Hak TeÂl ’nın biz kullarından istediği, dÂim kendisiyle olan bir kalb-i selîmdir.Ebû ’l-Hasan Harakānî Hazretleri buyurur:

“Allah TeÂl şu dort şey hususunda kuluna hitÂb eder: Beden, dil, kalp ve mal. Bedeni hizmete, dili zikre vermek kÂfî değildir! Kalben CenÂb-ı Hakʼla beraber olup malını da Allah yolunda comertce sarf etmedikce bu vuslat yolunda mes­fe alamazsın!”[1]

[Hak TeÂl ’nın biz kullarından istediği, dÂim kendisiyle olan bir kalb-i selîmdir. Bu yuzden, bedenimizin Allah yolunda hizmetle, dilimizin de zikirle meşgul bulunması, elzem olmakla birlikte kÂfî değildir. Gonlumuzun de her dÂim Allah ile olması ve bu sÂyede varlık ve benlik dÂvÂsından vazgecerek, her şeyin gercek sahibinin Allah olduğu idrÂkinde derinleşmesi zarurîdir. AllÂh ’ın lûtfettiği nîmetlerden, yine O ’nun rızÂsı icin fedakÂrlıkta bulunmak sûretiyle de, bu kalbî yakınlığın gerektirdiği hÂl ve davranışları hayatımızda sergilememiz îcÂb eder.

MALIN NE KADARI İNFÂK EDİLMELİ?

Mesel zekÂt, dînen zengin sayılan her mu ’min icin, asgarî bir fedakÂrlık olcusudur. Fakat insan, sevdiğine, sevgisi olcusunde fedakÂrlıkta bulunur. Bunun bir misÂli sadedindeki şu hÂdise ne kadar hikmetlidir:

Fakihlerden biri, imtihan etmek maksadıyla Şeyh Şiblî Hazretleri ’ne zekÂtta malın ne kadarının infÂk edilmesi gerektiğini sorar. Hazret:

“–Bunun cevÂbını fakihlerin mezhebine gore mi, yoksa Hak Âşıklarının meşrebine gore mi istiyorsunuz?” der. Fakih:

“–Her ikisine gore de olsun.” deyince Hazret şu cevÂbı verir:

“–Fakihlerin mezhebine gore, mesel iki yuz dirhemin, uzerinden bir yıl gectikten sonra, kırkta birine tekÂbul eden beş dirhemini vermek gerekir. Âşıkların meşrebine gore ise, derhÂl iki yuz dirhemin iki yuzunu de verip bir de «yakayı kurtardım» diye şukretmek gerekir.”

Fakih der ki:

“–Biz bu mezhebi Âlimlerimizden oğrendik.”

Buna mukÂbil Şeyh Şiblî Hazretleri de şoyle buyurur:

“–Biz de bu meşrebi Ebû Bekir Sıddîk Efendimiz ’den oğrendik. O, nesi var nesi yoksa hepsini Rasûl-i Ekrem -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in onune koydu…”

Dolayısıyla bizler de dÂim CenÂb-ı Hakk ’ın sonsuz lûtuflarını, merhametinin buyukluğunu, ihsan ve ikrÂmının azametini tefekkur ederek, imkÂnlarımız nisbetinde O ’nun kullarına infak ve ihsÂn etmeye gayret gostermeliyiz.

Zira Âyet-i kerîmede; “…Allah sana ihsÂn ettiği gibi, sen de (insanlara) ihsÂn et!..” (el-Kasas, 77) buyrulmaktadır.]

[1] AttÂr, Tezkiretu ’l-EvliyÂ, s. 631.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hak Dostlarından Hikmetler 1, Erkam Yayınları, 2013


İslam ve İhsan