
“Meşrulaştırma.” Bu kavram uzerinde duşunmeliyiz. Cunku Muslumanlığımızın kalitesi bununla birebir alakalı. “Meşru” olanla “meşrulaştırılan” arasındaki farkı goremez isek, zaman icinde yaşadığımız hayat, “meşrulaştırılan”larla şekillenen bir mahiyet kazanabilir ve “Meşru” olanın cok otesine savrulabilir.NEDİR MEŞRULAŞTIRMA?
Bunun en net cevabı şudur:
Kendi kendimize karşı yaptığımız bir psikolojik operasyondur.
İcimize sindirme operasyonu.
Aslında İslam icinde kalma, İslam dışı bir şey yapıyormuş hissine kapılmama, ama İslam icinde olculeri esnetme, olcu dışına cıkılsa bile olcu icinde kalıyormuş tatminini sağlama operasyonu.
Yani kendini aldatma operasyonu.
“Meşru”, İslam ’ın ana olculeri demek olan “Şeriat cercevesi” icinde olma halini ifade ediyor, “meşrulaştırma” ise, bu ana cercevenin dışında olmakla birlikte, bizim zihni veya fiili zorlamalarımızla İslam icindeymiş gibi algıladığımızı... Yani daha ıstılahi ifadesiyle gayr-ı meşruyu meşru hale getirme, yani şeriat cercevesi icindeymiş gibi yapabilme durumunu.
Olcuyu Allah koyacakken, insanın kendi heva ve hevesine bakarak olcu arayışına girmesi ve hevasını razı ve hoşnud edecek olcuyu nerede bulursa onu hayatına taşıması meşrulaştırma.
Farkında olarak - olmayarak bir “İlahlık” vasfı olan “olcu koyma” işini, “heva ve hevesi”ne tahsis etmesi.
Kendi hayatlarımızı ve zihin dunyamızı biraz daha yakından tahlil ettiğimizde, sağlıklı, İslam ’ın olculerinin hassasiyetle yaşandığı bir iklimde asla yapmayacağımız, yapılmasını meşru gormeyeceğimiz işlerin yapılır ve meşru gorulur hale geldiğini muşahede edebiliriz.
BOYLE BİR DURUMA NASIL SURUKLENİRİZ?
Şoyle:
İslami olculere gore oluşmamış bir sistem - statuko ya da hakim kultur etrafımızı kuşatır ve bu kuşatılmışlık icimize peyder pey bazan bir davranış modeli bazan bir bilinc olarak nufuz eder, bu da zaman icinde hayatımızdaki islami olanı kovup, onun yerine gecer.
Haşlanmış kurbağa sendromu hadisesidir bu bir anlamda. Farkında olmadan sistemin icinde yoğrulma, pişme ve canlılığını kaybetme hali.
Ya da oğrenilmiş somurge bilinci. Somurge insanı olmayı tabii gorme, ozgurluğun gercek mahiyetini kaybetme ve somurgecinin empoze ettiği hayat cercevesini idealize etme.
Amerika ’da Abraham Lincoln, koleliği kaldırıp Afrika kokenli koleleri serbest bırakınca koleler bir sure sonra gelip efendilerine kole olarak kalmayı tercih ettiklerini bildiriyorlar. İslami olmayan bir statukonun icindeki Muslumanın zihinsel donuşumu ve azaltılmış bir İslam ’a razı olması tam da boyle bir durumdur.
Bu tarz bir kişilik yapısı, aynı zamanda “islami olmayan”a direncini kaybetmiş bir yapıdır.
İslami olmayanın İslam ’ın icine sokulması durumudur.
Boylece farkında olmadan kişinin dunyasında İslam ’ın azalması ve başka inanc Ğ sistem ya da kultur urunlerinin coğalmasıdır.
Ve zaman icinde, ici onemli olcude boşalan bir İslam anlayışının ortaya cıkmasıdır.
Boyle durumlarda herkes, kendi konumunun zorladığı nisbette, Muslumanlığı uzerinde tasarruflarda bulunmaya yonelir.
Hayatlar yontulur, zihinler yontulur.
“İnandığınız gibi yaşayamazsanız yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız” sozu tam bu durumlar icin soylenmiştir.
İşte bu, yaşanan hayatın meşrulaştırılması ve inanc olculerinin fiili hayata gore yeniden yorumlanmasıdır.
Her ne yaşanıyorsa...
Diyelim kuresel bir statuko faizli bir hayatı empoze ediyor, dayatıyor, peşinden ne geliyor? Sade insanlardan ilim dunyasına kadar, yer yer “faizsiz yapılar” dahil olmak uzere, zihinler, meşrulaştırma ameliyesine başlıyor ve kademe kademe faizli işlemler Muslumanın kabul alanına giriyor.
Diyelim, mahremiyet alanı daralıyor Muslumanın, hemen peşinden zihniyet dunyamızda mahremiyet olculeri aşındırılma surecine sokuluyor.
“Tarihselcilik” kavramıyla islami ilimlerin tartışma alanına giren hadise, aslında boyle bir zihinsel torpulenme niteliği taşıyor.
“Ezmanın tagayyuru ile ahkÂm da değişir, yani zamanın değişmesi ile ahkÂm da değişir” şeklindeki Mecelle kaidesinin cercevesinin alabildiğine genişletilmesi ve neredeyse “AhkÂm yapısı”nın kurban olarak verilmesidir.
Bu mantık islami alanı sınırlandırma amacına yonelik sistemler tarafından “İslam bu zamanda bu kadar yaşanır” anlayışının devlet zoruyla topluma empoze edilmesi niteliğini kazanmıştır. Laik devlet yorumları neredeyse gectiğimiz cağın butun zamanlarında bu mantığı Muslumanların zihnine empoze etme mucadelesi vermiş, Muslumanlar da Muslumanlıklarını laik sistemlerin yukardan aşağı tanzim politikasından korumaya calışmışlardır.
Şu anda dunyada, bu laik sistemlerin yanında, kuresel bir kulturun baskılayıcı niteliğinin Muslumanların zihnini “Ne yapalım dunyanın şartları boyle” gibi bir oğutucu surecin etkilerine maruz kıldığı bir zemin vardır ve oyle gorunuyor ki İslam toplumları, dun, yukardan aşağı baskıcı sistem yapılarına karşı gosterdikleri direnci gosterme duyarlılığından uzaklaşıyorlar.
Acık bir baskının olmadığı, bir tur nefes almak gibi tabii bir ortamın teneffus edildiği durum yaşanıyor.
Belli ki dunyanın teneffus ettiği kulturel iklimi Muslumanlar ve İslam belirlemiyor.
Muslumanlar bu dunyanın edilgenleri...
Kuşatılanları...
Muslumanın evi, kuresel kulturun manyetik dalgalarını engellemeye yetmiyor, ustelik zihni bariyerlerimiz de delik deşik olmuş durumda.
Bir buyuk problem ile karşı karşıyayız.
İslam insanın olmazsa olmazı. İnsan İslamsız olmaz.
Ama insanla İslam ’ın arasındaki mesafe buyuyor.
Cunku İslam ’ı insanoğluna taşıyacak olan Musluman ’la İslam ’ın ilişkileri problemli hale geliyor.
Musluman, insanoğlu ’nu İslam ’a doğru gotureceğine, Muslumanın zihin ve hayat cercevesi donuşum geciriyor.
NE OLACAK?
Bu soruyu biz Muslumanlar kendi kendimize sormalıyız oncelikle.
Cunku Musluman olmanın insan icin ne kadar hayati olduğunu once ve en cok biz idrak etmiş olmalıyız.
Biz bir zihni Ğ kalbi derleniş toparlanış, daha doğrusu diriliş yaşamalıyız.
Zihnimizden ve kalbimizden başlamak uzere butun uzuvlarımızın olmuş dokularını diriltmeliyiz.
“Meşrulaştırma” bir zihin ve kalb hastalığıdır. O mikrop, “Şeytanın suslemeleri” ile bunyemize zerkediliyor.
Bu mikroba karşı antikorlar geliştirmeliyiz.
“Allah ’ın huzurunda yaşıyoruz, her halimize Allah şahittir. Niyetlerimizi de Allah biliyor” şuurunu kuşanarak, meşrulaştırma sapağında kendimizi toparlamalı ve her turlu bedel goze alınarak, “meşru” olanda ısrar etmeyi başarmalıyız. Meşru olanda yani Allah ’ın razı olacağına kalben mutmain olduğumuz şeyde...
Fitne ortamında gozun gozu gormediği, insanın sabaha mu ’min girip akşama kafir cıkabildiği, akşama mu ’min girip sabaha kafir cıkabildiği bir savrulma ortamında Allah Teala ile kalbi irtibatı kesmemeye itina etmeliyiz.
Zor ve cetin bir iş.
Hani Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz ’in “İslam ’ı yaşamanın elde kor taşımak kadar zor olduğunu” belirttiği bir zamanda... Ve bir “Peygamber sunneti”ni ihya etmenin yuz şehid sevabını kazanma sebebi olabildiği bir zamanda...
Hayatımızda meşru olanla meşrulaştırılmış olanı ayırdetmekve Rabbin huzuruna arı-duru bir dosya sunabilmek uzere bir “Şahsiyet MR ’ı” cektirmeye ne dersiniz?
Kaynak: Ahmet Taşgetiren, Altınoluk Dergisi, 2014 - Mayıs, Sayı: 339, Sayfa: 003
İslam ve İhsan