KÂinÂta ibret nazarıyla bakan her goz, onda bu Âyet-i kerîmelerin sayısız tezÂhur sahnelerini seyreder.
Allah TeÂl buyurur:

(Habîbim!) Gercek ilim erbÂbı, Rabb ’inden Sana indirilen ilÂhî vahyin tamÂmen hakîkatten ibaret olduğunu ve Hamîd olan AllÂh ’ın yoluna ilettiğini elbette goreceklerdir.” (es-Sebe ’, 6)

“İnsanlara ufuklarda ve kendi nefislerinde Âyetlerimizi gostereceğiz ki, onun (Kur ’Ân ’ın) hak olduğu kendilerine iyice belli olsun! Rabb ’inin her şeye şÃ‚hid olması yetmez mi?..” (Fussilet, 53)

KUDRET-İ İLÂHİYYE MİSÂLLERİ

Dunyada sadece insanlar ve hayvanlar mevcut olsaydı, havadaki butun oksijeni kullanıp karbondioksite cevirirler ve bir muddet sonra oksijenin azalmasına mukàbil gittikce artan karbondioksit ile zehirlenip yok olurlardı. Ancak bu Âlemi var eden kudret bir de bitkileri yaratmış ve onlara da karbondioksiti kullanıp oksijene donuşturme kÂbiliyeti vermek sûretiyle Âlemde bir denge ve devam edip giden bir akış meydana getirmiştir.

Diğer taraftan CenÂb-ı Hak, dunyanın dortte ucunu su ile doldurmuştur. Dortte birinin buyuk kısmını da bitki yetiştirme kÂbiliyeti olmayan kayalıklar veya coller olarak yaratmıştır. Geride kalan cok az bir kısmı topraktır. Ancak o ne yuce bir kudrettir ki, bu toprağı, ebedî bir değişim ve hÂlden hÂle geciş ile butun canlıları doyuracak gıdÂların kaynağı kılmıştır. Şoyle ki:

ZAMAN VE MEKÂN SIRRI

Bir hayvan turunu ele alalım. Bu turden ne kadar canlı gelmiş ve gelecek ise hepsi dunyaya bir anda gonderilmiş olsa idi, dunya mekÂn olarak sadece o ture kÂfî gelmeyeceği gibi, gıdÂlar da onlara yetmezdi. Ancak Allah TeÂlÂ, onları zaman sırrı ile mekÂndakinden daha geniş bir şekilde yayıp bir teselsul kanunu ile yaratmaktadır. Butun canlılar icin aynı nukte gecerlidir. Dolayısıyla Dunya, zaman ve mekÂn sırrı ile, normal kapasitesinin trilyonlarca katı fazlasına sahne olabilmektedir. Yani varlıkların Âlemimizde yer alışları da bir denge ile tahdîde tÂbîdir.

CINAR AĞACI BİR YILDA MİLYONLARCA TOHUM URETİYOR

Mesel bir cınar ağacı, her yıl milyonlarca tohum uretir. Bunların etrafa dağılması icin tuyden Âdeta birer paraşutleri bulunur. Bu tohumlar ruzgÂr vÂsıtasıyla cok uzak mekÂnlara ulaşır. Eğer bir tek cınar ağacına Âit butun tohumlar yeni bir cınar olsaydı, kısa bir zaman sonra Dunya ’nın her tarafı cınarların istilÂsına uğrardı. Yani koca Dunya bir tek ağaca dar gelirdi. Diğer butun varlıklar icin de bu misÂli şumullendirmek mumkundur. Bu da kÂinatta kolay kolay akıl sır erdirilemeyecek bir Âhenk ve dengenin mevcûdiyetini gosterir.

Boylesine mukemmel, girift ve cok ince bir hesap mekanizmasının varlığı, Yaratcı ’sının varlık ve birliğine, kudret ve azametine ulvî bir nişÃ‚nedir. Âyet-i kerîmelerde buyrulur:

“O, semÂyı yukseltti ve mîzÂnı (olcu ve dengeyi) koydu.” (er-RahmÂn, 7)

“O ki, birbiri ile Âhenktar yedi goğu yaratmıştır. RahmÂn olan AllÂh ’ın yaratışında hicbir uygunsuzluk goremezsin. Gozunu cevir de bir bak, bir bozukluk gorebiliyor musun? Sonra gozunu, tekrar tekrar cevir bak; goz (aradığı bozukluğu bulmaktan) Âciz ve bitkin hÂlde sana donecektir.” (el-Mulk, 3-4)

BENZER GIDALARLA BESLENİP FARKLI MAHSUL VEREN HAYVANLAR

Ayrıca CenÂb-ı Hak, butun bu canlılara oyle husûsiyetler vermiştir ki, benzer gıdÂlarla beslenenler dahî farklı mahsuller meydana getirmekte ve bunlar da hayatı butunuyle mumkun kılacak şekilde birbirlerini tamamlamaktadır. Mesel yeşil bir dut yaprağını sığır veya koyun yese, ondan et, sut ve yun hÂsıl ettiği hÂlde, kucucuk bir kurtcuk olan ipek boceği aynı yapraktan ipek istihsÂl etmektedir. Aynı şeyi bir cins geyik yese, ondan misk yapar. Arının cicek tozlarından bal yapabilmesi, kÂinattaki en mukemmel varlık olan insanın iktidÂrı hÂricindedir. Ciceklerin topraktan bulup cıkardığı renkler, kokular ve hayat kudretini hÂiz yapraklar, hicbir kimyagerin muktedir olamayacağı hÂrika keyfiyetlerdir. Hayvan, otu et ve sut yaparken, insan bir kimya laboratuvarında tonlarca ottan bir gram et veya sut îmÂl etmeye muktedir değildir.

KÂİNATTA ALLAH'IN VARLIĞINI SEYREDERİZ

Akl-ı selîm sahibi bir insan bu kÂinÂtta nereye yonelse, AllÂh ’ın varlık ve azametini seyreder. Peygamber gondermek, onların diliyle, ilmiyle, ahlÂkıyla beşeriyeti kemÂle erdirmek, aralarından Âlimler yetiştirmek gibi tecellîler, hep ilÂhî lûtfun eseridir. Diğer taraftan insana binbir istifadeler takdîm ederek hizmet eden butun ilimlerin neticesi de, nihÂyet AllÂh ’ın varlık ve azametini gosterip beşere aczini tattırmak ve bulunduğu kulluk makamını idrÂke yardımcı olmaktır. İnsan kendisine ve kÂinÂta insafla bakınca derhÂl anlar ki, zÂhir olan ilÂhî kudret ve saltanat karşısında îmÂn etmemek ne kadar gulunc ve tuhaf olur!

YILDIZLARIN YERLERİNE YEMİN OLSUN

Gokyuzunde siyah ve beyaz delikler mevcuttur. CenÂb-ı Hak, musbet ilmin yeni keşfettiği bu boşluklara şoyle yemîn etmektedir:

“Hayır! Yıldızların yerlerine yemin ederim ki, bilirseniz bu, gercekten buyuk bir yemindir.” (el-VÂkıa, 75-76)

Bugunku ilmin henuz tespit edebildiği şu hakîkat ne kadar dehşet verici bir ihtişamla karşı karşıya olduğumuzu gosterir. Yıldızların doğduğu yere beyaz delik; olduğu yere de kara delik adı verilir. Beyaz deliklerden kucuk bir cisim cıkmakta ve Ânî bir genişlemeyle govdesinin trilyonlarca katı buyuyerek dev bir yıldız kutlesini meydana getirmektedir. Diğer taraftan dunyamızdan kat kat buyuk nice dev yıldızlar da, vakti gelince kara deliklerin icine girip olmektedir. Bu itibarla bizim semÂmızı aydınlatan Guneş de bir gun:

“Guneş durulup ışığı kalmadığı zaman...”[1] Âyetinde buyrulan gerceği yaşayacaktır.

O gun onun omru de sona erecektir. O gun elbette ki kıyÂmet gunu olacaktır. Oradan otesi!..

İnsan icin, derhÂl secdeye kapanıp AllÂh ’a sığınmaktan başka bir cÂre yok!

ALLAH'IN VARLIĞI KABUL ETMENİN ZARURETİ

ElhÂsıl goren gozler idrÂk eder ki, ilÂhî saltanat karşısında bu dunya, fezÂda yuzen milyarlarca, trilyonlarca tozdan sadece bir tanesidir. Dağlar, ovalar, okyanuslar ve insan da bu tozun icerisindedir. İşte bu acziyetiyle insan, kulluğu dışında sadece bir hicten ibÂrettir!..

Okyanuslardan bir damla kabîlinden verdiğimiz bu misÂller; HÂkim, KÂdir, Kayyûm, RezzÂk… bir varlığın mevcûdiyetini kabul etmenin mantıkî bir zarûret olduğunu ifÂdeye kÂfîdir. Fakat bu hakîkati gormek icin basardan ziyÂde basîretin, yani baş gozlerinden ziyÂde gonul gozlerinin acık olması lÂzımdır. Âyet-i kerîmede buyrulur:

“Hic yeryuzunde dolaşmadılar mı? Zira dolaşsalardı elbette duşunecek kalpleri ve işitecek kulakları olurdu. Ama gercek şu ki, gozler kor olmaz; lÂkin goğusler icindeki kalpler kor olur.” (el-Hac, 46)

Dipnotlar: [1]el-Tekvîr, 1.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Din İslÂm, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan