
AllÂh TeÂl ’nın kullarını imtihÂn etmesi, O ’nun Hazret-i Âdem ’i yaratmasıyla birlikte tatbîk mevkîine koyduğu bir murÂd-ı ilÂhîsidir.
İLK İMTİHAN EDİLENLER: MELEKLER VE ŞEYTANLAR
Bilebildiğimiz kadarıyla ilk once melekler, Hazret-i Âdem ’e secde ile emredildikleri zaman imtihÂn edilmiş oldular. Butun melekler bu imtihÂnı kazandılar. Cunku onlarda aksine hare­keti îcÂb ettiren nefsÂnî temÂyul mevcut değildi. Şeytan ise isyÂn etti. Cunku o, nefse mÂlik olan cinnîler tÂifesindendi.
HAZRET-İ ÂDEM İLE HAZRET-İ HAVVA'NIN İMTİHÂNI
AllÂh -celle celÂluhû-, melekleri ve şeytanı Hazret-i Âdem ile imtihÂn ettikten sonra da Âdem -aleyhisselÂm- ve hanımı Havv ’yı iblîs ile imtihÂna tÂbî tuttu. İblîs ’e de bunun icin fırsat verdi. AllÂh -celle celÂluhû- cennetteki bir ağaca yak­laşmayı Hazret-i Âdem ve Hazret-i Havv ’ya yasaklamıştı.
İnsanın, AllÂh ’ın emrine tÂbî olmasını engellemeye calışan nefs, onunla ilk mucÂdelesine, şeytanın vesvesesiyle cennette başladı. BÂzı rivÂyetlerde Hazret-i Âdem -aleyhisselÂm- ’ın yasak ağaca yaklaşmasında Hazret-i Havv ’nın tesirinin bulunduğu nakledilmiştir.
KADINLARIN TESİR ETKİSİ
Kadınlar, CenÂb-ı Hakk ’ın erkeğe gore daha hassas ve cÂzip olarak yarattığı nÂzik varlıklardır. Bu sebeple tesir altında kalmaları daha kolaydır. Şeytan, hem Âdem -aleyhisselÂm- ’ı hem de zurriyetini, kadınların bu husûsiyetlerinden istifÂde ederek kandırmaya calışmış ve bunda da ekseriyetle muvaffak olmuştur. Nitekim gunumuzde ictimÂî hayatın, siyÂsî, iktisÂdî ve ticÂrî butun yonlerinde kadının reklam ve propaganda vÂsıtası olarak kullanılması, bunun en bÂriz misÂlidir. Kadın bir yonuyle zînet ve sukûn kaynağı olduğu gibi, diğer yonden de buyuk bir imtihan vesîlesidir. Ancak insanın dunya ve Âhiretteki saÂdeti de yine kadına bağlıdır. Nitekim SevbÂn -radıyallÂhu anh- şoyle anlatır:
وَالَّذِينَ يَكْنِزُونَ الذَّهَبَ وَالْفِضَّةَ وَلاَ يُنْفِقُونَهَا فِي سَبِيلِ اللهِ فَبَشِّرْهُم بِعَذَابٍ أَلِيمٍ
“…Altın ve gumuşu biriktirip de bunları AllÂh yolunda sarfetmeyenlere acıklı bir azÂbı mujdele!” (et-Tevbe, 34) Âyeti nÂzil olduğu zaman biz, Efendimiz ’le birlikte seferde bulunuyorduk. SahÂbeden bÂzıları:
“–Altın ve gumuş hakkında inecek olan indi. (Artık bir daha onları biriktirmeyiz.) Keşke hangi şeyin daha hayırlı olduğunu bilsek de ondan biraz edinsek?” dediler.
SÂLİHA KADININ ONEMİ
Bunun uzerine RasûlullÂh -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- şu cevÂbı verdi:
“–SÂhip olunan şeylerin en fazîletlisi zikreden bir dil, şukreden bir kalb ve kocasının îmÂnına yardımcı olan sÂliha bir zevcedir.” (Tirmizî, Tefsir, 9/9)
Diğer hadîs-i şerîflerde ise şoyle buyrulmaktadır:
“Mu ’min, AllÂh ’a takvÂdan sonra en cok sÂliha bir zevceden hayır gorur. Boyle bir kadına emretse itaat eder, ona baksa surûr duyar, bir şeyi yapıp yapmaması husûsunda yemin etse, kadın bunu yerine getirerek yeminini bozmaktan onu kurtarır, ayrılıp uzak bir yere gitse, kadın hem kendi namusu ve hem de adamın malı husûsunda hayırhah ve durust olur.” (İbn-i MÂce, NikÂh, 5/1857)
“Dunya, kendinden faydalanılan nîmetlerle doludur. Bu nîmetlerin en hayırlısı ise sÂliha kadındır.” (Muslim, RadÂ, 64; NesÂî, NikÂh, 15; İbn-i MÂce, NikÂh, 5)
Bu yuzden Hazret-i Ali -radıyallÂhu anh-, Bakara Sûresi ’nin 201. Âyetinin umûmî mÂnÂsının yanısıra şoyle de tefsir edilebileceğini ifÂde etmiştir:
“Âyette zikredilen «رَبَّنَا آتِنَا فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً» “Rabbimiz bize dunyÂda iyilik ver.” kısmı “Rabbimiz bize dunyada sÂliha kadın ver.”, «وَفِي اْلآخِرَةِ حَسَنَةً» “Âhirette de iyilik ver.” kısmı “Âhirette de hûru ’l-ıyn (cennet hûrileri) ver.”, «وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ» “Bizi cehennem azÂbından koru.” kısmı ise “Bizi kadınların hîle ve tasallutundan muhÂfaza buyur!” anlamındadır.” (Ali el-KÂrî, MirkÂt, VI, 265)
ŞEYTANIN HİLELERİ
Şeytan -aleyhillÂne-, vazî­fesi mûcibince Hazret-i Âdem ve Havv ’yı kandırabilmek icin turlu hîlelere başvurmaktaydı. Bunlar Âyet-i kerîmelerde şoyle beyÂn buyrulmaktadır:
فَوَسْوَسَ إِلَيْهِ الشَّيْطَانُ قَالَ يَا آدَمُ هَلْ أَدُلُّكَ عَلَى شَجَرَةِ الْخُلْدِ وَمُلْكٍ لاَ يَبْلَى
“Sonunda şeytan ona vesvese vererek: «Ey Âdem! Sana olumsuzluk ağacının ve yok olmayacak bir mulkun yolunu gostereyim mi?» dedi.” (TÂhÂ, 120)
فَوَسْوَسَ لَهُمَا الشَّيْطَانُ لِيُبْدِيَ لَهُمَا مَا وُورِيَ عَنْهُمَا مِنْ سَوْاتِهِمَا وَقَالَ مَا نَهَاكُمَا رَبُّكُمَا عَنْ هـذِهِ الشَّجَرَةِ إِلاَّ أَنْ تَكُونَا مَلَكَيْنِ أَوْ تَكُونَا مِنَ الْخَالِدِينَ. وَقَاسَمَهُمَا إِنِّي لَكُمَا لَمِنَ النَّاصِحِينَ. فَدَليهُمَا بِغُرُورٍ فَلَمَّا ذَاقَا الشَّجَرَةَ بَدَتْ لَهُمَا سَوْاتُهُمَا وَطَفِقَا يَخْصِفَانِ عَلَيْهِمَا مِن وَرَقِ الْجَنَّةِ وَنَادَاهُمَا رَبُّهُمَا أَلَمْ أَنْهَكُمَا عَنْ تِلْكُمَا الشَّجَرَةِ وَأَقُلْ لَكُمَا إِنَّ الشَّيْطَآنَ لَكُمَا عَدُوٌّ مُبِينٌ
