
Hz. Havva annenize mektup...
Sen, ilk anne. Sen, ilk Hayy tecelligÂhı. Sen, ete kemiğe burunup anne diye gorunen şefkatin mayası. Sen, doğum sancılarını dayanılır kılan merhamet rayihası. Arzdan cennete yukselen yağmur duası. Sen, insanın dunya kuyusundan cıkabileceğini mujdeleyen Yusuf ruyası. Sen, cennetli olduğumuzu belgeleyen haberlerin tebessumlu imzası…
Şu buruk dunya hayatında adını bir umit pınarı bilip dudağımıza dokunduruyoruz. “Havva” dedikce, serinlik vuruyor dimağımıza. Hatıranı bir teselli yumağı yapıp sarılıyoruz duana. Gunaha savrulduğumuz her demde, kotuluğun kuyusundan donduğumuz her pişmanlıkta, ayıpla lekelendiğimiz her utancta, Yaratıcımızın bizden umidini boşa cıkardığımız her seferinde, “ sozunun limanına atıyoruz mahcupluğumuzu.
Ey Havva Annem,
Darlıktan genişliğe doğuruyorsun bizi hÂlÂ. Umitsizliğin duvarlarını cekiyorsun uzerimden. Varlığın bize nefes nefes fısıldıyor ki; hatasızlık bize gore değil. Gunahsızlık beklemiyor bizden Rabbimiz. Babamız Âdem ’i ‘adam “eden kusursuzluğu değil; kusurunu bilmekliği imiş. “Âdem ’in oğlu” olmanın gereği, hatasız olmak değil, hatasını itiraf etmekmiş. Gunahından donebilmekmiş. Ayıplarından utanmakmış. Kotuluk edebilir olduğunu fark etmekmiş Havva kızı olmak.
Anne,
O acı aldanışın doğurduğu sancılı ayrılığın yuzunde bulduk umitlerimizi. “İnsanlık hali, olur boyle şeyler!” anlayışını yuzunun acılı cizgilerinde okuduk. Sadece bedeninden doğurmakla kalmadın bizi. Umide doğurdun. Rahmetin goğsunden emzirdin kuru dudaklarımızı. Hatıranı “ana rahmi” bildik de utanclarımızla sokulduk sana oylece. Cileli tebessumunde eridi korkularımız. Umitlerimizin kıblesi oldu adın, ey Havva, ey annemiz.
Cenneti ayaklarının altına serdi Rahman. Senin halinden bildik ki anne olmak icin cennetli olmak gerekiyordu. Cennete hasretin adı anne… Dunya sancısından cennet mujdesi doğurmaktır annelik. Ayrılık ateşlerinde gul bahceleri bulmaktır annelik.
Sen, ilk anne. Sen, ilk Hayy tecelligÂhı. Sen, ete kemiğe burunup anne diye gorunen şefkatin mayası. Sen, doğum sancılarını dayanılır kılan merhamet rayihası. Arzdan cennete yukselen yağmur duası. Sen, insanın dunya kuyusundan cıkabileceğini mujdeleyen Yusuf ruyası. Sen, cennetli olduğumuzu belgeleyen haberlerin tebessumlu imzası…
İTİRAF EDEN KURTULUR
Sen, “” itirafının eşiğinde bekleyen vicdan cağrısı. Sen,”itiraf eden kurtulur” mektubunun ince imlÂsı. Sen, “” cığlığının hic susmayan dudağı. Sen, “cağrısını gonullerimize sokan umit cerağı. Sen, gufran goğunu titreten, rahmet denizini dalgalandıran anne feryadı. Sen,” sızlanışından guneşler doğuran analar anası… İnsanlığın umit adası. Cenneti yere indiren yağmurun duası.
Ey ruhlarımıza bahar edası. Al bizi yanına. Ey huznumuzu cennete ilikleyen tovbe sedası. Tut ellerimizden, dirilt bizi, ey Hayy ’ın Havva ’sı…
HÂcer,
gurbet yalnızlığını yureğinde demleyen şefkat kahramanı ey! Colun annesi. Ateşin goğsunde serinlik bulan İbrahim ’in aynası. Elbet, senin umitli telaşlarından icilecekti suların en serini. Elbet, nefes kesen şefkat koşunun sonunda bulunacaktı serinliğin en selametlisi. Elbet, senin sabrına tanık olan şehre yakışırdı o isim: Şehirlerin Annesi.
SAFA MERVE TEPELERİ
Ey aczi emziren annemiz, bizi bıraktığın yerdeyiz. Ey fakrın elinden tutup ayağa kaldıran annemiz, senin yureğine hicretteyiz. Senin yerindeyiz. HÂl koşuyoruz o iki tepe arasında. Safa ’dan Merve ’ye bir HÂcer siluetini tamamlamak icin nobetteyiz. Bir annenin goğsune kalp olmak icin cırpınıyoruz kadın erkek. Hepimiz. Sen ki hic umut kesmedin Rabb-i Rahim ’den. Arayışına cevap gelecekti; emindin. Kalbinin arzına hasret koyan, ondan vuslatın mavi goğunu esirgemezdi elbet; bildin. “İşitir Allah” diye muhurlemiştin dua kokan alın terini. İsmail ’in adında buyuttun hasretini. O hasretin kucağında besledin umidini.
Hani İbrahim, seni ve bebeğini oylece bırakıp giderken cole, sormuştun: “Bizi burada bırakmanı Allah mı istedi ey İbrahim?” “Evet” cevabını duyunca, itminan inmişti kalbine. Otelerden inen duru serinlik yoldaşın olmuştu. Umit dolu genişlik. Diriltici ferahlık. O an dediğini ne zamandır dudağımıza değdiremez olduk ey yağmur sesli annemiz: “Oyleyse bize yeter Allah!” Emin olmak icin koştukca koşuyoruz. Dizlerimizin acısı, ayaklarımızın sızısı, sozunun okyanusuna varmak icin. İnsan seli hic kesilmedi iki tepe arasında. Ayaklarımızda kum. Aklımızda İsmail hayali. Sen olmak icin akıyoruz.
Sen, ana yureğini insanlığın goğsune yerleştiren canhıraş cırpınışların hatırası. Sen, imanı, umidi ve aşkı duştuğu yerden kaldıran hicret tablosu. Sen, sancılı vedaların, umitli duaların kadifeleşen fısıltısı. Sen, olu kalpleri dirilten, corak toprağa can veren, şuursuz tepeleri konuşturan sabrın usaresi.
KÂBE'NİN İNŞÂ VESİLESİ
Sen, İsmail ’in annesi. “İşitir Allah” gerceğinin sessiz bekcisi. Kalpler taş kesilmesin diye taşın kalp kesildiği KÂbe ’nin inşÃ‚ vesilesi. Susadık dunya colunde. Cığlıklarımız goklere vardı. Şuphenin ağzına duştu seslerimiz. Sora sora bir hal olduk: De ki: “İşitir Allah!” Hic solmayan şevkinle soyle: “İşitir Allah!” İnsanlığı iki tepe arasında akıtan kararlığınla soyle: “İşitir Allah!” Bahar kokulu sesinle, umit pınarı nefesinle soyle: “İşitir Allah!”
AmennÂ; işitir Allah… Semi ’dir O. Umidimiz o ki, işittirir de Allah anne sesini bize: “İşitir Allah!”
Kaynak: Senai Demirci, Altınoluk Dergisi, Sayı: 361
İslam ve İhsan