
CenÂb-ı Hak biz Âciz kullarını yoktan var edip sayısız varlıklar arasında insan, insanlar arasında ehl-i îman, ehl-i îman arasında da Rasûl-i Ekrem (a.s.) Efendimiz'e ummet kıldı. Hicbir bedel odemediğimiz hÂlde, tamamen lûtf-i ilÂhî ile bu muazzam nîmetlere nÂil olduk.
ALLAH TEÂLÂ BİZDEN ŞUKRETMEMİZİ İSTİYOR
Evet, dunyaya bir bedel odemeden geldik. Fakat Âhirete bedel odeyerek gideceğiz. Zira CenÂb-ı Hak, sayısız nîmetlerine mukÂbil, bizden şukur istiyor. Âyet-i kerîmelerde:
“AllÂh'ın nîmetini saymaya kalksanız, onu sayamazsınız...” (en-Nahl, 18)
“NihÂyet o gun (kıyÂmet gunu, dunyada iken yararlandığınız) nîmetlerden elbette ve elbette hesaba cekileceksiniz.” (et-TekÂsur, 8) buyuruyor.
Şu da bir hakikattir ki bedeli odenmeyen bir şeye sahiplik iddi etmek, abesle iştigaldir. Mu ’minler olarak bu cihanda bedelini odememiz gereken en kıymetli varlığımız ise “îmÂn”ımızdır.
SON NEFESİMİZİ MUSLUMAN OLARAK VEREBİLME GARANTİMİZ YOK
ElhamdulillÂh, CenÂb-ı Hakk'ın “HÂdî” sıfatının tecellîsine mazhar olarak îmanla şereflendik. Fakat CenÂb-ı Hak:
“Ey îmÂn edenler! Allah ’tan, O'na yaraşır şekilde korkun ve ancak muslumanlar olarak can verin!” (Âl-i İmrÂn, 102) buyuruyor.
Dikkat edilirse Rabbimiz bizlere “musluman olarak can verirsiniz” buyurmuyor. Yani son nefesi îmanla verebilme garantimizin olmadığını, her an ayak kayma tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğumuzu bildiriyor. Fakat ne yapıp edip îmanla can vermemizi emir buyuruyor. Zira bu imtihan hayatı bir sefere mahsus. Ne tekrarı var, ne de telÂfîsi…
O hÂlde musluman olarak can verebilmek icin, canımız pahasına da olsa îmÂnımızı korumak, ondan bir tÂviz vermemek ve her hÂlukÂrda ona sahip cıkmak mecburiyetindeyiz.
ÎMAN NİMETİNİN BEDELİNİ ODEYEBİLMEK
Hayatta en zor şey, îman nîmetinin bedelini tam olarak odeyebilmektir. Zira bunun belli bir sınırı yoktur. Bu sebeple son nefesimize kadar butun imkÂnlarımızla Allah yolunda gayret gosterip CenÂb-ı Hakk'ın rahmet ve mağfiretini umîd etmemiz şarttır.
Cunku îman, ilÂhî bir lûtuf; imtihan, îmÂnın sıhhat derecesini olcen bir miyÂr; mu ’minden beklenen ibadet, takvÂ, ihsan, sabır, şukur, fedakÂrlık, hizmet ve teslîmiyetle îmÂnı muhÂfaza ise, CenÂb-ı Hakk'ın lûtfuyla ilÂhî mukÂfatlara nÂil olmanın bedelidir. Yani Hak TeÂlÂ, lûtfettiği îman nîmetinin kıymetini idrÂk etmemiz icin, biz kullarından Âdeta bir bedel taleb etmektedir. Bu bedelin nasıl odeneceğini de şoyle beyan buyurmaktadır:
“Allah, mu ’minlerden canlarını ve mallarını, onlara (verilecek) Cennet karşılığında satın almıştır...” (et-Tevbe, 111)
DUNYA, CENNET'İN SATIN ALINACAĞI BİR PAZAR YERİDİR
Demek ki icinde bulunduğumuz bu imtihan Âlemi, Cennet'in satın alınacağı bir pazar yeri hukmunde. Bu pazardaki en buyuk sermayemizin başında gelenlerse, canlarımız ve mallarımız. Hakikatte can kimin, mal kimin? Canı veren kim, malı veren kim?.. CenÂb-ı Hakk'ın ihsÂn ettiklerini yine O'na teslim ve takdim etmekten ibaret bir imtihan icindeyiz. Kur'Ân-ı Kerîm'de hep bunun misallerini goruyoruz.
İMANLARINDAN TAVİZ VERMEDEN MUSLUMAN OLARAK CAN VERENLER
İşte İbrahim (a.s.)… O buyuk peygamber; canıyla, malıyla ve evlÂdıyla imtihan edildi. Tevhîdi mudÂfaa etmek icin Nemrud'un dağ gibi ateşine girmeye rÂzı oldu. Ateş gulistana dondu. Malını Allah icin fed etti, Halil İbrahim bereketine nÂil oldu. CenÂb-ı Hakk'a adakta bulunduğu evlÂdını Allah icin kurban etmeye rÂzı oldu, CenÂb-ı Hak ona hem evlÂdını bağışladı hem de Cennet'ten kurban indirdi. Boylece Halîlullah oldu, CenÂb-ı Hakk'ın dostluğuna erişti.
Yine Rabbimiz Kur ’Ân-ı Kerîm'inde, kendilerine vereceği Cennet mukÂbilinde canlarını ve mallarını satın aldığı daha nice îman kahramanlarını haber veriyor.
AshÂb-ı Uhdûd, ateş dolu hendeklerin icine atılırken; Habîb-i Neccar, zÂlim bir kavim tarafından taşlanırken; Firavun ’un sihirbazları, Mûs (a.s.) ’a îman etmeleri sebebiyle kolları ve bacakları caprazlama kesilip hurma dallarına asılırken, CenÂb-ı Hak'tan kendilerini bu zulum ve işkenceden kurtarıp dunyevî plÂnda rahata kavuşmalarını istemediler. Onların tek arzuları; îmanlarından tÂviz vermeden musluman olarak can verebilmekti. Boylece uhrevî plÂnda kazanclı cıkabilmekti. Bu sebeple bir îman zaafı gostermemek icin;
“…Ey Rabbimiz! Uzerimize sabır yağdır ve (en ufak bir tÂviz vermeden) canımızı muslumanlar olarak al!” (el-A ’rÂf, 126) diye niyÂz etmiş ve Rab'lerine şehîden kavuşmuşlardı.
Asr-ı saÂdete baktığımızda da aynı rûhu ve aynı îman heyecanını goruyoruz. AshÂb-ı kirÂm, îman nîmetinin bedelini odemek icin buyuk cefÂlara katlandılar.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 2016 – Mart, Sayı: 361, Sayfa: 032
İslam ve İhsan