“Derken şeytan, onların ortulu olan mahrem yerlerini acmak icin ikisine de vesvese verdi: «–Rabbiniz, ancak melek olmayasınız veya (cennette) ebedî kalıcılardan olmayasınız diye sizi bu ağactan menetti.» dedi. Ve: «–Ben gercekten size oğut verenlerdenim.» diye ikisine de yemîn etti. Boylece onları hîle ile aldattı. (Onlar) ağacın meyvesini tattıklarında ayıp yerleri kendilerine gorundu. Ve cennet yapraklarından uzerlerini ortmeye başladı­lar.[1] Rableri onlara: «–Ben sizi o ağactan menetmemiş miydim? Şeytanın size apa­cık bir duşman olduğunu soylememiş miydim?» diye nid etti.” (el-A ’rÂf, 20-22)
Hazret-i Âdem ve Havv ’nın yasak ağaca yaklaşması, onların nefs engeli ile karşı karşıya bulunmaları sebebiyle idi. Cunku elde edilen neticenin değeri, ona ulaşmak icin aşılan meşakkatler nisbetindedir. Nefs, kendisine tÂbî olunduğu zaman, felÂket se­bebi iken, terbiye edilip itaat altına alındığında kazanc kaynağı olur. Bundan dolayı:
“Nefsiniz sizin binek atınızdır! Ona rıfk ve mulÂyemetle muÂmele ediniz.” denilmiştir.
İşin hulÂsası şudur ki, yegÂne fÂil-i mutlak olan AllÂh TeÂlÂ, kullî irÂdesiyle, beşere cuz ’î irÂde vermiş ve neticeyi bu irÂdenin kullanılmasına gore şeref veya husrÂn olarak tak­dîr buyurmuştur. Sebeplerin tahakkuk şartlarını da buna gore duzenlemiştir. Bunun icin bizler, O ’nun lutfu olan cuz ’î irÂdemizi emrolunduğumuz gibi kullanmak ve O ’nun kahrından korkup lutfuna sığınmakla mukellefiz.
HAZRET-İ ÂDEM İLE HAZRET-İ HAVVA'NIN TEVBESİ
Şeytanın kendilerinden Âdeta oc almak icin yapmış olduğu hîleye kanan Hazret-i Âdem ile zevcesi Hazret-i HavvÂ, o andan sonra buyuk bir pişmanlıkla hemen İblîs ’i terk ettiler. Meleklerin yolunu tercîh ederek Rablerinden telakkî ettikleri kelimelerle tevbeye yonelip[2] O ’na şoyle yalvardılar:
رَبَّنَا ظَلَمْنَا أَنْفُسَنَا وَإِنْ لَمْ تَغْفِرْ لَنَا وَتَرْحَمْنَا لَنَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِرِينَ
“…Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer Sen bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlak ziyÂn edenlerden oluruz.” (el-A ’rÂf, 23)
CenÂb-ı Hak onların tevbesini kabul buyurdu, fakat pek cok ilÂhî hikmete mebnî olarak onların yeryuzune inmesini murÂd etti ve:
قَالَ اهْبِطُوا بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّ وَلَكُمْ فِي اْلأَرْضِ مُسْتَقَرٌّ وَمَتَاعٌ إِلَى حِينٍ. قَالَ فِيهَا تَحْيَوْنَ وَفِيهَا تَمُوتُونَ وَمِنْهَا تُخْرَجُونَ
“«Birbirinize duşman olarak[3] (yeryuzune) inin! Sizin icin yeryuzunde bir muddet yerleşme ve faydalanma vardır. Orada yaşayacaksınız, orada oleceksiniz ve oradan (diriltilip) cıkarılacaksı­nız!» buyurdu.” (el-A ’rÂf, 24-25)
CenÂb-ı AllÂh, tevbelerini kabul buyurduğu Hazret-i Âdem ile Havv ’ya ve onların nesillerine, kurtuluş yolunu şoylece gostermekteydi:
يَا بَنِي آدَمَ قَدْ أَنْزَلْنَا عَلَيْكُمْ لِبَاساً يُوَارِي سَوْاتِكُمْ وَرِيشاً وَلِبَاسُ التَّقْوَى ذلِكَ خَيْرٌ
“Ey Âdemoğulları! Size avret yerlerinizi ortecek giysi ve suslenecek elbise bahşettik. Takv elbisesi ise daha hayırlıdır…” (el-A ’rÂf, 26)
Bu Âyette, insanın ayıplarını ve eksiklerini ortmede zÂhirî giysilerin yeterli olmadığına, esas elbisenin, kalbi menfî duygu ve duşuncelerden koruyup kulun AllÂh ’a karşı mes ’ûliyetini idrÂk etmesini sağlayan “takv elbisesi” olduğuna işÃ‚ret edilmektedir. Diğer bir Âyet-i kerîmede CenÂb-ı Hak, ustunluğun ancak kalblerdeki takv ile mumkun olabileceğini bildirmektedir:
إِنَّ أَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللهِ أَتْقيكُمْ
“…Şuphesiz ki AllÂh indinde sizin en kıymetliniz, takv bakımından en ustun olanınızdır…” (el-HucurÂt, 13)
AllÂh TeÂlÂ, A ’rÂf Sûresi ’nin 27. Âyetinde kullarını şoyle îkÂz etmektedir:
يَا بَنِي آدَمَ لاَ يَفْتِنَنَّكُمُ الشَّيْطَانُ كَمَا أَخْرَجَ أَبَوَيْكُمْ مِنَ الْجَنَّةِ يَنْزِعُ عَنْهُمَا لِبَاسَهُمَالِيُرِيَهُمَا سَوْاتِهِمَا إِنَّهُ يَريكُمْ هُوَ وَقَبِيلُهُ مِنْ حَيْثُ لاَ تَرَوْنَهُمْ إِنَّا جَعَلْنَا الشَّيَاطِينَ أَوْلِيَاءَ لِلَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ
“Ey Âdemoğulları! Şeytan, ana ve babanıza (vesvese vererek) avret yerlerini kendilerine gos­termek icin elbiselerini soyarak cennetten cıkardığı gibi sizi de aldatmasın! Cunku o ve arkadaşları, sizin onları goremeyeceğiniz yerden sizi gormektedirler. Şuphesiz biz şeytanları, inanmayanların dostları kıldık.”
Dipnotlar: [1] Tesettur, mahlûkÂt arasında yalnız insana Âit bir keyfiyettir. İnsan, AllÂh -celle celÂluhû- ’nun lutfettiği insanlık haysiyet, vakar, hay ve ciddiyetini ko­ruyabilmek icin ortunmeye mecburdur. Aksi hÂlde bu vasıfları zÂyî etmiş olur. Kendisinin dûnundaki mahlûkların seviyesine duşer. Toplumda hayÂnın kaybol­ması, kıyÂmet alÂmetlerinin belli başlılarındandır. Hadîs-i şerîfte:
“Hay îmÂndandır!” (BuhÂrî, ÎmÂn, 3) buyrulur. Hazret-i Âdem ile HavvÂ, cennette başka insanlar olmadığı hÂlde birbirlerinden ve diğer mahlûkÂttan hay ettiler. TelÂş icinde orada mevcut yapraklarla ortunmeye calıştı­lar. Bu da gosteriyor ki, maddî olan ortunme ve onun mÂnevî bağlantısı olan edeb ve hayÂ, insanoğlunun en mumtaz vasıflarından biridir.
[2] Bkz. el-Bakara, 37.
[3] Buradaki duşmanlık, şeytan ve cinler ile insanlar arasında, bir de insanların kendi aralarında muhtelif sebeplerle zuhur edecek ve kıyÂmete kadar surecek olan duşmanlıklardır.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Nebiler Silsilesi 1, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan