Kur ’Ân-ı Kerîm ’de Hazret-i Âdem ’in topraktan yaratılış safhaları şoyle beyÂn buyrulmaktadır...
TOPRAK SAFHASI

خَلَقَهُ مِنْ تُرَابٍ ثِمَّ قَالَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ
“…(AllÂh) Âdem ’i topraktan yarattı, sonra ona “ol” dedi, o da hemen oluverdi. (Âl-i İmran, 59)

İnsan topraktan yaratıldığı icin toprağın farklı husûsiyetlerini bunyesinde taşımaktadır. Toprak killi, kumlu, sert, yumuşak olduğu gibi insanlar da tabiat itibÂriyle farklılık arz etmektedir. Toprak ciğnenir, her şey onun uzerinde rahatlıkla işlenebilir. Toprak buna karşı hicbir aksulamelde bulunmaz. İşte, insandaki sabır, tevÂzu ve alcak gonulluluk gibi vasıflar buradan gelmektedir. Buna mukÂbil, toprağın hareketsizliğinden atÂlet ve tembellik gibi vasıflar da insanda tezÂhur etmektedir.


CAMUR SAFHASI

اَلَّذِي أَحْسَنَ كُلَّ شَيْءٍ خَلَقَهُ وَبَدَأَ خَلْقَ اْلإِنسَانِ مِنْ طِينٍ
“AllÂh yarattığı her şeyi en guzel şekilde yaratmış ve insanı yaratmaya da camurdan başlamıştır.” (es-Secde, 7)

Camur safhasında su devreye girmektedir. Su, oncelikle temizleyicidir ve temizliği temsil eder. Bu acıdan da su insandaki iffeti, namusu ve maddî-mÂnevî temizlik duygularını temsil etmektedir.


YAPIŞKAN CAMUR SAFHASI

إِنَّا خَلَقْنَاهُمْ مِنْ طِينٍ لاَزِبٍ
“…Şuphesiz Biz onları (Âdem ve neslini) yapışkan bir camurdan yarattık.” (es-SÂffÂt, 11)

Yapışmak, kopmamak insanın sadÂkat duygusunu ve bağlılığını gosterir. İnsanın inat etmesi ve mudafaa ettiği fikirlerinde ısrar etmesi de bu safhanın bir neticesidir.


HAVADA KURUMUŞ CAMUR SAFHASI

وَلَقَدْ خَلَقْنَا اْلإِنْسَانَ مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَإٍ مَسْنُونٍ
“And olsun Biz insanı, (havada) kurumuş bir camurdan, şekillenmiş bir balcıktan yarattık.” (el-Hicr, 26)

Âyette zikredilen “salsÂl: havada kurumuş camur” safhasında “hava” unsuru devreye girmektedir. Hava, insanın camuruna hareketliliği getirmiştir. İnsan tabiatındaki istikrarsızlık, doneklik, ahde vefÂsızlık ve yıkıcılık vasıfları bu safhanın bir neticesidir.


ŞEKİLLENMİŞ BALCIK SAFHASI

وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلاَئِكَةِ إِنِّي خَالِقٌ بَشَراً مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَإٍ مَسْنُونٍ
“Hani, Rabbin meleklere demişti ki: «Ben (havada) kurumuş bir camurdan, şekillenmiş balcıktan bir insan yaratacağım.»” (el-Hicr, 28)

“Hame-i mesnûn: şekillenmiş balcık” safhası insanın şekil alma, terbiye ve tezkiye edilebilme husûsiyetine işÃ‚ret etmektedir. Onun bu vasfının iyiye de kotuye de kullanılma imkÂnı vardır. Muhim olan ona, doğru bir istikÂmet verebilmektir.


ATEŞTE PİŞMİŞ CAMUR SAFHASI

خَلَقَ اْلإِنْسَانَ مِنْ صَلْصَالٍ كَالْفَخَّارِ
“AllÂh insanı, ateşte pişmiş camura benzeyen bir balcıktan yarattı.” (er-RahmÂn, 14)

Bu safhada ateş unsuru devreye girmektedir. İnsanın kibir, gurur, kıskanclık, AllÂh ’ın emirlerine karşı gelme ve aldatıcı olma vasıfları ateşten neş ’et etmektedir.

Mu ’minûn Sûresi ’nin 12-14. Âyetleri Hazret-i Âdem ’den sonra onun sulbunden gelecek her bir insanın yaratılış mÂcerÂsını şoylece hulÂsa etmektedir:


وَلَقَدْ خَلَقْنَا اْلإِنْسَانَ مِنْ سُلاَلَةٍ مِنْ طِينٍ. ثُمَّ جَعَلْنَاهُ نُطْفَةً فِي قَرَارٍ مَكِينٍ. ثُمَّ خَلَقْنَا النُّطْفَةَ عَلَقَةً فَخَلَقْنَا الْعَلَقَةَ مُضْغَةً فَخَلَقْنَا الْمُضْغَةَ عِظَاماً فَكَسَوْنَا الْعِظَامَ لَحْماً ثُمَّ أَنْشَأْنَاهُ خَلْقاً آخَرَ فَتَبَارَكَ اللهُ أَحْسَنُ الْخَالِقِينَ
“And olsun biz insanı, camurdan (suzulup cıkarılmış) bir ozden yarattık. Sonra onu sağlam bir karargÂhta (ana rahminde) bir nutfe hÂline getirdik. Sonra o nutfeyi, bir aleka (yapışkan ve dollenmiş yumurta) yaptık. Peşinden, o alekayı bir mudğa[1] (bir ciğnem et) hÂline getirdik; peşinden bu bir ciğnem eti, kemiklere (iskelete) cevir­dik; bu kemikleri etle kapladık. Sonra onu başka bir yaratışla (insan olarak) meydana getirdik. İşte yaratanların en guzeli[2] olan AllÂh pek yucedir.” (el-Mu ’minûn, 12-14)

Tıp ilmi, bu bilgilere ancak asrımızda ulaşabilmiştir. Kur ’Ân-ı Kerîm ’de ise; CenÂb-ı Hak, insanın yaratılış safhalarını 1400 kusur sene evvel ilmî gerceklere uygun bir sûrette haber vermiştir.

Yukarıdaki Âyet-i kerîmelerde CenÂb-ı Hak, insanın ibretlerle dolu dikkate şÃ‚yÂn yaratılış safhalarından bahsetmektedir. Bu safhaların evvelini teşkîl eden camur yÂni Hazret-i Âdem ’in yaratılışındaki toprak safhası, go­runum itibÂrıyla hicbir zarÂfeti bulunmayan değersiz bir maddedir. Bundan sonraki safhalar ise, atılmış değersiz bir su; yapışkan ve donuk bir kan pıhtısı; ağızda ciğnenmiş bir goruntu arzeden, cÂzib olmayan ve hatt tiksinti veren bir madde... Daha sonra ilÂhî kudret tecellîsiyle bir zarÂfet ve ihtişÃ‚m manzarasını teşkîl eden san ’at hÂrikası in­sanın teşekkulu... MuteÂkıben maddenin ve rûhun dinclik ve zindeliği, nihÂyet bu gelişme seyrinin tersinden tekrÂrıyla, yine geldiği yer olan toprakta curuyup kaybo­luş!.. Ardından, curumuş beden icerisinde Âdeta bir cıva damlacığı gibi curumeyen ve kendisine “acbu ’z-zeneb” adı verilen tek bir tohumdan, bir bitkinin vu­cûda geliş seyrinin sur ’atlendirilmiş şekli gibi yeniden ortaya cıkış ve diriliş!..

CenÂb-ı Hak, pek cok Âyet-i kerîmede insanı bu kesret Âlemindeki mÂcerÂnın te­fekkurune dÂvet etmektedir:


وَمَنْ نُعَمِّرْهُ نُنَكِّسْهُ فِي الْخَلْقِ أَفَلاَ يَعْقِلُونَ
“Ki­me uzun bir omur ve­rir­sek, Biz onun ya­ra­tı­lı­şı­nı (guc ve kuv­ve­ti­ni ala­rak) ter­si­ne ce­vi­ri­riz. Hic (bu man­za­ra­yı) du­şun­mu­yor­lar mı? (Bu ib­ret­li yol­cu­lu­ğu id­rÂk et­mi­yor­lar mı?) (Y­sîn, 68)


اَللهُ الَّذِي خَلَقَكُمْ مِنْ ضَعْفٍ ثُمَّ جَعَلَ مِنْ بَعْدِ ضَعْفٍ قُوَّةً ثُمَّ جَعَلَ مِنْ بَعْدِ قُوَّةٍ ضَعْفاً وَشَيْبَةً يَخْلُقُ مَا يَشَاءُ وَهُوَ الْعَلِيمُ الْقَدِيرُ
“AllÂh sizi once zayıf olarak yarattı, zayıflığın ardından size kuvvet verdi, kuvvetin ardından da tekrar bir zayıflık ve ihtiyarlık verdi. O, hakkıyla bilendir, her şeye kemÂliyle kÂdirdir.” (er-Rûm, 54)


مِنْهَا خَلَقْنَاكُمْ وَفِيهَا نُعِيدُكُمْ وَمِنْهَا نُخْرِجُكُمْ تَارَةً أُخْرَى
“Sizi o (toprak)tan yarattık, yine oraya dondureceğiz ve sizi (mahşerde) bir kez daha ondan cı­karacağız!” (TÂhÂ, 55)

Bu hakîkat gosteriyor ki, insanın cesedi, dunyÂda yaşadığı safhalarla ve kendi zÂtî durumuyla fÂnîliğe mahkûmdur. Aslolan ve ebedî olan rûh-i sultÂnîdir ki, cen­net-cehennem, saÂdet veya şekāvet yolculuğu bununla olacaktır. Hazret-i MevlÂn -kuddise sirruh- der ki:

“Cesedine yağlı ballı şeyleri az ver. Cunku tenini besleyen, nefsÂnî arzulara duşuyor ve sonunda rezîl olup gidiyor.”

“Rûha mÂnevî gıdÂlar ver. Olgun duşunuş, ince anlayış ve rûhî gıdÂlar sun da, gideceği yere, ukb Âlemine guclu, kuvvetli gitsin!”

Dipnotlar: [1] Bir ciğnem et: Âyet-i kerîmedeki bu tÂbir, asrımızda yeni keşfedilen bir Kur ’Ân mûcizesidir. İnsan yaratılışının ucuncu safhasını teşkîl eden mudğa do­nemi, sanki ciğnenmiş ve uzerinde diş izleri kalmış bir et gorunumundedir. (Geniş bilgi icin bkz. O. Nûri Topbaş, Rahmet Esintileri, s. 178) [2] Bkz. s. 7. (Mizanpajdan sonra bakılıp duzeltilecek.)

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Nebiler Silsilesi 1, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan