Yarın Ă‚hirette gulebilmek icin, bugun cokca gozyaşı ve alın teri dokmek gerekir. Zira bedelsiz bir mukĂ‚fat beklemek, abesle iştigaldir.Her muʼmin, îmĂ‚nının bedelini CenĂ‚b-ı Hakkʼa odeme mecburiyetinde. Zira meccĂ‚nen musluman olarak dunyaya geldik. Bedeli odenmeyen bir şeye de sahiplik iddiasına kalkışmak, odenmeyen bir bedelin karşılığını talep etmek ise abesle iştigaldir.

CenĂ‚b-ı Hak bize şah damarından daha yakın olduğunu bildiriyor. (Bkz. Kāf, 16) Ve; “…Secde et ve yaklaş.” (el-Alak, 19) buyuruyor.

Kendisinin ihsĂ‚n ettiği malı ve canı, hem malı, hem canı, demek ki malı da bir malzeme olarak veriyor, can da malzeme olarak veriliyor.

DÂim insan tefekkur edecek:

“Bu malı bana niye verdi Allah, bu canı bana niye CenĂ‚b-ı Hak verdi?”

Malı da canı da Allah yolunda kullanabilmeyi bilecek. Zira CenĂ‚b-ı Hak CĂ‚siye Sûresiʼnin 13. Ă‚yetinde:

“Goklerde ve yerde ne varsa, duşunen bir toplum icin Ă‚mĂ‚de kıldık…” buyuruyor.

Toprak Ă‚mĂ‚de. Butun gıdĂ‚ları veriyor. Her an sofralar kuruyor butun mahlûkĂ‚ta. Atmosfer Ă‚mĂ‚de. Guneş, Ay Ă‚mĂ‚de. VelhĂ‚sıl her şey Ă‚mĂ‚de, CenĂ‚b-ı Hak; “idrak sahibi, duşunen bir toplum icin” buyuruyor.

Muʼmin, CenĂ‚b-ı Hakkʼın lûtfettiği bu imtihan malzemesini duzgun kullanma mecburiyetinde. Eğer yanlış yerlere harcarsa o zaman nîmetini ikram edene ihĂ‚net olmuş olur. CenĂ‚b-ı Hak hep îkaz hĂ‚linde. Yine Muʼminûn Sûresiʼnde:

“O, sizin icin kulakları, gozleri ve gonulleri yaratan Oʼdur. Ne de az şukrediyorsunuz!” (el-Muʼminûn, 78) buyuruyor.

Hep peygamberlerin endişesi buydu: “Ben ne kadar şukredebiliyorum?” Onun icin en ufak bir hatĂ‚larına karşı buyuk bir istiğfĂ‚r icinde:

Âdem -aleyhisselĂ‚m-;

“‒YĂ‚ Rabbi! ظَلَمْنَا (zulmettik).” diyor. Bir yasak meyveye yaklaşınca ظَلَمْنَا diyor, kendime zulmettim, diyor. (Bkz. el-A‘rĂ‚f, 23)

Yunus -aleyhisselĂ‚m- uc gun bir gecikmeden dolayı, uc gun bir ihmĂ‚lden dolayı balığın karnına atılıyor:

“‒YĂ‚ Rabbi! (Diyor.) Kendime zulmettim.” diyor. (Bkz. el-EnbiyĂ‚, 87)

Yusuf -aleyhisselĂ‚m- son nefesi kemĂ‚l ile vermenin şeyinde:

تَوَفَّنِى مُسْلِمًا وَاَلْحِقْنِى بِالصَّالِحِينَ

(“…(YĂ‚ Rabbi!) Beni, musluman olarak vefĂ‚t ettir ve beni sĂ‚lihler arasına kat.” [Yûsuf, 101]) buyuruyor.

İbrahim -aleyhisselĂ‚m- CenĂ‚b-ı Hakʼla, malıyla dost oldu; Halil İbrahim bereketi oldu. Canıyla dost oldu; ateşe girdi, ateş gulistana dondu. CenĂ‚b-ı Hak canına can kattı. Tek evlĂ‚dı kaldı kalbinde. Onu da kurban etmek emredildi. Onu da faaliyete gecirince CenĂ‚b-ı Hak:

“SelĂ‚m İbrahim sana! (Dedi.) Bu zor, acık bir imtihandı (dedi). Sana bir nam verdik.” dedi. (Bkz. es-SĂ‚ffĂ‚t, 103-108)

Et-TahiyyĂ‚tuʼden sonra, İbrahim -aleyhisselĂ‚m-ʼa da salevat getiriyoruz. Boyle bir mukĂ‚fĂ‚ta nĂ‚il olan İbrahim -aleyhisselĂ‚m-, dost, ikinci buyuk peygamber, dĂ‚imĂ‚ CenĂ‚b-ı Hakkʼın o sonsuz azamet-i ilĂ‚hiyyesi karşısında bir hiclik hĂ‚lindeydi:

وَلَا تُخْزِنِى يَوْمَ يُبْعَثُونَ

(YĂ‚ Rabbi!) İnsanları yarattığın (dirilteceğin) gun beni mahcup etme!” (eş-ŞuarĂ‚, 87) diyordu. Yani kendimizi bir mîzĂ‚n etme durumundayız.

PEYGAMBER EFENDİMİZ'DEN (S.A.V) NE YAPARDI?

Rasûlullah Efendimiz:

“YĂ‚ Rabbi (diyor) nefsimden (diyor) «طَرْفَةَ عَيْنٍ» gozumu acıp kapatıncaya kadar Sana sığınırım.” buyuruyor. (CĂ‚miu ’s-Sağîr, c. I, s. 58)

Demek ki:

فَاَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوٰیهَا

((Nefse) iyilik ve kotuluklerini ilham edene yemin ederim ki.” [eş-Şems, 8]) Ă‚yetini uzun uzun tefekkur etmek durumundayız.

Diğer okunan Ă‚yette, Tevbe Sûresiʼnde, CenĂ‚b-ı Hak; canımızı, malımızı test etmemizi istiyor. Yani îmĂ‚nımızı test etmemizi istiyor. Âyet-i kerîme:

“Allah muʼminlerden mallarını ve canlarını, kendilerine verilecek Cennet karşılığında satın almıştır…” (et-Tevbe, 111) buyuruyor.

Demek ki bu pazarda, bu dunya pazarında, yani Ă‚hiret pazarının hazırlığında, demek ki canlar ve mallar, en buyuk imtihan. Bu 10 yerde geciyor KurʼĂ‚n-ı Kerîmʼde, can ve malın istikĂ‚metlenmesi. İki yerde “imtihan hĂ‚lindesiniz.” Yani 12 yerde can ve mal geciyor.

DĂ‚imĂ‚ onu duşuneceğiz: “Bu canı biz nerede kullanıyoruz? Nasıl bir hizmette kullanıyoruz? Gozumuzu, kulağımızı, bedenimizi, ağzımızı nerede ve nasıl kullanıyoruz? FedakĂ‚rlığımız ne kadar? Maldan fedakĂ‚rlığımız ne kadar?”

CenĂ‚b-ı Hak; “bollukta ve darlıkta verirler” buyuruyor. (Âl-i İmrĂ‚n, 134) Darlıkta da CenĂ‚b-ı Hak test ediyor.

“…Cunku onlar Allah yolunda savaşırlar…” (et-Tevbe, 111)

Tevhid uğruna her turlu fedakĂ‚rlığı yaparlar.

“…Olurler, oldururler. Bu, Tevratʼta, İncilʼde, KurʼĂ‚nʼda AllĂ‚hʼın uzerine bir vaattir, bu vaad bir haktır…” (et-Tevbe, 111) buyuruyor. Cennetʼi vaad etmesi haktır buyuruyor.

“…Allahʼtan daha guzel sozunde kim durabilir?..” (et-Tevbe, 111) buyuruyor. Onun icin diyor, canınızı, malınızı Allah yolunda sarf etmekle “…Allahʼla yaptığınız alışverişten sevinin (buyuruyor). Bu gercekten buyuk bir kazanctır.” (et-Tevbe, 111) buyuruyor.

Medîneli muslumanlar, ilk muslumanlarla, onlar Akabeʼye geldiler, o şeytan taşlamanın oraya, o yokuşun oraya geldiler. O zaman cĂ‚hiliye şeyi vardı ve muslumanlara Mekkeʼde buyuk baskı vardı. O zaman Mekkeli muslumanlar geldi. Efendimizʼe beyʼatta bulundu. AllĂ‚hʼa bîat, Rasûluʼne bîat.

Abdullah bin RevÂha dedi ki:

“‒YĂ‚ RasûlĂ‚llah! (Dedi.) Sana bîat ettik. AllĂ‚hʼa bîat ettik. Canımızı, malımızı, bu hususta her şeyimizi fedaya hazır olduk. Bunun karşısında ne var?” buyurdu.

Rasûlullah Efendimiz:

“‒Cennet var.” buyurdu.

Onun uzerine bu Ă‚yet-i kerîme indi.

Abdullah bin RevÂha:

“‒YĂ‚ RasûlĂ‚llah! Ne guzel alışveriş yaptık! Biz bu alışverişten donmeyiz artık.” dedi.

Mûteʼye giderken de Mûte Harbine kumandan olarak secilince bir sevincle gitti. Ki “ben, bu Ă‚yet-i kerîmenin şumûlunun icine gireyim…”

Yine bu Ă‚yet-i kerîmenin devamında, bu vasıfta olan kişilerin sıfatları nedir?

اَلتَّائِبُونَ: “Tevbe edenler…” (et-Tevbe, 112)

Fakat Rabbimiz, gelişiguzel, boyle bir tevbe istemiyor. تَوْبَةً نَصُوحًا buyuruyor. (et-Tahrîm, 8) Buyuk bir pişmanlık, buyuk bir nedĂ‚met.

Bilhassa:

وَالْمُسْتَغْفِرِينَ بِالْاَسْحَارِ

(“…Seherlerde tevbe ederler.” [Âl-i İmrĂ‚n, 17])

Seher vakti olan istiğfarlar. Her an istiğfĂ‚r olacak. Fakat bu istiğfĂ‚rın şartı da amel-i sĂ‚lihlerle teʼyid edeceksin. Yani tevbe dilde kalmış, bunun faydası yok. Bunu fiilen tevbeni, amel-i sĂ‚lihlerle ispat edeceksin.

اَلتَّائِبُونَ (“Tevbe edenler…” [et-Tevbe, 112]) buyruluyor.

اَلْعَابِدُونَ : buyruluyor, “…ibĂ‚det edenler…” (et-Tevbe, 112)

Demek ki ibadetlerin bir aşk, vecd ve istiğrak hĂ‚linde olması lĂ‚zım. CenĂ‚b-ı Hak oyle; “…Secde et ve yaklaş.” (el-Alak, 19) buyuruyor namazda.

Oructa:

لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ

“…Umulur ki (diyor) korunursunuz.” (el-Bakara, 183) diyor.

Goze oruc, kulağa oruc, mideye oruc, bedene oruc, her tarafa oruc, butun uzuvlara oruc. Ondan sonra Rabbimiz; evet;

اَلسَّائِحُونَ “…Oruc tutanlar (veya) Allah icin seyahat edenler…” (Bkz. et-Tevbe, 112)

اَلرَّاكِعُونَ السَاجِدُونَ

(“…rukû edenler, secde edenler…” [et-Tevbe, 112]) buyuruyor. Muʼminin rukûsu ve secdesi bir guzellik; yat-kalk değil, bir geometrik bir hareket değil, bir feyz, bir feyz taşıracak.

Ondan sonra CenĂ‚b-ı Hak:

“…İyiliği emredip kotulukten alıkoyanlar…” (et-Tevbe, 112) buyuruyor. Bugun de en muhim derdimiz bu. Kendimizi baştan, kendimizi koruyabilmek.

Bugun televizyon, internet, televizyonun bazı filmleri vesĂ‚iresi, internetin bazı sokakları; insanımız savrulup gidiyor. Âhireti unutuyor. Dunya ihtirası, dunya hevesi artıyor. Faydalı taraf bir tarafa, bunun bir de zararlı tarafı. Yani insan rûhuna devamlı zehir serpiyor.

İşte gorduğumuz gibi dunya, dĂ‚imĂ‚ dunyaya, hayata bir zehir serpile serpile gidiyor. Ve dunya hayatı Ă‚hireti unutturuyor. Luks, şaşkınlık. Luksun getirdiği şaşkınlık. HamĂ‚kat, modalar. Hangi modaya biz tĂ‚bî olacağız? Bizim modamızı, rengimizi, şeklimizi, bicimimizi, Ă‚hengimizi, bize KurʼĂ‚n-ı Kerîm ve Sunnet-i Seniyye verir. ReklĂ‚mlar, kandırmacalar, biri on gostermeler…

VelhĂ‚sıl selde suruklenen kutukler gibi, insanımız kaybolup gidiyor. Nesil kaybolup gidiyor. Bu hususta demek ki bilhassa bu Ă‚hir zamanda cok cok dikkatli olmamız lĂ‚zım. Ana-babalar, mesʼûliyeti iyi duşunmesi lĂ‚zım. Cemiyetimizde kreşler, KurʼĂ‚n Kursları, İmam Hatipler… Şahsiyet ve karakter sahibi bir genclik yetiştirmek zaruretindeyiz.

Bugun Kayseri, bir Selcuklu medeniyetinin mirası. Yani o medeniyeti devam ettirme mecburiyetinde. İnşĂ‚allah oyle oluyor, oyle olacak -inşĂ‚allah- daha da oteye gidecek. Talebe yurtlarımızla, vesĂ‚iremizle, insan yetiştirme… Yani bizden evvelkiler olmasaydı biz bugun olmazdık. Bu topraklar başkalarının olurdu. Eğer bir Canakkale olmasaydı, bugunku biz olmazdık. Anadolu gitmişti o zaman. İstiklĂ‚l harbinde o babalarımız, dedelerimiz, ninelerimiz canhıraş şekilde gayret etmiş olmasalardı, vatan gitmişti.

VelhĂ‚sıl en muhim; arkamızdan hayırlı bir nesil yetiştirmek.

Âişe VĂ‚lidemiz anlatıyor:

Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimizʼin son anlarıydı diyor. Artık iyice hĂ‚lden duştu diyor, tĂ‚kat kalmadı diyor. Ezan okundu, mescide yuruyecek kadar hĂ‚li yoktu diyor.

AshĂ‚b-ı kirĂ‚m geldi:

“‒YĂ‚ RasûlĂ‚llah! Siz gelmeden cemaat namaza durmak istemiyor. İllĂ‚ ki onların icinde Siz olacaksınız.”

Efendimizʼin muhabbeti…

“‒Beni ayağa kaldırın!” buyurdu.

Ayağa kaldırdılar. Bir kova su dokundu. Fakat adım atacak hĂ‚li yoktu.

“‒Biraz dinleneyim.” dedi, tekrar comeldi. Bu, uc sefer tahakkuk etti. Ucuncu sefer, biraz dinlendikten sonra bir koluna amcası Abbas -radıyallĂ‚hu anh- girdi, bir koluna Hazret-i Ali -radıyallĂ‚hu anh- girdi. Abbas -radıyallĂ‚hu anh- tĂ‚ mescide kadar devam etti bir kolunda. Diğer kolunda ashĂ‚b-ı kirĂ‚m ucer adım, ucer adım, teberruken obur kolunda devam etti. Ebû Bekir Efendimizʼe işaret etti. O, namazı kıldırdı.

Efendimiz, selĂ‚mdan sonra donup arkasına baktı.

Âişe VĂ‚lidemiz diyor ki:

“Ben (diyor) Allah Rasûluʼnu bu kadar sevincli -o ıztıraplı hĂ‚linde- bu kadar sevincli olarak gormedim (diyor). Şoyle arkasına dondu baktı, guzel bir ashĂ‚b-ı kirĂ‚m cemaati yetişmiş arkasında…”

Dîni temsil edecek, emr biʼl-mĂ‚rûfʼta bulunacak, nehy aniʼl-munkerʼde bulunacak bir nesil yetişmiş.

Demek ki hepimiz icin bu cok muhim. Arkamızda guzel bir nesil yetiştirecek muesseselere guc vermek lĂ‚zım, omuz vermek lĂ‚zım. Başka kurtuluşumuz yok.

-SallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz, FĂ‚tıma VĂ‚lidemizʼi cok severdi. Bir sefere giderken ziyaret eder, sefer donuşu ziyaret ederdi. (FĂ‚tıma VĂ‚lidemiz) bir yardımcı istedi. Efendimiz vermedi.

“‒Bedrʼin (dedi) şehidleri varken (dedi), şehidlerin cocukları varken (dedi), ashĂ‚b-ı suffe acken, FĂ‚tıma (dedi), sana bir yardımcı veremem (dedi). Sana ben bir vird vereyim, geceleri onu cekersen Allah sana yardım eder.” dedi. (Bkz. Ebû DĂ‚vûd, Harac, 19-20/2988. BuhĂ‚rî, Humus, 6; Ahmed, I, 106)

“Aman kızım (derdi), namazını cok îtinĂ‚lı kıl. Bol bol amel-i sĂ‚lih işle. Sakın kıyamet gunu babanın peygamber olduğuna guvenme!” buyururdu. (Bkz. İbn-i Sa‘d, II, 256; BuhĂ‚rî, MenĂ‚kıb, 13-14; Muslim, Îman, 348-353)

VelhĂ‚sıl Ă‚yet-i kerîmede, burada CenĂ‚b-ı Hak, arkamızdan guzel bir nesil; mĂ‚rufu emrederler, munkerden nehyederler…

Ondan sonra gelen şart:

“…AllĂ‚hʼın sınırlarını korurlar…” (et-Tevbe, 112)

İşte duğunlerimiz vs. dikkatli olmalı. Bir gosteriş, bir alĂ‚yiş hĂ‚linde olmamalı. KurʼĂ‚n-ı Kerîmʼlerle, sohbetlerle, mahremiyetlerle başlamalı. CenĂ‚b-ı Hakkʼa, semĂ‚ya kalkan ellerle, duĂ‚larla olmalı. Fakat maalesef bir gosteriş, bir sukse, bir protokol deniyor, vs. deniyor. Bir dunya evine giriliyor. O dunya evine duĂ‚larla girilecek. Garipler sevindirilecek. SĂ‚lihler ellerini kaldırıp duĂ‚ edecekler. Hepsi bir tarafa bırakılıyor:

غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلَا الضَّالِّينَ

(“…Gazaba uğramışların ve sapmışların yolunu değil!” [el-FĂ‚tiha, 7]) O taraf one cıkıyor. E bu, olmaz bu! Bak işte Rabbimiz istemiyor bunu!

“…Hudutları muhafaza ederler. Sen onları mujdele.” (et-Tevbe, 112) buyuruyor CenĂ‚b-ı Hak.

Demek ki kardeşler! Cok, cok dikkat etmemiz lĂ‚zım. Yani; “Omrumuzu nerede tukettik? AllĂ‚hʼın verdiği bu KurʼĂ‚nʼla biz nasıl amel işledik? Malımızı nasıl kazandık, helĂ‚liyeti, nerede sarf ettik? Ve bu vucut nerede yıprandı?”

Bunlar, diyor Efendimiz, bu sorulara cevap vermeden gecilmez, buyuruyor. (Tirmizî, KıyĂ‚met, 1/2417)

YĂ‚ Allah! Kerîm AllĂ‚h!..

Muhterem Kardeşler!

ZĂ‚hirî farzlar var. MeselĂ‚ namaz, oruc, zekĂ‚t, hac; bunlar zĂ‚hirî farzlar. Tabi bu zĂ‚hirî farzların da bir (beden ve) kalp Ă‚hengi icinde olmasını Rabbimiz arzu ediyor.

İşte namazda; “…Secde et ve yaklaş.” (el-Alak, 19) buyruluyor.

Oructa; لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ (“…Umulur ki takvĂ‚ sahibi olursunuz.” [el-Bakara, 183]) buyruluyor. Sırf mideye oruc değil. HĂ‚lle oruca girebilmek, gozun, kulağın vs…

ZekĂ‚t: Senin değil zĂ‚ten. Garibin, fakirin senin uzerindeki hakkı. Bunu verirken de bir teşekkur edĂ‚sıyla vermemizi Rabbimiz arzu ediyor. ZekĂ‚tta da sadakada da infakta da. Yani “ben” olmayacak verirken.

CenĂ‚b-ı Hak İnsan Sûresiʼnde FĂ‚tıma VĂ‚lidemizʼle Ali -radıyallĂ‚hu anh-ʼı bildiriyor.

Hazret-i Ali -radıyallĂ‚hu anh- bir hurma bahcesini sulayıp biraz arpa alıyor. FĂ‚tıma VĂ‚lidemizʼe veriyor. FĂ‚tıma VĂ‚lidemiz bundan ekmek yapıyor. Tam yiyecekler, kendileri ac, Ă‚yet-i kerîmede (bildiriliyor) kendileri de muhtac. Bir fakir geliyor, “lillĂ‚h” diyor, veriyorlar. Arkadan bir yetim geliyor, o da “lillĂ‚h” diyor, “Allah icin” tamamını veriyorlar. Bir kole geliyor; o da “lillĂ‚h” diyor, tamamını veriyorlar. Kendilerinin muhtac hĂ‚lde olduğunu bildiriyor CenĂ‚b-ı Hak.

Verirken (onların) kalbî durumunu CenĂ‚b-ı Hak bildiriyor. Verdikleri kimseye:

“‒Biz sizden bir minnet, bir teşekkur beklemiyoruz (diyorlar). Bize teşekkur etme. Cunku biz bunu Allah rızĂ‚sı icin veriyoruz. «عَبُوسًا قَمْطَرِيرًا» Zira biz, o sert ve belĂ‚lı gunden, mukassî gunden korkarız (diyorlar). Rabbimiz de onların gonullerine ferahlık verir. O gunun şerrinden korur.” buyruluyor. (Bkz. el-İnsĂ‚n, 9-11)

Kaynak: osmannuritopbas.com
İslam ve İhsan