
Osman Nûri Topbaş Hocaefendi İslam'da akÂidin onemini anlatıyor
ÎMAN AŞK İLE YAŞANMALIDIR
CenÂb-ı Hak bizden, hayatın her safhasına yansıyan bir İslÂm hayatı istiyor, İslÂm şahsiyeti istiyor, bir muslumanın karakterini istiyor.
Birincisi; “îtikad”. Aşk ile yaşanan bir îman isteniyor. Îmandan bir tÂviz verilmeyecek.
CenÂb-ı Hak Kur ’Ân-ı Kerîm ’de muhtelif Âyetlerde muhtelif kişileri bildiriyor. Mesel Firavun ’un sihirbazlarını bildiriyor. Sihirbazlar, Mûs -aleyhisselÂm- ile girdikleri musÂbaka neticesinde hepsi musluman oldu gelen sihirbazların.
Daha evvel Firavun dedi ki:
“–Eğer Mûs ’yı yenerseniz dedi, siz dedi, secilmişlerden olacaksınız dedi. Gozdelerden olacaksınız dedi. Mısır ’ın hazinelerini sizin onunuze dokeceğim…” dedi.
Onlar da dediler ki:
“–Firavun!” Dediler. “Eğer dediler, bu bir sihirse, biz bunda ustÂdız dediler. Biz yeneriz Mûs ’yı. Sen de tanrılığına devam edersin dediler. Yok eğer bu gokten inen bir hÂdise ise, bizim buna yapacağımız bir şey yok.” dediler.
MusÂbaka başladı. Kısa olarak kesiyorum. Sihirbazlar dediler ki… Hatt avene sihirbazlara ustad sihirbaz dedi ki:
“–Bakın, bana -gozleri hafif goruyordu, tam gormuyordu- bana Mûs ’dan ve asÂdan haber verin.” dedi.
Avene sihirbazlar dedi ki:
“–As dedi dolaşıyor, ne var ne yok yutuyor ve karnı da şişmiyor asÂnın/sopanın/değneğin.”
“–Mûs ne durumda?” dedi.
“–Mûs bir haşyet icinde, bir urperti icinde.”
O zaman ustad sihirbaz dedi ki:
“–Bu dedi, sihirbaz değil, sihir değil bu, bu gokten inen bir hÂdise.” dedi.
“–Biz Mûs ’nın ve HÂrun ’un Rabbine secde ediyoruz dediler. Biz bu net hakîkat karşısında Firavun ’un arzusuna rÂm olamayız.” dediler.
Firavun kızdı, ofkelendi:
“–Siz benden izin aldınız mı dedi, Mûs ’nın Rabbine HÂrun ’un Rabbine tÂbî olmak icin dedi. Size azÂbın en cetinini vereceğim dedi, tattıracağım dedi. Kollarınızı, bacaklarınızı capraz kestireceğim dedi. Kanlar icinde hurma dallarına astıracağım.” dedi.
Sihirbazlar dediler ki:
“–Biz bu gorduğumuz hakikat karşısında biz sana bir tÂviz veremeyiz dediler. Sen bize zulmedeceksen, senin gucun-kuvvetin dunyaya ait dediler. Daha oteye değil dediler. Biz, Mûs ’nın ve HÂrun ’un Rabbine secde ediyoruz.” dediler.
Firavun da kestirmeye başladı, koparmaya başladı. Tabi kan golune dondu ortalık. Orada sihirbazlar, -musluman oldular, buyuk bir dereceye nÂil oldular, butun Mısır şeyini reddettiler, hazinelerini- CenÂb-ı Hakk ’a du ettiler. Bu cok muhim; dort yerde geciyor Kur ’Ân-ı Kerîm ’de:
رَبَّنَا اَفْرِغْ عَلَيْنَا صَبْرًا وَتَوَفَّنَا مُسْلِمِينَ dediler.
“…YÂ Rabbi! Uzerimize bizim sabır dok…” (el-A‘rÂf, 126) dediler, sabır yağdır uzerimize dediler. Bir taviz vermeyelim dediler.
Yani “bırak Firavun, gidelim-midelim, sen yine tanrılığına devam et…” diye bir tÂviz vermediler.
رَبَّنَا اَفْرِغْ عَلَيْنَا صَبْرًا
“YÂ Rabbi! Uzerimize bizim sabır dok…” (el-A‘rÂf, 126) Sabır yağdır uzerimize, bir boş yer kalmasın, bir minnet altında kalmayalım.
وَتَوَفَّنَا مُسْلِمِينَ
“…Musluman olarak canımızı al.” (el-A‘rÂf, 126) dediler.
CenÂb-ı Hak bizden boyle bir akÂid istiyor. Yani hicbir tÂviz verilmeyen bir akÂid istiyor.
Daha kimler:
AshÂb-ı Uhdûd bildiriliyor; ilk Îsevîler… Onları hendeklerde yaktılar.
YÂsîn ’in ikinci sayfasında Habîb-i NeccÂr ’ı bildiriyor. O da tevhîdi korumak icin taşlanmaya rÂzı oldu. Son nefesini verirken kavmine acıdı:
“Keşke dedi, kavmim Rabbimin bana bu (ikramını) bilseydi.” dedi. (Bkz. YÂsîn, 26)
CenÂb-ı Hak MuhÂcirler ve EnsÂr, Mekkelilerle Medînelileri bildiriyor, en cok zulum gorenler. Bizlere de onlara tÂbî olan ihsan sahipleri. Onlar gibi akÂidimizin olmasını istiyor CenÂb-ı Hak. İnanctan bir taviz vermemek. İnancı yaşamak.
Ankebût Sûresi ’nde CenÂb-ı Hak:
“Îman ettik demekle kurtulacaklarını mı zannediyorlar?..” (el-Ankebût, 2) buyuruyor.
“ÎmÂn ediyorum ben, kalbim temiz…” Yok!.. AllÂh ’ın butun emirleri yerine gelecek.
CenÂb-ı Hak bizden ibadet istiyor. RûhÂnî hayatımız yukselecek, feyz artacak, tecellîler olacak kalpte. MuÂmelÂt istiyor, ÂdÂb, edep, muÂmelÂt, hak-hukuk tevzii, merhamet, şefkat, tevÂzu… Bunlarla kalbin mutehallî olmasını istiyor. MuÂmelÂt istiyor. Usve-i Hasene, ornek şahsiyet, ornek karakter de kıyÂmete kadar, Rasûlullah Efendimiz ’i bildiriyor.
İbn-i Abbas -radıyallÂhu anh- diyor ki:
“Allah TeÂl diyor, kendi katında Muhammed -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ’den daha kıymetli bir insan yaratmamıştır. Zira CenÂb-ı Hakk ’ın O ’ndan başka birisinin hayatına yemin ettiğini işitmedim.” diyor.
Yalnız Peygamber Efendimiz ’in hayatı uzerine “لَعَمْرُك” buyuruyor, “O ’nun hayatı uzerine yemin olsun” diyor. (Bkz. el-Hicr, 72)
Demek ki bizi CenÂb-ı Hak -bize buyuk bir lûtuf- boyle bir Peygamber ’e ummet kıldı. O ’nun omrune yemin ediyor, asrına yemin ediyor, beldesine yemin ediyor, YÂsîn Sûresi ’nde nubuvvetine yemin ediyor. O ’nu terbiye etti. Bizim terbiyemizi de O ’na verdi. Tabi biz ne kadar O ’nun terbiyesindeyiz? İbadet, muÂmelÂt, muÂşeret, vs…
O ’nun nesebini en hayırlı bir nesep kıldı. Ehl-i Beyt ’ini tathîr etti. O ’nun akrabalarına sevgi gosterilmesini istedi. Hanımlarını UmmehÂt/Mu ’minlerin Annesi eyledi.
O ’nun beraber olduğu, O ’nun nazar ettiği Uhud Dağı ’nı muhteşem Cennet ’te yaratılacak bir dağ… “Biz Uhud ’u severiz, Uhud bizi sever.” buyurdu. (BuhÂrî, CihÂd, 71; Muslim, Hacc, 504) Sırrını bilemiyoruz.
Hatice VÂlidemiz Cennet ’te muhteşem bir koşk ile mujdelendi. Efendimiz ’e sadÂkat…
FÂtıma VÂlidemiz, Hasan-Huseyin Efendimiz, Hazret-i Hamza vs…
Kitabını korumayı uzerine aldı. Tevrat, İncil, Zebur, bunları korumayı uzerine almadı CenÂb-ı Hak. Bunlar zamanla tahrif oldu. Fakat Kur ’Ân-ı Kerîm ’i muhafazayı uzerine aldı CenÂb-ı Hak.
Beldesini harem kıldı Medîne-i Munevvere ’yi. Orada kılınan namazı bin rekÂt bir fazîlet, ustun kıldı... Eviyle minberi arasının Cennet ’ten bir bahce olduğunu bildirdi.
VelhÂsıl Efendimiz ’in yanında bulunan şeytanı İslÂm ’la şereflendirdi.
Yani butun bunlardan cok cok daha fazla -bizim bilmediğimiz- CenÂb-ı Hak ikram etti. Mesel bir ikramı daha:
“Benim bildiğimi bilseydiniz, yemezdiniz, icmezdiniz, sahralara duşerdiniz.” buyuruyor. (Bkz. İbn-i MÂce, Zudh, 19) O kadar yuksek bir ilim verildi O ’na.
Demek ki din bir butundur. Biz bunun bir kısmını îf etmek, bir kısmını unutmak, ihmal etmek, sonra yaparım demek olmaz.
CenÂb-ı Hak:
لَا اُقْسِمُ بِيَوْمِ الْقِيٰمَةِ buyuruyor.
“KıyÂmete andolsun” yemin olsun diyor. (Bkz. el-KıyÂme, 1)
Ondan sonra gelen Âyette:
وَلَا اُقْسِمُ بِالنَّفْسِ اللَّوَّامَةِ
(“Kendini kınayan (pişmanlık duyan) nefse yemin ederim.” [el-KıyÂme, 2])
İhmal, tutuyor; sonra yaparım diyor, sonra ederim diyor, sonra veririm diyor. Hesap vereceksiniz diyor CenÂb-ı Hak.
VelhÂsıl İslÂm ’la bağlılığımızı diri tutmamız. Efendimiz ’in şahsiyet ve karakterinden, O ’nun zemininden bir hisse almamız. İslÂm şahsiyetini sergileyip O ’nu temsil edebilmemiz. İc Âlemimizin O ’nun rûhÂniyetiyle ve O ’nun muhabbetiyle dolması.
İşte CenÂb-ı Hak; peygamberlerin uc vazifesi; birincisi tebliğ etmek, ikincisi وَيُزَكِّيهِمْ (“…Onları (kotuluklerden) arındıran…” [Âl-i İmrÂn, 164]) mu ’minleri tezkiye etmesi, temizlemesi.
Neden temizlemesi? “LÂ ilÂhe”; îmÂnına zarar verecek her şeyden temizlemesi. Nedir îmana zarar veren? “LÂ ilÂhe”; Allah ’tan uzaklaştıran her şey, gunahlar, kerahatler vs… Kul onlardan uzaklaşacak.
فَاَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوٰیهَا
(“(Nefse) iyilik ve kotuluklerini ilham edene yemin ederim ki.” [eş-Şems, 8])
Fucurdan uzaklaşacak, takva sahibi olacak.
قَدْ اَفْلَحَ مَنْ زَكّٰیهَا
“(İc Âlemini) temizleyen, felÂha erdi.” (eş-Şems, 9)
GazÂlî diyor ki:
“İnsanın nefsi bir at gibidir diyor. Eğer diyor, suvari diyor, atını terbiye ederse o atı istediği menzile goturur diyor. Yok eğer atını terbiye edemezse onu bir menzile getirir, orada ucurumdan aşağı atar.” buyuruyor.
Bu son nefese kadar oyle. EnÂniyet gelir, benlik gelir, vs. gelir… CenÂb-ı Hak bunun misallerini veriyor. Son nefeste îmanlarını kaybedenleri bildiriyor:
Kasas Sûresi ’nde KÂrun ’u bildiriyor. Daha evvel o, TevrÂt ’ı en iyi tefsir edenlerden biriydi. Mûs -aleyhisselÂm- ’ın yakınıydı. Fakat fakir birisiydi, CenÂb-ı Hak ona cok zenginlik verdi. Hazinelerinin anahtarlarını taşımaya gucu yetmiyordu. Malına mağrur oldu, kahroldu gitti. Malıyla beraber gomuldu.
Bel ’am bin BÂur vardı. İbadetliydi, şeyliydi. O da bir nefsine meyletti, CenÂb-ı Hak kelp misalini bildiriyor Kur ’Ân-ı Kerîm ’de.
VelhÂsıl bu ic Âlem temizliği cok muhim. Yani Allah ’tan uzaklaştıran her şeyden uzaklaşmak. Gozumuzu, dilimizi, kulağımızı, bedenimizi uzaklaştırmak.
Bir Tebuk seferi vardır. İlk Haclı seferidir o İslÂm tarihinde. Efendimiz, Medîne ’den hurmaların piştiği, sıcak mevsimde bin km. t Tebuk ’e kadar gidildi. Bin km. donuldu. Aclık, susuzluk, bir suru zahmetler cekildi. Bir kısmı develerle, develeri yoksa yuruyerek devam ettiler. Medîne-i Munevvere ’ye yaklaşırken sac-sakal birbirine girdi. Deriler kemiklere yapıştı. Efendimiz;
“–Şimdi buyuk cihada donuyoruz dediler kucuk cihaddan.”
“–YÂ RasûlÂllah! Bundan buyuk cihad mı var dediler. İşte etimiz kemiğimiz birbirine yapıştı.”
“–Evet dedi, şimdi buyuk cihada donuyoruz.” (Beyhakî, ez-Zuhdu ’l-Kebîr, s. 198/374; Suyûtî, CÂmi, II, 73/6107)
قَدْ اَفْلَحَ مَنْ زَكّٰیهَا
(“Nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir.” [eş-Şems, 9])
İc Âlemin Allah ’tan uzaklaştırıcı her şeyden temizlenmesi. Kalbin zikrullah ile nûrÂniyet kazanması…
İslam ve İhsan