Biz Peygamber Efendimizi canımızdan daha cok seviyoruz. Rabbimiz, melekleri ve butun yaratılmışlar buna şĂ‚hit olsun! Peki Peygamber Efendimizi nicin sevmeliyiz? Peygambere itaat nasıl olur? Peygamberimizin sunnetine neden uymalıyız? Peygamberimizin sunnetine uymak bize neler kazandırır?Rabbimizin lûtf u keremi ile hizmet saham Siyer-i Nebî olduğundan, gerek talebelerimden, gerekse okuyucularımdan son yıllarda en cok şu soru soruluyor:
“-Hocam, bizim buralarda insanlar namazların sunnetini terk ettiler. Onlara ne cevap verebilirim?” Veya:
“-Hocam burada hızla yayılan bir cemaat, Sunnet ve hadisleri inkĂ‚r ediyor. Ne soylesek kĂ‚r etmiyor, nasıl davranmalıyım?”
Bu ve bu minvaldeki sorular… Farklı bolgelerden, farklı yaş gruplarından devamlı gelir oldu.
İki ay evvelki “Asrın Museyleme ’lerine Karşı Uyanık Olalım!” başlıklı yazımızda da bu tur sapıklıklara inanmış ve etrafını da ifsat etmeye gayret eden, dahası bunu kendine ibadet edinmiş guruha dair yazmıştık. Rabîulevvel Ayı munasebeti ile bu yazımızda da “Allah ve Rasûlu ’ne itaatin farz mı, vĂ‚cip mi, yoksa isteyenin terk edebileceği muhayyer bırakılmış bir husus mu olduğunu” incelemeye calışalım. Acaba Peygamber Efendimiz ’e itaat edersek ne kazanırız, itaat etmezsek ne kaybederiz? Bu konu, satırların kĂ‚fî gelmeyeceği kadar derin… Ama biz, bize ayrılan mahdut sayfaların ve Ă‚ciz kalemimizin ifade kudreti nisbetinde anlatmaya ve anlamaya gayret edelim inşĂ‚allah!
RIDVAN BİATİ VEYA HUDEYBİYE BİATİ Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, gorduğu bir ruyĂ‚ uzerine Muslumanları KĂ‚be ’yi ziyĂ‚ret ve tavĂ‚fa dĂ‚vet buyurdu.[1] Bu umre dĂ‚vetine icĂ‚bet eden bin dort yuz[2] sahĂ‚bîsi ile birlikte Hicret ’in altıncı yılında, ZilkĂ‚de ayının birinci Pazartesi gunu, Mekke ’ye hareket etti. Ancak Muslumanların Mekke ’ye doğru yola cıktıklarını haber alan Kureyşliler ’de muthiş bir tedirginlik baş gosterdi. Aralarında toplanıp mu ’minleri Mekke ’ye sokmamaya karar verdiler.
Bu arada Muslumanlar Medîne ’den cıkmış, Mekke civarında konaklayacak kadar yakınlaşmışlardı. Bunu duyan muşrikler, Muslumanların niyetini iyice anlamak ve onları Mekke ’ye sokmayacaklarını bildirmek icin birkac elci gonderdiler. Elcilerin Muslumanlar hakkında olumlu beyanları, Mekke ’nin ileri gelenlerini tatmin etmiyor ve Muslumanları, umre yapmak icin bile olsa Mekke ’ye sokmamak uzere yemin uzerine yeminler ediyorlardı.
Gelen muşrik elcilerin hicbirinde de antlaşma ve sulh icin kesin bir netice elde edilemediğinden, bu defa Peygamber Efendimiz sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem, Hazret-i Osman radıyallĂ‚hu anh ’ı Mekke ’ye, muşriklerle goruşup meseleyi hĂ‚lletmesi icin gon­derdi ve ona:
“-Kureyşlilere git! Onlara haber ver ki, biz buraya hic kimse ile carpışmak icin gelmedik! Biz ancak şu BeytullĂ‚h ’ı ziyĂ‚ret icin, onun haremliğine riĂ‚yet ve tĂ‚zîm ederek geldik. Yanımızdaki kurbanlık develeri kesecek ve doneceğiz! Sonra onları İslĂ‚m ’a da dĂ‚vet et!” buyurdu.
Aynı zamanda Mekke ’deki erkek-kadın butun mu ’minlerle goruşmesini, Mekke ’nin yakında fethedileceğini mujdelemesini, Allah TeĂ‚lĂ‚ ’nın dînine yardımcı olduğunu, Mekke ’de îmĂ‚nın acığa vurulacağı gunun yaklaştığını haber vermesini de emir buyurdu.[3]
Hazret-i Osman -radıyallĂ‚hu anh-, RasûlullĂ‚h ’ın emri mûcibince hemen hareket ederek Mekke ’ye gitti. Muşriklere, niyetlerinin umre yapıp donmek olduğunu anlattı. Muşrikler buna rağmen yine de izin vermediler. Hazret-i Osman ’ı goz hapsinde tutarak:
“-İstiyorsan sen tavĂ‚f edebilirsin!..” dediler.
Fakat kendisini AllĂ‚h ’a ve Rasûlu ’ne adamış olan mubĂ‚rek sahĂ‚bî Hazret-i Osman -radıyallĂ‚hu anh-:
“-Hazret-i Peygamber KĂ‚be ’yi tavĂ‚f etmedikce ben de edemem! Ben BeytullĂ‚h ’ı, ancak O ’nun arkasında ziyĂ‚ret ederim...” diyerek Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sel­lem- ’e olan sadĂ‚katini bildirdi.[4]
Bu temaslar sebebiyle Osman -radıyallĂ‚hu anh- ’ın geri donuşu gecikince, hakkında, oldurulduğu şĂ‚yiası cıktı. Bunun uzerine Muslumanlarla muşriklerin arasındaki hava gerginleşmeye başladı. Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, kendisini temsil eden Hazret-i Osman ’ın oldurulme ihtimĂ‚li uzerine derhal ashĂ‚bını toplayıp:
“-Anlaşılan muşriklerle vuruşmadıkca buradan ayrılamayacağız!” buyurdu.[5]
Ardından, Allah yolunda canlarını fedĂ‚ etmek icin butun ashabdan bîat istedi. Kadın-er­kek butun mu ’minler:
“-Allah Rasûlu ’nun gonlunde ne murĂ‚dı varsa, onun uzerine bîat ediyorum.” diyerek RasûlullĂ‚h ’ın bu arzusunu seve seve yerine getirdiler.[6]
Mu ’minler, Allah yolunda olunceye kadar savaşmaya soz verdiler. Hazret-i Peygamber sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem ’in mubĂ‚rek ellerini tutarak bîat ettiler. Bîatin sonunda Allah Rasûlu sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem, bir eliyle, diğer elini tutarak:
“-Bu da Osman ’ın bîatidir!” buyurmak sûretiyle Osman radıyallĂ‚hu anh ’a olan îtimad ve muhabbetini, fiilî olarak izhĂ‚r ettiler.[7]
Bir ağacın altında yapılan bu bîate, “Bîatu ’r-RıdvĂ‚n” ya da “Hudeybiye Bîati” denildi. O gun bir munĂ‚fık hĂ‚ric, butun ashĂ‚b bîat etmişti. Bu bîat, ashĂ‚b-ı kirĂ‚mın, CenĂ‚b-ı Hakk ’ın yuce rızĂ‚sını kazanmalarına vesîle ol­du:
“Andolsun ki, o ağacın altında Sana bîat ederlerken Allah, o mu ’minlerden rĂ‚zı olmuştur. Kalplerinde olanı bilmiş, onlara huzur ve sekînet indirmiştir...” (el-Fetih, 18)
CEHENNEME GİRMEYECEK KİMSELER RasûlullĂ‚h sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem bir gun Hazret-i Hafsa vĂ‚lidemizin yanında:
“-İnşĂ‚allĂ‚h ağacın altında bîat eden AshĂ‚b-ı Şecere ’den hic kimse Cehenneme girmeyecek!” buyurdular.
Bu soz uzerine aklına bir soru takılan Hafsa vĂ‚lidemiz:
“-Peki yĂ‚ Rasûlallah! CenĂ‚b-ı Hak: «İcinizden hicbiri istisnĂ‚ edilmemek uzere mutlakĂ‚ herkes cehenneme varacaktır.» buyuruyor. (Meryem, 71) Bu nasıl olacak?” dedi.
Fahr-i KÂinÂt sallÂllÂhu aleyhi ve sellem:
“-Allah TeĂ‚lĂ‚ şoyle de buyurdu.” diyerek bir sonraki Ă‚yeti okudu: «Sonra muttakî olanları kurtarırız da, zĂ‚limleri diz ustu cokmuş vaziyette orada bırakırız.» (Meryem, 72)”
Akabinde de buradaki “Cehenneme varmak”tan maksadın, Sırat ’tan gecerken Cehennemin yanından gecmek olduğunu, yoksa icine girmek mĂ‚nĂ‚sına gelmediğini acıkladı.[8]
İKİ ONEMLİ HUSUS Yukarıda anlattığımız hĂ‚diseleri, AllĂ‚hu a‘lem, Rabbimiz kıyamete kadar gelecek mu ’minlere iki onemli hususu bildirmek icin yaşatmıştı sanki…
Birincisi, Hazret-i Osman -radıyallĂ‚hu anh- ’ın muhabbet, sadĂ‚kat ve bağlılığı; gelecek nesillere ornek olmalıydı. Zira Hazret-i Osman, Mekke ’ye vardığında muşrikler ona:
“-Sen bir muddet Mekke ’den cıkma, ama Mekke icinde istediğin gibi KĂ‚be ’yi ziyaret et, umreni yap!” diye izin verdiklerinde, Hazret-i Osman ’ın:
“-Allah Rasûlu, KĂ‚be ’yi tavĂ‚f etmedikce, ben de edemem! Ben BeytullĂ‚h ’ı, ancak O ’nun arkasında ziyĂ‚ret ederim...” demesi; “Ben ummeti olarak, ancak O ’nun yaptığını yapar, ibadette bile O ’nun onune gecmem! Her hĂ‚limle, ancak O ’na itaat ederim!” demekti Ă‚deta...
SahĂ‚beyi sahĂ‚be yapan ozelliklerden birisi, bu muhabbette gizliydi. Bu hĂ‚li MevlĂ‚nĂ‚, şoyle anlatır:
“Bu can bu tende oldukca Kur ’Ă‚n ’a kulum, koleyim;
Muhammed Muhtar -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in yolunun toprağıyım…”
İkinci husus ise, bugunumuze pek cok bereket sacan hikmetlerle doludur. Zira bircok Musluman, bugun kendisine:
“-Rabbim benden rĂ‚zı mıdır?” Yahut:
“-AllĂ‚h ’ın benden rĂ‚zı olduğunu nasıl anlarım?” diye soru soruyor.
Bu sorunun cevĂ‚bını da bize Rıdvan Ağacı ’nın altında, Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in mubĂ‚rek ellerini tutarak canını feda pahasına bîat eden, boylece muhabbet ve itaatin destanlaşmış hĂ‚line ornek olan sahĂ‚be efendilerimiz vermektedir.
Zira bu bîat, Akabe bîatı gibi şartları belli olan bir bîat değildir. Bu bîatta, ashĂ‚b-ı kirĂ‚m, Peygamber Efendimize Ă‚deta şunu ispat etmiştir:
“-Şimdiye kadar sozumuzle, yaşantımızla Sana bîat ettik. MubĂ‚rek ağzından dokulen her emir veya ricayı, baş tĂ‚cı edip îcĂ‚bını yaptık. Senin şahsında sergilediğin, gorduğumuz her sunneti de hic sormadan, kendi hayatımıza taşıdık. Senden ne gorduysek, ne eksik, ne fazla; aynısı ile taklit ettik. YĂ‚ Rasûlallah! Şimdi Senin gonlune tĂ‚libiz. Elbette bizler beşer olarak Senin gonlunden ne gecer bilemeyiz, ama biz yine de inşirah bulmuş o mubarek gonlune tĂ‚libiz. Orada bĂ‚tıl mesken tutmaz; orada Hakk ’ın rızası dışında hicbir şey barınmaz. Gonlunden gecene tĂ‚lip olmak, bizi gonlunde yer tutmaya goturuyorsa, o pĂ‚k gonulde bir yer edinebilmek icin dunyaya Ă‚it ne varsa, ayaklarının altına sermeye hazırız! Kur ’Ă‚n, Cibril vĂ‚sıtası ile Senin kalbine inmişti. İşte Kur ’Ă‚n ’ın bu dunyada mekĂ‚n bulduğu o yuce gonlune tĂ‚libiz! Bu yuzden butun kalbimizle diyoruz ki:
«Allah Rasûlu ’nun gonlunde ne murĂ‚dı varsa, onun uzerine bîat ediyorum.»[9]
Ucunda mutlak bir olum tehlikesi olsa da ahdimizden, bîatımızdan donmeyiz. Elimizde duşmana mukabele edecek silahımız olmasa da, buraya sadece ibadet maksadıyla geldiğimiz icin hazırlıksız olsak da, duşman sayıca bizden katbekat fazla olsa da, Allah yolunda olunceye kadar savaşmaya soz veriyoruz!” diyerek Hazret-i Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in mubĂ‚rek ellerini tutarak bîat ettiler.
Boyle kritik bir anda, tam bir sadĂ‚kat ve fedakĂ‚rlıkla yapılan bîat, ashĂ‚b-ı kirĂ‚mın, CenĂ‚b-ı Hakk ’ın yuce rızĂ‚sını kazanmalarına vesîle ol­du:
“Andolsun ki, o ağacın altında Sana bîat ederlerken Allah, o mu ’minlerden rĂ‚zı olmuştur. Kalplerinde olanı bilmiş, onlara huzur ve sekînet indirmiştir...” (el-Fetih, 18)
ALLAH ’IN RIZASINA TALİP OLANLAR İşte bu Ă‚yet, AllĂ‚h ’ın rızasının yolunu gosteriyor. CenĂ‚b-ı Hakk ’ın rızĂ‚sına tĂ‚lip olanlar, Allah ve Rasûlu ’ne itaat ve muhabbetle bağlanmalıdırlar. O ’nun emirlerine uymak gerektiğinde, “Ama, fakat, lĂ‚kin…”e yer yoktur. Bahaneye, mazerete, izne, olur olmaz rehĂ‚vete, pişkince tembelliklere mahal verilmez. “Duyduk ve itaat ettik!” teslîmiyeti ile, AllĂ‚h ’a ve Rasûlu ’ne teslim olmak gerekir. Aksi hĂ‚lde onların rızĂ‚ ve muhabbetine talip olduğunu soylemek, beyhûdedir.
Âyetin devamında ise, dunya ve Ă‚hirette Rabbimizin bizden rĂ‚zı oluşunun nişĂ‚nesi olarak kalplere huzur ve sekînet indireceğini mujdeliyor. Yani Allah ve Rasûlu ’ne itaat ve muhabbet, bizim rızĂ‚ makamındaki derecemizi belirliyor. Bu yuzden olsa gerek ki, Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de muhtelif otuz uc Ă‚yet-i kerîmede “Allah ve Rasûlu ’ne itaat” birlikte emredilmiştir.
PEYGAMBERE İTAAT NASIL OLUR? Peki, Peygamber ’e itaat etmek nasıl olur?
Tefsir ve hadis Ă‚limleri Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’e itaatin, O ’nun sunnetine sarılmak, Allah ’tan alarak ortaya koyduğu buyruklara samimiyetle boyun eğmek olduğunu soyleyerek şoyle demişlerdir:
“Allah TeĂ‚lĂ‚, peygamber gonderdiği kimselere, gonderdiği peygambere itaat etmeyi farz kılmıştır. Zira Ă‚yet-i kerîmede: «Biz gonderdiğimiz her peygamberi, kendisine itaat edilsin diye gonderdik... » (en-NisĂ‚, 64)
Başka bir Ă‚yet-i kerîmede de:
“Peygamber ’e itaat eden, AllĂ‚h ’a itaat etmiş olur…” (en-NisĂ‚, 80) buyrulmaktadır. Zira Peygamber, sadece AllĂ‚h ’ın emrettiğini emreder, O ’nun yasakladığını yasaklar. Bunun dışında kendiliğinden bir şey yapmaz. Âyetin devamı ise cok manidardır:
İtaat etmeyenlere ise aldırma. Cunku Biz Seni onların uzerine bekci gondermedik!” (en-NisĂ‚, 80)
Ebu Hureyre -radıyallĂ‚hu anh- ’ın rivayetine gore, Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- şoyle buyurmuştur:
“Bana itaat eden AllĂ‚h ’a itaat etmiş, bana karşı gelen de AllĂ‚h ’a karşı gelmiş olur.”[10]
ZĂ‚hid ve mufessir Sehl bin Abdullah et-Tusterî ’ye İslĂ‚m esaslarının ne olduğunu sordular. O da şu Ă‚yet-i kerîmeyi okudu:
“…Peygamber size neyi emrettiyse ona uyun, neyi yasakladıysa ondan kacının!..” (el-Haşr, 7)
SUNNETİ İNKAR EDENLERİN GEREKCELERİ Sunnet ’i inkĂ‚r eden ve Rasûlullah ’a itaat etmeyen bu sapıklar, bu davranışlarının sebebi olarak “Peygamber Efendimiz ’in de beşer olduğunu, hatalar yaptığını (zelle), bu yuzden Sunnete guvenilmeyeceğini” iddia ediyorlar.
Bu cĂ‚hiller bilmiyor mu ki, zelle, Allah TeĂ‚lĂ‚ tarafından peygambere gayr-i irĂ‚dî olarak işletilir. Boylece peygambere “itĂ‚b (uyarı ve duzeltme) Ă‚yeti” gelerek bu gayr-i irĂ‚dî hata, yine Ă‚yetle duzeltilir ve bizlere Ă‚deta şu oğretilir:
“-Bakın, peygamber ilĂ‚h değildir. Hatası sebebi ile acziyet tattırıldı ki, siz daha onceki bazı peygamberlere yaptığınız gibi O ’na da ilĂ‚hlık atfetmeyin! O bir insandır, ama peygamberdir! Hata uzere bırakılmaz. O ’nun yaptıkları vahyin suzgecinden gecmiştir. O ’nun soz ve davranışlarında, AllĂ‚h ’ın muradına aykırı bir şey kalmamıştır. Her Ă‚nı, murĂ‚kabe altındadır ve O, Allah adına hicbir zaman yalan konuşmaz, O ’na kesinlikle iftirada bulunmaz! O hĂ‚lde O ’na tĂ‚bî olduğunuzda, tamamıyla AllĂ‚h ’ın emir ve yasaklarına uyduğunuz hususunda emin olabilirsiniz!”
PEYGAMBERLERİN ZELLELERİ VE İTAB AYETLERİ Peygamberlerin zelleleri ve onları îkaz eden itĂ‚b Ă‚yetleri, o ornek insanların, kulluğun her hĂ‚lindeki mukemmelliklerini bize gosterir. Onlar takvĂ‚da ornek oldukları gibi, hatanın peşinden gelen pişmanlık ve tevbede de ummetlerine ornektirler.
Peygamber ’e itaati emreden Ă‚yet-i kerîmelerden, Muhammed Sûresi ’nin 33. Ă‚yet-i kerîmesi, O ’na itaat etmeyenlerin kıyamet gunu amellerinin boşa cıkacağını, yaptıkları hicbir amelin ecrini alamayacaklarını şoyle ifade eder:
“Ey îman edenler! AllĂ‚h ’a itaat edin ve Peygamber ’e itaat edin ki, amellerinizi boşa cıkarmayın!”
Bu acık ifadeler, “Biz sadece Kur ’Ă‚n ’a uyarız!” diyen insanlara yeterli bir cevap değil mi? Kur ’Ă‚n ’a tĂ‚bî olmak, Peygamber Efendimiz ’e itaati gerektirmiyor mu? O insanlar, bu sozlerinde bile samimi değiller!..
Yine bu gurûhun kıyametteki acıklı hĂ‚lini şu Ă‚yet-i kerîme tasvir eder:
“Bilmediler mi ki, kim AllĂ‚h ’a ve Rasûlu ’ne karşı koymaya kalkarsa, ona icinde surekli kalacağı Cehennem azabı vardır. İşte buyuk rezillik budur.” (et-Tevbe, 63)
“Kafirler yuzleri ateşte cevrilip dururken, «Yazık bize!» derler. «Keşke AllĂ‚h ’a itaat etseydik, keşke Peygamber ’e itaat etseydik!»” (el-AhzĂ‚b, 66)
Allah ve Rasûlu ’ne itaat edenlerin mukĂ‚fĂ‚tı ise, bir Ă‚yet-i kerîmede şoyle ifade edilir:
“Kim AllĂ‚h ’a ve Rasûlu ’ne itaat ederse, işte onlar peygamberler, sıddîklar, şehidler ve sĂ‚lihlerle beraberdir. Onlar ne guzel dostlardır.” (en-NisĂ‚, 69)
KİŞİ SEVDİĞİ İLE BERABERDİR Hadîs-i şerîfte de beyan edildiği gibi, “Kişi sevdiği ile beraberdir.” (BuhĂ‚rî, Edeb, 96)
Peygamber Efendimizi seviyorsak, bunun en guzel ispĂ‚tı; dunyadayken O ’nun nurlu yolunu, Sunnet ve hadislerini rehber edinerek yurumektir. Ki, bunun neticesi de Ă‚hirette, inşĂ‚allĂ‚h, Firdevs-i ÂlĂ‚ ’da peygamberler, sıddîklar, şehidler ve sĂ‚lihlerle beraberlikle taclanmak sûretiyle olacaktır.
Bu dunya herkesin tarafını belli edeceği bir er meydanıdır. Kim nerede olmak istiyorsa o tarafa gecsin. Kimseyi ikna cabasında değiliz. Âyette buyrulduğu gibi; “Yuz cevirene gelince, Seni onların başına bekci gondermedik.” (en-NisĂ‚, 80) Biz tebliğ ederiz, bir de yaşayarak numûne olmaya gayret ederiz. Otesi, kişinin kendi nefsi ile arasındaki cihattaki marifet ve mahĂ‚retine kalmış.
PEYGAMBER EFENDİMİZ ’İ NEDEN SEVMELİYİZ? Biz Peygamber Efendimiz ’i canımızdan daha cok seviyoruz. Rabbimiz, melekleri ve butun yaratılmışlar buna şĂ‚hit olsun!
Cunku bizim gonlumuzun biricik sultanı oyle bir Peygamber ’dir ki, Allah, O ’na itaati, kendisine itaatle eş tutmuştur. Cunku bizim Peygamberimiz, varlık nûrudur. Allah ve melekleri O ’na salĂ‚t etmiş, bizim de cokca salĂ‚t etmemizi emretmiştir. Cunku bize oyle bir Peygamber lûtfedilmiştir ki, O, bize karşı cok şefkatli ve merhametlidir, ayrıca bize cok duşkundur. Cunku bizim Peygamberimiz ’e ummetine şefaat etme hakkı lûtfedilmiştir. Kıyamet gunu, ummetini kanatları altına toplayacak, onların affolunması icin AllĂ‚h ’a niyaz edecektir. Cunku bizim Peygamberimiz, Ă‚lemlere rahmet olarak gonderilmiştir. O rahmet sebebiyle, butun zulum ve ahlĂ‚ksızlıklarına rağmen kĂ‚firlere bile bu dunyada toptan helĂ‚k gelmemiştir. Cunku bizim Peygamberimiz o kadar yucedir ki, peygamberler bile O ’na ummet olmak icin can atmışlardır. O, peygamberler icinde bizim nasibimizdir. Biz de ummetler icin de O ’nun nasibiyiz, hamd olsun. NihĂ‚yetsiz şukurler olsun. Bundan rĂ‚zıyız ve O ’na layık olmak icin cırpınıyoruz. Bu nasîbi beğenmeyen, kendisi bilir. Onlar icin ancak duĂ‚ eder, bu yuce nasîbin kadrini bilecek bir kalp ihsan etmesi icin Rabbimize niyaz ederiz.
Dipnotlar:
[1] VĂ‚kıdî, II, 572. [2] İbn-i Sa ’d, II, 95. Daha sonra bu sayının, bedevî Araplar ’ın yolda gelip katılmalarıyla artarak bin beş yuz, hattĂ‚ bin yedi yuze kadar cıktığı rivĂ‚yet edilmektedir. [3] İbn-i Sa ’d, II, 97; İbn-i Kayyım, III, 290. [4] Ahmed bin Hanbel, Musned, IV, 324. [5] İbn-i HişĂ‚m, III, 364. [6] VĂ‚kıdî, II, 603. [7] BuhĂ‚rî, AshĂ‚bu ’n-Nebî, 7. [8] Muslim, FedĂ‚ilu ’s-SahĂ‚be, 163. [9] VĂ‚kıdî, II, 603. [10] BuhĂ‚rî, AhkĂ‚m, 1/7137.
Kaynak: Halime Demireşik, Şebnem Dergisi, Sayı: 177


İslam ve İhsan
ALLAH ’A İMAN VE İTAAT ETMENİN DUNYADAKİ FAYDALARI - VİDEO