Diyanet İşleri Başkanlığı bu seneki Kutlu Doğum Haftası etkinliklerine “Hz. Peygamber, Tevhid ve Vahdet” konusunu ana tema olarak belirliyor. İ. Lutfi Cakan'ın kaleme aldığı bu yazıda da "tevhid ve vahdet" konusu işleniyor. Tevhid sozlukte birlemek, terim olarak ise, Allah ’ın birliği demektir. Kısaca, ”La ilahe illellah=Allah ’tan başka kulluk edilecek ilah yoktur” cumlesi ile ifade edilir.

Tevhid inancı, Allah TeÂlÂnın tartışılmaz vahdÂniyetinin/tekliğinin kabul ve tasdik edilmesidir. Bunun en ozlu ve yalın anlatımı İhlas suresi ’ndedir: “De ki; O Allah, tekdir, birdir. Butun varlıklar O ’na muhtac, fakat O, hicbir şeye muhtac değildir. Doğurmamış ve doğrulmamıştır. Hicbir şey O ’­na denk olmamıştır.”

Tevhîd inancı, tevhîd dışı her ceşit inancı reddetmeyi gerekli kılar. Cunku tevhid, uluhiyette Allah TeÂl ’nın yegÂneliğini kabullenmek demektir. Boylesi bir inancın tabiî sonucu kullukta da aynı birliğe sahip cıkmaktır. Allah ’tan başkasını, (O ’nun yerine koyup ya da O ’na ortak tutup) kulluğa la­yık bulmamaktır. Bunun prensibini de yuce kitabımızın ilk suresi Fatiha ’da bulmaktayız: “Yalnız sana kulluk ederiz.”

Boylesi bir tevhid inancı ve sonucuna yonelik aydınlatıcı bilgiyi Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz ile Muaz b. Cebel radıyallahu anh arasında gecen şu muhÂverede (diyalog) bulmaktayız:

MuÂz b. Cebel radıyallahu anh ’den (v.18) nakledildiğine gore;

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

- “Ey MuÂz! Allahın, kullar uzerindeki hakkı nedir, bilir misin?” buyurdu. MuÂz:

- Allah ve Resûlu bilir” dedi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:

- “Allah ’ın, kullar uzerindeki hakkı, sadece O ’na kulluk etmeleri ve hic bir şeyi O ’na ortak koşmamalarıdır.”

- Peki Kulların Allah uzerindeki hakları nedir, onu bilir misin? buyurdu. MuÂz;

- Allah ve Resûlu bilir” dedi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem;

- “(Hic bir şeyi kendisine ortak koşmayan) kulları cezalandırmamasıdır, “ buyurdu.

Bazı rivayetlerde şu ilave de bulunmaktadır. MuÂz:

- Ey Allah ’ın Resûlu! Bunu insanlara mujdeleyeyim mi? dedi. Hz. Peygamber:

- “Mujdeleme! Gevşeyiverirler” buyurdu.

TEVHİDLE İLGİLİ İKİ NOKTA

Bu hadîs-i şerîf, en kısa ve kestirme ifadesiyle, “hak” kavramı uzerinden tevhid ’in gereğini, Allah ’a kulluk etmek ve hic bir şeyi ona eş-ortak kılmamak diye; getirisini ise, bu gereği yerine getiren muvahhid kulların, Allah TeÂla tarafından cezalandırılmaması olarak acıklamaktadır. Hic kuşkusuz bu buyuk bir lutuf ve mujdedir.

İşte tam da bu noktada, yani Allah ’ı bir bilip sadece O ’na kulluk noktasında gunun Muslumanları olarak bizler ne durumda bulunuyoruz? Bu da bizim sorunumuz olarak pek onemlidir.

Merhum Muhammed İkbal ’in dediği gibi “din aşktır.” Bu aşkı, iman ve amel yani soylem ve eylem olarak ortaya koyabilmek tevhid inancının gereğini yerine getirmek demektir. Şu hadîs-i şerîf, tevhid tebliğcisi butun peygamberleri kapsa­mak uzere bir genel tespitte bulunmaktadır:

“Ben ve benden onceki pey­gamberlerin en onemli ikrar ve cağrısı, ‘bir olan, eşi-ortağı bulunmayan Allah ’tan başka tanrı yoktur ’ sozudur.

Burada bir noktaya ozellikle işaret etmekte fayda vardır. Hadisimizi, MuÂz hadisini ve benzeri rivayetleri delil getirmek suretiyle kimileri kelime-i tevhid ’in la ilahe illellah demekten ibaret olduğunu Muhammedu ’r-resulullah denilmesine gerek olmadığını ileri surebiliyorlar. Kimi musteşrikler de kelime-i tevhid ve kelime-i şehÂdette yer alan Hz. Peygamber ’in nubuvvetini/peygamberliğini kabul etmeyi bir zaaf olarak değerlendirmektedirler. Oysa, “nubuvvet inancının tevhid ilkesini zedelediği” anlamına gelen bu zaaf iddiası; uluhiyet-beşeriyet ve yine uluhiyet - ubudiyet kavram ve statulerini kesin cizgilerle tespit ve tayin etmiş olan İslÂm icin soz konusu olamaz. Yuce Yaratıcıya zaaf isnad etmek demek olan boyle muhal, boyle akla zarar bir iddiayı, kelime-i tevhid ’in bolunmesine gerekce yapma duşuncesi asla kabul edilemez.

Ote yandan bilinen bir gercektir ki, butun peygamberler tevhid inancını telkin ve tebliğ etmişlerdir. Pek tabii olarak her Peygamber kendi ummetine “Ben size gonderilmiş guvenilir bir elciyim. O halde Allah ’tan korkun ve bana uyun/itaat edin” cağrısında bulunmuştur. Peygamber Efendimize de “Eğer Allah ’ı seviyorsanız. bana uyun, de!” emri verilmiş bulunmaktadır. Bu demektir ki tevhid tebliğcisi her peygamber, tevhid cağrısında La ilahe illellah cumlesinin peşine kendisine uyulmasını eklemiştir. Cunku kendisine uyulmasını isteyen herhangi bir peygamberin, peygamberliği kabul ve tasdik edilmeden ona uymak ve La ilahe illellah ikrarını icselleştirmek gercekleştirilemez. Dolayısıyla Kelime-i tevhid ’in asıl ve değişmeyen cumlesi La ilahe illellah”tır. Kıyamete kadar Peygamber Efendimizin risaleti gecerli olduğu icin ummet-i Muhammed acısından kelime-i tevhid, “La ilahe illellah Muhammedu ’r-resulullah” cumlelerinden oluşmaktadır. Hem zaten ne zaman nerede la ilahe illellah denilse, Muhammedu ’r-resulullah acıktan dile gerilmese bile zımnen soylenmiş kabul edilir. Cunku tevhid inancının ve Allah sevgisinin temelinde -Al-i imran (3), 31 ’de acıklandığı gibi- Hz. Peygamber ’i “Muhammedu ’r-resûlullah” olarak kabul edip ona uymak gerekir.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ’in, Ben ve benden onceki pey­gamberlerin en onemli ikrar ve cağrısı, ‘bir olan, eşi-ortağı bulunmayan Allah ’tan başka tanrı yoktur ’ sozudur” beyÂnı, insanlığın en onemli dÂvasını, Allah ’ın birliği ilkesinin gonullere yerleşmesi ve oradan da gunluk hayata yansıması ola­rak tespit etmektedir. Hic kuşkusuz bu yansıma tevhid inancı ekseninde bir vahdet, birlik ve dirlik hayatı olarak gercekleşecektir.

Yok eğer durum, “Gerci l ilÂhe sesi gelirse de, kalbten gitmiş, yalnız dudakta kalmıştır” diye İkbal ’in yakındığı gibi ise, ya da Enes b. MÂlik radıyallahu anh ’ın (v. 93) karşılaştığı bir grup Muslumanı “L ilahe illellah” sozunuz dışında Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem zamanında gormeye alıştığım hicbir ozelliği sizde goremiyorum.” diye uyardığı gibi ise, yani tevhid inancı amel/eylem olarak ortaya konulamıyorsa, tevhid ikrarında aranan “muhlisan min kalbih gonulden, ictenlikle, aşk ile” vasfı kaybolmuş demektir. Boyle bir durumda hadis-i şerifte verilen mujdeye talib olmak ya da tevhidin getirisine kavuşmak nasıl mumkun olacaktır? Nitekim bu noktadaki problem, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ’in, hadisin ortaya koyduğu gerceği “gevşeyiverirler” buyurmak suretiyle Hz. Mu ’az ’ın mujdelemesine musaade etmemiş olmasından da anlaşılmaktadır. Amelin birlikteliğinden soyutlanmış sade bir ikrar, insanı ici boş bir guvene surukleyip aldatabilir. Tevhid inancı olmadan yapılacak amelin ise, zaten herhangi bir değeri soz konusu değildir.

Sozun ozu, hadis-i şerifteki mujdeden, kulluk gorevlerinden muÂfiyet anlamı cıkarılamaz. Kimilerinin “biz hakikate erdik, şer ’i mukellefiyetlerden kurtulduk” gibi lakırdıları tam bir sapkınlık ve aldanmışlık soylemi ve gostergesidir. İbadet muÂfiyetinin peygamberlere ve dolayısıyla soz konusu mujdeli haberi bizzat veren Peygamber Efendimiz ’e bile tanınmamış olduğu unutulmamalıdır.

Bu demektir ki hem tevhid ’in gereği olan l ilahe illellah Muhammedur-resulullah ikrarı tam bir guven ve ihlas ile ifade edilecek hem de tevhidin getirisine ulaşmak acısından peygamber orneğine uygun olarak kulluk gorevleri yerine getirilecektir.

Kaynak: İsmail Lutfi Cakan, Altınoluk Dergisi, 362. Sayı, Nisan 2016
İslam ve İhsan