Son zamanlarda Musluman entellektuellerde ahlakı dinden ayrı olarak mutalaa etme eğilimi gozlenir oldu.
Ahlak butun dinlerin ustunde, etik de butun ahlak anlayışlarının ustunde insanlığın belirli ilkelerde dik duruşudur denilir oldu. Bu anlayış, bilinc bolunmesinin birinci adımıdır. İkinci adım hemen sonra gelecektir. Muslumanlar ahlaklı olmada gayr-i muslimlerin gerisinde kaldı yanılsaması ikinci aşamadır. Gayr-i muslimler ahlakda Muslumanları gecmişmiş. Mesela yalan soylememede gayr-i muslimler Muslumanlardan onde imiş. Batının sadece teknik alanda değil, ahlakta da ilerleyişini model almalıymışız. Bu cumlelerin neresinden tutup bir yere varabiliriz ki? İslamî bilinc bolunmesi diyebileceğimiz bir hÂl zuhur etmiştir.

MUSLUMANLARIN KIBLESİ

Bilgi ile bilincin ayrı şeyler olduğunun farkında olmak gerekir. Mesela Kabe ’yi coğrafi ve geometrik olarak tanıtmak bir bilgidir. Muslumanların kıblesi oluşunu hissederek anlayabilmek, bilginin bilince donuşmuş halidir. Kabe, butun muslumanların teveccuhunu toplayan ve konumunun belirlenişi tevkîfî olan bir mekÂndır. İlmihal kitaplarımızda iman, ibadet, ahlak ve muÂmelat bolumleri altında İslam dini anlatılır. Bu bolumlerin hepsi salt bilgi değil, aynı zamanda bilinc olarak da idrak edilmesi gereken bolumlerdir. İman lafzî bir tekrar değil, hayatı değiştiren, anlam katan bir hakîkat tezahurudur.

İbadet şekilden ibaret değil, ruhsal bir aksiyondur. Ahlak bir şartlanma değil, karakter ve kişilik kazanma ve kazanılan kişiliğin surdurulmesidir. MuÂmelat ya da şerîat, ferdî ve ictimÂî hayatımızı şekillendirmesi gereken, anlamını geldiği kaynaktan alan yeryuzunun salÂhı icin zarûrî bir vÂsıtadır. Duşunce ve inanc dunyamızın kuvveden fiile gecişinin de Allah ile olmasının anlamıdır. Bunların hepsi dinin “parcalanmaz” cuzleridir.

MUSLUMAN İLİM GELENEĞİNİN TEMEL PARADİGMASI

Batı medeniyetinde tezahur eden şey, parcalara ayırma ve ilerlemesini doğrusal bir cizgide aritmetik buyumeye dayandırmadır. Bir cizgide ilerlerken karşısına cıkan her şeyi parcalara ayırmak, standart hale getirmek ve etiketlemek de bu medeniyetin karakteristik vasıfları arasında goze carpıyor. Mesela uzmanlık, hayatın her alanını minik parcalara ayırma ve o parcanın uzerinde derinleşme anlamına geliyor, akademisyenlik de dikey derinleşme uzerine kuruluyor. Bu anlayışa gore lokal bir alanda derinleşme ve o alanla ilgili son sozu soyleyebilme esastır. Mesela ateş boceğinin kanadı ile ilgili dunyada yazılmış butun literaturu ozumseyip kendi sozunu de en sonunda soylemek batıdaki standartlara uygun bir akademisyenliktir.

Cocuk hakları ile ilgili butun literaturu ozumseyip kendi sozunu soylemek te buna ornek verilebilir. Oysa Musluman ilim geleneğinin temel paradigması bundan farklıdır. Musluman ilim geleneğinde bir alanda son sozu soyleyebilme hakkı Allah ’a bırakılır. Allah ’ın bilgisine bırakılması gereken bir alanın olduğu mutlak kabul olarak bir yerde durur. İlimde rusuhdan bahseden Âyet de Allah ’ın bilgisine bırakmamız gereken bir alanın varlığına işaret eder: “İlimde rusuh sahibi olanlar iman ettik dediler”1. İlimden yola cıkarak iman etmek bilginin hudutlarının bir ucunu Allah ’a bırakmakla olur. Cunku bilgiyi biz kuşatma altına alamayız. Allah ’ın bizi bilgi ile kuşatması mustesnÂ. Allah bizi bilgi ile kuşatırsa2 onumuzu gorebiliriz. Bu yuzden İslam ’ın ilim geleneğinde ilimde derinleşme denildiğinde dikey bir derinleşmeden ziyade Allah ’a bırakılmış alanda derinleşme, O ’nun bilgisinin derinliği karşısında aczini idrak etme anlaşılır.

İSLAM MEDENİYETİNİN TESİRİ

İslam medeniyeti, butunu kaybetmeyen, ve tarihteki tezahurunu zıt kutupsal bir yorungede geometrik buyumeye dayalı tebaruz ettiren bir medeniyettir. İlerleme ve geri kalma kavramları da rekabet kavramı da İslam medeniyetinin değil, batı medeniyetinin genetik kodlarını taşır. İslam medeniyetinde Allah ’ın yarattığı gibi kendisi olmak, fıtratla birlikte olmak, fıtratla birlikte yurumek vardır. Musluman emaneti hissederek yurur, hayatını idame ettirir, eceli gelene kadar yurumesini surdurur. Fıtratı bozulmadan annesinden doğduğu gibi kalmak gerekir. İlim tahsil etse bile ummî kalmak gerekir. Cenab-ı Hakka elest bezminde verdiği sozu bozmadan kalmak gerekir. Annemizden doğduğumuz gibi kalmalıyız. Bunu başaramamış isek bizi annemizden doğduğumuz gibi tertemiz hale getirecek salih amelleri yapmaya koşmalıyız. Cunku iyilikler kotulukleri silip supurur3.

Bizim medeniyetimizde ahlakın zıtkutupsal bir tezahur olduğu tasavvuru vardır. Ahlaklı olursunuz ya da olmazsınız. Ahlakta ilerleme ya da geri kalma olmaz. Cunku ahlaki umdeler, bizi bağlayan ve fire verme luksumuzun olmadığı, vazgecme luksumuzun olmadığı şeylerdir. Bir gun icinde ağızdan cıkan yalanları aritmetik olarak azaltmanın ahlakta ilerleme olacağı şeklinde onumuze bir model sunulamaz. Soylenen yalanın nasıl bir yalan olduğu onem taşır. Bazan tek bir yalan bile kişinin cehennemi boylamasına neden olabilir. Mesela soylediği yalanla mahkemede birinin hakkının gasbına yol acan kimse Âhireti acısından buyuk bir risk almış demektir. Boyle bir davranış Âhiretteki Âkıbetini belirsizleştirmiş, karartmış olabilir.

İslam, şÃ‚hitlik dinidir. Hz. Peygamber (s.a.v.) Cebrail (a.s.) ’dan şÃ‚hid olduğu hakikatları bir emÂnet bilinci ve sorumluluğu icinde ummetine olduğu gibi nakletti. Hz. Peygamber ’e şahid olan ashÂb-ı kirÂm da bu şehÂdeti “rivÂyet” disiplini altında sonraki nesillere ulaştırdı. Her şehÂdet emÂnettir, sorumluluktur. FurkÂn suresinde “yalana şahidlik etmezler” ayetini4 sadece yalancı şahitlik etmezler şeklinde anlayamayız. Bu şehÂdet kavramı bizi şu manalara da goturur: Yanlarında yalana dayalı bir hayat kurgulanırken sessiz ve seyirci kalmazlar. Hakikat dururken sanala razı olmazlar. Beşerî onerme ve receteler, kurtuluş gibi sunulurken seyirci kalmazlar. Zihnen dağılmazlar, kalben dağılmazlar, ruhlarında yeşeren doğruları kaybetmeden yaşarlar.

CENNET İCİN YARIŞANLAR

Varılan sonucu tahlil etmeden once o sonuca goturen onculleri tartışmalıyız. Biz batı ile ahlak yarışında geri kaldık cumlesinin ne anlama geldiğini fark etmeden once iman ile ahlakı ayrıştırma girişiminin farkında olmamız gerekir. İman ile ahlakı ayrıştırırsanız temel kabulu hayatı parcalara ayırmak olan bir medeniyetin kapsama alanına girersiniz. Yaratılışını korumak, ummiliğini korumak ve kendisi gibi olmayı surdurmek. Butun bunlar doğrusal cizgide bir yarışın konusu olmaz. Kur ’an ’da “cennet icin yarışma” tabirini goruyoruz. “Cennet icin yarışma”5 ile “dunya icin yarışmanın”6 birbiriyle yarıştırılmasının anlamı yoktur.

Dunyayı tercih edenler ile ahireti tercih edenlerden hangilerinin kÂrlı cıkacağı obur dunyada belli olacak bir konudur. Boyle bir “yarışma kurgusu” kuffara karşı ezilmiş ve yenilmiş olmayalım gibi iyi niyetli bir duşuncenin mahsulu de olabilir. Bu duşuncenin hareket noktası şu: Cennet icin yarışanlar, dunya icin yarışanlardan bu dunyada daha aşağı ve zillet icinde olmasınlar. Boyle bir duşunce kurgusunun gizli dunyevileşmeyi doğuracağından endişe etmek gerekir. Cunku boyle bir yarışmanın kurgulanışı sekuler bir paradigmaya dayanmaktadır. Bu paradigma da dunyadaki zillet ve aşağılanmanın ya da şaşaa ve saltanat icinde yukselişin rovanşlarının bu dunyada beklenmesidir. Oysa musluman icin hayat tek perdeli bir oyun değildir. Hayat tek perdeli zannına bir an bile kapılmamız sekulerleşmenin bir virus gibi icimize girdiğini gosterir. Dunya hayatının bize yakın olan ve idrak ettiğimiz perdesi, ahiret ise idrak edeceğimiz perdesidir. İki perdeyi birlikte mutalaa etmezsek bilinc bolunmesi yaşarız.

Musluman hayatın butun vechelerine tevhid penceresinden bakma alışkanlığını surdurmek durumundadır. Bizim ahlakımız imanımıza dayanır ve ondan ayrılamaz. Bilinc bolunmesi musluman entellektueller icin ciddi bir tehdit ve tehlikedir.

Dipnotlar: 1) Âl-i İmrÂn(3), 7. 2) Cinn (72), 28. 3) Hûd(11), 114. 4) FurkÂn(25), 72. 5) Mutaffifîn(83), 26. 5) Nahl(16), 107.
Kaynak: Şemseddin Kırış, Altınoluk Dergisi, Sayı: 357
İslam ve İhsan