
CenĂ‚b-ı Hak Âdem -aleyhisselĂ‚m- ’ı yaratıp rûhundan ufledikten ve ona isimleri tĂ‚lim buyurduktan sonra meleklere yonelerek Hazret-i Âdem ’e secde etmelerini emretmiştir.
Bu husus, Ă‚yet-i kerîmelerde şoyle anlatılmaktadır:
وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلاَئِكَةِ إِنِّي خَالِقٌ بَشَراً مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَإٍ مَسْنُونٍ. فَإِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ فِيهِ مِنْ رُوحِي فَقَعُوا لَهُ سَاجِدِينَ. فَسَجَدَ الْمَلآئِكَةُ كُلُّهُمْ أَجْمَعُونَ. إِلاَّ إِبْلِيسَ أَبَى أَنْ يَكُونَ مَعَ السَّاجِدِينَ. قَالَ يَا إِبْلِيسُ مَا لَكَ أَلاَّ تَكُونَ مَعَ السَّاجِدِينَ. قَالَ لَمْ أَكُنْ ِلأَسْجُدَ لِبَشَرٍ خَلَقْتَهُ مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَإٍ مَسْنُونٍ
“Hani Rabbin meleklere demişti ki: «Ben muhakkak kupkuru bir camurdan, şekillenmiş kara balcıktan bir insan yaratacağım. Ona şekil verdiğim ve rûhum­dan uflediğim zaman, derhal onun icin secdeye kapanın!» Meleklerin hepsi de hemen secde ettiler. Fakat iblîs hĂ‚ric! O, secde edenlerle beraber olmaktan kacındı. AllĂ‚h: «Ey iblîs, sana ne oldu ki secde edenlerle berĂ‚ber olmuyorsun?» buyurdu. İblîs: «Benim, kuru bir camurdan, şekillenmiş balcıktan yarattığın insana secde etmem mumkun değildir.» dedi.” (el-Hicr, 28-33)
Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de bu hĂ‚diseye, siyak ve sibĂ‚kı itibĂ‚riyle farklı olarak yedi sûrede yer verilmektedir ki bu da mevzûun ehemmiyetini gostermektedir. Burada cok muhim bir tĂ‚limat mevcuttur: İblîs, AllĂ‚h ’ın emrini dikkate almamış, kendi nefsĂ‚nî arzuları istikĂ‚metinde hareket etmiştir. Kendi mantıkî olculerini ve aklî kıyĂ‚sını, AllĂ‚h ’ın emrinin onune gecirmiştir. Dolayısıyla kul da kendi akıl, mantık ve kanaatini AllĂ‚h ’ın emrinin onune gecirdiği takdirde iblîs ’in duştuğu hatĂ‚ya dûcĂ‚r olur. HĂ‚lbuki Ă‚yet-i kerîmede boyleleri hakkında şu îkĂ‚z-ı ilĂ‚hî vĂ‚rid olmuştur:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لاَ تُقَدِّمُوا بَيْنَ يَدَيِ اللهِ وَرَسُولِهِ وَاتَّقُوا اللهَ
“Ey îmĂ‚n edenler! AllĂ‚h ’ın ve Rasûlu ’nun onune gecmeyin! AllĂ‚h ’tan korkun...” (el-HucurĂ‚t, 1)
ŞEYTAN NEDEN SECDE ETMEDİ?
Hak TeĂ‚lĂ‚ Şeytan ’a, secdeden uzak durmasının sebebini sorarak:
قَالَ يَا إِبْلِيسُ مَا مَنَعَكَ أَن تَسْجُدَ لِمَا خَلَقْتُ بِيَدَيَّ
“«–Ey iblîs, iki elimle yarattığıma secde etmekten seni men eden nedir?» buyurdu…” (SĂ‚d, 75)
Bu Ă‚yette zikredilen “iki el”, AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚ ’nın kudretini ifĂ‚de etmektedir. Bu ifĂ‚de aynı zamanda CenĂ‚b-ı Hakk ’ın insana verdiği ehemmiyeti gostermektedir. Yine bu ifĂ‚denin îşĂ‚rî bir mĂ‚nĂ‚sını, Muhyiddîn-i Arabî Hazretleri şoyle bildirmiştir:
“İki el, Hakk ’ın celĂ‚l ve cemĂ‚l tecellîleridir. İnsanın cesed yapısı, nefsĂ‚nî ve halk tarafı celĂ‚l tecellîsi; rûhĂ‚nî ve Hak tarafı ise cemĂ‚l tecellîsidir. İnsanda bu iki esmĂ‚ cem olmuş durumdadır. İblîs ’te ise yalnız celĂ‚l tecellîsi bulunduğundan cemĂ‚l tecellîsinden mahrumdur.”
"ALLAH ÂDEM'İ KENDİ SÛRETİNDE YARATTI"
Hadîs-i şerîfte buyrulmuştur:
“(Her turlu sûret ve tasavvurdan munezzeh olan) AllĂ‚h, Âdem ’i kendi sûre­tinde yarattı.” (Muslim, Birr, 115)
Bu hadîs-i şerîfte ifĂ‚de edilen hakîkat, cismĂ‚nî sûret değil, bĂ‚tınî ve mĂ‚nevî sûrettir. Cesed ve nefs tarafı değil, rûh ve sır tarafıdır.
Eğer Hazret-i Âdem ’de bu ilĂ‚hî tecellîlerin butunuyle tezĂ‚huru olmasa ve kendisinde diğer yaratıklardan farklı ve ustun vasıflar bulunmasaydı, halîfe ola­mazdı, olsa da bu vazîfesini îfĂ‚ edemezdi. Ancak Ă‚lemde hilĂ‚fet mukellefiyetini ye­rine getirebilmek, tezkiye-i nefs, tehzîb-i ahlĂ‚k ve tasfiye-i rûh safhalarından gecerek tekĂ‚mul etmiş bulunan insan-ı kĂ‚mile Ă‚ittir.
Eğer insan, hidĂ‚yet, istikĂ‚met, îmĂ‚n, ikrĂ‚r, kabûl ve teveddud (muhabbetle dostluk etmek) gibi “HĂ‚dî” tecellîlerini tekĂ‚mul ettirip hayĂ‚tında on plĂ‚na cıkarırsa, meleklerden bile ustun bir seviyeye yukselir. Aksine onda, idlĂ‚l, hîle, kufur, inkĂ‚r, hased, kibir ve tasallut gibi “Mudill” ism-i şerîfinin tecellîleri gĂ‚lip gelirse, hayvan­lardan da aşağı bir derekeye duşer. Nitekim AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚ Ă‚yet-i kerîmede buyurur:
وَلَقَدْ ذَرَأْنَا لِجَهَنَّمَ كَثِيراً مِنَ الْجِنِّ وَاْلإِنسِ لَهُمْ قُلُوبٌ لاَ يَفْقَهُونَ بِهَا وَلَهُمْ أَعْيُنٌ لاَ يُبْصِرُونَ بِهَا وَلَهُمْ آذَانٌ لاَ يَسْمَعُونَ بِهَا أُولـئِكَ كَاْلأَنْعَامِ بَلْ هُمْ أَضَلُّ أُولـئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ
“And olsun ki biz, cinlerden ve insanlardan bircoğunu (kendi irĂ‚deleri ile hak edeceklerinden) cehennem icin yaratmışızdır. (Cunku) onların kalbleri vardır, bunlarla idrĂ‚k etmezler; gozleri vardır, bunlarla gormezler; kulakları vardır, bunlarla işitmezler! İşte onlar, hayvanlar gibidir; hattĂ‚ daha da aşağıdırlar. İşte onlar, gĂ‚fillerin ta kendileridir.” (el-A ’rĂ‚f, 179)
ŞEYTANIN KİBRİ
Şeytan ’ın Hazret-i Âdem ’e secde etmemesi, şahsiyetinde meknûz olan kibir ve azametin tezĂ‚huru idi. ZîrĂ‚ o, bir zamanlar meleklere hocalık edecek derecede ilim sĂ‚hibi idi. Bu sebeple mumtaz bir mevkîi vardı.
Bu nuktede, ilim ve makĂ‚mın insan­larda benlik duygusunu tahrîk etmek gibi bir tehlikesinin olduğu bildirilmektedir. Bununla birlikte, bir de AllĂ‚h ’a itaat icin tek başına ilmin kifĂ‚yetsizliğine işĂ‚ret vardır. Şeytan, parlak, du­mansız ateşten yaratılmış olan cin tĂ‚ifesindendi. Mahdud aklına gore bir kıyas yaptı ve kendisinden yaratıldığı dumansız parlak ateşin, Hazret-i Âdem ’in yaratıldığı balcığa ustunluğunu iddiĂ‚ etti. Cunku kendinde bir varlık ve şeref vehmediyordu. Aslî cevheri itibĂ‚riyle daha değerli olan bir menşe ’den vucûda gelen ve (kendine gore) daha şerefli olan(!) bir varlığın menşe ’ itibĂ‚riyle daha dûn (alcak) olan Âdem ’e secde etmesini kendisi icin zillet addeyledi. Bu keyfiyet de, hakîkate vusûl icin aklın kifĂ‚yetsizliğine işĂ‚rettir.
CENÂB-I HAKK'IN EMRİ KARŞISINDA KIYAS YAPILMAMALI
Buradan anlaşıldığına gore CenĂ‚b-ı Hakk ’ın emri karşısında kıyas yapılmamalıdır. Nassa aykırı yapılan kıyaslar bĂ‚tıldır, fĂ‚sittir ve ona îtibĂ‚r edilmez. Şeytan işte bu hatĂ‚ya duşmuştur. Kaldı ki şeytanın iddiĂ‚ ettiği, “ateşin topraktan ustunluğu” bile izĂ‚fîdir. ZîrĂ‚ toprağın ateşten ustun pek cok yonu de bulunmaktadır. Fakat muhim olan bunları kıyaslamak değil, Hakk ’ın emrine itaat etmektir. Şeytan ’ın buradaki asıl gunĂ‚hı Hakk ’ın hukmu dışında hukum koymaya kalkışmasıdır. Nitekim iblîs, CenĂ‚b-ı Hakk ’a karşı buyuk bir cur ’et ve ahmaklık icinde:
قَالَ أَنَا خَيْرٌ مِنْهُ خَلَقْتَنِي مِنْ نَارٍ وَخَلَقْتَهُ مِنْ طِينٍ
“…«Ben ondan daha ustunum. Cunku beni ateşten, onu ise camurdan yarattın.» dedi.” (el-A‘rĂ‚f, 12)[1]
Şeytan, Hazret-i Âdem -aleyhisselĂ‚m- ’ın camurunu gordu, yuceliğini gore­medi. Bu dunyĂ‚ya Ă‚it camuru seyretti, fakat oteki Ă‚leme Ă‚it olan mĂ‚neviyĂ‚tına Ă‚mĂ‚ oldu. Şeytan ’ın bilemediği taraf, insanın “Hakk ’ın halîfesi” (halîfetullĂ‚h) olma­sıydı. Cunku o, Hazret-i Âdem -aleyhisselĂ‚m- ’ı nefsinin gozuyle değerlendirmişti. Boylece idrĂ‚ki, Hazret-i Âdem ’in maddesinden oteye gecememişti. Olcuyu Hak ’tan değil, nefsinden almıştı. Bu yuzden şaşırdı, hissiyĂ‚tıyla hareket etti. O Ă‚na kadar arzusu dışında hissiyĂ‚tına dokunan bir teklifle karşılaşmamış olan ve boyle bir imtihĂ‚n gecirmemiş bulunan iblîs, ilĂ‚hî hikmeti kavrayamadı. Nefsinin girdapları arasında boğulup perişan bir şekilde AllĂ‚h ’a Ă‚sî oldu.
ŞEYTANIN CENNETTEN KOVULMASI
İblîs, Hazret-i Âdem ’e kendi ustunluğunu kaybetmemek endişesi ile secdeden kacınmış, azgın nefsine boyun eğmişti. Ancak bu tavrı ile, korktuğundan daha kotu bir hĂ‚le duştu, acı bir şekilde AllĂ‚h ’ın ona lutfettiği o yuce makamdan kovuldu. Bir zamanlar aralarında buyuk bir îtibar sĂ‚hibi bulunduğu melek­lerin yanından bedbahtlık cukurlarına yuvarlanarak rezîl oldu. Nitekim iblîs ’in isyĂ‚nı uzerine AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚:
قَالَ فَاخْرُجْ مِنْهَا فَإِنَّكَ رَجِيمٌ. وَإِنَّ عَلَيْكَ اللَّعْنَةَ إِلَى يَوْمِ الدِّينِ
“«Oyle ise cık oradan! Sen artık kovulmuş (bir şeytan­sın). Muhakkak ki, kıyĂ‚met gunune kadar lĂ‚net, senin uzerine olacaktır!» buyurdu.” (el-Hicr, 34-35)
Ayrıca A‘rĂ‚f Sûresi ’nin 13. Ă‚yetinde de AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚ iblîs ’e:
قَالَ فَاهْبِطْ مِنْهَا فَمَا يَكُونُ لَكَ أَنْ تَتَكَبَّرَ فِيهَا فَاخْرُجْ إِنَّكَ مِنَ الصَّاغِرِينَ
“«Oyleyse in oradan! Orada buyukluk taslamak senin ne haddine! Cık! Cunku sen aşağılıklardansın!» buyurdu.”[2]
Boylece şeytan -aleyhillĂ‚ne-, Hazret-i Âdem ’e ustunluk dĂ‚vĂ‚sı guderken, melekler arasındaki yerini de kaybetti. HayĂ‚tından endişe etti ve AllĂ‚h ’a yalvararak:
قَالَ رَبِّ فَأَنْظِرْنِي إِلَى يَوْمِ يُبْعَثُونَ
“«Ey Rabbim, o hĂ‚lde (varlıkların) tekrar diriltileceği gune kadar bana muhlet ver!» dedi.” (el-Hicr, 36)[3]
İlĂ‚hî hikmet îcĂ‚bı bu izin kendisine verildi:
قَالَ فَإِنَّكَ مِنَ الْمُنْظَرِينَ. إِلَى يَومِ الْوَقْتِ الْمَعْلُومِ
“AllĂ‚h: «Sen bilinen bir vakte kadar kendilerine muhlet verilenlerdensin!» bu­yurdu.” (el-Hicr, 37-38)[4]
Dipnotlar: [1] Ayrıca bkz. el-Hicr, 33; SĂ‚d, 76. [2] Ayrıca bkz. SĂ‚d, 77-78. [3] Ayrıca bkz. el-A ’rĂ‚f, 14. [4] Ayrıca bkz. el-A ’rĂ‚f, 15.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Nebiler Silsilesi 1, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan