
Sırat-ı mustakîm kişinin toz olduğu, kul olduğu, kurban olduğu bir yoldur. Bu yol butun kÂinata rahmet olarak gonderilen Peygamberin ayağının tozu olup O ’nu takip edilen yoldur. Bu yol insan ustudur. Bu yol, insanlık icin insanlığın yoludur. Bu yol, cihad yoludur. Bu yol, kendini feda etme mutluluğunun yoludur.Hz. Peygamber (sav) ’in sunneti, kÂinattaki en buyuk dinamik kuvvettir. Kur ’Ân ancak hadîs ve sunnetle birleşince en buyuk hidayet ve irşad nuru meydana gelir. Bu da muminlerin butun davranışlar, amel, taat ve sozlerinin Kur ’Ân ve Hadîs ’e dayanıyor olması gerektiği mÂnÂsına geliyor. Bu hal ise Tarîkat-ı Muhammediyye ’nin ilÂhî guzellik ve kemÂliyle sırat-ı mustakîm uzere yaşamanın bereketidir. Hatemu ’l enbiya Hz. Muhammed (s.a.v.) ile beraber hak din galip gelmiş, hak batıldan ayrılmış, muhteşem sırat-ı mustakim yolu tesis olmuştur. Bu, ummet-i Muhammed (s.a.v.) ’in hazinesi, Allah ’ın hak yolunda mucadeleye davetidir.
Sırat-ı mustakîm kişinin toz olduğu, kul olduğu, kurban olduğu bir yoldur. Bu yol butun kÂinata rahmet olarak gonderilen Peygamberin ayağının tozu olup O ’nu takip edilen yoldur. Bu yol insan ustudur. Bu yol, insanlık icin insanlığın yoludur. Bu yol, cihad yoludur. Bu yol, kendini feda etme mutluluğunun yoludur. Bu yol hicret yoludur. Bu yol Hac yoludur. Bu yol, Yaratıcımıza “iyyake na ’budu ve...” “Yalnız sana kulluk ederiz ve yalnız senden yardım isteriz.” diye yalvardığımız yoldur. Bu yol, anma yoludur, dua yoludur, ibadet yoludur. Bu yol, boyun eğme yoludur, bu yol, teslimiyet aşkının yoludur, bu yol, yakarıştır. Bu yol guzellik ve mukemmelliğin, ucsuz bucaksız sonsuzluğun, suregelen devamlılığın, ebedi nûr ve aşkın yoludur. Bu yol ebedi refah, comertlik, lutuf, ikram ve fazilet yoludur. Bu yol, kalbi ve ruhu saflaştırmanın yoludur. Bu yol, fedakÂrlık yoludur. Bu okuma yazma bilmeyen Resul-u Ekrem Efendimizin (s.a.v.) yoludur. Bu yol sırat-ı mustakimdir. Sırat-ı mustakim ahlÂkı Muhammedi ’yi temsil eder. Bu yol, nur yoludur. Allah ’ın isim ve sıfatlarının sonsuz nurudur, îmÂn nurudur. O, şeref ve izzet kazanma yolu olan Sırat-ı mustakîm ’in nurudur. Bu nur, hakikat yolunda mucahedeyle sulûk eden her bir ferde acıktır. Mahviyet ilminden sızar o nur; ilÂhî hidayet nurudur. Hakk TeÂlÂ, “Doğrusu size Allah ’tan bir nûr ve apacık bir kitab gelmiştir” (1) buyurmaktadır. Bu yol mirac icin, cennete kurbiyet ve unsiyet kazanmak icin bir ilahi davettir. Bu yol butun ibadetlerin gizli ozudur. Bu yolun bir sonu yok.
Allah ’ın ilminin, cemalinin ve kemalinin bir sonu yok. Sevginin, guzelliğin, Rabbimizin merhamet ve şefkatinin sonu yok. Manevi yolculuğumuzda aktarılan hic bir şey kuru bir tarih dersi veya yavan bir bilgi kırıntısı değildir, bilgilerin ortaya konduğu sahne butunuyle canlıdır. Bir silsile halinde devam eden o ruhani aydınlanma geleneğinin izini surebiliyoruz.İLAHİ İDRAK BİR İNSANIN KALBİNE GİRDİĞİNDE HER ŞEY DEĞİŞİR
İnsanoğlunun bu dunyada doğuşu doğru yola, sıratı mustakime bir davettir. Butun insanlar Musluman ve Hz. Muhammed ’in (s.a.v.) ummeti olarak doğarlar. Batı dunyasındaki insanlar hak inancın kimliğinden yoksun ve bu sebeple de Hz. Muhammed ’in (s.a.v.) yolundan bîhaber doğarlar. Hakeza, Musluman olarak doğan bircok insan Muslumanlık kisvesine burunmuyorlar. Boylece sırat-ı mustakim ’i idrak edemiyorlar. Sıratı mustakimin farkındalığının yokluğu doğru yoldan sapmış olmaktan başka bir şey değildir. Bu şekilde karanlık şuursuzluğun icinde kayboluyorlar. Ozellikle Muslumanların gaflet uykusundan sıratı mustakimin o yuce farkındalığına uyanması gerekmektedir. Bu farkındalık ahlÂk-ı Muhammediyye ’nin idrakidir. En carpıcı beyitlerinden olan bir bolumde Hz. MevlÂn cehenneme atılıp da cennete girmek icin değil, dunyaya dondurulmek icin Allah ’a yalvaranların halini anlatıyor. Hz. MevlÂnÂ, “Cehennem ehli dunyada olduklarından daha mutludurlar, zira artık Allah ’ı biliyordurlar, ancak dunyada bu idrakte değillerdi. Allah ’ın idrakinden daha tatlı bir şey yoktur. Dunyaya donmeyi istemeleri ise Allah ’ın cemÂl ve lutuflarına tecelligÂh olan şeylerin farkına varabilecek işleri yapmak icindir.” (F 229/236) buyurmaktadır. Bu muhteşem hikmetle Allah, ilÂhî idrak bir insanın kalbine girdiğinde her şeyin nasıl değiştiğini insanlığa anlatmaktadır.
DUNYAYI AHİRETE TERCİH EDENLER ŞU UC ŞEYDEN MUZDARİP EDİLİR
Allah bizi her zaman Hak yolunda mucadele etmeye davet ediyor. Allah, bize hilkat hazinelerinin ebedî guzelliğini muşahede etmeye cağırır. Bizi hayranlığa, aşka, ilahî ilhama cağırır. Onun daveti, onun cağrısı, onun uyarısı, gafletten ilahi bilincin nuruna uyanmayı yani hakiki ihtidayı temsil eder. Hepimiz gaflet uykusundan uyanmalıyız ve hakiki miracı yaşamaya gayret etmeliyiz. ÎmÂnımızı tazelemeliyiz, yenilemeliyiz. Yureğimizde var olan sevgisini yeniden canlandırmalıyız. Kısaca, Allah icin olmayan her sevgiden kurtulmalıyız. MÂnevî korluk, gaflet, cehÂlet ancak muhabbet-i ilÂhiyyesi olmayanlarda başgosteren hallerdir; cunku mÂnevî olarak uyanık, idraki zinde ve farkında bir kimse bu halleri kendisindeki aşk hazinelerini keşfedebildiği oranda celbetmiştir. İşte bu yuzden, dunyevi bir gaflet hayatı yaşamak bilginin eksik olduğu anlamına gelmez; duygunun, ilahi hassasiyetlerin, ilahi olana duyulan ihtiyacın eksik olduğu anlamına gelir. Hz. MevlÂnÂ, bu dunyanın ilÂhî Hakîkat ’in bir inkÂrı, bir reddi olduğunu soyluyor; “Bu kadar dunyevi olmamızın sebebi Huzur-ı ilÂhîden gaflette olmamızdır; ne paradır, ne kadın, ne libas. Bunu iyice anla!” Kişi bu dunyada ve onun cezbediciliğinde kaybolduğunda, Allah ’tan uzaklaşır; kendi arzularına kul, şeytanın elinde oyuncak olur.
Bu sebepten oturu Hz. Mevlana insanları varlık zindanından cıkmaya davet eder. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ’in şoyle bildirdiği rivayet edilmiştir: “Kim dunyayı ahirete tercih ederse uc şeyden muzdarip edilir: Hic hafiflemeyen ağır yuk, zenginleşmeyen fakirlik, doymayan aclık.” Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ’e soruldu: “Ya Resûlallah, dunyevilik nedir?” Saadetle cevap buyurdu Efendimiz, “Seni gaflete atıp Rabbini unutturan her şey.” Bu dunyanın sevgisi; bencilliği, kibri, şirki, cehaleti ve dalaleti temsil eder. Bu dunyanın sevgisi; Âlemlerin Rabbi ’ne duyulan aşkın yokluğu, dinin yokluğu, orucun yokluğu, duanın yokluğu, haccın yokluğu, miracın yokluğu, ihramın yokluğu, cihadın yokluğu, sıratul mustakimin yokluğu, secdenin yokluğu demektir. Dunya sevgisi Resûlullah (s.a.v.) ‘ın sunnetinin yokluğudur, guzellik, aşk ve nurun eksikliğidir. Başka deyişle, şuursuz yaşayan insan asıl istikametini unutmakta, doğru yoldan sapmaktadır, hakikatten vazgecip batıla sapmakta, kısaca, kendini kaybetmektedir.
SIRAT-I MUSTAKİM UZERE NASIL OLURUZ?
Hayatlarımızın manevi bir yolculuk olduğunun bilincine varırsak, sırat-ı mustakim uzere yaşamış olmaz mıyız? Ahiret pazarında kendimizi Rabbimize feda edersek, sırat-ı mustakim uzere olmaz mıyız? Şirkten kurtulursak her zaman sırat-ı mustakim uzere olmaz mıyız? Tevhid dinine hizmet edersek sırat-ı mustakim uzere yaşamış olmaz mıyız? Kutsal emaneti taşıdığımız, yaşamlarımız ahiret provası haline geldiğinde sırat-ı mustakim uzere yaşamış olmaz mıyız?
Sırat-ı mustakim uzere ne kadar hakikatin peşine duşersek, asıl vatanımıza ne kadar donersek, ne kadar ihrama giyersek, sırat-ı mustakim uzere ne kadar secde edersek, ne olcude ilahi mubadeleye girersek, ne kadar Allah ’ın Huzurunda kole, yetim, multeci, kul olursak, ne kadar daimi bir muhabbetle gayret ve cihadı surdurursek, olmeden once olursek, Allah da bizi o kadar hakikat icinde diriltecek ve hakiki mu ’min kılacaktır. Sırat-ı mustakim uzere ne kadar zorluk cekersek, ne kadar mucadele edersek, ne kadar imtihan olursak, o derece, hakiki insan, mu ’min, kul ve halife oluruz.
HAKİKAT KARŞILIKSIZ VERİLMEZ!
Hakikat karşılıksız verilmez! Mu ’minler her zaman, her yerde hakikatin peşine duşmeliyiz. Bu dunya hayatında, her şeyi terk edip kacmalıyız. Kur ’an-ı Kerîm ’de buyrulur; “Allah ’a kacalım, Allah ’a koşalım”.
Tevhîd-i ilÂhîye inananlar, Hz. İbrÂhim ’in ayak izlerinden başlayarak Nubuvvet HÂtemi olan Efendimiz ’e kadar yurumeli, adımlarını Efendimiz ’in adımlarına gore atmalılar. Mu ’minler, aynı zamanda İbrÂhîmî arayıcılar olduklarını bilmeli ve Muhammedî talipler olarak butun insanların Hz. Âdem evlÂdı olduğu hakîkatini asla akıllarından, şuurlarından cıkarmamalıdırlar. Muhammedîler, omuzlarında butun peygamberlerin mirasını taşırlar ki bu miras kulluktur. Onlar Allah ’ın dunyadaki halifesidir. Onların rolunu oynayalım. Efendimiz ’e kadar giden elleri tutalım, cunku “El ele, el Hakk ’a” denmiştir.
Eğer tevhide inanıyorsak Allah ’a karşı hak yolunda bir mucahid olma borcumuz var. Hak yolunda şehit olanların izinden gitme borcumuz var. Gunler ve geceler boyu dayanılmaz işkenceler altında “Ehad, Ehad!” demekten geri durmayan Hazreti Bilal ’e borcumuz var. Allah icin olmekten korkmama ve kulluk vazifelerini yerine getirerek hakikat yolunda yurume borcumuz var. Takva, ihlÂs ve sıdk hasletlerine burunme borcumuz var. Habil ’in akıttığı kan uğruna, onun bize sunduğu aşk uğruna bizim de ona dostluğumuzu sunma borcumuz var. Nurlarıyla etrafı aydınlatan İslam ’ın şehitleri bizi gaflet karanlığından cıkarırlar. Onlar bizim gormemiz icin, uyanmamız icin, anlamamız icin ve Kur ’an hikmetinden hidayet nuru bulmamız icin canlarını verdiler. Kendimizi onların yerine koyalım, savaştıkları yerde savaşalım, dua ettikleri yerde dua edelim, yurudukleri yerlerden, yurudukleri gibi yuruyelim, ağladıkları yerde ağlayalım, iltica ettikleri Âlemlerin Rabbi olan Allah ’a iltica edelim.
Dipnot: 1) MÂide Sûresi, 15.Âyet
Kaynak: Rabia Brodbeck, Altınoluk Dergisi, Mayıs 2015, 351. Sayı
İslam ve İhsan