
Bu dunya hayatında kulun gayesi, CenÂb-ı Hakk ’ın dostluğuna erme yolunda gayret etmek olmalıdır. Ancak dostluk ve muhabbetin şartı; dosttan gelen ez ve cefÂyı dahî hoş karşılamakla, ona rız ve teslîmiyet gostermektir.
«el-Vedûd» ismiyle muhabbetin menbaı ve menşei olan CenÂb-ı Hak, kuluyla dost olmak ister. Kalb-i selîme kavuşarak dostluğuna erebilen bahtiyarları; cennet-i ÂlÂya davet eder, ona ebedî ikramlar hazırlar. En cok cile ve musîbet; peygamberlere, sonra velîlere gelmiştir. Cunku onlar; bu cile ve ıstırapları, dostun bir hediyesi bilme olgunluğunu sergilerler, rız ve sabırlarıyla terakkî ederler.
Hazret-i MevlÂn cilelere sabrı guzel bir kıssa ile şoyle ifade eder:
Bir efendiye hediye olarak bir kavun getirilmişti. O da sevdiği, gonuldaşı, derin duygulu, sÂdık hizmetkÂrı Lokman ’ı cağırttı.
Lokman gelince efendisi kavundan bir dilim kesip, ona ikrÂm etti. Lokman o dilimi sanki bal gibi, şeker gibi yedi. Oyle hoşlanarak oyle zevkle yemişti ki; onu gorenlerin de iştahları kabarıyor, ona Âdet imreniyorlardı.
Efendisi ona ikinci bir dilim daha verdi. Zira efendisi, Lokman ’ın duyduğu bu lezzet karşısında huzur buluyordu.
Derken kavundan son bir dilim kaldı. O zaman efendisi;
“–Bunu da ben yiyeyim de ne kadar tatlı bir kavun olduğunu anlayayım.” dedi.
Efendisi o dilimi yer yemez, kavunun acılığından ağzını bir ateş kapladı. Dili ucukladı, boğazı kavruldu. Kavunun acılığından kendinden gecti. Ondan sonra Lokman ’a sordu:
“–Ey benim canım hizmetkÂrım! Boyle bir zehri nasıl oldu da tatlı tatlı yedin? Boyle bir kahrı nasıl oldu da lutuf saydın? Bu nasıl sabırdır? Kim bilir şimdiye kadar ne acılara katlandın ve sabrettin? Yoksa sen tatlı canına duşman mısın? Neden bir şey soylemedin? Neden;
«Beni mÂzur gorun, şimdi yiyemem.» demedin?”
Lokman dedi ki:
“–Ben; siz efendimizin elinden o kadar tatlı yemekler yedim, maddeten ve mÂnen o kadar cok nimetleriyle perverde oldum ki, size bunlar icin mukabelede bulunamadığımdan dolayı, mahcubiyetimden iki buklum olmuşumdur. Elinizle ikrÂm ettiğiniz bir şeye;
«Bu acıdır, yenilemez.» nasıl diyebilirim?!.
Hem sizin elinizden gelen her acı bana tatlı gelir. Cunku bedenimin butun cuzleri sizin nimetlerinizle perverde olmuştur.”
Sonra Lokman heyecan ve muhabbet dolu sozlerle icini dokmeye şoyle devam etti:
“–Efendim! Sizden gelen bir acıdan feryÂd edersem, başıma yuzlerce defa toprak sacılsın. LutufkÂr elinin tadı, bu kavunda nasıl acılık bırakır? Muhabbetten acılar tatlılaşır, muhabbet sayesinde bakırlar altın olur. Muhabbet ile tortular durulur, arınır. Muhabbet vesilesiyle dermansız dertler şif bulur. Muhabbet ile oluler dirilir. Muhabbet sayesinde padişahlar kul olur. Muhabbetten dolayı zindanlar gul bahcelerine doner. Muhabbetten oturu karanlık evler aydınlanır, nurlanır. Muhabbet vesilesiyle nÂr, nûr olur. Muhabbet varsa cirkin bile hûrî kesilir. Muhabbet varsa; kederler neşeye doner. Muhabbet sayesinde; yoldan cıkaranlar saÂdet rehberi olur, yol kesenler, yol gosterici olur. Muhabbet sayesinde; hastalık dahî, sıhhat ve afiyete cevrilir. HÂsılı muhabbet ile, kahır rahmet olur.”
RABBİM BANA İKRAM ETTİ / RABBİM BENİ ONEMSEMEDİ
CenÂb-ı Hak, Fecr Sûresi ’nde gafil insanın nimetler ve iptilÂlar karşısındaki tavır değişikliğini şoyle tasvir eder:
“İnsan; Rabbi kendisini imtihan edip de ikramda bulunduğunda ve bol nimet verdiğinde der ki: «Rabbim bana ikrÂm etti.»Onu imtihan edip rızkını daralttığında ise der ki: «Rabbim beni onemsemedi.»” (el-Fecr, 15-16)
CenÂb-ı Hak; muteÂkip Âyetlerde insanın bu bencil ve menfaatini merkeze alan, dunyalığa aşırı duşkun hÂlini kınamakta ve sûrenin sonunda sÂlih kullarını cennete şoyle davet etmektedir:
“Ey huzura kavuşmuş insan! Sen O ’ndan hoşnut, O da senden hoşnut olarak Rabbine don. (SÂlih) kullarım arasına katıl ve cennetime gir!” (el-Fecr, 27-30)
Anlaşılmaktadır ki; CenÂb-ı Hakk ’ın dostluğuna ermenin, sÂlih kullar arasında cennete davet edilmenin şartı, «rız»dır. İlÂhî taksimden rÂzı olmaktır. Acı-tatlı, zor-kolay demeden Dost ’un takdir eliyle gonderdiği ikramlarını lezzetle kabul etmektir. VelhÂsıl hayatın med-cezirlerini kabullenmektir.
EYYÛB SABRI
Hazret-i Eyyûb -aleyhis-selÂm- ’ın hÂli de bu hususta cok guzel bir misaldir:
Eyyûb -aleyhis-selÂm- AllÂh ’ın bircok nimetlerine gark olmuştu. Yiğit evlÂtları vardı. Buyuk varlık sahibiydi. Sıhhat ve afiyet icindeydi.
İlÂhî imtihan olarak iptilÂlar başladı… Once arazileri gitti. Sonra bir zelzelede evlÂtları vefÂt etti. Sonra ağır bir hastalığa dûcÂr oldu, sıhhati bozuldu. O ise hic kalbini bozmadı. Sabr-ı cemîl gosterdi.
Eyyûb -aleyhis-selÂm-, hastalığının en şiddetli gunlerini yaşıyordu. Hanımı Rahîme Hatun dedi ki:
“–Sen bir peygambersin! Allah TeÂl ’dan sıhhat ve afiyet istesen de bu dertlerden kurtulsan!”
Eyyûb -aleyhis-selÂm- sordu: “–Sıhhat ve afiyetle gecen gunlerimiz ne kadardı?”
“–Seksen yıl idi.”
“–Ey Rahîme! CenÂb-ı Hak bana seksen sene sıhhatli bir omur ihsÂn etti. Hastalık muddetim sıhhatle gecen omrume nazaran cok az. HÂl boyleyken CenÂb-ı Mevl ’ya hÂlimi şikÂyet etmekten hay ederim. Allah TeÂlÂ, bizlere nimetler verirken (rÂzı oluyoruz da), O ’ndan gelen belÂlara nicin sabretmeyeyim?!. Ben Rabbimden rÂzıyım!”
Eyyûb -aleyhis-selÂm- ’ın bu tavrı, rızÂnın en guzel misÂlini sergiler. Eyyûb -aleyhis-selÂm-; butun musîbet ve sıkıntılarına rağmen, hÂlinden şikÂyetci duruma duşmemek ve takdîre rızÂda kusur gostermemek icin, hastalığını CenÂb-ı Hakk ’a arz etmekten, kendisi icin sıhhat ve Âfiyet dilemekten bile cekinmiştir. Nihayet zevcesinin ısrarları karşısında sadece;
“…(Rabbim!) Başıma bu dert geldi. Sen, merhametlilerin en merhametlisisin!..” (el-EnbiyÂ, 83) diye niyazda bulunmuştur.
Bu du uzerine Allah TeÂlÂ; kullukta dÂim olanlara bir rahmet hÂtırası olmak uzere onun derdini gidermiş, hastalığına şif vermiş ve kendisine yeniden mal ve evlÂtlar lutfetmiştir. CenÂb-ı Hak; sabır, şukur ve hÂle rız makamında zirveleşen Eyyûb -aleyhis-selÂm- icin; “… O ne guzel kuldu!..” (SÂd, 44) iltifÂtında bulunmuştur.
GUZEL KULLUĞUN SIRRI: ŞİKÂYET YOK, ŞUKUR VAR
Şiir diliyle hikmetleri terennum eden buyuk mutasavvıf Yûnus Emre Hazretleri de nefsine şoyle hitÂb eder:
Yûnus, imdi her derde Eyyûb gibi sabreyle.
Derde katlanamazsın, derman arzu kılarsın.
Derman şikÂyette değil, şukurdedir. ŞikÂyet, rızÂsızlıktır. Hele kullara şikÂyetin ne kadar abes olduğunu Hazret-i Huseyin -radıyallÂhu anh- şoyle ifade etmiştir:
“Uğradığın dertlerden mahlûka şikÂyeti kes!.. Merhametliyi merhametsize şikÂyet etmiş olursun.”
VelhÂsıl; Bir musluman dÂim tebessum hÂlinde olacak. Hizmette tebessum hÂlinde olacak.
Bir muvaffakiyet olduğunda da onu Allah ’tan bilecek. Bir iptil geldiğinde de rÂzı olacak, «رَاضِيَةً مَرْضِيَّةً» sırrına ererek… Yani Allah ’tan rÂzı olacak, Allah da ondan rÂzı olacak.
Hakk ’ın dostluğuna ermenin şartı bu… Habîbullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in omru, Âdet bir cile cemberiydi. Fakat O -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-; en buyuk istinÂdı olan hanımı Hazret-i Hatice ’yi ve hÂmîsi Ebû TÂlib ’i kaybetmiş, bir destek bulma umidiyle gittiği TÂif ’te taşlanmış vaziyette iken CenÂb-ı Hakk ’a şoyle niyaz etmişti:
“Ey merhametlilerin en merhametlisi! Eğer bana karşı gazaplı değilsen, cektiğim mihnet ve belÂlara aldırmam! (Yeter ki Sen, benden rÂzı ol.)”
AshÂb-ı kiram da İslÂm ’la şereflenmenin bir bedeli olarak, kıssadaki gibi nice acı kavunlar yedi. Zehirle pişmiş aşlara talip oldu ve boylece vuslatın lezzetiyle mest oldu.
İşkenceler acı kavun gibiydi; cileler, boykotlar, mÂruz kaldıkları istihzÂlar birer acı kavun gibiydi. Fakat onların hepsi ashab icin lezzet oldu. Şukur vesilesi oldu.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Yuzakı Dergisi, Yıl: 2016 Ay: Mart Sayı: 133
İslam ve İhsan