Tevekkulun hakîkati masivadan havf ve recayı atıp ancak Allah'a guvenmektir, dayanmaktır. Kul olarak tedbirini aldıktan sonra her turlu sebepleri bırakıp, asıl sebeplerin sahibini muşahede bahrinde (denizinde) mustağrak olmaktır.
CenÂb-ı Hak buyuruyor:

“AllÂh ’a guven. Vekîl olarak Allah yeter.” (Ahzab, 3) Rasûlullah (sav) buyurdular:

“Eğer siz AllÂh ’a hakkıyla tevekkul edebilirseniz, sabahleyin karınları ac gidip, akşamları tok olarak donen kuşların rızıklandığı gibi rızıklanırsınız!” (Tirmizî Zuhd, 33; İbni MÂce, Zuhd, 14) BÂyezid BistÂmî (ks) bir grup muridi ile tevekkul uzere oturmuşlardı. Bir sure gecti ama (yiyecek olarak) bir hediye gelmedi. Hic kimseden iyilik ve yardım da goremediler, gucsuz kaldılar. Muridleri:

“Ey şeyh, eğer izin verirsen rızık aramaya gidelim.” dediler. Şeyh:

“Eğer rızkınızın nerede olduğunu biliyorsanız gidin ve isteyin.” dedi. Onlar:

“O halde AllÂh ’a du edelim de bu ihtiyac ve sıkıntı hÂlini bizden gidersin.” dediler. Şeyh:

“Eğer O ’nun sizi unuttuğunu duşunuyorsanız du edin.” dedi. İhtiyac sÂhibiyiz ama isteyecek dilimiz yok, Comert olan Kerîm ’in huzurunda istemeye ne gerek var. Muridler:

“O halde tevekkul uzere oturalım ve konuşmayalım.” dediler. Şeyh onlara cevÂben:

CÂRE NEDİR?

“AllÂh ’ı denemeye kalkmayın.” dedi. Muridler: “Ey şeyh, o halde cÂre nedir, ne yapalım?” dediler. Şeyh:

“CÂre, cÂreyi terk etmektir.” dedi. YÂni cozum, kendi tercihini terk etmektir, takdir neyse o olur. Ey yiğit! Tevekkulun hakîkati, kişinin kendi tercih yolundan kalkıp gitmesi, işleri yapıp etme gozune mil cekmesi (amelini gormemesi), rız ve teslim cadırını kaz ve kader mahallesi uzerine germesi, AllÂh ’ın izzet perdesinden ne zuhûr edecek diye gozunu ilÂhî kader hukumlerinin akışına cevirmesidir. Meydana gelen her şeye hÂl nazarıyla değil, muhavvil (halleri oluşturanın) nazarıyla bakar.

Kaynak: İsmail Hakkı Bursevî, Rûhu ’l-BeyÂn, 15. Cilt, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan