İnsan, hakka ve hakîkate mutemÂyil olarak yaratılması sebebiyle, mechûle rız gostermez. DÂim hakîkati merak edip araştırarak mÂlûmun peşinde koşar. Zira bilmediği ve bilemeyeceği şeyler onu rûhen muzdarip kılar.
Tarih boyunca insan idrÂkini en cok meşgul eden en buyuk muamm ise, “olum” ve “Âhiret Âlemi”ne dÂir mechuller olmuştur.

Hakîkaten insanlar -hayat şartları ne olursa olsun- olum karşısında muşterek bir ıztırap icindedirler. Butun hayat yollarının done dolaşa olum ufuklarında kayboluşu, gonulleri derinden derine sızlatır.

Herkesi, “hayat” mûcizesinden daha muthiş ve ateşli bir girdap hÂlinde saran “olum” vÂkıası, bu dunyada -istisnÂsız- butun başlara cokecek en cetin hakîkat olduğu icin, ona dÂir mechulleri mÂlûma bağlamak, beşerî gÂyelerin en başında gelir.

Zira hayat, beşikle tabut arasındaki mesÂfeye sığmayacak kadar ulvî bir hakîkattir. İnsanların idraklerinde zuhûr eden “Hayat nedir?” suÂline, yalnızca toprağın rutûbeti ve mezar taşlarının katılığı cevap olarak yukselecekse, boyle gÂfilÂne bir hayattan daha acı ne olabilir?!

OLUM VE SONRASINDAKİ HAYAT SADECE AKILLA İDRAK EDİLEMEZ

Sırf akılla ve beşer duşuncesiyle kavranmasına imkÂn bulunmayan olum ve sonrasına dÂir istikbÂl duğumunu, ancak vahyin kudreti cozebilir.


Hayat nedir?Bu cihan nicin yaratıldı?Bu dunyaya geliş ve ondan kabir Âlemine akış nedendir?Olumden sonra neler olacaktır?

Butun bu suallerin cevÂbını en tatminkÂr şekilde veren dîn, ancak İslÂm ’dır. İnsanı muzdarip kılan olum ve Âhirete dÂir karanlık noktaları en guzel şekilde aydınlatarak insanlığı huzura kavuşturan yegÂne dîn, İslÂm ’dır.

HAYATIN GÂYESİ

Hayatın gÂyesi, Kur ’Ân ve Sunnet hakîkatlerinin gonul feyzi ve mÂnevî huzuru icinde yaşayarak ebedî saÂdete nÂil olabilmektir. Dunya; ekip dikme, Âhiretse ektiğini bicme yeridir. İnsan bir ebediyet yolcusu, dunya bir misafirhÂnedir. Yani dunya, ebedî saÂdeti kazanmak icin gelinen fÂnî bir imtihan diyÂrıdır. Esas hayat; Cennet ’iyle, Cehennem ’iyle ebedî bir Âhiret hayatıdır.

İşte butun peygamberlerin ve bilhassa son peygamber Hazret-i Muhammed Mustafa -sallÂllahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in verdiği bu istikbÂl haberi, insanlık tarafından teşekkurlerle, minnetlerle karşılanması îcÂb ederken -ne yazık ki- nice gÂfiller tarafından alaylar, hakÂretler ve bîgÂneliklerle mukÂbele gormuştu. Yaratılış hikmet ve gÂyesinin zıddına bir hayat yaşayan muşrikler ve munkirler, Rasûlullah r Efendimiz ’in vahiy yoluyla bildirdiği Âhiret haberini once hayret ve şaşkınlıkla karşılamış, sonra da nefsÂnî yaşayışlarına ters duşen bu ebedî kurtuluş dÂvetine, muthiş bir inat ve yuz kızartıcı bir menfîlikle sırt cevirmişlerdi.

Zira İslÂm, getirdiği hayat nizÂmı ile, muşriklerin nefsÂnî azgınlıklarına son veriyor, haktan, adÂletten, kıyÂmetten, yeniden dirilip hesap vermekten, yapılan kotuluk ve haksızlıkların cezÂsız kalmayacağından bahsediyordu.

Zihinlerde Âdeta zehirli bir yılan gibi coreklenen ve kımıldadıkca insanı tedirgin kılan “olum” ve “sonrası”na dÂir sualler, -vahyin ve peygamberlerin irşÃ‚dından uzak kalanlar tarafından- her devirde turlu bÂtıl telÂkkîlerle susturulmak, bastırılmak ve şuuraltına hapsedilmek istenmiştir.

KACIŞ PSİKOLOJİSİ

Şuphesiz ki bu hÂl, insan nefsinin hoyratlığı sebebiyle hesabını vermekten hoşlanmadığı gerceklerin mÂnevî ağırlığı altında ezilmemek icin başvurduğu bir “kacış psikolojisi”nin tezÂhurudur. Fakat hicbir gercek, ondan kacmak veya onu yok farz etmekle bertaraf olmaz. BilÂkis insan, boyle boş tesellîlerle oyalanarak ve sefÂletini saÂdet zannederek ancak kendini kandırmış olur. Gunun birinde olume hazırlıksız yakalanmaktan, AzrÂil ’e gÂfil avlanmaktan ve -nefsi hic istemese bile- ebedî hayatın cetin surprizleriyle karşılaşmaktan kurtulamaz…

Yaşayanlar icin olumden ehemmiyetli bir hÂdise olmadığına gore, ona dÂir ilÂhî haberlerdeki azametin de lÂyıkıyla kavranması îcÂb eder. Nitekim Kur ’Ân-ı Kerîm, butun semÂvî dinlerin ittifakla haber verdiği Âhiretten, “Nebe-i Azîm: Buyuk Haber” diye bahsetmiş ve onu aklî, hissî, ahlÂkî turlu delillerle îzah etmiştir.

VAHYİN SESİNE KULAK VERENLER

Vahyin sesine kulak vererek Âhiret haberinin azametini lÂyıkıyla idrÂk edebilenler, fÂnî ve gecici nîmetlere aldanmaktan kurtulmuşlar, yalancı istikbÂlden, gercek ve ebedî istikbÂle yonelmişlerdir. Onlar idrÂk etmişlerdir ki, salkım salkım yıldızlı Âvizelerle suslenmiş gokler, turlu ziynet ve ihtişam icinde bezenmiş yeryuzu, asl gÂyesiz ve tesÂdufî bir kuruluş manzarasını vermiyor. BilÂkis her zerresinde nice sır ve hikmetlerin gizli bulunduğunu, idrÂki olanlara hÂl lisÂnıyla telkin ediyor.

Hakîkaten, beşer idrÂk ve zevkinin otesinde, Âdeta bir gelin odası hassÂsiyet ve îtinÂsı ile doşenmiş olan bu kÂinat, -bitkileriyle, hayvanlarıyla, insanlarıyla, cemÂdÂtıyla- en kucuk hucrelerine, zerrelerine, hatt atom icindeki elektron ve proton gibi esrarlı unsurlarına kadar, ilÂhî kudret ve azamet tecellîlerinin vitrini mesÂbesindedir.

İşte vahyin ışığında kendisine, hayata, kÂinÂta ve hÂdisÂta ibret ve hikmet nazarıyla bakan bir insan derhÂl anlar ki butun bu varlıkların var oluşu, varlıklarını devam ettirişi ve nihayet fÂnîliğe mahkûm oluşunda zÂhir olan ilÂhî kudret ve saltanat karşısında Âhiretin imkÂnsızlığından bahsetmek, son derece gulunc ve tuhaf bir iddiÂdır.

OLUMDEN İBRET ALINMAYARAK YAŞANAN BİR HAYAT

Unutmamak gerekir ki olumden ibret alınmayarak yaşanan bir hayat, karanlık bir musîbet gecesinden farksızdır. Ebedî saÂdet guneşi, ilÂhî hakîkatler ışığında ve Hakk ’a kulluk uzere yaşanmış bir hayÂtın sonunda gelen olumle doğar. Bundan dolayıdır ki İslÂm dîni, olumu dÂim hatırlayıp ona hazırlıklı bulunmayı, boylece olumun urkutucu hÂlini bertaraf edip onu guzelleştirmeyi tavsiye etmiştir. MevlÂn Hazretleri ’nin ifÂdesiyle olumu Âdeta bir “şeb-i arûs”, yani bir “duğun gecesi” surûruyla karşılayabilmenin yollarını tebliğ etmiştir.

Ne mutlu, olum ve Âhiret muammÂlarını ic Âleminde vahyin nûruyla cozebilen, olume lÂyıkıyla hazırlanıp Âhiretini ebedî bir saÂdete donuşturmenin gayreti icinde yaşayan sÂlih mu ’minlere…

CenÂb-ı Hak cumlemizi, İslÂm ’ı en guzel şekilde oğrenip yaşayarak rızÂsına nÂil olan ve hem dunyada gonul huzûrunu hem de Âhirette ebedî saÂdeti kazanan kullarından eylesin…

Âmîn!

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Din İslÂm, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan