
Esas maksadı insanı hidÂyete erdirmek olan Kur ’Ân-ı Kerîm ’in cok sayıdaki Âyetinde, bilhassa tevhid akìdesine dikkat cekmek uzere tabiat ilimlerinin sahasına giren konularda verdiği ozlu bilgilerin, daha sonra modern ilim tarafından da keşfedilmesi, onun ayrı bir mûcizevî yonunu teşkil etmektedir. Yani Kur ’Ân-ı Kerîm dÂim onde gidiyor, ilim ise onu ardından tÂkip ediyor.
Âyet-i kerîmede, ilmî araştırmalar yapan, AllÂh ’ın tabiata ve ictimÂî hayata koymuş olduğu değişmez kanunları keşfetmeye calışan Âlimlerin, neticede Kur ’Ân ’ın vahiy mahsulu bir kitap olduğunu gorecekleri ifade edilir.[1] Diğer bir Âyete gore[2] Kur ’Ân-ı Kerîm, ileride ortaya cıkacak bÂzı bilgilere işaret ediyor. İnkÂrcılar ise Kur ’Ân ’ın uslûbunu incelemeden ve geleceğe dÂir verdiği haberlerin gercekleşmesini beklemeden hemen koru korune onu yalanlamaya kalkıyorlar.[3]
İlmî keşiflere ışık tutması, Kur ’Ân-ı Kerîm ’in kıyÂmete kadar butun zaman ve mekÂnlarda devam edecek ayrı bir mûcizesidir. Kur ’Ân-ı Kerîm ’in ihtişÃ‚mını, her seferinde yeniden ispat edip durmaktadır. Nitekim surekli artarak devÂm eden ilmî terakkîler, bu bilgileri devamlı teyid ve tasdik etmektedir. MisÂl kabîlinden şunları zikredebiliriz:
PARMAK İZİ
Parmak izlerini inceleyen ilim dalı (Daktiloskopi), parmak uclarının omur boyunca hic değişmeden aynı kaldığını; hicbir insanın parmak ucunun bir başkasınınkine benzemediğini ortaya koymuştur. Bu sebeple emniyet ve hukukta en guvenilir huviyet tespiti, parmak iziyle yapılmaktadır. Bu hakîkat, 19. asrın sonlarında keşfedilip kendisinden istifÂde edilmeye başlanmıştır. HÂlbuki Kur ’Ân-ı Kerîm parmak uclarının bu husûsiyetine asırlar oncesinden şoyle dikkat cekmiştir:
“İnsan, Biz ’im, kendisinin kemiklerini bir araya toplayamayacağımızı mı sanıyor? Evet, toplarız; onun parmak uclarını (بَنَانَهُ) bile butun incelikleriyle yeniden duzenlemeye gucumuz yeter!” (el-KıyÂme, 3-4)
ACIYI DERİ HİSSEDER
Tayland, Cayn-Mayn Universitesi Tıp Fakultesi Dekanı Prof. Dr. Tajaket Tajason, azapla alÂkalı bir calışma yapmış ve şu neticelere ulaşmıştı:
AzÂbın uzun muddet devÂm edebilmesi icin, deriler ateşte yanıp hissiyat yok olduğunda, onlara yeniden aynı kÂbiliyeti kazandırmak gerekir. Cunku azap, deriler uzerinde gercekleştiği icin, deriler yana yana icindeki sinirler tahriş olur ve devre dışı kalır ki bu, azÂbın artık hissedilmemesi demektir. Zira beyin, idÂre ettiği hissetme işini deri vÂsıtasıyla yapmaktadır.
Bu ilmî neticelere varan Tajason ’a bir gun şu Âyet-i kerîme gosterildi:
“Şuphesiz Âyetlerimizi inkÂr edenleri yarın ateşe atacağız! Onların derileri yandıkca, başka derilerle değiştiririz ki, azÂbı tatsınlar! Allah dÂim ustun ve Hakîm ’dir.” (en-NisÂ, 56)
Âyet-i kerîme, Tajason ’a şok tesiri yaptı. Kur ’Ân-ı Kerîm ’in bir beşer kelÂmı olamayacağını îtirÂf etti. Memleketine donduğunde yaptığı ilk konferansında talebelerinden beş kişi îmÂn etti. NihÂyet kendisi de Riyad ’da yapılan sekizinci tıp kongresinde kelime-i şehÂdet getirdikten sonra sevincle; “Ben de musluman oldum!” diye haykırdı ve bundan sonraki omrunu Kur ’Ân ’a adadı.
ATOMUN PARCALANMASI
Kur ’Ân-ı Kerîm ’de 14 asır evvel şoyle buyrulmuştur:
“…Ne yerde ne gokte zerre (atom) ağırlığınca bir şey Rabb ’inden uzak (ve gizli) kalmaz. Bundan daha kucuğu ve daha buyuğu yoktur ki apacık kitapta (levh-i mahfuzda) bulunmasın!” (Yûnus, 61)
Âyet-i kerîmede atomdan daha kucuk varlıklardan bahsedilmektedir. HÂlbuki atomun parcalanabileceği, daha yakın zamanda keşfedilmiştir. Daha once atomun, maddenin parcalanamayan en kucuk parcası olduğu zannediliyordu.
Buyuk İslam mutefekkiri MevlÂn Hazretleri de (1207 – 1273) asırlar evvel bu hakîkati şoyle haber vermiştir:
“Bir zerreyi (atomu) kesersen, icinde bir guneş ve guneş etrafında donen gezegenler bulursun!”
MevlÂn Hazretleri ’nin MecÂlis-i Seb‘a, Fîhi M Fîh ve Mesnevî isimli eserlerini Fransızca ’ya tercume eden Eva De Vitray Meyerovitch, MevlÂn ’nın mesajlarındaki şifreleri cozmeyi başarmış ender şahsiyetlerden biridir. O şoyle diyor:
“Soylemekten gurur duyuyorum, MevlÂn ’nın son cevirdiğim eseri benim 10 yılımı aldı. HÂrikulÂde guzel ve buyuk bir eserdir bu...
Duşunun, MevlÂnÂ, «Atomu keserseniz guneş sistemini bulursunuz.» diyor. İcinde ve cevresinde donen gezegenler bulunduğunu soyluyor. Ama dikkat etmek gerektiğini de ifade ediyor. Zira bu atomlar ağızlarını actıklarında, butun dunyayı yok edebilecek bir ateşin cıkacağını ilÂve ediyor. Gorulduğu gibi, 13. asırda atom bombasının tehlikelerinden soz ediyor. Dokuz gezegenin bulunduğunu soyluyor. HÂlbuki bilim bunu ancak 1930 ’da ortaya koyabildi. Daha onceleri yedi gezegenin bulunduğu sanılıyordu... Batı ’da Guneş ’in Dunya cevresinde donduğu soylenirken, MevlÂn Dunya ’nın obur gezegenler gibi, kucuk bir gezegen olduğunu soyluyor. Hatt gercekten hÂrikulÂde başka şeyler de soyluyor. Dunyada yaşayan butun canlılar yıldızların etkisindedir. Guneş; bitkilere ve hayvanlara tesir eder, Ay, denize tesir eder gibi ve dahası bilinmeyen bircok şey daha soyluyor…”[4]
MevlÂn Hazretleri, butun ilmini, irfÂnını ve feyzini Kur ’Ân-ı Kerîm ’den ve Peygamber Efendimiz ’in hadîs-i şerîflerinden almıştı.
CİFT YARATILIŞ
Âyet-i kerîmelerde CenÂb-ı Hak şoyle buyurur:
“Her şeyden de cift cift yarattık ki, duşunup oğut alasınız.” (ez-ZÂriyÂt, 49)
“Yerin bitirdiklerinden, insanların kendilerinden ve henuz bilmedikleri şeylerden butun ciftleri yaratan AllÂh ’ı tesbîh ve takdîs ederim!” (YÂsîn, 36. Ayrıca bkz. er-Ra‘d, 3)
İlim adamları son zamanlarda keşfetmişlerdir ki, insanlar ve hayvanlar nasıl ciftse, bitkiler ve diğer varlıklar da hep cift cift yaratılmıştır. Atomlar bile cifttir. Onların bir kısmı artı bir kısmı eksi yukludur. Mesel artı elektrik eksi elektriğe akar, ışık yanar; artı bulut eksi buluta akar, yağmur yağar. Bu ilÂhî kÂnun butun mahlûkÂta şÃ‚mildir.
KÂİNATIN GENİŞLEMESİ
Yakın zamanlarda kÂinÂtın genişlediği, galaksilerin birbirinden muazzam bir hızla uzaklaştığı keşfedildi. Bu kanuna gore koskoca galaksiler, aralarındaki uzaklıkla doğru orantılı bir şekilde birbirinden uzaklaşmaktadır. MeselÂ, bizden 10 milyon ışık yılı uzaktaki bir galaksi, saniyede 250 kilometre hızla bizden uzaklaşırken, 10 milyar ışık yılı uzaktaki bir galaksinin uzaklaşma hızı saniyede 250.000 kilometredir.[5]
Bu duruma Kur ’Ân-ı Kerîm ’de şoyle işaret edilir:
“SemÂyı kendi ellerimizle (kuvvetle ve cok sağlam bir şekilde) Biz bin ettik ve Biz (onu) elbette genişletmekteyiz.” (ez-ZÂriyÂt, 47)
KORUNMUŞ TAVAN
Omrunu tuketip patlayan yıldızların parcaları olan goktaşları semÂnın her tarafına dağılır. CenÂb-ı Hak, Dunya ’yı bunlardan muhafaza etmektedir. Jupiter ve devÂs cekimi ile Saturn, Dunya icin tehlikeli olacak pek cok cismi tutarlar. Zaman zaman bu iki gezegeni aşıp dunyamıza yaklaşan goktaşlarını da Ay ceker. Atmosferi olmadığı icin Ay ’a duşen her goktaşı yuzeye carpar. Bu carpmaların Ay ’da meydana getirdiği kraterleri kucuk bir durbunle bile gorebiliriz.
Ay engelini de aşan goktaşları, eğer cok buyuk değillerse atmosfere girince surtunme sebebiyle yanmaya başlarlar. “Yıldız kayması” da dediğimiz bu hÂdise neticesinde goktaşları, yeryuzune ulaşamadan Mezosfer tabakası icinde un ufak toz zerreleri hÂlinde dağılırlar. Sonra bu toz zerreciklerinin her biri bir yağmur taneciğine cekirdek olur.[6]
Ayrıca dunyanın hareketinden meydana gelerek onu kuşatan manyetik alan ve atmosferin muhtelif katmanları da, Dunya ’yı uzaydan gelen zararlı ışınlardan ve Guneş patlamalarından muhÂfaza eder.
Atmosfer bizi uzaydaki eksi 270 dereceyi bulan akıl almaz soğuktan da muhÂfaza eder. Mesel atmosferi olmayan Ay ’da hava gece eksi 150 derece, gunduz ise artı 100 derece civarında olur. Cunku “korunmuş tavan”ı olmadığı icin Guneş ’ten gelen tum ısı ve ışık, olduğu gibi Ay yuzeyine duşer.
Kur ’Ân-ı Kerîm ’de bu hakîkatlere şoyle işaret edilir:
“Biz, gokyuzunu korunmuş bir tavan gibi yaptık. Onlar ise, oradaki (AllÂh ’ın varlığını gosteren) delillerden yuz ceviriyorlar.” (el-EnbiyÂ, 32)
BİRBİRİNE KARIŞMAYAN DENİZLER
RahmÂn Sûresi ’nin 19 ve 20. Âyetlerinde:
“İki denizi birbirine kavuşmak uzere salıvermiştir. (Fakat) aralarında bir engel vardır; birbirine gecip karışmazlar! (Kendi yapılarını muhafaza ederler)” buyrulmuştur. Neml Sûresi ’nin 61. Âyet-i kerîmesinde de aynı husûsa işaret edilir.
Bu Âyetlerde bildirilen hakîkat, asrımızda anlaşılan bir Kur ’Ân mucizesidir. Son keşiflerde Akdeniz ile Atlas Okyanusu ’nun birleştiği Cebel-i TÂrık Boğazı ’nda, suların birbirine karışmasına mÂnî olan sudan bir perdenin olduğu tespit edilmiştir. Boylece iki denizin suyu birbirine karışmamakta, her iki taraf da aslî karakterini muhafaza etmektedir. Aynı turden bir su engeli 1960 ’lı yıllarda Aden Korfezi ile Kızıldeniz ’in birleştiği Mendep Boğazı ’nda da keşfedildi. İlmî acıklamaya gore, tuzluluk oranları ve yoğunlukları farklı iki su kutlesi, “yuzey gerilimi” denen bir husûsiyet sayesinde birbirine karışmıyordu.
Bu yaratılış mûcizesinin en buyuk faydası, farklı sularda farklı canlıların yaşamasına munÂsip vasatın sağlanmasıdır.
NEHİRLER VE DENİZLER
Yukarıda bahsedilen su engeli, tatlı su nehirlerinin denize dokulduğu halic ve deltalarda gorulur. Hem ust hem de dip akıntılarıyla birbirlerine karışması son derece kolay gorulen nehirler, denizlere dokuldukleri noktalarda asla tuzlu su ile karışmazlar. CenÂb-ı Hak bu iki su arasına birbirine karışmama kanununu koymasa idi, yeryuzundeki tatlı su nehirleri tuzlu deniz suyu ile karışır, iclerindeki ve cevrelerindeki canlılarla birlikte yok olup giderlerdi.
Âyet-i kerîmede buna şoyle dikkat cekilir:
“İki deryayı salıveren O ’dur; şu tatlı, susuzluğu giderir, şu tuzlu ve acı bir sudur. Aralarına da karışmalarına mÂnî olan bir engel, aşılmaz bir sınır koymuştur.” (el-FurkÂn, 53)
UST USTE DALGALAR, UST USTE KARANLIKLAR
Okyanusların dibine inmek, neredeyse uzaya cıkmak kadar zor bir meseledir. İnsanlar, bu iş icin yapılmış husûsî araclar olmadan ancak 70 metre kadar derinlere dalabilirler, bundan sonrası imkÂnsızdır. Bu sebeple denizlerin 200 metre kadar aşağısı neredeyse karanlık, 1000 metreden sonrası ise tamamen koyu bir karanlıktır.
CenÂb-ı Hak bizlere deniz diplerinin, kendi elimizi bile goremeyeceğimiz kadar karanlık olduğunu 1400 sene evvel şoyle haber vermiştir:
“Yahut engin bir denizdeki yoğun karanlıklar gibidir (kÂfirlerin hÂli… Oyle bir deniz) ki, onu dalga ustune dalga kaplıyor; ustunde de bulut... Birbiri uzerine yığılmış karanlıklar... İnsan, elini cıkarıp uzatsa, neredeyse onu dahî goremez. Bir kimseye Allah nur vermemişse, artık o kimsenin aydınlıktan nasîbi yoktur.” (en-Nûr, 40)
Âyet-i kerîmenin başındaki “Engin bir denizdeki yoğun karanlıklar gibidir ki, onu dalga ustune dalga kaplıyor” ifadesi ise bambaşka ve yine yakın zamanda keşfedilen ilmî bir hakîkati haber vermektedir: İc dalgalar…
Okyanus suları derinlere inildikce birbirinden farklı yoğunlukta tabakalardan teşekkul etmiştir. Bu tabakalar arasında tıpkı okyanus yuzeyindeki gibi dalgalar meydana gelmektedir. Bunlara “dip dalgalar” veya “ic dalgalar” ismi verilir. Bu dalgalar cıplak gozle gorulemezler. Ancak, su tabakaları arasındaki sıcaklık ve tuz oranı farkları olculerek anlaşılabilirler.
Butun bu yeni keşifler, hep Kur ’Ân-ı Kerîm ’i tasdik hÂlindedir…
Rasûlullah -sallÂllahu aleyhi ve sellem- denizci olmadığı gibi, denizde seyahat etmiş de değildir. Ancak Kur ’Ân-ı Kerîm ’de denizlerle ilgili bu ve benzeri Âyetler mevcuttur. Bunlar uzerinde tefekkur ettiğimizde, Kur ’Ân-ı Kerîm ’in vahiyden başka bir yolla Peygamber Efendimiz ’e gelemeyeceğine kanaat getiririz. Zira bir manzara tasviri yapan kişi, ancak yaşadığı veya gezip gorduğu cevredeki unsurları kullanabilir. Kur ’Ân-ı Kerîm, collerle kaplı bir bolgeye indiği hÂlde, onda daha cok coşkun akan nehirlerden, yemyeşil manzaralardan, toprağa can veren yağmur yuklu bulutlardan, bağlardan, bahcelerden, dağlardan ve denizlerden bahsedilir.
ATMOSFER BASINCI
Kur ’Ân-ı Kerîm, kÂfirin hÂlini, semÂya doğru yukselirken kalbi sıkışıp daralan bir insanın durumuna benzetir.[7]
Bugun ilmî keşifler, yukseğe cıkıldıkca hava yoğunluğunun azaldığını, basıncın duştuğunu ve oksijenin azaldığını ortaya koymuştur. Bu sebeple insan yukseldikce, nefes almakta zorlanır, sadrı daralıp sıkışır.
Âyet-i kerîmede bu mÂnÂyı ifÂde eden kelimenin telÂffuzu ve mûsıkîsi de aynı mÂnÂyı Âdeta tatbikî olarak insana yaşatmaktadır.
Peygamber Efendimiz ’in devrinde yukseklere cıkacak bir vÂsıta olmadığı gibi, bulunduğu coğrafyada cok yuksek dağlar bile yoktu. O hÂlde boyle bir teşbih ve ifÂde, ancak her şeyi bilen Allah TeÂl ’ya Âit olabilir.
AŞILAYICI RUZGÂRLAR
On dort asır evvel nÂzil olan Kur ’Ân-ı Kerîm ’de şoyle buyrulmuştur:
“Biz, ruzgÂrları aşılayıcı olarak gonderdik ve gokten bir su indirdik de onunla su ihtiyacınızı karşıladık...” (el-Hicr, 22)
Bu Âyet-i kerîmenin inişinden asırlar sonra, ruzgÂrların bitkileri ve bulutları aşıladığı keşfedilmiştir.
RuzgÂrlara, “yoğunlaşma cekirdeği” ismi verilen toz zerreciklerini taşımak gibi muhim bir vazife verilmiştir. Deryaların uzerinden kalkan tuz zerrecikleri, collerden savrulan tozlar, yanardağların puskurttuğu kuller, ruzgÂr vÂsıtasıyla atmosferin ust tabakalarına kadar taşınır. Bunlarla havadaki su buharı aşılanarak su zerreleri hÂline gelir. Bunlar olmasa, su buharı yoğunlaşamaz ve dolayısıyla insanlar da yağmurdan mahrum kalır.
Yine, yeryuzundeki sayısız bitki turune ait polenler, cicek tozları ve tohumlar, ruzgÂrlar vasıtasıyla birinden diğerine taşınır. Boylece bitkilerin dollenerek coğalması, neslini devam ettirmesi ve cicek, meyve, sebze gibi urunlerini vermesi sağlanır.
CenÂb-ı Hak, bulutların ağır olduğunu ifÂde buyurur.[8] İlim adamları bulutlardan yağan yağmuru hesaplamışlar, mesela 50 km2lik bir alanı 1 santim kalınlığında kaplayacak yağmurun ağırlığı yarım milyon ton kadar cıkmıştır. Tek bir yağmur bulutunun da 300.000 ton ağırlığında olabileceğini ifade etmişlerdir.
Nûr Sûresi ’nin 43. Âyet-i kerîmesinde de dolu ile şimşeğe ve ikisi arasındaki munÂsebete işaret edilir.
Kur ’Ân-ı Kerîm, bunlar gibi daha pek cok ilmî hakîkate işaret etmiştir ki bunların bir kısmı keşfedilmiş, bir kısmı da hÂl keşfedilmeyi beklemektedir.[9]
Dipnotlar: [1] Bkz. Sebe ’, 6. [2] Bkz. Yûnus, 39. [3] Alûsî, Rûhu ’l-MeÂnî, XI, 119-120, (Yûnus, 39). [4] http://www.medyapazari.com/turkiye/atom-bombasinin-tehlikelerinden-haberdar.html [5] Prof. Dr. Osman Cakmak, Bir Cekirdekti KÂinat, İstanbul 2005, s. 28. [6] Cakmak, a.g.e., s. 94, 127. [7] Bkz. el-En‘Âm, 125. [8] el-A‘rÂf, 57. [9] Kur ’Ân ve ilim mevzuunda tafsilÂt icin bkz. Osman Nûri Topbaş, Rahmet Esintileri (Genişletilmiş yeni baskı), İstanbul 2010, s. 293-372 (http://www.islamiyayinlar.net/content/view/106/8/); Dr. Maurice Bucaille, La Bible le Coran et la science: les ecritures saintes examinees a la lumiere des connaissances modernes, Paris: Seghers, 1980 (The Bible, the Qur ’an and science, trc. Alastair D. Pannell, Karaci, t.y.); Afzalurrahman, Quranic Sciences, London 1981; Prof. Dr. Omer Celik, Tek Kaynak İki Irmak: Kur ’Ân ’dan Teknolojik Yansımalar, İstanbul 2009; İmÂduddin Halil, “The Qur ’an and Modern Science: Observations on Methodology”, The American Journal of Islamic Social Sciences, 1991, Vol. 8, No. 1, s. 1-13; Prof. Dr. Vahiduddin Han, İslÂm Meydan Okuyor, İstanbul 1996; M. Sinan Adalı, Kur ’an Mucizeleri, İstanbul 2010.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Din İslÂm, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan