim Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- bir gun, amansız duşmanları olan Ebû Cehil ve arkadaşlarının yanına uğramıştı. Onlar:
“–Ey Muhammed! VallĂ‚hi biz Sen ’i yalanlamıyoruz. Sen bizim yanımızda son derece sĂ‚dık (doğru sozlu, guvenilir) bir insansın. Ancak biz, Sen ’in getirmiş olduğun Ă‚yetleri yalanlıyoruz...” dediler.
Bu hususta CenĂ‚b-ı Hak şu Ă‚yet-i kerîmeyi inzĂ‚l buyurdu:
“…Gercekte onlar Sen ’i yalanlamıyorlar. Fakat o zĂ‚limler AllĂ‚h ’ın Ă‚yetlerini inkĂ‚r ediyorlar.” (el-En ’Ă‚m, 33. Tirmizî, Tefsîr, 6/3064; VĂ‚hidî, EsbĂ‚b, s. 219)
Yani onlar Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in peygamberliğini vicdĂ‚nen kabul ediyorlardı, lĂ‚kin nefsĂ‚nî arzularının esîri oldukları icin muhĂ‚lefette bulunuyorlardı.
Bu husustaki diğer bir rivĂ‚yet de şoyledir:
“Medîneli Sa‘d bin MuĂ‚z -radıyallĂ‚hu anh- umre yapmak icin Mekke-i Mukerreme ’ye gitmişti. Oraya vardığında muşrik biri olan Umeyye bin Halef ’in evine misafir oldu. Umeyye de ticĂ‚ret icin Şam ’a giderken Medîne ’ye uğrar, Sa‘d bin MuĂ‚z ’a misafir olurdu. (Aralarında bir dostluk vardı.) Umeyye, Sa‘d ’a:
«−Biraz bekle! Oğle sıcağı bastırıp insanlar cekilince gider KĂ‚be ’yi tavaf edersin!» dedi.
Sa‘d -radıyallĂ‚hu anh- tavaf ederken Ebû Cehil cıkageldi ve:
«−KĂ‚be ’yi tavaf eden şu zĂ‚t da kimdir?» diye sordu. Sa‘d -radıyallĂ‚hu anh-:
«−Ben Sa‘d bin MuĂ‚z ’ım!» dedi. Ebû Cehil:
«−KĂ‚be ’yi boyle emniyetle tavaf ediyorsun ama siz Muhammed ile ashĂ‚bını himĂ‚ye ettiniz?!» dedi. Sa‘d -radıyallĂ‚hu anh-:
«−Evet oyledir.» dedi ve aralarında bir munakaşa başladı. Bunun uzerine Umeyye, Sa‘d ’a:
«−Ebû ’l-Hakem ’e karşı sesini yukseltme! O bu vĂ‚di halkının onde gelenidir.» dedi. Sa‘d -radıyallĂ‚hu anh- Ebû Cehil ’e:
«−Eğer KĂ‚be ’yi tavaf etmekten beni men edersen, vallĂ‚hi ben de senin Şam ticĂ‚ret yolunu keserim!» dedi. Umeyye, Sa‘d -radıyallĂ‚hu anh- ’a tekrar:
«−Sesini yukseltme!» demeye ve onu tutmaya başladı. Bunun uzerine Sa‘d -radıyallĂ‚hu anh-, ofkelenerek:
«−Bizi kendi hĂ‚limize bırak! Ben Muhammed -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’den işittim, seni oldureceğini soyluyordu!» dedi.
(Cunku Umeyye, Peygamber Efendimiz ’e yaptığı ağır işkenceler yetmiyormuş gibi bir de O ’nu olumle tehdit etmişti. Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- de buna mukĂ‚bil kendisinin onu oldureceğini soylemişti.)
Umeyye:
«−Beni mi?» diye sordu. Sa‘d -radıyallĂ‚hu anh-:
«−Evet seni!» dedi. Bunun uzerine Umeyye bin Halef:
«−VallĂ‚hi Muhammed bir şey soylediği zaman aslĂ‚ yalan konuşmaz!» dedi ve korku icinde karısının yanına gitti:
«−Yesribli kardeşim bana ne dedi, biliyor musun?» dedi. Karısı:
«−Ne dedi?» diye sordu. Umeyye:
«−Muhammed ’i beni oldureceğini soylerken işitmiş!» dedi. Hanımı:
«−AllĂ‚h ’a yemin ederim ki Muhammed aslĂ‚ yalan soylemez!» diye Sa‘d ’ın haberini te ’yid etti.
Bir muddet sonra muşrikler Bedir ’e giderken bir munĂ‚dî Umeyye ’yi de cağırdı. Karısı, Umeyye ’ye:
«−Yesribli kardeşinin sana ne dediğini unuttun mu?» dedi. Umeyye Bedir ’e gitmek istemedi. Ancak Ebû Cehil gelip:
«−Sen bu vĂ‚dinin eşrĂ‚fındansın, geri kalırsan olmaz. Hic değilse bir iki gun herkesle beraber yuru, ondan sonra don!» deyip kandırdı. Umeyye de onlarla iki gun yurudu, ancak geri donemedi. Neticede Allah TeĂ‚lĂ‚ onu oldurdu. (BuhĂ‚rî, MenĂ‚kıb, 25, IV, 184-185)
TevĂ‚zû: Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, insanların en yucesi olmasına rağmen aynı zamanda en mutevĂ‚zı olanıydı. Mekke ’yi kansız bir şekilde fethettiği gun insanlar nezdinde en kuvvetli gorunduğu bir Ă‚n idi. Senelerin zulmunun kısĂ‚sını yapabilme imkĂ‚nına sahipti. LĂ‚kin O “Af ve Rahmet Peygamberi” idi. O gun Mekke-i Mukerreme ’ye, devesinin uzerinde secde ederek girdi. Huzûruna gelen ve konuşurken korkudan titremeye başlayan kişiye, imkĂ‚nlarının en zayıf olduğu doneme Ă‚it bir misĂ‚li zikrederek şoyle sukûnet telkîn etti:
“–SĂ‚kin ol kardeşim! Ben bir kral veya hukumdar değilim. Kureyş ’ten, Guneş ’te kurutulmuş et yiyen bir kadının oğluyum!..” (İbn-i MĂ‚ce, Et‘ime, 30; HĂ‚kim, III, 50/4366)
Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- insanların kendisi hakkında aşırılığa kacmasına musĂ‚ade etmez:
“Bana «AllĂ‚h ’ın kulu ve Rasûlu» deyiniz!” buyururlardı. (BuhĂ‚rî, EnbiyĂ‚, 48)
Zira insanı yucelten ve hakîkate en fazla yaklaştıran şey, tevĂ‚zûdur.
Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, peygamberliğini tasdik cumlesinin başına “abduhû: AllĂ‚h ’ın kulu” ibĂ‚resini ilĂ‚ve ederek, ummetini gecmiş toplumlarda olduğu gibi insanları ilĂ‚hlaştırma tehlikesinden korumuşlardır.
Yine bu cumleden olarak:
“Siz beni, hakkım olan derecenin uzerine yukseltmeyiniz! Cunku Allah TeĂ‚lĂ‚ beni Rasûl edinmeden once kul edinmişti.” buyurmuşlardır. (Heysemî, IX, 21)
Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- hastaları ziyaret eder, cenĂ‚zelerde bulunur, kolelerin davetlerine gider, merkebe binerlerdi. Bineğinin terkisine insanları bindirir, yemeğini yere koyup yerlerdi. Kaba yunden elbise giyer, oturup koyunun sutunu sağar, misafirleriyle ilgilenir, onlara hizmet ve ikram ederlerdi. Bir dul hanımın, bir yoksulun, bir bîcĂ‚renin işini gormek icin onunla birlikte ihtiyĂ‚cı gorulunceye kadar yurumekten cekinmez ve buyuklenmezlerdi.[20]
Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ashĂ‚bının arasında otururlardı. Bu sebeple, bir yabancı geldiğinde, hangisinin Efendimiz olduğunu sormadan bilemezdi. (NesĂ‚î, ÎmĂ‚n, 6)
SĂ‚delik: Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- son derece sĂ‚de ve mutevĂ‚zı bir hayat yaşarlardı. Hazret-i Âişe şoyle nakleder:
“Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’e bir bardak getirildi. İcinde sut ve bal vardı. Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- şoyle buyurdular:
«–Bir icecek icinde iki nîmet, bir bardak icinde iki katık! Benim buna ihtiyacım yok. Ancak bunun haram olduğunu duşunmuyorum. Sadece kıyĂ‚met gunu CenĂ‚b-ı Hakk ’ın dunyadaki fazlalıklardan hesaba cekmesinden korkuyorum. Allah icin tevĂ‚zû gosteriyorum. Kim Allah icin tevĂ‚zû gosterirse Allah onu yukseltir, kim de kibirlenirse Allah onu alcaltır. Kim iktisatlı davranırsa Allah onu zengin kılar, kim olumu cokca hatırlarsa Allah onu sever.»” (Heysemî, X, 325)
Hazret-i Âişe vĂ‚lidemiz şoyle buyurur:
“Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- hicbir zaman sabah kahvaltısından kalan yiyecekleri akşam icin, akşam yemeğinden kalanları da sabah icin saklamadı. Bir elbiseden iki adet edinmedi. Ne iki gomleği ne iki ridĂ‚sı ne iki izĂ‚rı ne de iki cift ayakkabısı oldu. Evdeyken boş durduğu da hic gorulmemiştir. Ya bir yoksulun ayakkabısını tĂ‚mir ederdi veya bir kimsesizin elbisesini dikerdi.” (İbnu ’l-Cevzî, Sıfatu ’s-Safve, I, 200)
Şefkat ve Merhamet: Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, butun insanlığa karşı sonsuz bir şefkat ve merhametle doluydu. CenĂ‚b-ı Hak şoyle buyurur:
“Andolsun size kendinizden oyle bir Peygamber gelmiştir ki, o son derece izzet ve şeref sahibidir. Sizin sıkıntıya uğramanız O ’na cok ağır gelir. O, size cok duşkundur, uzerinize titrer. Mu ’minlere karşı cok şefkatlidir, cok merhametlidir.” (et-Tevbe, 128)
Kur ’Ă‚n-ı Kerîm, aynı zamanda O ’nun ummetinin de butun insanlara, hattĂ‚ duşmanlarına bile merhamet ettiklerini beyan eder. (Âl-i İmrĂ‚n, 119)
Abdullah bin Ubeyd -radıyallĂ‚hu anh- anlatıyor:
Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in Uhud ’da mubĂ‚rek dişi kırılmış, alnı yaralanmış, yuzune doğru kan akıyordu. BĂ‚zıları:
“–YĂ‚ RasûlĂ‚llah! O kĂ‚firler icin bedduĂ‚ etseniz!” dediler.
Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- şoyle buyurdular:
“–Allah TeĂ‚lĂ‚ beni, insanları cokca ayıplayan ve onlara lĂ‚net eden biri olarak gondermedi! CenĂ‚b-ı Hak beni, herkes icin cok cok duĂ‚ etmek ve insanlara rahmet olmak icin gonderdi. AllĂ‚h ’ım! Kavmimi mağfiret eyle, zira onlar bilmiyorlar!” (Beyhakî, Şuab, II, 164/1447)
Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- sadece insanlara değil hayvanlara ve nebĂ‚tĂ‚ta karşı bile sonsuz merhamet sahibiydiler. Bir gun zayıflıktan karnı sırtına yapışmış bir devenin yanından gecerken:
“–Konuşamayan bu hayvanlar hakkında Allah ’tan korkun! Besili olarak binin, besili olarak kesip yiyin!” buyurmuşlardı. (Ebû DĂ‚vûd, CihĂ‚d, 44/2548)
Comertlik: Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- insanların en comerdi idi. Kureyş muşriklerinin ileri gelenlerinden Safvan bin Umeyye, musluman olmadığı hĂ‚lde Huneyn ve TĂ‚if gazĂ‚larında Efendimiz ’in yanında bulunmuştu. CîrĂ‚ne ’de toplanan ganimet mallarını teftiş ederken Safvan ’ın kalabalık hayvan surulerine buyuk bir hayranlıkla baktığını goren Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-:
“–Pek mi hoşuna gitti?” diye sordu. “Evet” cevabını alınca:
“–Al hepsi senin olsun!” buyurdu. Safvan kendisini tutamayarak:
“–Peygamber kalbinden başka hicbir kalp bu derece comert olamaz!” diyerek şehĂ‚det getirdi ve musluman oldu. Kabîlesine donunce de:
“–Ey kavmim! (Koşun,) musluman olun! Cunku Muhammed, fakirlik ve ihtiyac korkusu duymadan cok buyuk ikram ve ihsanlarda bulunuyor.” dedi. (Bkz. Muslim, FedĂ‚il, 57-58; Ahmed, III, 107-108; VĂ‚kıdî, II, 854-855)
SufyĂ‚n bin Uyeyne şoyle demiştir:
“O ’nun yanında (vereceği bir şey) olmadığı zaman, (eline gectiğinde vereceğine dĂ‚ir) vaadde bulunurdu.” (DĂ‚rimî, Mukaddime, 12)
HattĂ‚ daha da ilerisi…
Bir gun, muhtac bir kimse Peygamber Efendimiz ’e gelerek bir şeyler istedi. Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-:
“–Yanımda sana verebileceğim bir şey yok, git benim nĂ‚mıma satın al, mal geldiğinde oderim.” buyurdular. Efendimiz ’in sıkıntıya girmesine gonlu rĂ‚zı olmayan Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh-:
“–YĂ‚ RasûlĂ‚llah! Yanında varsa verirsin, yoksa Allah Sen ’i gucunun yetmeyeceği şeyle mukellef kılmamıştır.” dedi.
Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in bu sozden hoşnud olmadıkları mubĂ‚rek yuzlerinden belli oldu. Bunun uzerine EnsĂ‚r ’dan bir zĂ‚t:
“–Anam, babam Sana fedĂ‚ olsun yĂ‚ RasûlĂ‚llah! Ver! Arş ’ın sahibi azaltır diye korkma!” dedi.
Bu sahĂ‚bînin sozleri Efendimiz ’in cok hoşuna gitti, tebessum ettiler ve:
“–Ben de bununla emrolundum.” buyurdular. (Heysemî, X, 242)
Hazret-i CĂ‚bir ’in naklettiğine gore:
“Peygamber Efendimiz ’den bir şey istendiğinde, «hayır» dediği vĂ‚kî değildi.” (Muslim, FedĂ‚il, 56)
O ’nun comertliği, sarsılması mumkun olmayan cok sağlam bir temele dayanıyordu. Zira İslĂ‚m ’a gore, insanoğlunun hakîkî serveti; AllĂ‚h ’ın rızĂ‚sını kazanmak maksadıyla O ’nun gosterdiği şekilde harcadığı maddî-mĂ‚nevî imkĂ‚nlardır.[21] Yoksa dunyada kullanıp tukettikleri değil…
Affedicilik: Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- dĂ‚imĂ‚ affı tercih eder, mecbur kalmadıkca kimseyi cezĂ‚landırmak istemezdi. Nitekim cezĂ‚ vermeye gucu yettiği hĂ‚lde kendisine pek cok kotuluklerde bulunan kimseleri hep affetmiş, hattĂ‚ herhangi bir soz veya îmĂ‚ ile dahî olsa suclarının hatırlatılmasını ashĂ‚bına yasaklamıştır. Cunku Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- -musluman veya kĂ‚fir- hic kimsenin kotuluğunu istemez, herkese buyuk bir edep ve ahlĂ‚k ile muĂ‚mele ederdi. Mekke ’yi savaşa fırsat vermeden fethettiği zaman, yirmi bir senedir kendisine ve muslumanlara her turlu duşmanlığı yapan insanlar, huzûrunda toplanmış hukmunu bekliyorlardı. Onlara:
“–Ey Kureyş topluluğu! Şimdi benim, sizin hakkınızda ne yapacağımı duşunuyorsunuz?” diye sordular. Kureyşliler:
“–Biz Sen ’in hayır ve iyilik yapacağını umarak; «Hayır yapacaksın!» deriz. Sen kerem ve iyilik sahibi bir kardeşsin, kerem ve iyilik sahibi bir kardeş oğlusun!..” dediler. Bunun uzerine Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-:
“–Ben de Hazret-i Yûsuf ’un kardeşlerine dediği gibi:
«…Size bugun hicbir başa kakma ve ayıplama yok! Allah sizi affetsin! Şuphesiz O, merhametlilerin en merhametlisidir.»[22] diyorum. Haydi, gidiniz, artık serbestsiniz!” buyurdular. (İbn-i HişĂ‚m, IV, 32; VĂ‚kıdî, II, 835; İbn-i Sa‘d, II, 142-143)
Ve o gunu “Yevmu ’l-merhame: Merhamet Gunu”[23] olarak isimlendirdiler…
O gun, Uhud Harbi ’nde amcası Hazret-i Hamza ’yı şehîd eden Vahşî ’yi ve o “şehidlerin efendisi”nin ciğerini hırsla dişleyen Hind ’i de affettiler.[24] Kızı Hazret-i Zeyneb ’i deveden duşurmek sûretiyle vefĂ‚tına sebep olan HebbĂ‚r bin Esved bile bu buyuk aftan istifade etmişti. Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- oyle bir incelik gosterdiler ki, HebbĂ‚r ’ı affetmekle kalmayıp, aynı zamanda ona hakĂ‚ret edilmesini ve eski yaptıkları sebebiyle kendisine tĂ‚rizde bulunulmasını da yasakladılar. (VĂ‚kıdî, II, 857-858)
Mekke fethedildiğinde, Ebû Cehil ’in oğlu İkrime kacmıştı. Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- onceden yaptığı butun kotulukleri bir kenara bırakarak ona eman verdiler ve yanlarına cağırdılar. Hanımı peşinden uzun yollar giderek Efendimiz ’in davetini iletti ve onu Mekke ’ye gelmeye iknĂ‚ etti. Mekke ’ye yaklaştıklarında Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- buyuk bir mucize ve muhteşem bir incelik sergileyerek ashĂ‚bına şoyle buyurdular:
“–İkrime bin Ebû Cehil mu ’min ve muhĂ‚cir olarak yanınıza geliyor. Artık onun babasına hakĂ‚ret etmeyiniz! Zira cok kotu bir insan bile olsa oluye hakaret etmek, sadece hayatta olan yakınlarını uzer, oluye ulaşmaz.” (HĂ‚kim, III, 269/5055; VĂ‚kıdî, II, 851)
Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- İkrime ’nin geldiğini gorunce sevinclerinden ayağa kalkıp uc defa:
“–MerhabĂ‚ muhĂ‚cir suvĂ‚rî, hoş geldin!” buyurdular. İkrime -radıyallĂ‚hu anh- da:
“–VallĂ‚hi yĂ‚ RasûlĂ‚llah, İslĂ‚m duşmanlığı yolunda harcadığım şeylerin en az bir mislini de Allah sHazretleri ’nin yolunda harcayacağım!” dedi. (HĂ‚kim, III, 271/5059; VĂ‚kıdî, II, 851-853; Tirmizî, İsti ’zĂ‚n, 34/2735)
Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- daha bunun gibi nicelerini affetti… Zira O, yıkmak icin değil ıslah etmek ve gonulleri fethetmek icin gelmişti. Butun Ă‚lemlere rahmet olarak gonderilmişti.
Temizlik ve NezĂ‚ket: İslĂ‚m, temizliği îmĂ‚nın yarısı ve ibadetlerin başlangıcı kılmıştır. Bu sebeple elbiselerin duzeltilmesini emreden, giyim-kuşamda pejmurdeliği hoş gormeyen Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, sac ve sakalların dağınıklığını da tasvîb etmezlerdi. Kendileri son derece temiz ve guzel bir insandı. Ebû Hureyre -radıyallĂ‚hu anh- şoyle demiştir:
“Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’den daha guzel birini gormedim, sanki mubarek yuzunde Guneş akıp gidiyordu…” (Ahmed, II, 380, 350)
İslĂ‚m, kalbin temizlik ve guzelliğinden kaynaklanan nezĂ‚kete de cok ehemmiyet vermiştir. Nitekim Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- insanların kullandığı hicbir kotu ve kaba sozu mubĂ‚rek ağızlarına almazlar ve şoyle buyururlardı:
“KıyĂ‚met gunu, mu ’min kulun terĂ‚zisinde guzel ahlĂ‚ktan daha ağır bir şey bulunmaz. Allah TeĂ‚lĂ‚, cirkin hareketler yapan, cirkin sozler soyleyen kimseden nefret eder.” (Tirmizî, Birr, 62/2002)
Bir kimseden kendilerine, hoşlanmadıkları bir soz ulaştığında:
“FilĂ‚na ne oluyor ki şoyle şoyle soyluyor!” demezler, “BĂ‚zı kimselere ne oluyor ki şoyle şoyle soyluyorlar!” diye nezĂ‚ket gosterirlerdi. (Ebû DĂ‚vûd, Edeb, 5/4788)
Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- hem temizliğe hem de nezĂ‚kete dikkat cektikleri bir hadîs-i şerîflerinde şoyle buyurmuşlardır:
“LĂ‚nete mĂ‚ruz kalacağınız uc şeyi yapmaktan sakının:
Pınar başlarına, Yol ortasına ve İnsanların golgelendiği yerlere abdest bozmayın!” (Ebû DĂ‚vûd, TahĂ‚ret, 14/26; İbn-i MĂ‚ce, TahĂ‚ret, 21; Ahmed, I, 299; HĂ‚kim, I, 273/594) Kadınlara Değer Vermek: İslĂ‚m ’ın gelişiyle hanımlara Ă‚it bir hukuk tesis edildi. Kadın, toplumda iffet ve fazîlet timsĂ‚li oldu. Annelik muessesesi, şeref buldu. Peygamber Efendimiz ’in; “Cennet (sĂ‚liha) annelerin ayakları altındadır!”[25] hadîs-i şerîfi ile kadın, lĂ‚yık olduğu değere kavuştu. Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, hayatı boyunca hicbir hanımına el kaldırmadılar ve hic kimseye elleriyle vurmadılar.[26] Zira CenĂ‚b-ı Hak; “kadınlarla iyi gecinmeyi ve onlara guzel davranmayı” emir buyurmuştu.[27]
Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz şoyle buyurmuşlardır:
“Sizin en hayırlılarınız, hanımına karşı en hayırlı olan, ahlĂ‚ken en guzel davrananlarınızdır.” (Tirmizî, RadĂ‚‘, 11/1162)
“Bir kişi hanımına kin beslemesin! Onun bir huyunu beğenmezse, bir başka huyunu beğenir.” (Muslim, RadĂ‚‘, 61)
“Dunya gecici bir faydadan ibĂ‚rettir. Onun fayda sağlayan en hayırlı varlığı; dindar, sĂ‚liha bir kadındır.” (Muslim, RadĂ‚‘, 64; NesĂ‚î, NikĂ‚h, 15; İbn-i MĂ‚ce, NikĂ‚h, 5)[28]
2. İnsanlığın Kurtuluşu İcin Cırpınması Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in peygamber olarak gonderildiği gunden itibĂ‚ren kıyĂ‚mete kadar gelen butun insanlar O ’nun ummetidir. Bunların bir kısmı O ’nun davetini kabul etmiş, bir kısmı da etmemiştir. Kabul edenlere Ummet-i İcĂ‚be, etmeyenlere Ummet-i Gayr-i İcĂ‚be denir.
Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ummetini cok sever, onların kurtuluşu icin butun gayretini sarf ederdi. Bu hĂ‚lini bir hadîs-i şerîfinde şoyle tasvir etmiştir:
“Benimle sizin durumunuz şuna benzer: Bir adam ateş yakar. Ateş etrafı aydınlatınca pervĂ‚neler (gece kelebekleri) ve aydınlığı seven bir kısım hayvanlar bu ateşe kendilerini atmaya başlarlar. Adamcağız onlara mĂ‚nî olmaya calışır, ancak hayvanlar galebe calarak pek coğu ateşe duşerler. Ben, ateşe duşmemeniz icin sizi belinizden, kemerinizden yakalıyorum, ancak siz ateşe atılmak icin koşuyorsunuz!” (BuhĂ‚rî, RikĂ‚k, 26)
Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz, dĂ‚imĂ‚ ummetinin Ă‚hiretini duşunur ve onların ebedî saĂ‚det ve selĂ‚meti icin duĂ‚ ederlerdi. Nitekim bir gun:
“Rabb ’im, putlar insanlardan bircoğunun sapmasına sebep oldular. Şimdi kim bana uyarsa o bendendir.” (İbrĂ‚him, 36)
“Eğer kendilerine azĂ‚b edersen, şuphesiz onlar Sen ’in kullarındır. Eğer onları bağışlarsan, şuphesiz Sen izzet ve hikmet sahibisin.” (el-MĂ‚ide, 118) Ă‚yet-i kerîmelerini okudular. Ardından ellerini kaldırıp:
“AllĂ‚h ’ım! Ummetim, ummetim!” diye yalvarmaya başladılar. Bir taraftan da ağlıyorlardı. Bunun uzerine CenĂ‚b-ı Hak:
“–Ey CebrĂ‚îl! Gerci Rabb ’in her şeyi daha iyi bilir ama (insanlar da bilsin diye) git, Muhammed ’e nicin ağladığını sor!” buyurdu.
CebrĂ‚îl -aleyhisselĂ‚m- geldi. Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ona, ummeti icin duyduğu endişe sebebiyle ağladığını bildirdi. Bunun uzerine Allah TeĂ‚lĂ‚:
“–Ey CebrĂ‚îl! Muhammed ’e git ve O ’na; «Ummetin husûsunda Sen ’i rĂ‚zı edeceğiz ve Sen ’i asla uzmeyeceğiz.» mujdemizi ulaştır.” buyurdu. (Muslim, ÎmĂ‚n, 346)
Ebû Zer -radıyallĂ‚hu anh- ’ın bildirdiğine gore, Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, bir gece namaz kılıp MĂ‚ide Sûresi ’nin yukarıda gecen 118. Ă‚yet-i kerîmesini sabaha kadar okumuşlardı. Rukûdayken de, secdedeyken de bu Ă‚yeti okuyorlardı… (Ahmed, V, 149)
Hazret-i Âişe vĂ‚lidemiz, Peygamber Efendimiz ’i neşeli gorduğu bir gun:
“–Ey AllĂ‚h ’ın Rasûlu, benim icin AllĂ‚h ’a duĂ‚ ediver!” demişti. Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-:
“AllĂ‚h ’ım, Âişe ’nin gecmiş, gelecek, gizli ve acık butun gunahlarını mağfiret eyle!” diye duĂ‚ ettiler.
Hazret-i Âişe vĂ‚lidemiz bu duĂ‚ sebebiyle o kadar mesrûr oldu ki, sevincinden kendinden gecti. Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-:
“–DuĂ‚ etmem seni sevindirdi mi?” diye sordular. O da:
“–Sen ’in duĂ‚n beni neden sevindirmesin ki?” dedi.
Bunun uzerine Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-:
“–VallĂ‚hi bu, benim ummetim icin her namazda yaptığım duĂ‚mdır.” buyurdular. (Heysemî, IX, 243; İbn-i HibbĂ‚n, Sahîh, XVI, 47/7111)
Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, butun muslumanları da kendisi gibi insanlığın selĂ‚meti icin calışmaya ve duĂ‚ etmeye teşvik ederlerdi. Nitekim bir hadîs-i şerîflerinde şoyle buyurmuşlardır:
“Allah katında, kulun şoyle demesinden daha sevimli bir duĂ‚ yoktur:
«AllĂ‚h ’ım! Ummet-i Muhammed ’e umûmî bir rahmet ile merhamet eyle!»” (Ali el-Muttakî, no: 3212, 3702)
Bu ulvî merhameti sebebiyle Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, kendisine îmĂ‚n etmeyen ve hattĂ‚ duşmanca davranan insanlara bile bedduĂ‚ etmez, onların oldurulmesini istemezlerdi. Aksine onların doğru yolu bulması icin duĂ‚ eder, canlarına bir zarar gelmeden şerlerini defetmeye calışırlardı. Zira bir muddet sonra onların veya nesillerinin yalnızca AllĂ‚h ’a ibadet edeceklerini umuyorlardı.
Bir gun, muşriklerin şerlerinden iyice bunalan sahĂ‚bîlerden bir kısmı, Peygamber Efendimiz ’den onlara lĂ‚net etmesini istemişti. Buna mukĂ‚bil Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-:
“–Ben lĂ‚netci olarak değil, Ă‚lemlere rahmet olarak gonderildim!” buyurdular. (Muslim, Birr, 87)
Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- yuzlerce hadîs-i şerîfinde “ummetî, ummetî” diye tatlı tatlı mesajlar veriyor, sanki “ummetim” derken doyumsuz bir haz alıyordu. Ummetine kalbî bir muhabbetle bağlanıyordu. Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ummetini o kadar cok seviyordu ki onlardan hic ayrılmak istemiyordu. Bir gun kendisine vefĂ‚t edeceği haber verildiğinde:
“−YĂ‚ Rabbî, o zaman ummetimin başında kim kalacak?” diye niyazda bulundu. Bunun uzerine şu Ă‚yet-i kerîme nĂ‚zil oldu:
“Biz, Sen ’den once de hicbir beşere ebedîlik vermedik. Şimdi Sen olursen, sanki onlar ebedî mi kalacaklar?” (el-EnbiyĂ‚, 34) (İbn-i Kesîr, Tefsîr, [el-EnbiyĂ‚, 34])
Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in ummetinin kurtuluşu icin gayret sarf etmesi, hayatıyla sınırlı kalmadı. O vefĂ‚tından sonra berzah hayatında ve kıyĂ‚metten sonra da ummetini kurtarmak icin CenĂ‚b-ı Hakk ’a yalvaracağını ve şefaatte bulunacağını haber verdi.
Hadîs-i şerîflerinde şoyle buyurmuşlardır:
“Hayatım sizin icin hayırlıdır: BĂ‚zı hĂ‚diseler yaşarsınız, bunun uzerine size ilĂ‚hî vahiy ve hukumler indirilir. VefĂ‚tım da sizin icin hayırlıdır. Amelleriniz bana arz edilir. Guzel bir amel gorduğumde AllĂ‚h ’a hamd ederim, kotu bir şey gorduğumde de sizin icin AllĂ‚h ’a istiğfĂ‚r ederim.” (Heysemî, IX, 24)
“Dikkat edin! Ben hayatımda sizin icin bir emniyet vesîlesiyim. VefĂ‚t ettiğimde ise, kabrimde: «YĂ‚ Rabbî, ummetî ummetî!..» diye ilk Sûr ufleninceye kadar nidĂ‚ edeceğim…” (Ali el-Muttakî, Kenzu ’l-UmmĂ‚l, XIV, 414)
KıyĂ‚met koptuğunda, dunyaya gelmiş ne kadar insan varsa hepsi duz bir arazide toplanacaktır. Guneş iyice yaklaştırılacak, insanlar kan-ter icinde kalacak, buyuk bir sıkıntı ve meşakkate dûcĂ‚r olacaktır. CenĂ‚b-ı Hakk ’ın gazabından korkan insanlar dehşet ve korku icinde bulunacaklar. Bu korkunc hĂ‚lden kurtulmak isteyen insanlar Hazret-i Âdem ’den başlayarak onceki peygamberlere murĂ‚caat edecekler, onlar da şefaat etmeye en ehil kişinin Hazret-i Muhammed -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- olduğunu soyleyerek insanları Peygamber Efendimiz ’e gonderecekler. Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- de şefaat edip onları bu dehşetli korkulardan kurtaracaktır. Ancak kendi ummetine daha husûsî şefaatleri de olacaktır.[29]
HĂ‚sılı Ă‚lemlere rahmet olarak gonderilen Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, omru boyunca butun insanlığın selĂ‚meti icin Ă‚zamî derecede gayret gosterdiği gibi, berzah hayatında ve kıyĂ‚metten sonra da onların ebedî kurtuluşu icin duĂ‚ ve şefaat edecektir. Yani O, dĂ‚imĂ‚ insanların, kendiler