
Cehennem nedir? Cehennem nasıl bir yerdir? Cehennem ’e goturen zahiri-batini haramlar nelerdir? Cehennem neden var? Kimler cehenneme girecek? Cennet ve Cehennem ehlinin ozelikleri nelerdir? Cehennem azabı nasıl olacak? Cehennem ile ilgili ayet ve hadisler nelerdir? Cehennem hakkında merak edilenler.Ebedî saĂ‚det yurdu cennet ve CenĂ‚b-ı Hakk ’a isyan etmelerinden oturu ilĂ‚hî azĂ‚ba mustahak olanların gireceği cehennem yaratılmış vaziyettedir ve şu anda mevcuttur. KıyĂ‚met koptuktan sonra cehennem, bulunduğu yerden Mahşer yerine getirilecektir. HidĂ‚yet guneşinden kacarak kufrun karanlığında kalmayı tercih eden bedbahtlar, onunla cezalandırılacaktır.
Nitekim Ă‚yet-i kerîmede şoyle buyrulmuştur:
“O gun cehennem getirilir, insan yaptıklarını birer birer hatırlar. Fakat bu hatırlamanın ne faydası var!?” (el-Fecr, 23)
Resûlullah sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem Efendimiz de hem bu hakîkati hatırlatmak, hem de cehennemin buyukluk ve dehşetine dikkat cekmek icin şoyle buyurmuşlardır:
“Hesap gununde cehennem getirilir. Cehennemin yetmiş bin dizgini ve her bir dizgini ceken yetmiş bin melek vardır.” (Muslim, Cennet, 29)[1]
CEHENNEM NEDEN VAR? GunahkĂ‚r kimseler cehennemde cezĂ‚larını cektikten sonra oradan cıkarılırlar. LĂ‚kin îmĂ‚n etmeyenler cehenneme girdiğinde, artık onlar icin ebedî bir azap başlamış olur.
Bu gerceği de Peygam­ber Efendimiz sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem şu hadîs-i şerîfleriyle beyan buyurmuşlardır:
“Cennet ehli cennete, cehennem ehli de cehennem ’e girdiği zaman, bir munĂ‚dî aralarında ayağa kalkarak:
«‒Ey ateş ehli, artık olum yok! Ey cennet ehli, artık olum yok! Bundan sonra ebediyet vardır!» diye nidĂ‚ eder.” (BuhĂ‚rî, Rikāk, 50)
Cehennem ’in dehşeti, buyukluğu ve derinliği hakkında Ebû Hureyre -radıyallĂ‚hu anh- ’tan şoyle bir rivĂ‚yet nakledilmektedir:
“Bir defasında Rasûlullah sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem Efendimiz ile birlikte idik. Ansızın, duşen bir şeyin sesini duyduk. Bunun uzerine Peygamber Efendimiz sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem:
«‒Bu nedir biliyor musunuz?» buyurdular. Biz de:
«‒Allah ve Rasûlu daha iyi bilir!» cevĂ‚bını verdik. Efendimiz sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem:
«‒Bu bir taştır. Yetmiş sene evvel cehenneme atılmış, o gunden beri aşağı doğru duşuyordu, daha yeni dibine varabildi. (Yani bu taş cehennemin dibine duştu ve siz de onun duşme sesini işittiniz).» buyurdular.” (Muslim, Cennet, 31; Ahmed, II, 371)
CenĂ‚b-ı Hak, normalde insanlara duyurmadığı bir sesi, ibret olması icin, o anda Peygamber Efendimiz ’e ve yanındaki ashĂ‚bına hĂ‚rikulĂ‚de bir şekilde işittirmiştir.
Burada tekrar hatırlatalım ki, bizdeki mesafe mefhumu, dunyevî şartlara goredir. Âhiret Ă‚leminin zaman ve mekĂ‚n mefhumu ise kendine has bir keyfiyettedir. Dunya hayatının imkĂ‚n ve şartlarıyla berzah ve Ă‚hiret Ă‚lemlerinin imkĂ‚n ve şartları cok farklıdır. İnsan olumle bambaşka bir Ă‚leme gececektir. Bu sebeple berzah ve Ă‚hiret Ă‚lemleriyle alĂ‚kalı haberleri okurken dĂ‚imĂ‚ o Ă‚lemlerin farklı şartlarının olabileceğini goz onunde bulundurmalı, dunyada alıştığımız şartlara gore değerlendirme yapmamalıyız.
Âyet-i kerîmede CenĂ‚b-ı Hak şoyle buyurur:
“O gun Cehennem ’e «Doldun mu?» deriz. O da «Daha var mı?» der.” (Kāf, 30)
Peygamber Efendimiz sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem, bu Ă‚yet-i kerîmede bildirilen hĂ‚diseyle alĂ‚kalı olarak şoyle buyurmuşlardır:
“Cehennem ’e suclular atıldıkca o, «Daha var mı?» diye sorar durur. Nihayet izzet sahibi olan Rabbimiz, uzerine ayağını[2] koyunca buzuşup toplanır (icindeki boşluklar kapanır) ve (cehennem bu defa):
«‒İzzetin ve keremin hakkı icin yeter, doldum artık!» der. Cennetteki fazla yerler ise devam eder. Allah TeĂ‚lĂ‚ oralar icin yeni kullar yaratır ve onları cennetin artan yerlerine iskĂ‚n eder.” (Muslim, Cennet, 38)
Hadîs-i şerîfte ifĂ‚de edilen, cennetin boş kalan yerleri icin kendilerine ihsanda bulunacağı kullar yaratması ve cehennemin boş kalan yerlerini ise toplayıp yok etmesi, hem CenĂ‚b-ı Hakk ’ın kimseye zulmetmeyeceğinin[3] hem de rahmetinin gazabını gecmiş olduğunun bir ifĂ‚desidir.
Yine Rasûlullah sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem Efendimiz bir sohbetinde ashĂ‚b-ı kirĂ‚ma:
“‒Sizin (şu dunya) ateşiniz, cehennem ateşinin yetmiş cuzunden bir parcadır!” buyurmak sûretiyle cehennem ateşinin dehşet ve azametine dikkat cekmişlerdi. AshĂ‚b-ı kirĂ‚m:
“‒YĂ‚ RasûlĂ‚llah! Cehennem ateşi dunya ateşi gibi olsaydı, şuphesiz ki o bile azap icin kĂ‚fî gelirdi!” diyerek karşılık verdiler.
Rasûlullah sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem Efendimiz ise idrĂ‚klerin bu hususta daha da berraklaşmasını arzu ettiği icin sozlerine şoyle devam ettiler:
“‒Cehennem ateşi, dunya ateşleri uzerine altmış dokuz derece daha fazla kılındı. Bu derecelerden her birinin sıcaklığı, butun dunya ateşleri­nin sıcaklığı gibidir.” (BuhĂ‚rî, Bed ’u ’l-Halk, 10; Muslim, Cennet, 30)
İmĂ‚m Kurtubî bu ifĂ‚deleri şoyle îzah etmişlerdir:
“Âdemoğullarının yaktığı butun ateşler toplansa, cehennemin yetmiş cuzunden biri kadar bile olamazdı. Yani Dunya ’nın butun odunları ve yanıcı maddeleri toplanarak yakılsa, muhakkak ki Cehennem ’in yetmişte biri, bu ateşten daha şiddetli olurdu. (Kurtubî, Tezkire, s. 861)
Şu hadîs-i şerîf de cehennem ateşinin ne kadar şiddetli olduğunu gostermektedir:
“Cehennem, Rabbine şikĂ‚yet etti:
«–YĂ‚ Rabbi, bir kısmım bir kısmımı yiyor!»
Bunun uzerine Allah TeĂ‚lĂ‚ onun iki defa nefes almasına izin verdi. Bir nefes kışın, bir nefes yazın. Sıcağın en şiddetli olduğu zaman ile soğuğun en şiddetli olduğu zemherîr, işte bu nefeslerdir.” (BuhĂ‚rî, Bed ’u ’l-Halk, 10)
İbn-i AbbĂ‚s -radıyallĂ‚hu anhumĂ‚- da kışın en soğuk zamanı olan zemherîr ile alĂ‚kalı olarak şoyle buyurur:
“Cehennem ehli sıcaktan kurtulmak icin yardım isterler. Onlara yardım olarak soğuk bir ruzgĂ‚r gonderilir (zemherîr). Bu oyle bir soğuktur ki, şiddetinden cehennemliklerin kemikleri kırılmaya başlar. Bunun uzerine (onlar) tekrar Cehennem ateşine donmeyi isterler.”[4]
Dunya şartlarında ateş, yaktığı şeyi yer bitirir. LĂ‚kin Ă‚hirette olum ortadan kaldırılıp her şey ebediyet vasfı kazanacağı icin, kĂ‚firler olmez ve azapları da surekli bir sûrette devam eder. HattĂ‚ hadîs-i şerîflerde bildirildiği uzere, azĂ‚bın şiddetini daha cok tadabilmeleri icin vucutları daha buyuk ve mukĂ‚vemetli yaratılır.
Sonsuz bir rahmet ve merhamet sahibi olan CenĂ‚b-ı Hak, Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’inde biz kullarını bu şiddetli azĂ‚ba duşmekten sakınmamız icin defalarca îkaz buyurmaktadır.
Şunu hicbir zaman unutmamalıyız ki Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de ve hadîs-i şerîflerde bize bildirilen Ă‚hiret haberleri, aslĂ‚ efsĂ‚ne kabîlinden şeyler değil, tıpkı olum gibi mutlak sûrette insanoğlunun karşılaşacağı hakîkatlerdir. Bu sebeple o haberleri ciddiyetle oğrenip muktezĂ‚sınca amel etmek ve fırsat eldeyken ebedî hayata guzelce hazırlanmak îcĂ‚b eder.
Cehenneme dĂ‚ir verilen ilĂ‚hî ve nebevî haberlerin ciddiyetini idrĂ‚k edemeyip onları dunyevî intibĂ‚larla ve kendi nĂ‚kıs akıllarıyla olcmeye calışan kufur mantığının icine duştuğu gulunc, ahmakca ve acınacak hĂ‚li, şu hĂ‚dise ne guzel ortaya koymaktadır:
İbn-i Cerîr, İbn-i AbbĂ‚s -radıyallĂ‚hu anhumĂ‚- ’dan naklettiği bir hadiste şoyle anlatmaktadır:
“(Sekar Cehennemi ’nin) uzerinde on dokuz (muhafız melek) vardır.” (el-Muddessir, 30) Ă‚yet-i kerîmesi nĂ‚zil olduğunda (Allah ve Rasûl ’unun duşmanı) Ebû Cehil, Kureyş ’e:
“–Analarınız size ağlasın!” dedikten sonra Peygamber Efendimiz ’i kastederek;
“–İbn-i Ebî Kebşe size, cehennem bekcilerinin on dokuz olduğunu haber veriyor. Siz ki bu kadar cok ve guclusunuz. Sizden on kişi cehennem bekcilerinden birini tutamayacak (hakkından gelemeyecek) mi?” demişti. İşte bunun uzerine Allah TeĂ‚lĂ‚ Peygamber ’ine, Ebû Cehil ’e gitmesini ve ona;
“–Yazıklar olsun sana, yazıklar olsun! Yine yazıklar olsun sana, yazıklar olsun!” demesini vahyetmiştir. (Suyûtî, LubĂ‚bu ’n-Nukūl, II, 189)
Şu Ă‚yet-i kerîmeler, husûsan Ebû Cehil, umûmen ise onun gibi gurur, kibir ve kufur şaşkınlığı icindeki gĂ‚fillere hitĂ‚b etmektedir:
“LĂ‚yıktır (o azap) sana, lĂ‚yık! Evet, lĂ‚yıktır sana (o azap) lĂ‚yık!” (el-KıyĂ‚me, 34-35)
CEHENNEM AZABI NASIL OLACAK? Cehennem ’e dûcĂ‚r olacağı kesinleşmiş kimselerin azĂ‚bı bir olmayıp, herkes kendi hĂ‚line gore muhtelif azap ceşitleri ile cezalandırılacaktır. Bunların bir kısmı Ă‚yet-i kerîmelerde şoyle haber verilmektedir:
“Şuphesiz Ă‚yetlerimizi inkĂ‚r edenleri, gun gelecek bir ateşe sokacağız. Onların derileri pişip acı duymaz hĂ‚le geldikce, derilerini başka derilerle değiştiririz ki acıyı duysunlar! Allah azîz ve hakîmdir.” (en-NisĂ‚, 56)
“Onlar icin Cehennem ateşinden doşekler, ustlerine de (yine cehennem ateşinden) ortuler vardır. İşte Biz, zĂ‚limleri boyle cezalandırırız!” (el-AʻrĂ‚f, 41)
“Onların ustlerinde ateşten tabakalar, altlarında da (yine ateşten) tabakalar vardır! İşte Allah kullarını bu azaptan sakındırıyor. Ey kullarım, Ben ’den korkun (takvĂ‚ sahibi olun)!” (ez-Zumer, 16)[5]
“Yuzleri ateşte evrilip cevrildiği gun (acıklı bir feryĂ‚d icinde):
«Eyvah bize! Keşke AllĂ‚h ’a itaat etseydik, Peygamber ’e de itaat etseydik! Ey Rabbimiz! Biz reislerimize ve buyuklerimize uyduk da onlar bizi yoldan saptırdılar. Rabbimiz! Onlara iki kat azap ver ve onları buyuk bir lĂ‚netle rahmetinden kov!» derler.” (el-AhzĂ‚b, 66-68)
Bunlar, ne dehşetli manzaralardır! Yuzun bir o tarafı bir bu tarafı ateşin en koyu yerine arz edilmekte, hem de o şiddetli ateşin, vucudun her noktasına, yuzun her zerresine ulaşmakta olduğu bir durumda iken... KĂ‚firler de yorgun ve pişman bir hĂ‚lde, zelil bir şekilde ve yalvarırcasına gunahlarını îtiraf ediyorlar. Umitsiz bir ses tonuyla, kendilerini bu fecî Ă‚kıbete surukleyen onderlerine acı bir ofke ve kinle lĂ‚net yağdırıyorlar!..
Yine CenĂ‚b-ı Hak, cehennem azĂ‚bıyla ilgili Ă‚yet-i kerîmelerde şoyle buyurmaktadır:
“…İnkĂ‚r edenler icin ateşten elbiseler bicilmiştir. Başlarının ustunden kaynar sular dokulur. Bununla, karınlarının icindeki (Ă‚zĂ‚ları) ve derileri eritilir. Bir de (başlarına vurulmak uzere) onlar icin demirden gurzler, topuzlar vardır! Iztıraptan dolayı oradan her cıkmak istediklerinde, oraya geri dondurulurler ve (kendilerine); «Tadın bu yakıcı azĂ‚bı!» (denilir).” (el-Hac, 19-22)[6]
“Şuphesiz Biz, kĂ‚firler icin zincirler, (boyna ve ellere gecirilen) demir halkalar ve alevli bir ateş hazırladık.” (el-İnsĂ‚n, 4)
İbn-i AbbĂ‚s radıyallĂ‚hu anhumĂ‚, bir kişinin:
“Hic şuphesiz Biz ’im nezdimizde (onlar icin demirden hazırlanmış) ağır bağlar, prangalar ve yakıcı bir ateş vardır. Boğaza duran bir yiyecek ve elem verici bir azap vardır!” (el-Muzzemmil, 12-13) Ă‚yetlerini okuduğunu işitince, Rasûlullah sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem Efendimiz ’in duşup bayıldığını haber vermişlerdir. (Beyhakî, Şuab, I, 522/917; Ali el-Muttakî, VII, 206/18644)
Peygamber Efendimiz sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem, bir hadîs-i şerîflerinde cehennem azĂ‚bıyla ilgili olarak:
“Cehennem ateşi, icindekileri yakarak vucutlarını yemeye başlar, kalplerine kadar varınca durur. Cehennemliklerin vucutları eski hĂ‚llerine doner. Ateş tekrar onları yakarak yemeye başlar ve kalplerine kadar ulaşır. Bu azap, ebediyyen bu şekilde devam eder. Bu hĂ‚l, Allah TeĂ‚lĂ‚ ’nın; «(Hutame) AllĂ‚h ’ın tutuşturulmuş bir ateşidir ki tĂ‚ kalplere kadar işleyip yakar.»[7] Ă‚yet-i kerîmelerinde haber verdiği hĂ‚ldir.” buyurmuşlardır.[8]
KĂ‚fir ve gunahkĂ‚rların cehennemdeki yiyeceği ise, “zakkum ağacı”dır. Âyet-i kerîmelerin ifĂ‚desiyle, cehennemin dibinde yetişen, tomurcukları şeytanların başlarına benzeyen, yendiğinde aclığı gidermediği gibi karında aynen erimiş mĂ‚den ve cok sıcak bir su gibi kaynayacağı bildirilen bu ağac, onların yiyeceklerinden biridir.
Sonra bu yemeğin ardından kendilerine kaynar su ile karıştırılmış bir icecek verilecektir. Onlar da icleri yandığından, susuz kalmış bir deve gibi bu sudan iceceklerdir. LĂ‚kin ictikce susuzlukları daha da artacaktır. Ardından da cılgın ateşe atılacaklar ve uzerlerine de yine kaynar sular dokulecektir.[9]
İbn-i AbbĂ‚s radıyallĂ‚hu anh:
“Cehennem zakkumundan bir damla Dunya ’ya indirilecek olsa, butun insanların yiyecek ve icecekleri ifsĂ‚d olurdu.”[10] buyurmuştur.
Cehennem ehlinin, ezĂ‚ ve cefĂ‚ verici bir diğer yiyeceği ise Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de şoyle tasvir edilmektedir:
“O gun birtakım yuzler zelildir. Calışmış fakat boşuna yorulmuşlardır. Kızışmış bir ateşe atılırlar. Onlara kaynar su kaynağından icirilir. Onlar icin kuru dikenden başka yemek yoktur. O ise ne besler ne de aclığı giderir.” (el-ĞĂ‚şiye, 2-7)
Buradan, şiddetli bir aclığın da Cehennem azĂ‚bının ayrı bir turu olduğu anlaşılmaktadır. CĂ‚bir radıyallĂ‚hu anh şoyle anlatır:
“(Yemen ’in) CeyşĂ‚n (şehrin)den bir adam geldi. Nebiyy-i Ekrem sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem Efendimiz ’e beldelerinde ictikleri, mısırdan yapılan ve Mizr adı verilen bir iceceği sordu. Nebî sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem:
«–O sarhoşluk veriyor mu?» diye suĂ‚l ettiler. Adam:
«–Evet.» dedi. Bunun uzerine Rasûlullah sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem:
«–Her sarhoşluk verici şey haramdır. Allah ’ın, sarhoşluk verici şey icene “Tıynetu ’l-HabĂ‚l” icireceğine dĂ‚ir ahdi vardır.» buyurdular. Oradakiler:
«–Ey AllĂ‚h ’ın Rasûlu! “Tıynetu ’l-HabĂ‚l” nedir?» diye sordular. Rasûlullah sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
«–Cehennem ehlinin teridir veya Cehennem ehlinin usĂ‚residir (kan ve irinidir).» buyurdular.” (Muslim, Eşribe, 72; Ebû DĂ‚vûd, Eşribe, 5)[11]
Yine Nebiyy-i Ekrem sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem Efendimiz şoyle buyurmuşlardır:
“Kibirli kimseler, kıyĂ‚met gunu insan sûretinde, kucuk ve kırmızı karıncalar kadar haşrolunacaklardır. Zillet her taraflarından onları saracaktır. Cehennem ’deki «Bûles» adı verilen bir zindana surukleneceklerdir. Onları ateşlerin ateşi kuşatacak ve Cehennem ehlinin «Tıynetu ’l-HabĂ‚l» denilen kan, irin ve pisliklerinden icirileceklerdir.” (Tirmizî, KıyĂ‚met, 47/2492; Ahmed, II, 179; BuhĂ‚rî, el-Edebu ’l-Mufred, no: 557)
Hasan-ı Basrî Hazretleri:
“Cehennemliklerden akan kan ve irinden bir kova Dunya ’ya dokulse, yeryuzunde hic kimse kalmaz, hepsi olurdu.” buyurmuştur. (İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, VII, 52/34145)
Abdurrahman bin Yezîd şoyle anlatır:
“AtĂ‚ el-HorasĂ‚nî g ile birlikte gazĂ‚ya cıkardık. Gecelerini namaz ile ihyĂ‚ ederdi. Gecenin ucte biri veya yarısı gectikten sonra cadırından bize seslenerek:
«‒Ey Abdurrahman, ey filĂ‚n, ey falan!.. Kalkın, abdest alın, namaz kılın! Şu geceyi ibadetle değerlendirmek ve şu gunduzde oruc tutmak; Cehennem ’de kan ve irin icmekten ve demirden elbiseler giymekten daha kolaydır! Acele edin, acele edin! Kendinizi kurtarın, kendinizi kurtarın!» der ve tekrar namazına devam ederdi.” (Bkz. Beyhakî, Şuab, IV, 528, V, 417; Ebû Nuaym, Hilye, V, 193; Ahmed, Zuhd, s. 309)
Resûlullah sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem Efendimiz, hadîs-i şerîflerinde AllĂ‚h ’ı inkĂ‚r edenlerin, kufurlerinin ceşidine gore cehennemde cesetlerinin ve uzuvlarının buyutuleceğini şoyle haber vermişlerdir:
“(Cehennemde) kĂ‚firin azı dişi veya kopek dişi, Uhud Dağı kadar, cildinin ka­lınlığı da uc gunluk yol mesafesinde olacaktır.” (Muslim, Cennet, 44)
“Cehennemde kĂ‚firin iki omuzunun arası, hızlı giden bir suvĂ‚ri icin uc gunluk mesafedir.” (Muslim, Cennet, 45)
KĂ‚firin cehennemde oturduğu yer, Mekke ile Medîne arası kadar olacaktır.[12]
Hic şuphesiz cehennemde kĂ‚firlerin cesetlerinin bu şekilde buyutulmesi, onlarla cehennemin tamamen doldurulması ve azĂ‚bı iyice tatmaları icindir.
Duşunmek îcĂ‚b eder ki karıncayı yaratan da fili yaratan da CenĂ‚b-ı Hak ’tır. İsteseydi karıncayı fil buyukluğunde yaratabilir veya fili karınca kadar kucultebilirdi. Yine balinayı da hamsiyi de yaratan O ’dur. CenĂ‚b-ı Hak icin hicbir zorluk yoktur.
Dolayısıyla CenĂ‚b-ı Hak kıyĂ‚met gunu insanların ebatlarını daha buyuk, mesafeleri de daha uzun yaratmaya elbette ki kĂ‚dirdir. Yani bu tur rivĂ‚yetler, mubĂ‚lağa değil, hakîkatin ifĂ‚desidir. Bizlere sahih senetlerle gelen bilgileri aynen kabul etmek durumundayız. Daha evvel de ifĂ‚de ettiğimiz gibi Ă‚hireti, dunya şartlarıyla anlamaya calışmamalıyız. Oranın farklı bir Ă‚lem olduğunu dĂ‚imĂ‚ goz onunde bulundurmalıyız.
Peygamber Efendimiz sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem hadîs-i şerîflerinde şoyle buyurmuşlardır:
“Cehennem ateşi, Cehennem ehlinin bazısının topuklarına, bazısının dizlerine, bazısının kuşak yerlerine, bazısının da koprucuk kemiklerine kadar cıkar.” (Muslim, Cennet, 32, 33)
“KıyĂ‚met gunu cehennem ehlinin azĂ‚bı en hafif olanı, iki ayağının altına iki kor parcası konularak bunların tesiriyle beyni kazan ve guğum gibi kaynayan kimsedir.”[13] “…Bununla birlikte o, hic kimsenin kendisinden daha şiddetli bir azap gormediğini zanneder. HĂ‚lbuki kendisi, cehennemliklerin azĂ‚bı en hafif olanıdır.” (Muslim, ÎmĂ‚n, 364)
KatĂ‚de -radıyallĂ‚hu anh- şoyle demiştir:
“Bir kimse cehenneme sadece bir kovanın suya daldırılıp cıkarıldığı an kadar bile girse, bu bile cok buyuk bir azaptır.” (İbn-i Ebi ’d-DunyĂ‚, Sıfatu ’n-NĂ‚r, s. 108, no: 164)
Cehennem ehlinin giriftĂ‚r olacağı en buyuk azap ise, CemĂ‚lullĂ‚h ’ı temĂ‚şĂ‚ ve AllĂ‚h ’ın rahmet nazarına mazhar olma nîmetlerinden mahrum bırakılmaları olacaktır. Nitekim Ă‚yet-i kerîmede şoyle buyrulur:
“Hayır! Muhakkak ki onlar o gun Rab ’lerinden (O ’nu gormekten) mahrum bırakılacaklardır.” (el-Mutaffifîn, 15)
Cehennemlikler, aynı şekilde CenĂ‚b-ı Hakk ’ın rahmet nazarına da nĂ‚il olamazlar. Ebû İmrĂ‚n el-Cevnî şoyle buyurur:
“Allah TeĂ‚lĂ‚ bir insana nazar ederse, mutlakĂ‚ ona rahmet eder. Cehennem ehline de bakmış olsaydı, onlara da mutlakĂ‚ rahmet ederdi. LĂ‚kin CenĂ‚b-ı Hak onlara bakmayacağına hukmetmiştir.” (Ebû Nuaym, Hilye, II, 314)
Resûlullah sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem Efendimiz cehennemde azap goren bazı gunahkĂ‚rların hĂ‚llerini ise şoyle haber vermişlerdir:
“Mîrac gecesi, bir kısım insanlara uğradım ki karınları evler gibi iri idi. Karınlarının ici yılanlarla doluydu ve bunlar dışarıdan gorunuyordu. Ben:
«–Ey Cibrîl! Bunlar kimlerdir?» diye sordum.
«–Bunlar fĂ‚iz yiyenlerdir!» cevĂ‚bını verdi.” (İbn-i MĂ‚ce, TicĂ‚rĂ‚t, 58) Yine Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz şoyle buyurmuşlardır:
“MîrĂ‚c ’a cıkarıldığımda, bakırdan tırnaklarla yuzlerini ve sadırlarını tırmalayan bir topluluğa rastladım.
«–Ey CebrĂ‚il! Bunlar kimlerdir?» diye sordum.
«–Bunlar, (gıybet ederek) insanların etlerini yiyen ve onların ırzlarına (şeref ve haysiyetlerine) dil uzatan kimselerdir.» cevĂ‚bını verdi.” (Ebû DĂ‚vûd, Edeb, 35/4878; Ahmed, III, 224)
Kulu AllĂ‚h ’ın rahmetinden uzaklaştırıp gazab-ı ilĂ‚hîye dûcĂ‚r eden gunahlara dalmış olanlar, bir an evvel nedĂ‚met gozyaşlarıyla tevbeye sarılmalı, ilĂ‚hî rahmetten aslĂ‚ umit kesmeyip samimiyetle af dilemelidirler. Zira CenĂ‚b-ı Hak şoyle buyurmaktadır:
“De ki: Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! AllĂ‚h ’ın rahmetinden umit kesmeyin! Cunku Allah butun gunahları bağışlar. Şuphesiz ki O, cok bağışlayan, cok esirgeyendir.” (ez-Zumer, 53)
CĂ‚milerde cenĂ‚ze namazlarından onceki vakit namazının ardından muezzin efendiler ekseriyetle bu Ă‚yet-i kerîmeyi tilĂ‚vet ederek elleri duĂ‚ya kaldırırlar. Evet, AllĂ‚h ’ın rahmetinden umit kesilmez, O butun gunahları affeder. LĂ‚kin bunun bir şartı vardır. O şart da hemen peşinden gelen Ă‚yet-i kerîmede şoyle ifĂ‚de buyrulmaktadır:
“Size azap gelip catmadan once Rabbinize donun, O ’na teslîm olun, sonra size yardım edilmez.” (ez-Zumer, 54)
Yani vakit kaybetmeden hemen tevbe ederek CenĂ‚b-ı Hakk ’a yonelmek ve olume gunahlar icinde yakalanmamak îcĂ‚b eder.
CenĂ‚b-ı Hak kullarından “tevbe-i nasûh” yani ihlĂ‚slı/samimî bir tevbe istemektedir. Kulun vazifesi, gunahından nefret ederek ve ona bir daha donmemeye azmederek pişmanlıkla tevbeye yonelmek; ardından da tevbesinin kabûlu icin dĂ‚imĂ‚ CenĂ‚b-ı Hakk ’a ilticĂ‚ etmektir. Kulun tevbesini, Rabbimiz dilerse kabul buyurur. Zira duĂ‚ların ve ibadetlerin kabûlu gibi, gunahların affı da O ’nun dilemesine bağlıdır.
Diğer taraftan; “nasıl olsa tevbe ederim ve affolunur” duşuncesiyle gunahlara dalmaktan da son derece sakınmak gerekir. Zira bu, nice insanın icine duştuğu şeytĂ‚nî bir tuzaktır.
CenĂ‚b-ı Hak, kullarını bu azap tuzağına suruklenmekten îkaz sadedinde, Ă‚yet-i kerîmelerde şoyle buyurmaktadır:
“Ey insanlar! AllĂ‚h ’ın vaadi gercektir. Sakın dunya hayatı sizi aldatmasın ve o aldatıcı (şeytan) da Allah hakkında sizi kandırmasın!” (FĂ‚tır, 5)
“Ey insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının! Ne babanın evlĂ‚dı, ne evlĂ‚dın babası nĂ‚mına bir şey odeyemeyeceği gunden cekinin! Bilin ki, AllĂ‚h ’ın verdiği soz gercektir. Sakın dunya hayatı sizi aldatmasın! O aldatıcı şeytan da, AllĂ‚h ’ın affına guvendirerek sizi kandırmasın.” (LokmĂ‚n, 33)
Demek ki CenĂ‚b-ı Hakk ’ın rahmetinin sonsuz olduğu gibi, azĂ‚bının da son derece şiddetli olduğunu hicbir zaman unutmamak lĂ‚zımdır. Zira CenĂ‚b-ı Hak “RahmĂ‚n” olduğu gibi, aynı zamanda “KahhĂ‚r”dır.
Âyet-i kerîmede tavsif edildiği uzere CenĂ‚b-ı Hak:
“Gunahı bağışlayan, tevbeyi kabul eden, azĂ‚bı cetin olandır!..” (el-Mu ’min, 3)
Dolayısıyla CenĂ‚b-ı Hakk ’ın lûtfu gibi kahrının da, cemĂ‚li gibi celĂ‚linin de her an tecellî edebileceğini duşunup dĂ‚imĂ‚ takvĂ‚ uzere bir kulluk hayatı yaşamaya gayret etmek elzemdir.
Bircok Ă‚yet-i kerîmede bildirildiği uzere[14] AllĂ‚hʼın rahmetinden ancak kĂ‚firler umit keserler. LĂ‚kin Ferîduddîn AttĂ‚r gʼin PendnĂ‚me ’sindeki ifĂ‚desiyle; “AllĂ‚hʼın azĂ‚bından korkmadan yaşayanlar da muʼmin değil, mutlak kĂ‚firdirler.”
HELÂK EDİLMEYİ İSTERLER Cehennemdeki acı azĂ‚bı tadan kĂ‚firler, orada olmeyi, mahvolup yok olmayı isteyeceklerdir. LĂ‚kin bu mumkun olmayacaktır. Ne olduren, ne de hayatta bırakan, usandırıcı bir azĂ‚b icerisinde kıvranıp duracaklardır. Olemezler ki kurtulup gitsinler!.. Azapları dinmez ki hayatın tadına varabilsinler!..
Âyet-i kerîmelerde şoyle buyrulur:
“En buyuk ateşe girecek olan bedbaht kimse ise oğutten kacınır. Sonra o, ateşte ne olur ne de hayat bulur.” (el-AʻlĂ‚, 11-13)[15]
“Şuphesiz mucrimler Cehennem azĂ‚bında ebedî kalacaklardır. Azapları da hic hafifletilmez ve onlar orada butun umitlerini keserler. Biz onlara zulmetmedik, fakat asıl zĂ‚lim kendileri idi. Orada:
«–Ey MĂ‚lik! Rabbin işimizi bitiriversin (bizi yok etsin)!» diye feryĂ‚d ederler. O da onlara:
«–Siz hep burada kalacaksınız!» der.” (ez-Zuhruf, 74-77)[16]
Bu yardım cığlıklarının tasvir ettiği manzara, azaptan son derece bunalmış ruhlar ve her an tattıkları tarifsiz acıdan dolayı bitmiş ve tukenmiş bedenlerdir. Onların taleplerine verilen cevap ise, kendilerine zerre kadar değer verilmediğini, bilĂ‚kis aşağılandıklarını gostermektedir.
Yine Ă‚yet-i kerîmelerde cehennem ehlinin faydasız haykırışları şoyle bildirilmektedir:
“Cehennem ateşi uzak bir mesafeden kendilerini gorunce, onun ofkelenişini (muthiş kaynamasını) ve uğultusunu işitirler. Elleri boyunlarına bağlı olarak onun (Cehennem ’in) dar bir yerine atıldıkları zaman, orada;
«–Yetiş ey helĂ‚k!» diye haykırırlar. (Fakat onlara, istihzĂ‚ ve istihkār edilircesine şoyle denir

«–Bugun (yalnız) bir defa helĂ‚ki cağırmayın, (bilĂ‚kis) bircok defalar helĂ‚ke seslenin!»” (el-FurkĂ‚n, 12-14)
Yani kĂ‚firler, Cehennem ’deki şiddetli azĂ‚ba carptırıldıkları zaman, helĂ‚k edilmeyi ve boylece yok olup gitmeyi cĂ‚n u gonulden temennî edeceklerdir. LĂ‚kin o cetin azaptan olup de kurtulmalarına imkĂ‚n yoktur. Nitekim şoyle buyrulmuştur:
“…Orada kendisine kanlı-irinli su icirilir, yutmaya calışır ama boğazından geciremez. Her taraftan ona olum gelir fakat olmez! Bunun ardından ise daha ağır bir azap gelir.” (İbrahim, 16-17)
Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de azap tasvirleri, nîmet tasvirlerinden daha tafsîlĂ‚tlı bir şekilde yer almaktadır. Azap sahnelerinin daha teferruatlı anlatılması ise, hissiyĂ‚t uzerinde daha tesirli ve nefs icin daha korkutucu olması sebebiyledir.[17]
Nitekim sahĂ‚be-i kirĂ‚mdan ŞeddĂ‚d bin Evs -radıyallĂ‚hu anh- geceleyin yatağa girer, sağa-sola doner, ancak bir turlu gozune uyku girmezdi. En sonunda:
“AllĂ‚h ’ım! Cehennem korkusu uykumu kacırdı!” diyerek kalkar ve sabaha kadar namaz kılardı.” (Ebû Nuaym, Hilye, I, 264)
Yine tĂ‚biîn neslinin sĂ‚lihlerinden Sıla bin Eşyem g, gece olduğunda sık ağaclı bir ormana gidip AllĂ‚h ’a ibadet ederdi. Bir gun biri bunu fark etti ve gizlice onun ibadetini izledi. Sıla g ’in sabaha kadar ibadetle meşgul olup seher vakti gelince de şoyle duĂ‚ ettiğine şahid oldu:
“AllĂ‚h ’ım! Şuphesiz ki Sıla ’nın Sen ’den cenneti istemeye yuzu yoktur. LĂ‚kin lûtfunla beni cehennemden muhĂ‚faza eyle!” (Ebû Nuaym, Hilye, II, 240)
CEHENNEME ACILAN KAPI: ZÂHİRÎ VE BÂTINÎ HARAMLAR Şu imtihan dunyasında her şey, iki zıt cihette dĂ‚imĂ‚ akış hĂ‚linde:
“Îman ve kufur”, “hak ve bĂ‚tıl”, “hayır ve şer”, “guzel ve cirkin”, “helĂ‚l ve haram”...
İnsan, irĂ‚desiyle bunlardan birini tercih ediyor. Boylece;
“Mu ’min yahut kĂ‚fir”, “sĂ‚lih yahut fĂ‚sık”, “Ă‚dil yahut zĂ‚lim”, “merhametli yahut gaddar”, “comert yahut cimri” olmak sûretiyle, bu iki akıştan birinde safını belirlemiş oluyor.
Butun bu akışlar; olumun dar boğazından gecip, kıyĂ‚met nehrinden cağlayıp, Mahşer meydanına dokulduğunde, yine iki ayrı cihete doğru seyelĂ‚n edecek.
Her ne kadar, CenĂ‚b-ı Hakk ’ın butun mahlûkĂ‚tını gecici bir muddet istifĂ‚de ettirip rızıklandırdığı bir Ă‚lem olan şu dunyada, mu ’min de kĂ‚fir de, muttakî de fĂ‚sık da zĂ‚hiren karışık ve musĂ‚vî imiş gibi bir manzara arz etse de, kıyĂ‚met gunu, hayır ve şer ehli, cok bĂ‚riz bir şekilde birbirinden ayrılacaktır. Nitekim Ă‚yet-i kerîmenin ifĂ‚desiyle o Mahşer meydanında;
“Ey mucrimler! Bugun, (AllĂ‚h ’ın rızĂ‚sına ermiş mu ’min ve muttakî kullardan) ayrılın!” (YĂ‚sîn, 59) diye nidĂ‚ olunacaktır. Sonrasında ise, mu ’min ve muttakîler cennete sevk olunurken, kĂ‚fir ve fĂ‚sıklar ise Cehennem ’e doğru suruklenecektir.
CenĂ‚b-ı Hak, dunyada iken tercihini AllĂ‚h ’a değil de nefsine itaatten yana kullanan, dolayısıyla cehenneme sevk eden gunahlara dalan bedbahtların hĂ‚linden ibret dolu bir manzarayı Ă‚yet-i kerîmelerde şoyle beyĂ‚n etmektedir:
“(Cennettekiler) mucrimlere:
«–Sizi şu yakıcı ateşe sokan nedir?» diye uzaktan uzağa sorarlar. Onlar da derler ki:
«–Biz namaz kılanlardan değildik,
FukarÂya yemek yedirmezdik,
BĂ‚tıla dalanlarla birlikte biz de dalardık,
CezĂ‚ gununu de yalanlardık.
O hĂ‚ldeyken olum bize gelip cattı.» Artık şefaatcilerin şefaati onlara fayda vermez.” (el-Muddessir, 41-48)
Omer bin Abdulazîz Hazretleri buyurur:
“Âhirette nereye gitmek istiyorsanız, hazırlığınızı ona gore yapın!”
Yani insan, obur cihanda, Cennet veya Cehennem ’e doğru iki muazzam akıştan hangisinde yer almak istiyorsa, kendisini oraya sevk edecek hĂ‚l ve fiillerin icerisinde bulunmaya gayret etmek mecburiyetindedir.
Son nefesimizin Hakkʼa vuslat olarak gercekleşebilmesi icin, hayatımızın da vuslat iştiyĂ‚kı icinde gecmesi îcĂ‚b eder. Âkıbetimizin Cennet ve CemĂ‚lullah olmasını istiyorsak, buna munasip hĂ‚l ve davranışlar sergilememiz gerekir. Zira Ă‚hiretimizin Cennet veya Cehennem oluşunu, bu dunyadaki hĂ‚l ve amellerimizle kendimiz hazırlıyoruz.
“…Onlara Allah zulmetmedi; fakat onlar kendilerine zulmediyorlar.” (Âl-i İmrĂ‚n, 117) Ă‚yet-i kerîmesinde buyrulduğu gibi, insan, başına gelecek saĂ‚deti de felĂ‚keti de kendi elleriyle hazırlıyor.
Cehennem azĂ‚bı da AllĂ‚h ’ın kuluna zulmu değil, uyarıldıkları hĂ‚lde kulak asmayıp azĂ‚ba mustahak olan insanların kendi nefislerine yaptıkları bir zulumdur. Şu kıssa bu hakîkati ne guzel îzah etmektedir:
Behlul DĂ‚nĂ‚ Hazretleri, hikmetli nasihatleriyle devrinin insanlarını ve bilhassa Halîfe HĂ‚run Reşid ’i îkaz ve irşĂ‚d etmeye calışırdı. Halîfe de onun bu samimî hĂ‚lini sever, saraya rahatca girip cıkmasına musĂ‚ade ederdi. Fakat Behlul DĂ‚nĂ‚ Hazretleri bir muddet ortadan kayboldu. Uzun bir sure saraya uğramadı. Karşılaştıklarında HĂ‚run Reşid merakla sordu:
“–Behlul, coktandır gorunmedin, nerelerdeydin?” Behlul:
“–Bana Cehennem ’i gosterdiler, oradaki vaziyeti seyrettirdiler.” diye cevap verdi. HĂ‚run Reşid bu cevĂ‚ba şaşırarak:
“–Nasıl girdin oraya, ateş seni yakmadı mı?” dedi. Behlul DĂ‚nĂ‚, halîfeyi dehşete duşuren şu ibretli cevĂ‚bı verdi.
“–Hayır, orada hic ateş gormedim. Cunku herkes ateşini dunyadan kendisi getiriyormuş!..”
Demek ki Cehennem ’deki alevleri tutuşturan, insanın kendi kotu hĂ‚l ve sıfatları; Cennet bağlarını yeşerten de, yine insanın kendi guzel sıfat ve ahlĂ‚kı olacaktır…
Zaman zaman meydana gelen buyuk felĂ‚ketlerde korkuya kapılıyoruz. Bir deprem oluyor, korkuyoruz; bir sel oluyor korkuyoruz. İflĂ‚s etmekten, maddî imkĂ‚nlarımızı kaybetmekten korkuyoruz. Elbette, bunlardan da beşer olarak korkmamız tabiîdir. Fakat esas korkmamız gereken; bizi CenĂ‚b-ı Hak ’tan uzaklaştıran ve kalbî hayatımıza zehir serpen gunahlarımızdır.
Yahya bin MuÂz Hazretleri buyurur:
“Şaşılır o kişiye ki hastalık korkusuyla yiyecekten perhiz eder de Cehennem korkusuyla gunahtan perhiz eylemez.”
VelhĂ‚sıl, gunahlarımızdan korkmalıyız. Dilimizden cıkan yanlış kelĂ‚mlardan korkmalıyız. Merhamet ve şefkat fukarĂ‚sı olmaktan korkmalıyız. İslĂ‚m şahsiyet ve karakterini tevzî edememekten korkmalıyız. İslĂ‚mʼın guler yuzunu sergileyememekten korkmalıyız. Bu hatĂ‚ ve noksanlıklarımız sebebiyle Ă‚hirette karşılaşabileceğimiz dehşetli manzaralardan korkmalıyız. Butun gunahlardan korkmalıyız ki; son nefeste meleklerin mujdelediği “korku ve huzunden emin olan” bahtiyar kullardan olabilelim. CenĂ‚b-ı Hak Ă‚yet-i kerîmede:
“…Allah, kufurde ve gunahta ısrar eden hic kimseyi sevmez.” (el-Bakara, 276) buyurmaktadır.
Dolayısıyla gunahlar, kulu Cehennem yolcusu yapmaktadır. LĂ‚kin gunahların da zĂ‚hirîsi ve bĂ‚tınîsi, yani gorunen ve gorunmeyeni, acık ve gizlisi vardır. Nitekim diğer bir Ă‚yet-i kerîmede CenĂ‚b-ı Hak, gunahların zĂ‚hirîsinin yanında, bĂ‚tınîsini de terk etmemizi şoyle emir buyurmaktadır:
“Gunahın acığını da gizlisini de bırakın! Cunku gunah işleyenler, yaptıklarının cezasını mutlakĂ‚ cekeceklerdir.” (el-En ’Ă‚m, 120)
Demek ki insan; icki, kumar, zinĂ‚, hırsızlık, zulum ve emsĂ‚li zĂ‚hirî haramlardan uzak durmak zorunda olduğu gibi, kalbe zehir sacan bĂ‚tınî haramlardan da sakınmak mecburiyetindedir.
EsĂ‚sen zĂ‚hirî gunahlar da, bĂ‚tınî gunahların eseri ve neticesidir. Ayrıca bĂ‚tınî gunahlar, ekseriyetle fark edilmediği icin daha cok işlenmektedir. Yine insanlar bu nevî gunahları umûmiyetle hafife almakta ve onlardan kurtulmak ve korunmak icin gereken dikkat ve hassĂ‚siyeti gostermemektedirler. HĂ‚lbuki kalbî hastalıklardan olan kibir, haset, pintilik gibi cirkin huyları kalpten kazıyıp atabilmek de, en az zĂ‚hirî gunahlardan sakınmak kadar ehemmiyetlidir.
Nitekim Ebû ’l-Hasan Harakānî Hazretleri şoyle buyurmuştur:
“Nasıl ki namaz ve oruc farzdır, îfĂ‚sı mecburîdir, aynı şekilde (ibadetlerin makbul bir kıvam kazanabilmesi icin) gonulden kibri, hasedi ve hırsı bertaraf etmek de zarurîdir.”[18]
“Tandırdan elbisene bir kıvılcım sıcrasa, hemen onu sondurmeye koşuyorsun! Peki dînini yakacak olan bir ateşin, yani kibir, haset ve riyĂ‚ gibi kotu sıfatların kalbinde durmasına nasıl musĂ‚ade edebiliyorsun?!”[19]
CenĂ‚b-ı Hakk ’ın rızĂ‚sına tĂ‚lip olan mu ’min bir kulun, titizlikle sakınması gereken bĂ‚tınî haramların bir kısmı şoyledir:
Gurur-Kibir:
Gurur ve kibir; kendini beğenip diğer insanlardan ustun tutmak ve yine kendinden başkasını hor ve hakir gormektir. Birbirinden ayrılmayan bu iki cirkin huy, dunyada huzursuzluk, Ă‚hirette ise azap sebebidir.
Din kardeşlerini kucuk gorenler, Ă‚hirette buyuk bir husrĂ‚na dûcĂ‚r olacaklardır. Zira Resûl-i Ekrem -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“İnsana gunah olarak, Musluman kardeşini kucuk gormesi yeter.” buyurmuşlardır. (Muslim, Birr, 32)
Âyet-i kerîmelerde, cennete girmeye mĂ‚nî olan “gurur” ve “kibir” gibi cehennemi vasıflar hakkında şoyle buyrulmaktadır:
“İşte Ă‚hiret yurdu! Biz onu yeryuzunde boburlenmeyi ve bozgunculuk yapmayı istemeyenlere nasîb ederiz. Sonunda kazanclı cıkanlar, fenalıktan sakınanlardır.” (el-Kasas, 83)
“Kibirlenip de insanlardan yuz cevirme ve yeryuzunde boburlenerek yurume! Zira Allah; kendini beğenmiş, ovunup duran kimseleri aslĂ‚ sevmez.” (LokmĂ‚n, 18)
“Onlara; «İcinde ebedî kalacağınız cehennemin kapılarından girin! Kibirlenenlerin yeri ne kotu!» denilir.” (ez-Zumer, 72)
Resûlullah sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem Efendimiz bir gun şoyle buyurmuşlardı:
“Kalbinde hardal tanesi kadar îman olan hic kimse, cehenneme girmez. Kalbinde hardal tanesi kadar kibir bulunan hic kimse de Cennet ’e giremez.” (Muslim, ÎmĂ‚n, 148-149)
Ebedî saĂ‚det icin kalpteki îmĂ‚nın ne buyuk bir cevher olduğunu, buna mukĂ‚bil insanın rûhunu zehirleyen kibrin de, ne kadar vahim bir Ă‚hiret felĂ‚keti olduğunu vurgulayan bu nebevî beyan uzerine ashĂ‚b-ı kirĂ‚mdan biri:
“−YĂ‚ RasûlĂ‚llah! İnsan, elbisesinin ve ayakkabısının guzel olmasını istemez mi?” deyince, Rasûl-i Ekrem -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz şu karşılığı vermişlerdir:
“−Şuphesiz ki Allah guzeldir; guzelliği sever. Kibir (ise nîmetleri kendinden bilip o nîmetlerin gercek sahibine nankorluk ederek) hakkı inkĂ‚r etmek ve insanları kucuk gormektir.” (Muslim, ÎmĂ‚n, 147; Tirmizî, Birr, 61)
Yine Resûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz, katı kalpli, kaba, cimri kimselerle birlikte, kurularak yuruyen kibirli insanların da Cehennem ehlinden olduğunu ifĂ‚de etmiş[20] ve:
“Elbisesini kibirle yerde suruyen kimseye Allah merhamet nazarıyla bakmaz.” buyurmuştur. (Muslim, LibĂ‚s, 42)
Gurur ve kibrin tarihi, İblis ’ten başlayarak Nemrudlar, Firavunlar, KĂ‚runlar ve Ebû Cehiller gibi nice ahmakların Ă‚leme ibret olan Ă‚kıbetlerinin bir sergisi mĂ‚hiyetindedir. Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de, kibrin ilk temsilcisi olarak İblis gosterilmektedir. O, “Âdem ’e secde et!”[21] emr-i ilĂ‚hîsi karşısında buyukluk taslamış, neticede bu kibri onu kufre suruklemiştir. Allah TeĂ‚lĂ‚, İblis ’in bu davranışına karşı:
“«–Ey İblis! İki elimle yarattığıma secde etmekten seni alıkoyan nedir? Boburlendin mi, yoksa gercekten yucelmiş olanlardan mısın?» dedi.” (SĂ‚d, 75)
Boylece onun ilĂ‚hî emri ciğneyip secde etmeyişinin gercek bir yucelikle alĂ‚kasının bulunmadığını ve sadece buyukluk kuruntusundan kaynaklandığını beyan buyurdu.
Nemrud da, Hazret-i İbrahim aleyhisselĂ‚m ’ın “tevhid dĂ‚vĂ‚sı” karşısında kibre kapılarak:
“–Ben, İbrahim ’in soylediği semĂ‚ların Rabbine harp îlĂ‚n ediyorum.” diyecek kadar şaşkınlaştı. Boylece buyukluk taslayıp etrafındakilere boburlenmek sûretiyle, kudret ve azametini değil, bilĂ‚kis hamĂ‚kat ve zavallılığını ortaya koymuş oldu.
Firavun da veziri HĂ‚mĂ‚n ’a:
“–Bana tuğla pişirip yuksek bir kule yap ki şu MûsĂ‚ ’nın Rabbini araştırayım.” diyecek kadar ahmaklaşmıştır.
Ebû Cehil ve emsĂ‚lleri de Rasûl-i Ekrem sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem Efendimiz ’in nubuvvetini vicdĂ‚nen kabul ettikleri hĂ‚lde, nefsĂ‚niyetleri sebebiyle inkĂ‚r etmişlerdi. Zira îmĂ‚n ederek, o zamanlar ekseriyeti fakir ve kolelerden oluşan mu ’minlerin safında yer almayı gururlarına yediremedikleri icin budalaca bir inada suruklenmişler ve:
“…Bu Kur ’Ă‚n, iki şehirden bir buyuk adama indirilse olmaz mıydı?” (ez-Zuhruf, 31) diyecek kadar gurur ve kibrin gayyĂ‚larına duşmuşlerdi.
O muşrikler, Hazret-i Peygamber sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem ’in ebedî saĂ‚det dĂ‚vetini ve getirdiği istikbĂ‚l haberlerini, teşekkur ve minnetle karşılayacakları yerde, -ne hazindir ki- gurur ve kibirleri yuzunden cok cetin bir inatla, yuz kızartıcı menfîliklerle, alay, hakaret ve iz ’aclarla karşılamışlardı. Hadîs-i şerîfte şoyle buyrulmuştur:
“Bir kimse kibirlene kibirlene sonunda zĂ‚limler grubuna kaydedilir. Boylece zĂ‚limlere verilen ceza ona da verilir.” (Tirmizî, Birr, 61/2000)
Haset:
Haset, başkalarına lûtfedilen nîmetleri kıskanarak bir mĂ‚nĂ‚da CenĂ‚b-ı Hakk ’ın taksîmine kalben îtiraz etmektir.
Mesela KĂ‚rûn, kendisine mĂ‚nevî ilimler verilmesine rağmen, Hazret-i HĂ‚rûn ’u kıskanıp haset etmesi sebebiyle helĂ‚ke dûcĂ‚r olmuştur. CenĂ‚b-ı Hak şoyle buyurur:
“Yoksa onlar, AllĂ‚h ’ın lûtfundan verdiği şeyler icin insanlara haset mi ediyorlar?..” (en-NisĂ‚, 54)
Kişide, haset illetinin mevcûdiyetini gosteren ilk alĂ‚met, haset ettiği kimseden nîmetin zevĂ‚lini arzu etmek, nîmetin zevĂ‚lini gorduğunde ise rahatlayıp sevinc duymaktır.
Resûlullah sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem Efendimiz hadîs-i şerîflerinde biz ummetini haset illetinden şoyle îkaz buyurmuşlardır:
“Haset etmekten sakının. Zira ateşin odunu (veya otları) yiyip bitirdiği gibi, haset de iyilikleri yer bitirir.” (Ebû DĂ‚vûd, Edeb, 44/4903)
“Size eski ummetlerin hastalığı sirĂ‚yet etti: Bu, haset ve buğzdur. Bu kazıyıcıdır (yok edicidir). Bilesiniz ki; kazıyıcı (yok edici) derken sacı kazır demiyorum. O, dîni kazıyıcıdır…” (Tirmizî, Sıfatu ’l-KıyĂ‚me, 57)
“Birbirinize kin tutmayınız, haset etmeyiniz, sırt donmeyiniz ve ilginizi kesmeyiniz. Ey AllĂ‚h ’ın kulları, kardeş olunuz!” (BuhĂ‚rî, Edeb, 57)
Hasetci, haset ettiği kimseye karşı, kin, ofke, ihĂ‚net, intikam, hîle, ayıplama ve kotuleme gibi aşağılık hisler icinde cırpınır durur. FĂ‚nî omrunu faydasız hayaller ve zararlı kuruntular icinde ziyĂ‚n eder. Dolayısıyla kalbî hayatına zehir sacar.
Ofke:
ÎtidĂ‚l ve muvĂ‚zeneyi bozan en muhim Ă‚millerden biri olan ofke, insanın zayıflık ve liyĂ‚katsizliğinin de bir gostergesidir. Aklî dengenin kısmen zaafa uğramasıdır. Cunku ofke gelince akıl baştan gider. Nitekim cinayet ve zulumlerin buyuk coğunluğu, ofke neticesinde meydana gelmiştir. Hayat kitabının ofke faslı, bir fĂ‚cia tarihidir.
Hakîkaten ofke, şeytanın işini kolaylaştıran en muhim insĂ‚nî zaaflardan biridir. İnsan ofkelendiğinde şeytan, bir cocuğun topla oynadığı gibi o kimseyle oynamaya başlar.
En akıllı insan, ofkesine hĂ‚kim olabilen kişidir. Yani ofke, aklın en buyuk duşmanıdır. Nitekim:
“Ofke gelir goz kararır, ofke gider yuz kızarır.” denilmiştir.
Zira ofke denizi kabaran bir insanın, kendine hĂ‚kim olabilmesi cok zordur. Bu sebeple Peygamber Efendimiz sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem, bu dirĂ‚yeti gosterebilen mu ’minler icin şoyle buyurmuştur:
“Yiğit dediğin, gureşte rakibini yenen kimse değildir; asıl yiğit, kızdığı zaman ofkesini yenen adamdır.” (BuhĂ‚rî, Edeb, 76)
Ebu ’d-DerdĂ‚ radıyallĂ‚hu anh, Rasûlullah sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem Efendimiz ’e:
“–Bana Cennet ’e goturecek bir şey oğret!” deyince; Fahr-i KĂ‚inĂ‚t Efendimiz kendisine:
“–Ofkelenme!” buyurmuştur. (BuhĂ‚rî, Edeb, 76; Tirmizî, Birr, 73)
CenĂ‚b-ı Hak da rızĂ‚-yı ilĂ‚hîsini tahsil icin ofkelerini yenebilen sĂ‚lih kulları hakkında şoyle buyurur:
“O takvĂ‚ sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah icin harcarlar; ofkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da guzel davranışta bulunanları sever.” (Âl-i İmrĂ‚n, 134)
Ancak burada şunu da ifĂ‚de etmek gerekir ki ofke, nefsĂ‚nî ve şeytĂ‚nî yonden olunca kotu bir vasıftır. Eğer o, ilĂ‚hî cihettense, yani Allah yolunda ve sırf Allah icinse, bu takdirde bir fazîlet olur. AllĂ‚h ’ın rızĂ‚sını kazanmak icin ofkeyi yenmek muhim olduğu kadar, gerektiğinde Allah icin ofkelenmek de son derece muhim bir vazifedir.
RiyÂ:
İki yuzluluk, gosteriş, sahte davranış demek olan riyĂ‚, amellerin sevĂ‚bını yok eden cirkin bir vasıftır. İslĂ‚m dîni, muslumanları hicbir zaman iki yuzlu ve samimiyetsiz bir davranış icinde gormek istemez. Nitekim Ă‚yet-i kerîmede şoyle buyrulmuştur:
“HĂ‚lbuki onlara ancak, dîni yalnız O ’na has kılarak ve hanifler olarak AllĂ‚h ’a kulluk etmeleri, namaz kılmaları ve zekĂ‚t vermeleri emrolunmuştu. Sağlam din de budur.” (el-Beyyine, 5)
Bir diğer Ă‚yet-i kerîmede ise Rabbimiz, gosteriş veya birilerine duyurma (riyĂ‚ ve sum ’a) niyetiyle yapılan hayır ve iyiliklerin, bir hic uğruna hebĂ‚ edilmiş olacağını şoyle beyĂ‚n etmektedir:
“Ey îmĂ‚n edenler! AllĂ‚h ’a ve Ă‚hiret gunune inanmadığı hĂ‚lde malını gosteriş icin harcayan kimse gibi, başa kakmak ve incitmek sûretiyle, yaptığınız hayırlarınızı boşa cıkarmayın. Boylesinin durumu, uzerinde biraz toprak bulunan duz kayaya benzer ki, sağanak bir yağmur isabet etmiş de onu cıplak, puruzsuz bir kaya hĂ‚line getirivermiştir. Bunlar kazandıklarından hicbir şeye sahip olamazlar. Allah, kĂ‚firleri doğru yola iletmez.” (el-Bakara, 264)
Unutulmamalıdır ki, tevhid akîdesinin ortaklığa tahammulu yoktur. Nitekim Resûlullah sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem Efendimiz bir defasında:
“–Sizin icin en cok korktuğum şey, kucuk şirktir.” buyurmuştu. Yanındakiler:
“–Kucuk şirk nedir ey AllĂ‚h ’ın Rasûlu?” diye sordular. Rasûlullah sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem Efendimiz şu cevĂ‚bı verdi:
“–RiyĂ‚, yani gosteriştir. KıyĂ‚met gunu insanlar amellerinin karşılığını alırlarken, Allah TeĂ‚lĂ‚ riyĂ‚ ehline:
«–Dunyadayken kendilerine murĂ‚îlik yaptığınız/amellerinizi gostermek istediğiniz kimselere gidin! Bakın bakalım onların yanında herhangi bir karşılık bulabilecek misiniz?» buyurur.” (Ahmed, V, 428, 429)
Demek ki Allah icin yapılması gereken amellerde riyĂ‚ ve gosteriş, insanı şirke kadar goturebilen son derece tehlikeli bir hĂ‚ldir. Ebû Hureyre radıyallĂ‚hu anh ’ın naklettiği şu hadîs-i şerîf de ibadetlerinde ihlĂ‚sı kaybederek riyĂ‚ya kacan, benlik ve hevĂ‚larını on plĂ‚na cıkaran kimselerin fecî Ă‚kıbetini haber vermektedir:
“KıyĂ‚met gunu hesĂ‚bı ilk gorulecek kişi, şehid duşmuş bir kimse olup huzûra getirilir. Allah TeĂ‚lĂ‚ ona verdiği nîmetleri hatırlatır, o da hatırlar ve bunlara kavuştuğunu îtiraf eder.
CenĂ‚b-ı Hak:
«–Peki, bunlara karşılık ne yaptın?» buyurur.
«–Şehid duşunceye kadar Sen ’in uğrunda cihĂ‚d ettim.» diye cevap verir. (Allah TeĂ‚lĂ‚

«–Yalan soyluyorsun. Sen, “ne yiğit adam” desinler diye savaştın, o da denildi.» buyurur.
Sonra emrolunur da o kişi yuzustu cehenneme atılır. Bu defa; ilim oğrenmiş, oğretmiş ve Kur ’Ă‚n okumuş bir kişi huzûra getirilir. Allah ona da verdiği nîmetleri hatırlatır. O da hatırlar ve îtiraf eder. Ona da:
«–Peki, bu nîmetlere karşılık ne yaptın?» diye sorar.
«–İlim oğrendim, oğrettim ve Sen ’in rızĂ‚n icin Kur ’Ă‚n okudum.» cevĂ‚bını verir. (CenĂ‚b-ı Hak

«–Yalan soyluyorsun. Sen “Ă‚lim” desinler diye ilim oğrendin, “ne guzel okuyor” desinler diye Kur ’Ă‚n okudun. Bunlar da senin hakkında soylendi.» buyurur.
Sonra emrolunur, o da yuzustu Cehennem ’e atılır.
(Daha sonra) AllĂ‚h ’ın kendisine her ceşit mal ve imkĂ‚n verdiği bir kişi getirilir. Allah verdiği nîmetleri ona da hatırlatır. Hatırlar ve îtiraf eder. (Allah TeĂ‚lĂ‚

«–Peki ya sen bu nîmetlere karşılık ne yaptın?» buyurur. (O varlıklı kul da

«–Verilmesini sevdiğin, rĂ‚zı olduğun hicbir yerden (malımı) esirgemedim, sadece Sen ’in rızĂ‚nı kazanmak icin verdim, harcadım.» der. (CenĂ‚b-ı Hak ona da

«–Yalan soyluyorsun. HĂ‚lbuki sen, butun yaptıklarını “ne comert adam” desinler diye yaptın. Bu da senin icin zaten soylendi.» buyurur. Sonra emrolunur, bu da yuzustu cehenneme atılır.” (Muslim, İmĂ‚re, 152)
Cimrilik:
Cimrilik, CenĂ‚b-ı Hakk ’ın bir kimseye ihsĂ‚n ettiği nîmetleri, o kişinin kendi nefsine hasretmesidir.
Âyet-i kerîmede şoyle buyrulur:
“De ki, Rabbimin rahmet hazineleri sizin elinizde olsaydı, onu harcayıp tuketmekten korkar, cimrilik ederdiniz. Zaten insan da pek cimridir.” (el-İsrĂ‚, 100)
HĂ‚lbuki CenĂ‚b-ı Hak, kullarının ne cimri ne de musrif olmalarını istemektedir. Bunun icin de Ă‚yet-i kerîmede şoyle buyurmaktadır:
“Eli sıkı olma; busbutun eli acık da olma. Sonra kınanır, (kaybettiklerinin) hasretini ceker durursun.” (el-İsrĂ‚, 29)
Resûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz de hadîs-i şerîflerinde şoyle buyurmuşlardır:
“Gercek mu ’minde şu iki haslet aslĂ‚ bir araya gelmez: Cimrilik ve kotu ahlĂ‚k!..” (Tirmizî, Birr, 41/1962)
“Zulumden sakınıp kacınınız. Cunku zulum, kıyĂ‚met gununde zĂ‚lime zifiri karanlık olacaktır. Cimrilikten de sakınınız. Cunku cimrilik, sizden onceki ummetleri helĂ‚k etmiş, onları birbirlerinin haksız yere kanlarını dokmeye, haramlarını helĂ‚l saymaya sevk etmiştir.” (Muslim, Birr, 56)
“Her AllĂ‚h ’ın gunu iki melek iner. Bunlardan biri:
«AllĂ‚h ’ım! Malını verene yenisini ver!» diye duĂ‚ eder. Diğeri de:
«AllĂ‚h ’ım! Cimrilik edenin malını yok et!» diye bedduĂ‚ eder.” (BuhĂ‚rî, ZekĂ‚t, 27)
CenĂ‚b-ı Hak, dunya servetine gonul kaptırıp, onu rızĂ‚sı yolunda sarf etmeyen cimrilerin fecî Ă‚kıbetini, Ă‚yet-i kerîmede şoyle ifĂ‚de buyurmaktadır:
“O ki mal toplamış ve onu sayıp durmuştur. (O), malının kendisini ebedî kılacağını zanneder. Hayır! Andolsun ki o, Hutame ’ye atılacaktır. Hutame ’nin ne olduğunu bilir misin? AllĂ‚h ’ın, tutuşturulmuş, (yandıkca) tırmanıp kalplerin ta ustune cıkan ateşidir.” (el-Humeze, 2-7)
Cimrilik, AllĂ‚h ’ın lûtfuna değil, malına guvenip sığınmaktır. Malının kendisini ebedî kılacağını zannetmektir. HĂ‚lbuki bir Hak dostu ne guzel soyler:
“Dunyadan ebedîlik isteme! Kendinde yok ki sana da versin!”
Şu fĂ‚nî dunya gunlerini şuursuzca bir mal toplama ihtirĂ‚sı icinde gecirenler, kabre girdikleri gun avuclarında topraktan başka bir şey bulamayacaklardır. Dunya malı yine dunyada kalacak, insan ise kendine biriktirdiği dunyalıkların ağır hesĂ‚bıyla karşılaşacaktır.
Cennetlikler Uc Kısımdır Resûlullah sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem Efendimiz bir hutbesinde ashĂ‚b-ı kirĂ‚ma şoyle hitĂ‚b etmişlerdir:
“…Cennetlikler uc kısımdır:
Kuvvet sahibi, Ă‚dil, tasaddukta bulunan ve muvaffak olan kişi. Butun yakınlarına ve muslumanlara karşı merhametli ve yumuşak kalpli olan kişi. İffetli, namuslu ve ehl u ıyĂ‚l sahibi olduğu hĂ‚lde kimseden bir şey istemeyen kişi. Cehennemlikler Beş Kısımdır Cehennem ehli de beş kısımdır:
Aklını, kendisini yanlışlardan korumak icin kullanmayan zayıf irĂ‚deli insan. Bunlar, aranızda tĂ‚bî olarak bulunurlar, Ă‚ile ve mal edinmek (dînî, şahsî ve dunyevî bir fayda temin etmek) icin gayret etmezler. TamahkĂ‚rlığını belli etmeyen hĂ‚in kimse. Boylesi, hangi kapıyı calsa mutlakĂ‚ ihĂ‚net eder. Sabah-akşam her fırsatta malın ve ehlin hususunda seni aldatan kimse. Cimri ve yalancı. Kotu ahlĂ‚klı, cirkin ve kaba sozlu kimse.” Peygamber Efendimiz sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem sozlerine devamla;
“Allah TeĂ‚lĂ‚ bana; «Oyle mutevĂ‚zı olun ki, kimse kimseye karşı ovunmesin, kimse kimseye karşı zulum ve haksızlık yapmasın!» diye vahyetti.” buyurmuşlardır. (Muslim, Cennet, 63-64)
Şeyh SĂ‚dî ’nin, dunya metĂ‚ına aşırı duşkunlukle cimrilikte bulunanlara yaptığı şu îkaz ne kadar ibretlidir:
“Para yığmakla yukseleceğini sanma. Duran su fenĂ‚ kokar ve kurur. Surekli bağışlamaya ve akıtmaya calış. Akan suya gok yardım eder. Yağmur yağdır&