
Ahirete hazırlık nasıl olur? Bizi kalben Allah ’a yaklaştıran merhamet ile ilgili ibretlik kıssa.Merhamet, îmÂnın en buyuk lûtuf meyvesidir. Kur ’Ân-ı Kerîm ’de, kendisini bizlere en cok “RahmÂn” ve “Rahîm” esmÂsıyla tanıtan CenÂb-ı Hak, Peygamber Efendimiz ’i de “Raûf” ve “Rahîm” yani cok şefkat ve merhamet sahibi olarak takdîm etmektedir. Boylece O ’nun ummetinin de merhamet sÂhibi olmasını arzu buyurmaktadır.
Âyet-i kerîmede: “…Mu ’minlere (şefkat ve tevÂzû

BOSTAN ’DAN HİKAYELER Bu hususta bir mu ’minin sahip olması gereken kalbî derinlik ve inceliği, SÂdî, Bostan bir hikÂye ile şoyle îzah etmektedir:
“Bir yıl Şam ’da oyle bir kıtlık oldu ki, Âşıklar aşkı unuttular. Gokyuzu yeryuzu ne karşı oyle hasis davrandı ki, ekinler ve hurma ağacları dudaklarını bile ıslatama dılar. Ne kadar pınar varsa hepsi kurudu. Yetimlerin sıcak gozyaşlarından başka bir damla su kalmadı. Bulutlar, sanki buhar olmuştu. Bacalardan tuten ise yoksulların Âhından başka bir şey değildi. Ağaclar kurumuş, cıplak fakirlere don muştu. Guclu, kuvvetli kişiler tÂkattan duşmuş, Âciz kalmışlardı. Bahcelerde gol ge ve dağlarda yeşillik kalmamıştı.
Vaziyet boyle iken, bir gun yanıma bir dostum geldi. Bir deri bir kemik kalmıştı. HÂlbuki zengin, kudretli, şan ve şeref sahi bi, hem de cusseli bir insandı. Bu sebeple hÂlini gorunce cok şaşırdım. Kendisine:
«–Ey guzel huylu dostum; ne oldu, nasıl bir felÂkete uğradın? Gorduğum bu zayıf, bitkin ve kederli hÂlinin sebebi nedir?..» diye sordum. Dostum ise bana hayret icinde derin derin baktı. Sonra uzgun bir şekilde şoyle cevap verdi:
«–Dostum! Kederimin sebebini bilmi yorsan, bu ne gaflet! Biliyorsan nicin soru yorsun? Gormuyor musun ki, felÂket son raddeye vardı. Ne gokten yere yağmur iniyor, ne yerden goklere, Âh edenlerin feryÂdı yukseliyor!» Ona dedim ki:
«–Biliyorum! Fakat bu kıtlık, seni niye bu kadar teessure gark ediyor ki? Zehir, panzehirin bulunmadığı yerde adam oldurur. Başkası yoksulluktan olebilir. Fakat sen yoksul değilsin ki... Senin her şeyin var. Dunyayı tufan kaplasa bundan ordeğe bir zarar gelir mi?» Bunun uzerine o kemÂl ehli dostum, Âlimin cÂhile bakması gibi, once beni baştan aşağı suzdu ve sonra da bana pek gucenmiş olduğunu da ifÂde edercesine, mÂnÂlı mÂnÂlı dedi ki:
«– Farz et ki ben denizin kıyısındayım ve cok sevdiğim dostlarım da denizde boğuluyor. Soylesene, bu durumda musterih olabilir miyim? Yuzumun solgunluğu yoksulluktan değildir. Benim yuzumu sarartan, yoksulların ızdırabıdır. Akıllı bir insan ne kendisinde ne de başkalarında bir yara gormek ister. Hamdolsun benim bir yaram yok, ama başkalarında bir yara gorduğum vakit titriyorum, vucudum sarsılıyor. Zira vicdan sahibi olan, kendi ÂzÂsında bir yara gormek istemediği gibi, AllÂh ’ın diğer mahlûkÂtında da gormek istemez. Bir duşunsene, bir hastanın yanında bulunan kimse sıhhatte bile olsa ici rahat edebilir mi? Zavallı, fakir bîcÂrelerin hÂlini gordukce, yediğim her bir lokma bana zehir oluyor, dert oluyor. Hemcinslerini sefÂlette goren bir insan, gulistanda eğlenebilir mi hic? Zira ağlayan birini gorduğumde, benim de gozum nemleniyor.»”
Unutulmamalıdır ki merhamet, îmÂnımızın bu Âlemde şahidi olan ve bizi kalben Rabbimiz ’e yaklaştıran ilÂhî bir cevherdir. Merhamet, bizlere ihsÂn ve ikrÂm edilmiş olan her nimeti, bu nîmetlerden mahrum olan kimselerle gonul hoşnutluğu icinde paylaşabilmektir. Diğer bir ifÂdeyle merhamet, başkalarının mahrûmiyetini telÂfî icin, gece gunduz demeden onların yardımına koşmaktır. Bu sebeple denilebilir ki; dertli bir insan karşısında gonlun ızdırap duyması ve merhamet duygularının coşması, insanda hassas bir kalbin varlığının ilk alÂmetidir.
AHİRET HAYATINA HAZIRLIK Nitekim Âlemlere rahmet olarak gonderilen Peygamber Efendimiz ’in, bu hÂlin mustesn bir zirvesini teşkil ettiğini Cerir bin Abdullah şoyle anlatmaktadır:
“Bir gun erken vakitlerde Resûlullah ’ın huzûrunda idik. O esnÂda Mudar Kabîlesi ’nden, kılıclarını kuşanmış, perişan bir topluluk cıkageldi. Gelenlerin uzerinde kaplan derisine benzeyen, alaca cizgili basit bir aba vardı. Bu abayı delerek başlarından gecirmişlerdi. Fakat neredeyse cıplak vaziyetteydiler. Onları bu derece fakir gorunce Allah Rasûlu ’nun yuzunun rengi değişti. Hemen evine girdi. Sonra da cıkıp BilÂl ’e ezÂn okumasını emretti, o da okudu. Sonra BilÂl kÂmet getirdi ve Efendimiz namaz kıldırdı. Akabinde bir hutbe îrÂd ederek şu Âyet-i kerîmeyi okudu:
«Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan, ondan zevcesini var eden ve ikisinden pek cok kadın ve erkek meydana getiren Rabbiniz ’e hurmetsizlikten sakının! Allah şuphesiz hepinizi gorup gozetmektedir.» (en-NisÂ, 1) Sonra da şu Âyeti okudu: «Ey îmÂn edenler! Allah ’tan korkun, herkes yarın icin ne hazırladığına baksın!..» (el-Haşr, 18) Daha sonra:
«–Her bir fert altınından, gumuşunden, elbisesinden, bir olcek bile olsa buğdayından, hurmasından sadaka versin. Hatt yarım hurma bile olsa sadaka versin!» buyurdu. Bunun uzerine EnsÂr ’dan bir adam, ağırlığından dolayı neredeyse kaldırmaktan Âciz kaldığı, hatt kaldıramadığı bir torba getirdi. AhÂlî birbiri peşine sokun edip sıraya girmişti. Sonunda yiyecek ve giyecekten iki yığın oluştuğunu gordum. Baktım ki Rasûl-i Ekrem Efendimiz ’in yuzu guluyor, sanki altın gibi parlıyordu…” (Muslim, ZekÂt, 69)
Şu fÂnî hayatın sonsuz zevkini tadabilmek, Resûl-i Ekrem Efendimiz gibi, gonul bahcelerinden şefkat, merhamet, comertlik ve fedakÂrlık rayihası cıkarabilmekle mumkundur. Bu sebeple bizler de elimizdeki nîmetleri muhtaclarla paylaşalım ki, memnun ve mesrûr ettiğimiz gonuller, dunyada gonul feyzimiz, Âhirette imdÂdımız, Cennet ’te saÂdetimiz olsun. Zira kardeşlik de bunu gerektirir.
MUSLUMAN MUSLUMANIN KARDEŞİDİR Efendimiz şoyle buyuruyorlar:
“Musluman, Muslumanın kardeşidir. Ona zulmetmez, haksızlık yapmaz, onu duşmana teslim etmez. Musluman kardeşinin ihtiyacını gideren kimsenin Allah da ihtiyacını giderir. Kim bir Muslumandan bir sıkıntıyı giderirse, Allah TeÂl o kimsenin kıyamet gunundeki sıkıntılarından birini giderir. Kim bir Muslumanın ayıp ve kusurunu orterse, Allah TeÂl da o kimsenin ayıp ve kusurunu orter.” (BuhÂrî, MezÂlim, 3; Muslim, Birr, 58)
Bir Muslumanın ihtiyacını gideren kimsenin ihtiyaclarını da CenÂb-ı Hakk ’ın gidereceğinin vaad edilmesi, bu davranışın ne kadar faziletli olduğunu anlamamıza yeterli bir delil teşkil etmektedir. Diğer bir hadîs-i şerîflerinde de Peygamber Efendimiz şoyle buyurmuşlardır:
“Cennetlikler uc gruptur. Bunlar: –Âdil ve hizmetli bir devlet başkanı, –Yakınlarına ve Muslumanlara karşı merhametli ve yufka yurekli olan kişi ve –Âilesi kalabalık olduğu hÂlde haram kazanctan sakınıp kimseden bir şey istemeyen adamdır.” (Muslim, Cennet, 63)
MERHAMETİN BAŞ DUŞMANI MevlÂn Hazretleri şoyle buyurmuştur:
“Fakr u zarûret icinde boğulan gonuller, dumanla dolu bir eve benzer. Sen onların derdini dinlemek sûretiyle o dumanlı eve bir pencere ac ki, onun dumanı cekilsin, senin de kalbin yumuşayıp rûhun incelsin.” Yine Rasûlullah Efendimiz bir hadîs-i şerîflerinde şoyle buyuruyorlar:
“HayÂtım sizin icin hayırlıdır; bazı hÂdiseler yaşarsınız, bunun uzerine size ilÂhî vahiy ve hukumler indirilir. VefÂtım da sizin icin hayırlıdır. Amelleriniz bana arz edilir. Guzel bir amel gorduğumde AllÂh ’a hamd ederim, kotu bir şey gorduğumde de sizin icin AllÂh ’a istiğfar ederim.” (Heysemî, IX, 24) Bu sebeple bize duşen, amellerimizin arz edildiği Âlemler SultÂnı Efendimiz ’i hoşnûd edecek olan guzel ameller sergileyebilmektir. Cunku O ’nu tebessum ettirebilmek, CenÂb-ı Hakk ’ın rızÂsına nÂil olmak demektir. Baktığımız zaman butun evliyÂullÂhın fÂrik vasfının da, şefkat ve merhamet olduğunu goruruz. Merhametin baş duşmanı ise, israf ve pintiliktir. İsraf, sadece kendine ve aşırı derecede harcamaktır. Bu sebeple denilmiştir ki; «İsrafta hayır, hayırda ise israf yoktur.» Hazret-i Ali (r.a.) da şoyle buyurmuştur:
“Zenginlerin israfı olcusunde fakirler ac kalır.” Cimrilik ise aslî ihtiyacından fazlasını kendine biriktirmektir. İkisi de bencillik ve hodgÂmlık tezÂhurudur. Dunya malının, ilk insandan beri kimseye yÂr olmadığı bir hakikatken, insanoğlunun birkac gunluk tasarrufuna verilmiş olan mÂl ile kibirlenmesi ve bunun neticesinde de ya cimriliğe kalkışması ya da isrÂfa suruklenmesinin, kişiyi son derece kotu bir Âkibete dûcÂr edeceği muhakkaktır. Hikmet ehli bir zÂt bunu şoyle acıklar: “Bir kul olduğunde, malı husûsunda iki musîbetle karşılaşır ki, daha once bunlar gibisini hic gormemiştir:
Birincisi; butun malının elinden alınmasıdır. Diğeri de; butun malı elinden gitmesine rağmen bunların hepsinden tek tek hesÂba cekilmesidir.” Bir insan icin, ustelik kendisine yarar sağlamayan bir maldan dolayı hesÂba cekilmek ne kadar da hazin bir durumdur. Efendimiz bu durumdakiler icin şoyle buyurmuştur:
“Yazıklar olsun, yazıklar olsun o kimseye ki, ehl u ıyÂlini hayır (servet) uzere bırakır da, kendisi Rabbinin huzûruna şerle (kazandıklarının hesap yukuyle) varır.” (Suyûtî, el-CÂmiu ’s-Sağîr, no: 9693) Yani mîrascılarına buyuk bir servet bırakır, fakat kendisi, malı helÂl yoldan kazanmadığı, malıyla hayır işlemediği ve evlÂtları da malını kotu yollarda kullandığı icin huzûr-i ilÂhîye gunahkÂr bir şekilde cıkar.
İslÂm Âlimleri de, yeryuzunun herhangi bir bolgesinde zulum goren, esir olan veya ezilen din kardeşlerine yardım etmeye muktedir olup da yardım etmeyen Muslumanların, buyuk bir gunÂha girecekleri husûsunda ittifak hÂlindedirler. VelhÂsıl Yuce Rabbimiz, kulundan merhamet, şefkat, diğergamlık, comertlik ve hizmetle muzeyyen bir kulluk hayatı arzu etmektedir.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, HudÂyî Bulteni, Sayı: 1
İslam ve İhsan