
Nûh -aleyhisselÂm- ve mu ’minlerin inşÃ‚ ettiği gemi zor şartlara dayanıklı sert ağactan yapılmıştı. Uc katlı olduğuna, iki veya dort senede tamamlandığına ve icinde ateş yakılarak buharla calıştığına dÂir rivÂyetler vardır.
İbn-i AbbÂs ’tan rivÂyete gore gemiye insanlardan sek­sen kişi bindi. Âdem -aleyhisselÂm- ’ın CebrÂîl tarafından getirilen “TÂbût”u da gemiye alındı ve erkeklerle kadınlar arasına konuldu. (İbn-i Sa ’d, I, 41)
Âyet-i kerîmede buyrulur:
حَتَّى إِذَا جَاءَ أَمْرُنَا وَفَارَ التَّنُّورُ قُلْنَا احْمِلْ فِيهَا مِنْ كُلٍّ زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ وَأَهْلَكَ إِلاَّ مَنْ سَبَقَ عَلَيْهِ الْقَوْلُ وَمَنْ آمَنَ وَمَا آمَنَ مَعَهُ إِلاَّ قَلِيلٌ
“NihÂyet emrimiz gelip de fırın kaynadığı (fÂra ’t-tennûr: iş kızışıp sular kabarmaya başladığı) zaman Nûh ’a:
«–Her şeyden iki cifti, aleyhlerinde hukum verdiklerimiz hÂric, Âileni ve îmÂn edenleri gemiye bindir!» dedik. ZÂten, onunla beraber îmÂn eden pek azdı.” (Hûd, 40)
Âyette gecen “tennûr” kelimesi, lugatte fırın demektir. Başka mÂnÂlara da ge­lir. Buradan hareketle bÂzı Âlimler, Nûh -aleyhisselÂm- ’ın gemisinin ateşle kaynayan bir kazan tertibÂtına sÂhip, buharla calışan bir gemi olduğunu soylerler.
Diğer bir Âyet-i kerîmede gemiye binenler hakkında şu bilgi verilmektedir:
فَأَوْحَيْنَا إِلَيْهِ أَنِ اصْنَعِ الْفُلْكَ بِأَعْيُنِنَا وَوَحْيِنَا فَإِذَا جَاءَ أَمْرُنَا وَفَارَ التَّنُّورُ فَاسْلُكْ فِيهَا مِنْ كُلٍّ زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ وَأَهْلَكَ إِلاَّ مَنْ سَبَقَ عَلَيْهِ الْقَوْلُ مِنْهُمْ وَلاَ تُخَاطِبْنِي فِي الَّذِينَ ظَلَمُوا إِنَّهُمْ مُغْرَقُونَ
“O ’na şoyle vahyettik: Gozlerimizin onunde (muhÂfazamız altında) ve bildir­diğimiz şekilde gemiyi yap! Bizim emrimiz gelip de sular coşup yukselmeye başla­yınca, her cinsten birer cifti ve bir de, iclerinden, daha once kendisi aleyhinde hukum verilmiş olanların dışındaki Âileni gemiye al! Zulmetmiş olanlar husûsunda Bana hic yalvarma! Zîr onlar, kesinlikle boğulacaklardır.” (el-Mu ’minûn, 27)
GEMİYE HAYVANLAR DA ALINDI
Gemiye hayvanlar da alınmıştı. RivÂyete gore Nûh -aleyhisselÂm-, yılan ve akrebi gemiye almak istemedi. Onlar da:
“–Senin ismini zikredenlere zarar vermeyiz!” diyerek soz verdiler.
AKREP VE YILANDAN ZARAR GORMEMEK İCİN OKUNACAK ÂYET
Buna binÂen buyrulmuştur ki, akrep ve yılan tehlikesiyle karşı karşıya kalan kişi:
سَلاَمٌ عَلَى نُوحٍ فِي الْعَالَمِينَ
“Butun Âlemler icinde Nûh ’a selÂm olsun!” (es-SÂffÂt, 79) Âyet-i kerîmesini hÂlis niyetle okursa, onların zararından korunmuş olur.
Nûh -aleyhisselÂm- AllÂh ’ın emri istikÂmetinde gemiye binecekleri bindirdikten ve gerekli hazırlıkları tamamladıktan sonra tûfanın alÂmetleri gorunmeye başladı. Âyet-i kerîmede bu başlangıc şoyle tasvîr edilir:
فَفَتَحْنَا أَبْوَابَ السَّمَاءِ بِمَاءٍ مُنْهَمِرٍ. وَفَجَّرْنَا اْلأَرْضَ عُيُونًا فَالْتَقَى الْمَاءُ عَلَى أَمْرٍ قَدْ قُدِرَ
“Bunun uzerine biz sağanak hÂlinde boşalan bir su (yağmur) ile gok kapılarını actık. Yeri de kaynaklar hÂlinde fışkırttık. Derken o sular takdîr edilmiş bir iş (tûfan Âfeti) icin birleşiverdi.” (el-Kamer, 11-12)
Nûh -aleyhisselÂm- ’ın oğlu Ken ’an gemiye binmeyenlerdendi. Hazret-i Nûh, son defa kendisine nasîhat ettiyse de fÂide vermedi. Kur ’Ân-ı Kerîm ’de bu hÂdise şoyle nakledilmektedir:
وَنَادَى نُوحٌ ابْنَهُ وَكَانَ فِي مَعْزِلٍ يَا بُنَيَّ ارْكَبْ مَعَنَا وَلاَ تَكُنْ مَعَ الْكَافِرِينَ. قَالَ سَآوِي إِلَى جَبَلٍ يَعْصِمُنِي مِنَ الْمَاءِ قَالَ لاَ عَاصِمَ الْيَوْمَ مِنْ أَمْرِ اللهِ إِلاَّ مَنْ رَحِمَ
“...Nûh, gemiden uzakta bulunan oğluna: «Yavrucuğum! (Sen de) bizimle beraber bin; kÂfirlerle beraber olma!» diye nid etti. Oğlu: «Beni sudan koruyacak bir dağa sığınacağım!» dedi. (Nûh): «Bugun AllÂh ’ın emrinden (azÂbından), merhamet sÂhibi AllÂh ’tan başka koruyacak kimse yoktur!» dedi…” (Hûd, 42-43)
Oğluna yaptığı bu nasihatler fayda vermeyince Nûh -aleyhisselÂm-, Rabbine yoneldi ve:
وَنَادَى نُوحٌ رَبَّهُ فَقَالَ رَبِّ إِنَّ ابْنِي مِنْ أَهْلِي وَإِنَّ وَعْدَكَ الْحَقُّ وَأَنْتَ أَحْكَمُ الْحَاكِمِينَ
“Ey Rabbim! Şuphesiz oğlum da Âilemdendir. Sen ’in va ’din ise elbette haktır. Sen hÂkimler hÂkimisin!” (Hûd, 45) diye yalvardı.
Nûh -aleyhisselÂm- ’ın, kavmine beddu ettikten sonra oğluna du etmesi, O ’nun zellesi oldu. Zîr AllÂh -celle celÂluhû-, O ’nu zÂlimler icin du etmekten nehyetmişti. Bu durum karşısında cÂhillerden olmaması icin de ilÂhî îkÂz geldi:
قَالَ يَا نُوحُ إِنَّهُ لَيْسَ مِنْ أَهْلِكَ إِنَّهُ عَمَلٌ غَيْرُ صَالِحٍ فَلاَ تَسْأَلْنِ مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ إِنِّي أَعِظُكَ أَنْ تَكُونَ مِنَ الْجَاهِلِينَ. قَالَ رَبِّ إِنِّي أَعُوذُ بِكَ أَنْ أَسْأَلَكَ مَا لَيْسَ لِي بِهِ عِلْمٌ وَإِلاَّ تَغْفِرْ لِي وَتَرْحَمْنِي أَكُنْ مِنَ الْخَاسِرِينَ
“AllÂh buyurdu ki: «Ey Nûh! O asl senin Âilenden değildir. Cunku onun yaptığı kotu bir iştir. O hÂlde hakkında bilgin olmayan bir şeyi Ben ’den isteme! Ben sana cÂhillerden olmamanı tavsiye ederim!» Nûh (yaptığı zellenin farkına vararak) dedi ki: «Ey Rabbim! Ben Sen ’den, hakkında bilgim olmayan bir şeyi istemekten yine Sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz ve bana merhamet etmezsen, husrÂna uğrayanlardan olu­rum!»” (Hûd, 46-47)
"NÛH" İSMİNİN MÂNÂSI
RivÂyete gore Nûh -aleyhisselÂm-, bu zellesinden dolayı cok ağlayıp gozyaşı doktuğu icin kendisine “Nûh” denildi.
Nûh -aleyhisselÂm- istiğfÂr ederek kusurundan hemen donmuştu. Ama oğlu kufurden donmedi ve sonunda:
وَحَالَ بَيْنَهُمَا الْمَوْجُ فَكَانَ مِنَ الْمُغْرَقِينَ
“…Aralarına dalga girdi, oğlu da boğulanlara karıştı.” (Hûd, 43)
Yalnız Hazret-i Nûh, O ’na îmÂn edenler ve gemiye alınan mahlûkÂt emniyet-i ilÂhiyeye mazhardı. Binmiş oldukları gemi, dağlar gibi dalgalar arasında yuru­yordu. AllÂh TeÂl buyurur:
وَهِيَ تَجْرِي بِهِمْ فِي مَوْجٍ كَالْجِبَالِ
“Gemi dağlar gibi dalgalar arasında onları goturuyordu...” (Hûd, 42)
تَجْرِي بِأَعْيُنِنَا جَزَاءً لِمَنْ كَانَ كُفِرَ. وَلَقَدْ تَرَكْنَاهَا آيَةً فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ. فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِي وَنُذُرِ
“İnkÂr edilmiş olan (Nûh ’a) bir mukÂfÂt olmak uzere gemi, Bizim nezÂretimizde akıp gidiyordu. And olsun ki, onu bir ibret olarak bıraktık, ibret alan yok mudur? (Ey insanlar bakın

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Nebiler Silsilesi 1, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan