CenÂb-ı Hak ehl-i kitap hakkında şoyle buyurur: “Ey îmÂn edenler, Allah ’tan korkun. O ’nun Peygamberi ’ne de îmÂn edin ki, size rahmetinden iki kat nasip versin, size, aydınlığında yuruyeceğiniz bir nur lûtfetsin ve sizi affetsin. Allah TeÂl cok mağfiret edici ve cok merhametlidir.” (el-Hadîd, 28)
İbn-i AbbÂs -radıyallahu anh- bu Âyet-i kerîmeyi şoyle tefsîr eder:

“Burada zikri gecen iki kat nasipten biri Îs -aleyhisselÂm- ’a, İncil ’e ve Tevrat ’a olan îmanları sebebiyledir, diğeri de Hazret-i Muhammed -aleyhisselÂm- ’a olan îmanları ve O ’nu tasdikleri sebebiyledir.

Âyet-i kerîmedeki nurdan maksat ise, Kur ’Ân ve Hazret-i Peygamber -sallÂllahu aleyhi ve sellem- ’e ittib etmeleridir...” (NesÂî, KadÂ, 12)

Rasûlullah -sallÂllahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de, CenÂb-ı Hakk ’ın, ehl-i kitaptan kendi peygamberine ve Muhammed -sallÂllahu aleyhi ve sellem- ’e îman eden kişilere iki kat ecir lûtfedeceğini beyan buyurmuşlardır. (Bkz. BuhÂrî, İlim, 31)

ÎMÂN EHLİNDEN OLABİLMEK İCİN...

Bugun, îmÂn ehlinden olabilmek icin, CenÂb-ı Hakk ’a îmÂnın yanında Hazret-i Muhammed Mustaf -sallÂllahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’e de îmÂn etmek zarûrîdir. Îman, bu iki vechenin gonulde bir butun hÂlinde yerleşmesi neticesinde tahakkuk eder. Bu itibarla ne yalnız Allah TeÂl ’ya îman kÂfîdir, ne de Rasûlu ’ne.

Âyet-i kerîmelerde şoyle buyrulur:

“AllÂh ’a itaat edin, Rasûl ’e itaat edin!” (el-MÂide, 92; en-Nûr, 54, 56; Muhammed, 33; et-TeğÂbun, 12)

“Kim Rasûl ’e itaat ederse, AllÂh ’a itaat etmiş olur.” (en-NisÂ, 80)

“Kim AllÂh ’a ve Rasûlu ’ne itaat ederse, buyuk bir kurtuluşa ermiş olur.” (el-AhzÂb, 71)

İSLÂM'IN İLK ŞARTI

Bunun icindir ki kelime-i şehÂdet, yani AllÂh ’ın birliğini ve Hazret-i Peygamber -sallÂllahu aleyhi ve sellem- ’in O ’nun kulu ve Rasûlu olduğunu ifÂde etmek, İslÂm ’ın ilk şartıdır.

Peygamber Efendimiz ’e îmÂn etmek; O ’nu kabûl etmeyi, O ’na itaat ve ittib etmeyi ve O ’nu sevmeyi gerektirir.

PEYGAMBER EFENDİMİZ'İN EMRİNE MUHALİF OLANLARI BEKLEYEN TEHLİKE

Buyuk İslÂm Âlimi Ahmed bin Hanbel Hazretleri şoyle buyurmuştur:

“Mushaf-ı Şerîf ’e baktım ve otuz uc yerde RasûlullÂh -sallÂllahu aleyhi ve sellem- ’e itaatin emredildiğini gordum.”

Sonra şu Âyet-i kerîmeyi okudu:

فَلْيَحْذَرِ الَّذ۪ينَ يُخَالِفُونَ عَنْ اَمْرِه۪ٓ اَنْ تُص۪يبَهُمْ فِتْنَةٌ اَوْ يُص۪يبَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ

“…Onun (Rasûlun) emrine muhÂlif davrananlar, başlarına bir bel gelmesinden veya kendilerine cok elemli bir azap isabet etmesinden sakınsınlar.” (en-Nûr, 63)

Sonra bu Âyet-i kerîmeyi tekrar tekrar okuyor ve şoyle buyuruyordu:

“Âyette isabet edeceği bildirilen fitne nedir? Şirktir, kufurdur. HerhÂlde o fitne kişinin başına şoyle gelir: Bir kişi, Efendimiz -sallÂllahu aleyhi ve sellem- ’in bir sozunu reddettiğinde kalbine bir eğrilik gelir, kalbi kaymaya başlar. Nihayet o kişinin kalbi hidÂyetten tamamen uzaklaşır ve sahibini helÂk eder.”

Bunları soyleyen Ahmed bin Hanbel, daha sonra da şu Âyet-i kerîmeyi okumaya başladı:

“Hayır, Rabb ’ine yemin olsun ki aralarında cıkan herhangi bir anlaşmazlık hususunda Sen ’i hakem kılıp sonra da verdiğin hukumden iclerinde hicbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam mÂnÂsıyla kabullenmedikce îmÂn etmiş olmazlar.” (en-NisÂ, 65)[1]

Dipnotlar: [1] İbn-i Batta el-Ukberî, el-İbÂnetu ’l-KubrÂ, no: 99; İbn-i Teymiyye, es-SÂrimu ’l-Meslûl, Beyrut 1417, I, 59.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Din İslÂm, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan