
Dunya hayatında Âhiret endişesini canlı tutmanın pek guzel misalleri bize diğer ashÂb-ı kirÂm ile birlikte bilhassa Hz. Omer (r.a) ’in hayatından nakledilmiştir. Onlardan bir nebze takdim ederek kendi hÂlimizi mukÂyese edelim...İnsanların kalbinde Âhiret endişesi hicbir zaman eksik olmamalıdır. Kalpten Âhiret hesabının cıkması ve sadece dunya hesaplarının duşunulur olması buyuk bir kalp hastalığı olarak vasfedilmiştir. Bu tur kalbî hastalıklar tedÂvi edilmedikce insanın felÂha ermesi mumkun gorunmuyor.
Allah TeÂl bir kulun kalbinde iki korku ve iki emniyeti bir arada bulundurmaz. Dunyada yanlış sururlar icinde olanlar Âhirette gercek korku ve uzuntulerle kıvranırlar. Dunyada doğru korku ve endişeler taşıyan mu ’minler ise Âhirette gercek surûr, saÂdet ve emniyete kavuşurlar.
CenÂb-ı Hak şoyle buyurur:
“O vakit kitabı sağ eline verilen kişi, kolay bir hesab ile muhÂsebe olunur ve mesrûr olarak ehline gider. Kitabı arkasından verilen ise, derhal yok olmayı arzu eder ve alevli ateşe girer. Zira o, (dunyada) Âilesi icinde (nefsÂnî arzularıyla) mesrûr idi. Hicbir zaman Rabbine donmeyeceğini sanmıştı.” (el-İnşikÂk, 7-14)
“(Muttakîler Cennet ’te birbirlerine): «Evet biz bundan evvel Âilemiz arasında korkular icinde idik. Allah bize lutfetti de bizi vucûdun icine işleyen azaptan korudu. Gercekten biz bundan evvel O ’na du ediyor, (bizi korumasını istiyorduk). Şuphesiz O cok keremkÂr ve pek merhametlidir.» derler.” (et-Tûr, 26-27)
Dunya hayatında Âhiret endişesini canlı tutmanın pek guzel misalleri bize diğer ashÂb-ı kirÂm ile birlikte bilhassa Hz. Omer (r.a) ’in hayatından nakledilmiştir. Onlardan bir nebze takdim ederek kendi hÂlimizi mukÂyese edelim:
Ebû Bekir el-Absî şoyle anlatır:
“Hz. Omer, Hz. Osman ve Hz. Ali (r.a) ile birlikte zekÂt develerinin olduğu yere girdim. Hz. Osman (r.a) golgeye oturdu ve yazmaya başladı. Hz. Ali (r.a) onun başında durmuş Hz. Omer ’in dediklerini iml ettiriyordu. Hz. Omer (r.a) da sıcağın cok şiddetli olduğu bu gunde guneşin altında ayakta zekÂt develerini teftîş ediyordu. Uzerinde iki siyah burde vardı. Birini alt tarafına sarmış, diğerini başının uzerine koymuş, develeri sayıyor, renklerini ve dişlerini yazdırıyordu.
Ali (r.a), Hz. Osman ’a şoyle dedi:
«‒Allah ’ın kitÂbında Şuayb (a.s) ’ın kızının şu sozunu işitmedin mi? “Babacığım! Onu ucretle (coban) tut! Cunku ucretle istihdam edeceğin insanların en hayırlısı kuvvetli ve emîn olan kişidir.” (el-Kasas, 26)»
Sonra da Hz. Omer ’e işÃ‚ret ederek sozlerini şoyle tamamladı:
«‒İşte şu zÂt kuvvetli ve emîn bir kişidir!».”[1]
Buna benzer bir hÂdiseyi Hz. Osman ’ın hizmetcisi anlatır:
“Osman (r.a) ile birlikte sıcak bir yaz gunu onun AvÂli bolgesindeki evindeydik. O esnÂda Hz. Osman iki genc deveyi cekip goturen birini gordu. Yerin ustu, şiddetli sıcak sebebiyle dalga dalga gorunuyordu. Osman (r.a):
«‒Şu zÂtın neyi var acaba! Keşke Medîne ’de bekleseydi de hava biraz serinleyince yola cıksaydı?!» buyurdu. Adam bize yaklaşınca:
«‒Bak bakalım kimmiş!» dedi. Baktım ve: «‒RidÂsını başına sarmış, iki genc deve goturen bir kişi goruyorum.» dedim. O zÂt biraz daha yaklaşınca Hz. Osman:
«‒Bir daha bak!» dedi. Baktım, bir de ne goreyim: Omer (r.a)! Hemen:
«‒Bu gelen kişi Mu ’minlerin Emîri!» dedim. Osman (r.a) kalkıp başını kapıdan dışarı cıkardı. Dışarda esen sıcak hava kendisini rahatsız edince hemen başını iceri cekip bekledi. Omer (r.a) evin dengine gelince:
«‒Bu saatte seni dışarı cıkaran nedir?» diye sordu. Hz. Omer:
«‒ZekÂt mallarından iki genc deve geride kalmışlar. Diğer zekÂt develeri yerlerine goturuldu. Bunları da koruluğa goturup onlara katmak istedim. ZÂyî olmalarından ve Allah TeÂl ’nın onları benden sormasından korktum!» buyurdu. Hz. Osman:
«‒Buraya gelin ey Mu ’minlerin Emîri! Biraz su icin, golgede dinlenin! Biz onları yerine ulaştırırız.» dedi. Omer (r.a):
«‒Sen golgene don!» buyurdu. Ben:
«‒Yanımızda o işi yapacak hizmetciler var!» dedim. Hz. Omer:
«‒Sen golgene don!» buyurdu ve yoluna devam etti. Osman (r.a):
«‒Kim son derece kuvvetli ve emîn bir kişiye bakmak isterse şu zÂta baksın!» buyurdu ve yanımıza dondu.”[2]
Bir defÂsında Omer (r.a) bir kişi hakkında:
“‒Ben falancaya kızıyorum!” demişti. O kişiye:
“‒Omer sana nicin kızıyor?” dediler. İnsanlar bunu cokca sorunca adam Hz. Omer ’e geldi ve:
‒Ey Omer! İslÂm ’da herhangi bir ayrılık mı cıkardım?
‒Hayır!
‒Bir gunah mı işledim?
‒Hayır!
‒Bir bidʻat mı cıkardım?
‒Hayır!
“‒O hÂlde bana nicin kızıyorsun? CenÂb-ı Hak şoyle buyuruyor: «Mu ’min erkeklere ve mu ’min kadınlara, yapmadıkları bir şeyden dolayı eziyet edenler, şuphesiz buyuk bir iftira ve apacık bir gunah yuklenmişlerdir.»[3] Sen bana eziyet ettin, Allah senin bu gunahını affetmesin!” dedi. Hz. Omer:
“‒VallÂhi doğru soyledi. Herhangi bir ayrılık cıkarmadı, ne onu yaptı ne de bunu! Ey kardeşim, benim bu hatÂmı affet ve benim icin istiğfar et!” dedi.
Omer (r.a) kendini affettirinceye kadar o kişiye yalvardı. NihÂyet o da affetti ve istiğfarda bulundu. (Suyûtî, ed-Durru ’l-mensûr, VI, 658)
TÂbiînin buyuk Âlimlerinden KatÂde (r.a) şoyle der:
“Mu ’minlere eziyet vermekten sakının! Zira CenÂb-ı Hak onları korur ve onlara ez edenlere gazaplanır. Nakledildiğine gore Hz. Omer (r.a) yukarıdaki Âyet-i kerîmeyi okumuştu. Dehşete duştu ve hemen Ubey bin Kaʻb (r.a) ’ın yanına gidip:
«‒Ey Ebu ’l-Munzir! Ben Allah ’ın kitabından bir Âyet okudum, her tarafım titredi. VallÂhi ben onları cezÂlandırıyor, bazen de dovuyorum?!» dedi. Ubey (r.a):
«‒Sen bu Âyet-i kerîmede bahsedilen kimselerden değilsin. Sen ancak bir muallimsin (insanları terbiye icin boyle yapıyorsun.)» dedi.” (İbn-i Ebî HÂtim, Tefsîr, X, 3153)
İyÂs bin Seleme (r.a), babasından şoyle nakleder:
“Hz. Omer (r.a) carşıya uğradı. Elinde bir kamcı vardı. Kamcıyı bana doğru sallayarak «Ortada durma, yolu ac!» dedi. Kamcı elbisemin ucuna geldi. Bir sonraki sene tekrar karşılaşınca bana:
«‒Seleme, hacca gidecek misin?» diye sordu. «Evet» deyince elimden tutup beni evine goturdu. Bana 600 dirhem verdi ve:
«‒Bunları hac yolunda kullanırsın. Şunu bil ki bunlar, sana salladığım kamcıya karşılıktır!» dedi. Ben:
«‒Ey Mu ’minlerin Emîri, bahsettiğin kamcı meselesini hatırlayamadım?» dedim. O da:
«‒Ben de hic unutamadım!» dedi. (Taberî, TÂrîh, IV, 224)
Hafsa (r.a), babası Hz. Omer ’e:
“Ey Mu ’minlerin Emîri! Bu elbiselerinden daha yumuşak elbiseler giysen, şu yemeğinden daha hoş yemekler yesen ne olur! Allah sana pek cok yerleri fethetmeyi nasib etmiş ve rızkı sana bollaştırmıştır!” dedi. Omer (r.a):
“‒Şimdi sana karşı kendi yaşadığın halleri delil olarak getireceğim. Sen Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz ’in hayatta nasıl sıkıntılarla karşılaştığını bilmiyor musun…” diye soze başlayıp Rasûlullah (s.a.v) ’in cektiği yokluk ve zorlukların bir kısmını hatırlattı.
Hz. Hafsa (r.a) bunları duyunca ağlamaya başladı. Hz. Omer sozlerine şoyle devam etti:
“‒Sana şunu soyleyeyim ki; benim iki arkadaşım, bir yoldan gittiler. Şimdi ben onların gittiği yoldan başkasına girerse onların vardığı menzilden farklı bir yere ulaşırım. VallÂhi şimdi ben onların yaşadığı sıkıntılı hayata ortak olacağım ki inşaallah sonunda onların vÂsıl olduğu rahat hayÂta da onlarla birlikte kavuşabileyim!” (İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, VII, 79/34334; NesÂî, es-Sunenu ’l-kubrÂ, X, 389/11806)
Dipnotlar:
[1] Taberî, TÂrîh, IV, 201; İbn-i AsÂkir, TÂrîhu Dımeşk, c. 44, s. 274-275; Dehlevî, İzÂletu ’l-hafÂ, II, 558.
[2] İmÂm ŞÃ‚fiî, Musned, s. 390; İbn-i AsÂkir, TÂrîhu Dımeşk, c. 44, s. 274.
[3] el-AhzÂb, 58.
Kaynak: kuranvesunnetyolunda.com
İslam ve İhsan