Rasûlullah -sallÂllahu aleyhi ve sellem- gelmiş gelecek insanların en guzel ahlÂklısıdır. Zira CenÂb-ı Hak şoyle buyurmuştur: “(Ey Rasûlum!) Muhakkak ki Sen ’in icin tukenmeyen bir mukÂfat vardır. Şuphesiz Sen buyuk bir ahlÂk uzeresin.” (el-Kalem, 3-4)
O, en guzel ahlÂkı yeryuzune yerleştiren ve insanlığa oğreten en mumtaz peygamberdir.

GUZEL AHLÂKI TAMAMLAMAK İCİN GONDERİLDİ

GıfÂr kabîlesine mensup olan Ebû Zer -radıyallahu anh-, Peygamber Efendimiz ’in Mekke ’de peygamberlik vazifesine başladığını haber almıştı. Akıllı ve usta bir şÃ‚ir olan kardeşi Uneys ’e:

“–Bineğine binip Mekke vÂdisine git ve O zÂtın sozlerini dinle!” dedi.

Uneys, Mekke ’den donduğunde şoyle dedi:

“–Ben O zÂtın herkese mekÂrim-i ahlÂkı, yani en ustun ahlÂkî guzellikleri oğrettiğini gordum!” (BuhÂrî, Edeb, 39)

Rasûlullah -sallÂllahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de:

“Ben başka bir maksatla değil, ancak guzel ahlÂkı tamamlamak icin gonderildim.”[1] buyurmak sûretiyle, vazifelerinin temel hikmetini ifÂde etmiş ve guzel ahlÂkın ehemmiyetini vurgulamışlardır.

O ’nun yuce ahlÂkından bÂzı misaller şoyledir:

PEYGAMBER EFENDİMİZİN DOĞRULUĞU

Rasûlullah -sallÂllahu aleyhi ve sellem- hak ve hakîkati getirmişti; insanları ıslah etmek, onlara doğruluğu oğretmek icin gelmişti. Bu sebeple, O ’ndan yalanın sÂdır olması bir tarafa, boş ve luzumsuz bir soz veya fiil bile zuhûr etmezdi.

Abdullah bin Amr -radıyallahu anh- şoyle rivÂyet eder:

“Ben, muhafaza etme duşuncesiyle Rasûlullah -sallÂllahu aleyhi ve sellem- ’den işittiğim her şeyi yazıyordum. Kureyş kabîlesinden bÂzı muslumanlar beni bundan nehyettiler:

«Rasûlullah -sallÂllahu aleyhi ve sellem- de bir beşerdir, ofkeliyken de konuşur, rız hÂlindeyken de! HÂl boyleyken sen O ’ndan duyduğun her şeyi yazıyor musun?» dediler.

Ben de yazmaktan vazgectim ve bu durumu Rasûlullah -sallÂllahu aleyhi ve sellem- ’e arz ettim. Parmağıyla mubÂrek ağzına işaret ederek;

«–Yaz! Varlığım kudret elinde bulunan AllÂh ’a yemin ederim ki bundan, haktan başka bir soz cıkmaz!» buyurdu.” (Ebû DÂvûd, İlim, 3/3646; DÂrimî, Mukaddime, 43/490; Ahmed, II, 162; HÂkim, I, 187)

DİNÎ HUKUMLERE DELİL

Peygamber Efendimiz ’in her sozu, dînî hukumler icin bir delildir. Ofke ve sevinc hÂlleri, O ’nun her an Hakk ’a bağlı olan ve vahy-i ilÂhîyi alan mubÂrek kalbine tesir edemez, mubÂrek lisÂnından akan hikmet pınarlarını bulandıramaz.

O ’nun doğruluğunu, dost-duşman herkes kabûl etmiştir. Bunu gosteren sayısız misalden ikisini nakledelim:

PEYGAMBER EFENDİMİZ'İ HİC KİMSE YALANLAMADI

Muşrikler bile Peygamber Efendimiz ’in ahlÂkını takdir ediyor ve O ’nun kesinlikle yalan soylemediğine gonulden inanıyorlardı. Ancak haksız yere elde ettikleri bÂzı dunyevî menfaatleri ve nefsÂnî hazlarını terk etmek istemiyorlardı. Nitekim Allah Rasûlu -sallÂllahu aleyhi ve sellem- bir gun, amansız duşmanları olan Ebû Cehil ve arkadaşlarının yanına uğramıştı. Onlar:

“–Ey Muhammed! VallÂhi biz Sen ’i yalanlamıyoruz. Sen bizim yanımızda son derece sÂdık (doğru sozlu, guvenilir) bir insansın. Ancak biz, Sen ’in getirmiş olduğun Âyetleri yalanlıyoruz...” dediler.

Bu hususta CenÂb-ı Hak şu Âyet-i kerîmeyi inzÂl buyurdu:

“…Gercekte onlar Sen ’i yalanlamıyorlar. Fakat o zÂlimler AllÂh ’ın Âyetlerini inkÂr ediyorlar.” (el-En ’Âm, 33. Tirmizî, Tefsîr, 6/3064; VÂhidî, EsbÂb, s. 219)

Yani onlar Rasûlullah -sallÂllahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in peygamberliğini vicdÂnen kabul ediyorlardı, lÂkin nefsÂnî arzularının esîri oldukları icin muhÂlefette bulunuyorlardı.

MUŞRİKLER O'NUN YALAN SOYLEMEYECEĞİNİ BİLİYORDU

Bu husustaki diğer bir rivÂyet de şoyledir:

“Medîneli Sa‘d bin MuÂz -radıyallahu anh- umre yapmak icin Mekke-i Mukerreme ’ye gitmişti. Oraya vardığında muşrik biri olan Umeyye bin Halef ’in evine misafir oldu. Umeyye de ticÂret icin Şam ’a giderken Medîne ’ye uğrar, Sa‘d bin MuÂz ’a misafir olurdu. (Aralarında bir dostluk vardı.) Umeyye, Sa‘d ’a:

«−Biraz bekle! Oğle sıcağı bastırıp insanlar cekilince gider KÂbe ’yi tavaf edersin!» dedi.

Sa‘d -radıyallahu anh- tavaf ederken Ebû Cehil cıkageldi ve:

«−KÂbe ’yi tavaf eden şu zÂt da kimdir?» diye sordu. Sa‘d -radıyallahu anh-:

«−Ben Sa‘d bin MuÂz ’ım!» dedi. Ebû Cehil:

«−KÂbe ’yi boyle emniyetle tavaf ediyorsun ama siz Muhammed ile ashÂbını himÂye ettiniz?!» dedi. Sa‘d -radıyallahu anh-:

«−Evet oyledir.» dedi ve aralarında bir munakaşa başladı. Bunun uzerine Umeyye, Sa‘d ’a:

«−Ebû ’l-Hakem ’e karşı sesini yukseltme! O bu vÂdi halkının onde gelenidir.» dedi. Sa‘d -radıyallahu anh- Ebû Cehil ’e:

«−Eğer KÂbe ’yi tavaf etmekten beni men edersen, vallÂhi ben de senin Şam ticÂret yolunu keserim!» dedi. Umeyye, Sa‘d -radıyallahu anh- ’a tekrar:

«−Sesini yukseltme!» demeye ve onu tutmaya başladı. Bunun uzerine Sa‘d -radıyallahu anh-, ofkelenerek:

«−Bizi kendi hÂlimize bırak! Ben Muhammed -sallÂllahu aleyhi ve sellem- ’den işittim, seni oldureceğini soyluyordu!» dedi.

(Cunku Umeyye, Peygamber Efendimiz ’e yaptığı ağır işkenceler yetmiyormuş gibi bir de O ’nu olumle tehdit etmişti. Rasûlullah -sallÂllahu aleyhi ve sellem- de buna mukÂbil kendisinin onu oldureceğini soylemişti.)

Umeyye:

«−Beni mi?» diye sordu. Sa‘d -radıyallahu anh-:

«−Evet seni!» dedi. Bunun uzerine Umeyye bin Halef:

«−VallÂhi Muhammed bir şey soylediği zaman asl yalan konuşmaz!» dedi ve korku icinde karısının yanına gitti:

«−Yesribli kardeşim bana ne dedi, biliyor musun?» dedi. Karısı:

«−Ne dedi?» diye sordu. Umeyye:

«−Muhammed ’i beni oldureceğini soylerken işitmiş!» dedi. Hanımı:

«−AllÂh ’a yemin ederim ki Muhammed asl yalan soylemez!» diye Sa‘d ’ın haberini te ’yid etti.

Bir muddet sonra muşrikler Bedir ’e giderken bir munÂdî Umeyye ’yi de cağırdı. Karısı, Umeyye ’ye:

«−Yesribli kardeşinin sana ne dediğini unuttun mu?» dedi. Umeyye Bedir ’e gitmek istemedi. Ancak Ebû Cehil gelip:

«−Sen bu vÂdinin eşrÂfındansın, geri kalırsan olmaz. Hic değilse bir iki gun herkesle beraber yuru, ondan sonra don!» deyip kandırdı. Umeyye de onlarla iki gun yurudu, ancak geri donemedi. Neticede Allah TeÂl onu oldurdu. (BuhÂrî, MenÂkıb, 25, IV, 184-185)

Dipnotlar: [1] Muvatta ’, Husnu ’l-Hulk, 8; Ahmed, II, 381; Beyhakî, es-Sunenu ’l-KubrÂ, X, 192.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Din İslÂm, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan