
İnsan aklı; gokleri, yeri ve ikisinin arasındakileri yoktan var eden Allah TeÂl ’yı kÂmil mÂnÂda idrÂk edemez. Zira beşerî ilmin yolu, beş duyu, akıl ve kalptir. Butun bu idrak kÂbiliyetlerinin kudreti ise sınırlıdır. Kudret ve selÂhiyeti sınırlı olan vÂsıtalarla BÂkî, Mutlak, Ezelî ve Ebedî olan bir varlık kavranamaz.
ALLAH'I ZÂTI İTİBARIYLA TEFEKKUR EDEMEYİZ
Mahdut vÂsıtalarla olan idrak, ancak mahdut olarak gercekleşebilir. Zira sınırlı olanın sınırsızı idrÂki mumkun değildir. Okyanustan ancak kabımız kadar su alabiliriz. Şu hadîs-i şerîf, bu gerceği ne guzel hulÂsa eder:
“(Hızır -aleyhisselÂm- ’ın, Mûs -aleyhisselÂm- ’a acÂip, garÂip ve hikmeti mechul hÂdiseler gosterdiği seyahat esnÂsında), bir serce kuşu gelerek, bindikleri geminin kenarına kondu. Sonra denizden gagasıyla su aldı. Hızır -aleyhisselÂm-, bu manzarayı Mûs -aleyhisselÂm- ’a gostererek şu teşbihte bulundu:
«–AllÂh ’ın ilmi yanında senin, benim ve butun mahlûkÂtın ilmi, şu kuşun denizden gagasıyla aldığı su kadardır.»” (BuhÂrî, Tefsîr, 18/2-4)
Bu sebeple CenÂb-ı Hakk ’ı zÂtı itibÂrıyla duşunup tefekkur etmeye kalkışmak, birtakım hayaller ve evhamlardan ote bir şey kazandırmaz ve sÂlim inancı zedeler. Zira gozun bir gorme mesÂfesi vardır. Kulağın işitme mesafesi vardır. Vucuttaki her ÂzÂnın mahdut bir guc ve tÂkÂti vardır. Aynı şekilde aklın da bir hudûdu vardır ve onun otesinde başka Âlemler bulunmaktadır. Aklın mesÂfesi aşılırsa akıl infilÂk eder ve cinnet hÂli meydana gelir. Bu sebeple Allah Rasûlu -sallÂllahu aleyhi ve sellem- şoyle buyurmuşlardır:
“Allah TeÂl ’nın yarattıkları ve nîmetleri uzerinde tefekkur edin, fakat ZÂt ’ı uzerinde duşunmeyin! Zira siz, O ’nun kadrini (lÂyık olduğu şekilde) asl takdîr edemezsiniz.” (Bkz. Deylemî, II, 56; Heysemî, I, 81; Beyhakî, Şuab, I, 136)
ALLAH TEALÂ DUŞUNDUĞUMUZUN OTESİNDEDİR
İbn-i Arabî Hazretleri (v. 638/1240) de şoyle buyurmuştur:
كُلُّ مَا خَطَرَ بِبَالِكَ وَاللّٰهُ وَرَاءَ ذٰلِكَ
“Allah TeÂl ile alÂkalı olarak aklına hangi duşunce gelirse gelsin, bilesin ki Allah TeÂl onun cok otesindedir.”
Zira CenÂb-ı Hakk ’ın bir sıfatı da “MuhÂlefetun li ’l-havÂdis: Sonradan yaratılan varlıklara benzememek”tir.
Ancak sıfattan mevsûfa, eserden muessire, sanattan sanatkÂra ve sebepten musebbibe gecerek CenÂb-ı Hakk ’ın azamet, kudret ve rahmetini idrÂk etmeye calışmak, her zaman teşvik edilmiştir. Mikrodan makroya kÂinattaki her şey, ilÂhî azametin bir aynası veya vitrini mÂhiyetindedir. Eğer idrÂk, selîm bir irÂde ve temiz bir tefekkurle CenÂb-ı Hakk ’ın sıfatları ile fiillerine (eserlerine) nazar edecek olsa, onun munkir olması asl duşunulemez. Zira inkÂr, zihnî ve fikrî faaliyet ile kalbî tahassusun bozulduğu yerde başlar. Akl-ı selîm sahibi bir kişi, kufur Âleminde gozunu acmış bile olsa, kufurden kurtulma ihtimÂli cok yuksektir. Kur ’Ân-ı Kerîm, buna ornek olarak Hazret-i İbrahim ’i gosterir. O, muşrik bir cevrede doğup buyumesine rağmen sırf zihnî sÂfiyet ve kalbî melekeleriyle Allah TeÂl ’nın varlık ve birliğini idrÂk etmiştir.
"ALLAH YOK" DİYENLER
Bu itibarla akl-ı selîmin mutlak mÂnÂda munkir olması mumkun değildir. Zira bir şeye yok demekle işin icinden cıkılamaz. İkn edici, doğru delil ve ispatlar gerekir. Hayat, kÂinÂt ve olum otesi muammÂsını cozemeyince, sadece “yok” demekle kurtulmaya calışanlar, vucut sıhhati bozulduğu hÂlde farkında olmayan kimselere benzerler. Onların ac oldukları hÂlde ac değilim demeleri, ancak hastalıklarının bir ispatıdır. Narkoze edilen hasta, uzuvlarını bir kumaş gibi kesip bicen neşteri fark etmez. Aynen bunun gibi rûhunu yuce hakîkatlere karşı hasta edip de hastalığının farkında olmayan cok kimseler vardır. CenÂb-ı Hak onlar hakkında:
“Korler, sağırlar...” tÂbirini kullanır.[1]
Zira Allah TeÂlÂ, her insanın fıtratına, inanma ihtiyÂcı ve hakîkati tanıma kÂbiliyeti lûtfetmiştir. Buna rağmen îman ve hakîkatten uzaklık, ancak rûhî bir korluk ve sağırlık sebebiyledir. Yoksa inanmayan kimsenin rûhu da AllÂh ’ı idrÂke hazırdır, ama bu husûsiyetini mÂnevî korluk ve sağırlığı sebebiyle şuur ustune cıkaramamaktadır. Tıpkı gorulup de hatırlanmayan ruyÂlar gibi... Veya kafeste doğup buyuyen ve kanatları kireclenerek ucma melekesini kaybeden bir kuş gibi…
Dikkat edilirse beşerî ve semÂvî dînlerin hepsinde “Allah inancı” vardır. Ancak bu inanc, zaman icinde tevhid muhtevÂsının dışına cıkmış olup ceşitli yanlışlıklar arz etmektedir. Bu sebeple İslÂm nazarında gecerli kabul edilmezler. Zira onların inancı; kÂinatın yegÂne Yaratıcı ’sının noksan sıfatlardan munezzeh, kemÂl sıfatlarla muttasıf ve muteÂl, yani idrÂk otesi mukemmel oluşuyla bağdaşmaz.
Allah Rasûlu -sallÂllahu aleyhi ve sellem- ’in Rabb ’inden naklettiği şu hadîs-i kudsîde, bu yanlışlıkların bir kısmı şoyle zikredilir:
“Allah TeÂl şoyle buyurdu: Âdemoğlu Ben ’i yalanladı. HÂlbuki Ben ’i yalanlamaya hakkı yoktu. Âdemoğlu Bana hakaret etti, hÂlbuki buna hakkı yoktu. Ben ’i yalanlamasına gelince; oldukten sonra onu tekrar diriltemeyeceğimi iddi etmesidir. Hakaret etmesine gelince; o da bana cocuk isnÂd etmesidir. HÂlbuki Ben zevce ve cocuk edinmekten munezzehim.” (BuhÂrî, Tefsîr, 2/8)
Dipnot: [1] Bkz. el-Bakara, 18.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Din İslÂm, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan