AllÂh ’ın irÂdesi, butun oluşlarda mevcuttur. O ’nun irÂde ve kudretinin dÂhil olmadığı hicbir şey gercekleşemez. Bir toz bile yerinden kalkamaz ve kucuk bir sineğin kanadı bile kıpırdayamaz.
KADER VE KAZÂ NEDİR?

Allah TeÂlÂ, sonsuz ilim sahibi olduğundan, olmuş ve olacak her şeyi bilir. Olacak bir şeyin CenÂb-ı Hak tarafından ezelde yazılması “kader”, onun gercekleşmesi ise “kaz”dır.

Kaderin, beşerî olculerle lÂyıkıyla anlaşılması mumkun değildir. Bu sebeple de pek cok kereler suistimÂl edilmiştir. Onun icin bu mevzuda derinleşmek, kişiye hicbir şey kazandırmaz. Zira:

“Gaybın anahtarları AllÂh ’ın yanındadır; onları O ’ndan başkası bilmez...”[1] beyÂn-ı ilÂhîsi kader mevzuunda derinliğe musÂade etmez.

HAZRET-İ MÛSÂ İLE HAZRET-İ HIZIR KISSASI

ZÂten gormeyen bir insana, nasıl renk tÂrif edilemez ise, beşerî idrÂkle de boyle keyfiyetlerin sırrına erilemez. Ancak CenÂb-ı Hakk ’ın ledunnî ilim verdiklerinin bir nebze nasîbi olabilir. Kur ’Ân-ı Kerîm ’de beyÂn buyrulan şu hÂdise, bunun en bÂriz bir misÂlidir:

CenÂb-ı Hak, Mûs -aleyhisselÂm- ’ı, ledunnî ilme sahip olan Hızır -aleyhisselÂm- ’a gonderir ki bu ilmi ondan tahsîl etsin.[2] Bu ilim, sebeplerin ve bahÂnelerin otesinden, yani Levh-i Mahfûz ’dan bir pırıltı aksettiren ilimdir. Hazret-i Mûs ile Hazret-i Hızır, yolculuğa cıkarlar. Yolculukta Mûs -aleyhisselÂm- ’ı hayret ve dehşete duşuren bÂzı hÂdiseler yaşanır. Hızır -aleyhisselÂm-, bindikleri bir gemiyi delerek ona zarar verir. Sonra rastladıkları bir erkek cocuğu, ortada hicbir sebep gorunmediği hÂlde oldurur. Daha sonra da vardıkları bir koyun halkından yiyecek isterler, fakat kendilerine hicbir şey veren olmaz. Hızır -aleyhisselÂm- ise o koyde gorduğu yıkılmak uzere olan bir duvarı, hicbir ucret almadan tamir eder.

Mûs -aleyhisselÂm-, kader sırrına ve hÂdiselerin istikbÂldeki neticelerine vÂkıf olmadığı icin, bu olup bitenlere bir turlu mÂn veremez ve her defasında Hızır -aleyhisselÂm- ’a îtiraz eder. NihÂyet Hızır -aleyhisselÂm- yolculuğun sonunda hÂdiselerin ic yuzunu îzah eder:

ZÂhiren, geminin delinmesi, sahiplerine karşı haksızlık ve zulumdur; hakîkatte ise o fakir gemicilerin gecim vÂsıtası olan bu geminin gasbına mÂnî olmaktır. Zira o geminin peşinde, sağlam gorduğu her gemiyi gasp eden bir kral vardı.

ZÂhiren, cocuğun oldurulmesi, bir cinÂyettir; hakîkatte ise, hem onun hem de sÂlih birer kul olan ebeveyninin Âhiret hayatlarının korunmasıdır. Zira o cocuk yaşasaydı ileride anne-babasını azgınlık ve nankorluğe surukleyecek, hem kendisinin hem de anne-babasının Âhiretini mahvedecekti.

ZÂhiren, kendilerine iyi davranmayan koylulerin duvarının ucretsiz yapılması, mantığa terstir; hakîkatte ise, iki mazlum yetime Âit emÂnetin muhÂfazasıdır. Zira o duvarın altında yetim cocuklara Âit bir hazine vardı. Duvar yıkılsa hazine ortaya cıkacak, haksız ellerin malı olacaktı. CenÂb-ı Hak ise o hazineyi, buyuduklerinde o yetimlerin bulmasını murÂd ediyordu.

PEYGAMBERİMİZİN KADER TARTIŞMALARI HAKKINDAKİ HADİSİ

Bu hÂllerin sırları, ancak ledunnî (Hak vergisi) bir ilimle ortaya cıkmaktadır. Bu sebeple kaderin sırrı, sırf akılla idrÂk edilemez. Cunku kaderi butunuyle kavramak, beşer idrÂkinin uzerinde bir keyfiyettir. Bunun icindir ki Allah Rasûlu -sallÂllahu aleyhi ve sellem-, kadere îmÂn etmekle iktif etmemizi emir buyurmuş ve bu hususta yersiz munÂkaşalardan menetmiştir. Kader hakkında tartışan bir gruba rastladıklarında onlara:

“–Siz bununla mı emrolundunuz? Yoksa ben size bunun icin mi gonderildim? Sizden oncekiler bu meselede munÂzara ettiklerinden (tartıştıklarından) dolayı helÂk oldular. Sakın, sakın bu meseleyi munÂkaşa etmeyiniz!” buyurmuşlardır. (Tirmizî, Kader, 1/2133)

Dipnotlar: [1] el-En ’Âm, 59. [2] Bkz. el-Kehf, 60-82; BuhÂrî, Tefsîr, 18/2-4.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Din İslÂm, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan