Nûh -aleyhisselÂm- ’a, dÂvetine başladığı ilk yıllarda îmÂn edenlerden başka inanan olmadı. Bunun yanında kavminin O ’na ve mu ’minlere yaptıkları eziyetler de had safhaya ulaştı. Hatt cÂhilÂne bir cesÂretle azÂb-ı ilÂhîyi isteyecek kadar azgınlaştılar: قَالُوا يَا نُوحُ قَدْ جَادَلْتَنَا فَأَكْثَرْتَ جِدَالَنَا فَأْتنِاَ بِمَا تَعِدُنَا إِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِقِينَ “Dediler ki: «Ey Nûh! Bizimle mucÂdele ettin ve bize karşı mucÂdelede cok ileri gittin. Eğer doğrulardan isen, kendisiyle tehdîd ettiğin (azÂbı) bize getir!»” (Hûd, 32)
Bu vahiyden sonra zÂlim kavmin, kendisini kucuk gorup de teblîğini yalan saymaları ve, “Va ’dettiğin azÂbı getir!” demeleri uzerine Nûh -aleyhisselÂm-, AllÂh ’ın irÂde ve tasarrufunu onlara hatırlattı:


قَالَ إِنَّمَا يَأْتِيكُمْ بِهِ اللهُ إِنْ شَاءَ وَمَا أَنْتُمْ بِمُعْجِزِينَ. وَلاَ يَنْفَعُكُمْ نُصْحِي إِنْ أَرَدْتُ أَنْ أَنْصَحَ لَكُمْ إِنْ كَانَ اللهُ يُرِيدُ أَنْ يُغْوِيَكُمْ هُوَ رَبُّكُمْ وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
(Nûh) dedi ki: «Onu size, ancak dilerse AllÂh getirir. Ve siz (AllÂh ’ı) Âciz bırakacak değilsiniz! Eğer AllÂh sizi azdırmak istiyorsa, ben size oğut vermek istesem de oğudum size fayda vermez. (Cunku) O sizin Rabbinizdir. Ve (nihÂyet) O ’na dondurulecek­siniz.»” (Hûd, 33-34)

AllÂh TeÂlÂ, kavminin taşkınlıkları dolayısıyla Hazret-i Nûh ’u tesellî sade­dinde şoyle vahyetti:


لَنْ يُؤْمِنَ مِن قَوْمِكَ إِلاَّ مَن قَدْ آمَنَ فَلاَ تَبْتَئِسْ بِمَا كَانُوا يَفْعَلُونَ
“Kavminden (şu ana kadar) îmÂn etmiş olanlardan başkası artık asl inanmayacak. Oyle ise onların işlemekte oldukları (gunahlardan) dolayı uzulme!” (Hûd, 36)

NihÂyet azÂb-ı ilÂhînin ilk başlangıc haberi olarak, CenÂb-ı Hak, bu bir turlu uslanmayan azgın kavmi kırk sene yağmursuz bıraktı. Hayvanları telef oldu. Cocukları doğmadı. CÂresiz kalarak Hazret-i Nûh ’a murÂcaat ettiler. O da:

“–Şirkten donun; sizin icin du edeyim!” buyurdu.


فَقُلْتُ اسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ إِنَّهُ كَانَ غَفَّاراً. يُرْسِلِ السَّمَاءَ عَلَيْكُمْ مِدْرَاراً. وَيُمْدِدْكُمْ بِأَمْوَالٍ وَبَنِينَ وَيَجْعَلْ لَكُمْ جَنَّاتٍ وَيَجْعَلْ لَكُمْ أَنْهَاراً
(Sonra Nûh, CenÂb-ı Hakk ’a şu şekilde iltic etti: «Y Rabbî, ben kav­mime) dedim ki: Rabbinizden mağfiret dileyin; cunku O cok bağışlayıcıdır. (Mağfiret dileyin ki) uzerinize gokten bol bol yağmur indirsin; mallarınızı ve oğullarınızı coğaltsın; size bahceler ihsÂn etsin; sizin icin ır­maklar akıtsın!” (Nûh, 10-12)

MukÂtil bin Suleyman -rahmetullÂhi aleyh- buyurur:

“Bu Âyetlerden sonra, yağmur duÂlarında istiğfÂr okumak meşhûr oldu.”

AbdullÂh bin AbbÂs -radıyallÂhu anh- ’tan rivÂyet edildiğine gore Hazret-i Peygamber -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- de şoyle buyurmuşlardır:

“Bir kimse cok istiğfÂr ederse, AllÂh -celle celÂluhû- onu her gamdan korur! Her darlıktan ona cıkış nasîb eder. Onu hic ummadığı yerden rızıklandırır!” (Suyûtî, el-CÂmiu ’s-Sağîr, II, 141)

Nûh -aleyhisselÂm-, kavmini îkÂz ve nasîhate şoyle devÂm etti:


مَا لَكُمْ لاَ تَرْجُونَ ِللهِ وَقَاراً. وَقَدْ خَلَقَكُمْ أَطْوَاراً. أَلَمْ تَرَوْا كَيْفَ خَلَقَ اللهُ سَبْعَ سَمَاوَاتٍطِبَاقاً. وَجَعَلَ الْقَمَرَ فِيهِنَّ نُوراً وَجَعَلَ الشَّمْسَ سِرَاجاً. وَاللهُ أَنبَتَكُمْ مِنَ اْلأَرْضِ نَبَاتاً. ثُمَّ يُعِيدُكُمْ فِيهَا وَيُخْرِجُكُمْ إِخْرَاجاً. وَاللهُ جَعَلَ لَكُمُ اْلأَرْضَ بِسَاطاً. لِتَسْلُكُوا مِنْهَا سُبُلاً فِجَاجاً

“Size ne oluyor ki, AllÂh ’a buyukluğu yakıştıramıyorsunuz?! Oysa, sizi turlu merhÂlelerden gecirerek o yaratmıştır! Gormediniz mi, AllÂh yedi kat goğu birbiriyle ÂhenktÂr olarak nasıl yarat­mış! Onların icinde Ay ’ı bir nûr kılmış, Guneş ’i de bir cerağ yapmıştır! AllÂh, sizi de yerden ot (bitirir) gibi bitirmiştir. Sonra sizi yine oraya dondurecek ve sizi yeniden cıkaracaktır. AllÂh, onda geniş yollar edinip dolaşabilesiniz diye, yeryuzunu sizin icin bir sergi yapmıştır.” (Nûh, 13-20)

Ancak bu ahmak putperest kavim, hikmet dolu nasîhatlere kulak asmadılar. Boylece:


قَالَ نُوحٌ رَبِّ إِنَّهُمْ عَصَوْنِي وَاتَّبَعُوا مَنْ لَمْ يَزِدْهُ مَالُهُ وَوَلَدُهُ إِلاَّ خَسَاراً. وَمَكَرُوا مَكْراً كُبَّاراً. وَقَالُوا لاَ تَذَرُنَّ آلِهَتَكُمْ وَلاَ تَذَرُنَّ وَدّاً وَلاَ سُوَاعاً وَلاَ يَغُوثَ وَيَعُوقَ وَنَسْراً. وَقَدْ أَضَلُّوا كَثِيراً وَلاَ تَزِدِ الظَّالِمِينَ إِلاَّ ضَلاَلاً
(Oğutlerin fayda vermemesi uzerine) Nûh: «Rabbim! dedi, doğrusu bunlar bana karşı geldiler de, malı ve cocuğu kendi ziyÂnını artırmaktan başka işe yarama­yan kimseye uydular. Buyuk hîleler, buyuk desîseler kurdular! (Rabbim! Onlar birbirlerine) dediler ki: «Sakın ilÂhlarınızı bırakmayın; hele Vedd ’den, Suv ’dan, Yeğûs ’tan, Yeûk ’dan ve Nesr ’den asl vazgecmeyin!» (Boylece) onlar, gercekten bir coklarını saptırdılar. (Rabbim!) Sen de bu z­limlerin ancak şaşkınlıklarını artır!” (Nûh, 21-24)

NUH ALEYHİSSELÂM'A EZİYETLER İYİCE ARRTI

Bir baba oğluna Nûh -aleyhisselÂm- ’ı gostererek:

“–Bak, buna inanma!” dedi.

O da babasının elinden asÂyı aldı. Nûh -aleyhisselÂm- ’ın başına vurarak onu kan revÂn icinde bıraktı. Nûh -aleyhisselÂm- ise:

“YÂ Rabbî! Hayır dilemiş isen, hidÂyete erdir! Yoksa Sen onlara hukmedinceye kadar bana sabır ver! Cunku Sen hukmedenlerin en hayırlısısın!” diyordu.

Ancak eziyetler iyice arttı. Yapacak bir iş kalmadı. Bunun uzerine Nûh -aleyhisselÂm-:


فَدَعَا رَبَّهُ أَنِّي مَغْلُوبٌ فَانْتَصِرْ
“Rabbine: «(YÂ Rabb&#238 mağlûb oldum; artık bana yardım et!» diyerek yalvardı.” (el-Kamer, 10)

Nûh -aleyhisselÂm- uzun yıllar tebliğe devam etmesine rağmen ona cok az kimse inanmıştı. Bir nesil olup gidecekken kendilerinden sonra gelecek nesillerine Nûh ’a îmÂn etmemelerini, ona muhalefet edip onunla savaşmalarını tavsiye ediyorlardı. Babalar, yetişip akıl bÂliğ olan cocuklarına:

“–Yaşadığı surece Nûh ’a asl inanmayacaksınız.” diye oğutlerde bulunuyorlardı. Fıtratları tamÂmen bozulmuş, îmÂnı ve hakka ittibÂı reddedecek bir şekle burunmuştu. Bu sebepten, Nûh -aleyhisselÂm- şikÂyet bÂbında şoyle demişti:


وَقَالَ نُوحٌ رَبِّ لاَ تَذَرْ عَلَى اْلأَرْضِ مِنَ الْكَافِرِينَ دَيَّاراً. إِنَّكَ إِنْ تَذَرْهُمْ يُضِلُّوا عِبَادَكَ وَلاَ يَلِدُوا إِلاَّ فَاجِراً كَفَّاراً. رَبِّ اغْفِرْ لِي وَلِوَالِدَيَّ وَلِمَنْ دَخَلَ بَيْتِيَ مُؤْمِناً وَلِلْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ وَلاَ تَزِدِ الظَّالِمِينَ إِلاَّ تَبَاراً
“Rabbim! Yeryuzunde hicbir inkÂrcı bırakma! ŞÃ‚yet Sen onları bırakacak olursan, kullarını saptırırlar; ahlÂksız ve inkÂrcıdan başkasını doğu­rup yetiştirmezler. Beni, anamı, babamı, inanmış olarak evime gireni (hÂne halkımdan îmÂn etmiş olanları), mu ’min erkek ve kadınları bağışla! ZÂlimlerin ise yalnızca helÂklerini artır!” (Nûh, 26-28)

Bu ilticÂdan sonra AllÂh -celle celÂluhû- Hazret-i Nûh ’a gemi yapmasını emretti:


وَاصْنَعِ الْفُلْكَ بِأَعْيُنِنَا وَوَحْيِنَا وَلاَ تُخَاطِبْنِي فِي الَّذِينَ ظَلَمُوا إِنَّهُمْ مُغْرَقُونَ
“Gozlerimizin onunde ve vahyimiz uyarınca gemiyi yap, fakat zÂlimlerin (kurtuluşu icin) Bana yalvarma! Onlar mutlak boğulacaklardır!” (Hûd, 37)

Kavmi, Nûh -aleyhisselÂm- ’ın gemi yapmasıyla da alay etti. Âyet-i kerîmelerde buyrulur:


وَيَصْنَعُ الْفُلْكَ وَكُلَّمَا مَرَّ عَلَيْهِ مََلأٌ مِنْ قَوْمِهِ سَخِرُوا مِنْهُ قَالَ إِنْ تَسْخَرُوا مِنَّا فَإِنَّا نَسْخَرُ مِنْكُمْ كَمَا تَسْخَرُونَ. فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ مَنْ يَأْتِيهِ عَذَابٌ يُخْزِيهِ وَيَحِلُّ عَلَيْهِ عَذَابٌ مُقِيمٌ
“Nûh gemiyi yapıyor, kavminden ileri gelenler ise, yanına her uğradıkca onunla alay ediyorlardı. Dedi ki: «Eğer bizimle alay ediyorsanız, iyi bilin ki siz nasıl alay ediyorsanız, biz de sizinle (oyle) alay edeceğiz! Kendisini rezil edecek azÂbın kime geleceğini ve surekli bir azÂbın kimin ba­şına ineceğini yakında bileceksiniz!»” (Hûd, 38-39)

Hak ve hakîkate kalbleri korelmiş halk, gece gelip gemiyi yakmak istiyorlar, yakamayınca:

“–Bu senin sihrindir!” diyorlardı. Gemiyi kirletiyorlardı. Bir muddet sonra uyuz hastalığına yakalandılar. TedÂvî icin kendi pisliklerini yuz­lerine surmeye mecbûr kaldılar. CenÂb-ı Hak, onları bu alÂmetlerle îkÂz ettiği hÂlde intibÂha gelmiyor, bir turlu uyanmıyorlardı.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Nebiler Silsilesi 1, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan