Tarihci-yazar Kadir Mısıroğlu'nun kaleme aldığı "İslÂmi Mucadelede Evveliyet Munkerden Nehiydir" başlıklı yazı, peygamber ahlÂkının kazanılması ve bu ahlÂk ile ornek bir hayat sergilemeye değiniyor.
Allahu Azimuşşan ezelde sÂdece kendisi mevcudken sıfat tecelli terkipleriyle sonsuz varlık ihtiva eden mÂsivaullahı halk etmiştir. MÂsivaullahı teşkil eden varlıklar icinde sÂdece “insan” denilen varlık sıfat-ı ilÂhiye tecellileri itibariyle en donanımlı bir varlık olarak yaratılmıştır. Butun KÂinat ’ın “zubde”si mÂhiyetinde olmak uzere yaratılmış bulunan Âdemoğlu kucuk bir KÂinat olmak itibariyle Cenab-ı Hak ’ın “Beka” ve “HÂlık” sıfat-ı ilÂhiyeleri hÂric olmak uzere her sıfat-ı ilÂhiyenin tecellisine mazhar olmak dolayısıyla eşref-i mahlûkattır. Cenab-ı Hak melekleri sÂdece hayır işlemek uzere ve o vasıfta yaratmış olmasına mukabil cinleri ve insanları Duny hayatında bir imtihana tÂbi tutmayı murad eylediğinden onları boylece zıd tecellilerle techiz buyurmuştur.

KUR'ÂN'DA KARŞIMIZA CIKAN İLK SIFAT-I İLAHİ

Allahu Azimuşşan ise sıfat itibariyle “cÂmi-ul ezdad” olduğundan her insanın benliğini aynen KÂinat ’taki gibi “hayır” ve “şer”, “husun” ve “kubuh” ilh. zıdlıkların bir mubÂreze sahası hÂline getirmiştir. Bu mubÂrezede başarılı olabilmeleri icin insanlar “akıl”, “iz ’an” ve benzeri meziyetlerle techiz olunmaya ilÂveten bir de ilk insandan başlanarak nebiler gonderilmek sûretiyle munzam bir yardıma mazhar kılınmışlardır. Butun bu evsaf-ı mumeyyize ve yardımların kÂmil neticesi ise, yaratıcının mÂhiyetine “ehadiyyet” olculeri dÂhilinde vukuf peyda etmektir ki, bunun adı “iman”dır. İmanın ilk meyvesi ise, sÂhibindeki fıtrî diğergÂmlık ve merhamet duygularını takviye etmektir. ZirÂ, Kur ’an-ı Kerim acıldığında karşımıza ilk cıkan sıfat-ı ilÂhî “Rahman” ve “Rahim”dir. Bununla beraber “HÂdi” sıfat-ı ilÂhiyesini gÂlip getirerek bu kemale erişen her insanda onun zıddı olan “Mudill” sıfat-ı ilÂhiyesi yok edilmiş olmaz, belki muessir olamayacak bir sûrette tahteşşuurda (şuur altında) mahfuz ve tesirsiz hÂle getirilmiş olur. Bundan dolayı mu ’munler Âkıbetleri hakkında mutlak bir iddiada bulunmayıp “beyn-el havfi ver rec” yÂni korku ile umid arasında yaşarlar.

NİMETLERE ŞUKUR

Bir nimetin şukru yÂni onu nasip eden Cenab-ı Hakk ’a karşı minnettarlık ifadesi sÂdece ikrar ile gercekleşmeyip ondan mahrumlarla bu nimeti paylaşmakla ifa edilir. Âlim ilminden, zengin servetinden infakla bu sebeple vazifelendirilmiştir. LÂkin nimetlerin en buyuğu iman olmak itibariyle bu nimetin mahrumlara sirayetine calışmak bu husustaki mukellefiyetlerin en buyuğudur. Zir imanın galebesini sağlamak mÂhiyetindeki fiillerin şer ’î adı olan “cihad” bir emr-i ilÂhî olduğu bununsa nisabı hesap edilemeyen merhamet, cesÂret ilh. gibi birer mevhibe-i ilÂhiyeler ile gercekleşebildiği cihetle bu vazifenin nisap ve nispet tÂyini ile lÂyıkıyla ifa edilmiş olduğundan asla emin olunamaz. Diğer taraftan insan mufekkiresinin geleceğe vukûfu gecmişe vukûf derecesinde mumkun olmadığından muhatapda imanın gercekleşmesine sebep olunma ihtimali peşinde koşmanın bu mesÂiden netice alınmasa bile bir emr-i ilÂhî yerine getirilmiş olduğundan her hÂl u kÂrda mukÂfatı duşunulerek bu husûsta gayret sÂhibi olmak aklî ve vicdÂnî bir zarurettir. Bu zarureti if zımnında gercekleştirilecek faaliyet dinde “emr-i bil mÂruf nehy-i anil munker” sûretinde ifade edilmiştir. Bu cumlede mÂrufun emri, munkerin nehyinden evvel zikredilmekle beraber evveliyet mÂrufun emrinde değildir. Zir İslÂm ’a girişte ilk kapı olan kelime-i tevhidin “l” kelimesi ile bir nefiy sûretinde başlaması bu hukmumuzu teyid eden gayr-i kabil-i itiraz bir keyfiyettir.

HAKKI TEBLİĞ METODU

Esasen Cenab-ı Hak Bakara Sûresi ’nin 256. ayet-i kerimesinde:

Artık her kim tağuta kufredip Allah ’a iman eylerse o işte en sağlam tutamağa yapışmıştır…” buyurmuştur ki; burada “tağut”un yÂni her nevi beşerî putların, yanlışların reddi Allah ’a imandan evvel zikredilmiş olmakla da bu gercek teyid edilmiş bulunmaktadır ki; bu da kelime-i tevhiddeki “l ilÂhe” ibÂresinin bir benzeridir. Zira kalbde imana yer acılmak icin oradaki bÂtılları tasfiye etmek gereği mantıkî bir zarurettir. Tıpkı bir bina yapılacak olan yerde muhendislerin once bir hafriyat yapmaları luzumunu hissetmeleri gibi iman davasında da once yanlışları def etmek evveliyetle gerekmektedir. Her faaliyette olunduğu gibi iman telkininde dolayısıyla iman ve amel itibariyle insanları irşad edip musmir bir netice elde edebilmek muayyen bir usul ve uslûbla hareket etmeye bağlıdır.

Bu mesele karşımıza “hakkı tebliğ metodu” gibi ehemmiyetli bir mesele cıkarmaktadır. Bu husûsta da yolumuzu aydınlatan Kuran-ı Kerim:

Rasulullah (a.s.) sizin icin bir numune-i imtisal yani usve-i hasenedir.[1]buyurarak bize Peygamber aleyhisselÂtuvesslÂmın “ef ’al-i peygamberî” denilen davranışlarını miyar ittihaz etmemizi bildirmektedir. Zir o yuce varlığı kıyamete kadar gelecek olan butun insanlığa bir hidÂyet meşalesi olarak gondermiş olan CenÂb-ı Hak O ’nu hayata bir cemiyet icindeki en aciz ferd olan “yetim cocuk”luktan başlatarak beşerî kademelenmenin her safhasına Âid ideal davranışlar sergilettirmiş ve bu sebeple bize her turlu ahlÂkî ve imÂnî davranışlar icin fiilî kıstaslar ihsan buyurmuştur. Diğer taraftan merhamet-i ilÂhîye icabı olarak Kuran-ı Kerim ’in muhtevasının kıyamete kadar korunacağı taahhudune benzer bir sûrette ef ’alî peygamberî de hadis-i şeriflerle en kucuk teferruatına kadar nakledilmiş ve bu nakillerin zÂyi olması yine ilÂhî bir lutuf eseri olarak onlenmiştir. Bu itibarladır ki, her muminin canıyla ve malıyla memur bulunduğu “cihad” icin o yuce varlığın ef ’alinde mÂkes olan davranış mukemmellikleri bizim icin her turlu takdirin fevkindedir. Cenab-ı Hak bu husûsta sÂir peygamberlerden de bize olcu olacak tarihi beyanlarla ışık tutmuştur.

YUMUŞAK SOZLE TEBLİĞ ETMEK

Mesel Hz. Musa ’yı Firavun ’a gonderdiğinde O ’na “kavl-i leyyin” yÂni yumuşak sozle dÂvette bulunması emredilmiş olduğu gibi bu faaliyete dÂir umûmî bir olcu olmak uzere de:

Allah yoluna hikmetli ve guzel sozlerle dÂvet ediniz.”[2] beyÂnıyla bu turlu faaliyetler icin yolumuzu aydınlatmış bulunmaktadır. Burada Peygamber aleyhisselÂtuvessÂmın ef ’alinde zÂhir olan mukemmelliklere sonsuz misal verilebilir. Biz yazımızın mahdud olan hacmi sebebiyle bir tek misal zikredelim:

PEYGAMBERİMİZİN TEBLİĞ METODU

Yeni musluman olmuş iki şahsiyet abdestin şekli hakkında ihtilÂfa duştuklerinden Peygamber aleyhisselÂtuvesselÂm'a gelip doğrusunu oğrenmek istediler. O yuce varlık onlara:

“-Ben bir abdest alayım da siz seyredin.” buyurduktan sonra kemal-i tÂzim ile bir abdest alıp:

“- İşte abdesti doğru almanın şekli budur. Hanginizinki yanlışsa gitsin, duzeltsin.” diyerek hatalı muhatabın hatasının zÂhire cıkmasını onlemiştir.

İmanda veya amelde kusurlu bir insanı doğru yola sevk icin bazen merhamet kadar cesÂret de gerekli olabilir. Zir İslÂmiyet ’in gÂlip olmadığı topluluklarda hak dÂvete karşı direnenler hatta duşmanlığa kalkışanlar elbette ki eksik olmaz. Boylelerine karşı herhangi bir sÂikle tekÂsul yÂni ihmalkÂrlık gostermek son derecede tehlikelidir. Zir insanlar fıtratlarındaki egoizm sebebiyle zarardan kacındıkları icin huzur-u ilÂhîde bu tekÂsullerini mÂzur gostermek icin:

“-Ya rabbi, ben o kadar cesur değildim.” veya buna benzer bir mÂzeretle kurtulabilecekleri zehÂbında bulunurlar. HÂlbuki Cenab-ı Hak bir kulu onun kendisinden daha iyi tanıdığı icin Duny işlerinde gosterdiği cesÂret ve dirÂyetle mizan ederek bu mÂzereti hemen ekseriya kabul buyurmayacaktır. Kaldı ki, imanın galebesi icin calışırken mÂruz kalınan sıkıntılar Allah katında ebedî nimetlerle mukÂfatlandırılacağından islÂmî cihadda bulunmakla asla zarar ihtimali yoktur. Zararın muhtemel olan en buyuğu oldurulmektir. Bu bile zarar değildir. Zir bu keyfiyet o şahsı beşerî irtifada zirve olan peygamberlikten sonraki en yuce makam olan “şehidlik”le taclandırır. Oyleyse akıllı ve vicdanlı insanlar iman şuuruyla İslÂm ’ın galebesi icin calışmakla kÂrı mutlak garantili bir faaliyette bulunmuş olurlar.

İHSAN EDİLEN NİMETLER KADAR MUKELLEFİYET

Bu hususta dikkat edilecek bir nokta da şudur ki; Cenab-ı Hak her turlu mukellefiyet icin insanları kendilerine ihsan ettiği nimet-i ilÂhiye derecesinde mes ’ul tutacağını beyan buyurmaktadır. Kimseye vus ’atinden fazla bir teklif mevzubahis olmadığını her mumin bilir. LÂkin bu gerceği ifade eden bu Âyet-i kerime bir ferdin uzerinden tahakkuk eden nimetlerin kendisini muktedir kıldığı hadde kadar hak ve hayır olan işlerden mesul olduğunu gosterir. Buna “mefhum-i muhÂlif yoluyla hukum ihracı” denilir. Buna gore coğumuzun gaflet ettiği gercek ise, Âhiret ’te karşımıza cıkacak olan en buyuk hesabın yaptığımız kotuluklerden değil muktedir olup da yapmadığımız iyiliklerden olacaktır. Ustelik o nimetlerin doğurduğu mukellefiyetin nisabı da nisbeti de mechuldur. Cihad mÂhiyetindeki faaliyetler faraza bir namaz, oruc veya zekÂt borcu gibi nisabı da nibeti de belli olan bir mukellefiyet değildir. Bu takdirde ne kadar gayretli olursak olalım bu hususta hÂl gerekeni lÂyıkıyla yapamadığımız endişesiyle yaşamalıyız. Belki bu endişe sebebiyle Allahu Azimuşşan ’ın eksiğimizi lutfen ve keremen bağışlayacağını umabiliriz.

Bir cemiyetin, bizim bugunku cemiyetimiz gibi iman ve İslÂm galebesini gercekleştirememiş olması hÂlinde bu gayret ve faaliyet daha da buyuk bir ehemmiyet kazanmaktadır. Emr-i mÂruf İslÂm ’ın galebesi zamanında bir “farz-ı kifÂye” iken boyle zamanlarda farzlar ustu bir farz belki “farz-ı ayn” mesÂbesinde bir ehemmiyet kazanır. Bugun televizyonlarda soylenen veya kitaplarda yazılan insanları idlal mahiyetindeki sozler maalesef duşman edinmekten cekinilmesi sebebiyle buyuk olcude cevapsız kalmaktadır. Bunlara cevap verecek dirayet ve liyÂkatte olanlar suskunluklarının mesuliyetinden kolay kolay kurtulamazlar.

Gercekten iman buhranımıza suruklenmemizden evvelki devirlerde neşredilen eserler hakkında sayısız makale yayınlanır ve o eser islÂmî prensipler onunde mizan edilerek fÂil ikna edilmese de okuyucuların korunması gibi bir menfaat sağlanırdı. Bunu “munekkid” denilen insanlar yapardı. Bugun boyle bir meslek mevcud değildir. İnsanların coğu yanlışları soylemekten duşman edinmek korkusuyla hazer etmektedirler. HÂlbuki hayatta duşman sÂhibi olamamak ciddi bir dost sÂhibi olamamaktan daha buyuk bir mahrumiyettir.

İslÂm hukukundan mudevven medenî hukukumuz demek olan “Mecelle-i AhkÂm-ı Adliye” yukarıda serd edilen gercekleri muhtevi olmak ve aynen kelime-i tevhidin mantığını aksettirmek uzere “Def-i mefÂsid celb-i menÂfîden evlÂdır.” tarzında bir madde ihtiva etmekteydi. Buna gore mefsedetleri yÂni bozuk fikirleri def etmek İslÂm hukukuna nazaran menfaat celbinden yÂni mÂrufu emretmekten evveliyetle ifa edilmesi gereken bir mesele demektir. Aynı kanunda buna dÂir başka maddeler de vardır.

Ancak yukarıda ifade edildiği gibi mefsedetin def ’i muayyen bir usul dairesinde yapılmalı ve bu hususta nebevî ahlÂka uygun bir sûrette hareket edilmelidir. Bunun icin şu olcuyu ihmal etmemek gerektir. Şeriatın kuvveden fiile cıkarılması evveliyetle devlete Âid bir mesele olduğundan o bu mukellefiyeti ifa ederken umumun vikÂyesini mucib olacak şekilde ve ibret-i muessire teşkil etmek uzere sucluya ceza verir. Fakat biz ferdiz. Tasavvufî telÂkki tarzında olduğu gibi kusurlu insanlara merhamet ve acıma hissiyle yaklaşarak muhatabımızın bir gunahtan hatta kufurden kendisini koruyamadığı duşuncesiyle hareket etmeli onun bu husustaki acziyetini muhatabın bu husustaki acziyetini dikkate alarak kendisine tatlılıkla telkinde bulunulmalıdır. Sertlik sırf İslÂm ’la mucadele hÂlinde bulunan “kufr-i inÂdî” sahiplerine karşı olmalıdır. Bir musluman kusurlu muhatabına aynen bir doktor mantığıyla muhatap olmalıdır. Hicbir doktor hastasını hangi yanlışı sebebiyle kendisini bir derde giriftÂr kıldığına dÂir beyanla tenkid etmez. O kendisini karşısındaki hastayı sadece elindeki imkÂnlarla tedÂvi etmekle mukellef bilir.

Demek oluyor ki; iman nimetinin şukur borcu ondan mahrum olanlara bu nimeti kazandırmak icin peygamber ahlÂkıyla icra edilecek fiillerle if edilir. Bu işte başarılı olmak icin CenÂb-ı Hakk ’ın bize beyanı uzere Rasullah aleyhisselÂtuvesselÂmın “ef ’al-i peygamberi” denilen tavırlarındaki mukemmelliği kavrayarak O ’ndaki olculeri imkÂn nisbetinde kullanmak gerekir. Mevl cumlemizi bu tarzda bu islÂmî ve imanî tebliğe muvaffak buyursun. Âmin.

Dipnot: [1] Ahzab Sûresi, Âyet 21, [2] Nahl Sûresi, Âyet 125

Kaynak: Reyhan Dergisi 2015/1 Sayı 37
www.kadirmisiroglu.com
İslam ve İhsan