İslam dininde maddi durumu uygun olan her Muslumanın hayatında en az bir kez hac yapması farzdır. Hac, omurde bir defadır diye ihmÂl etmek de cok yanlış olur.İslÂm rûhunun bir tecellîsi olarak namaz saflarında herkes aynı sıradadır. Devlet reisi de aynı saftadır. Onde geldiyse ondedir. Arkadan geldiyse arkada kalır. Sıradan bir kimse de geldiyse nerede boş yer bulmuşsa oradadır. Namaz saflarında uniforma ve apoletlerin hicbir etkisi yoktur. Hacda ise bunun daha otesi, yÂni kefen ve mezar eşitliği vardır. Nasıl bir devlet reisi de, sıradan bir kimse de mezara kefenle giriyorsa, kefenden başka bir şey kullanmıyorsa, aynı bez parcası ile gomuluyorsa, hacda da mezar ve kefen beraberliği vardır. Hac yapan herkes, ustte bir havlu, altta bir havlu, tamÂmen kefen havası icindedir.
Bilmek lÂzımdır ki olum, AllÂh ’ın butun fÂnîler icin zarûrî kıldığı bir kÂnûndur. Zamanı, dakîkası ve nefes sayısına kadar tÂyin olunmuş ve hukme bağlanmıştır. Ecelin ileri geri gitmediği, sebepler ve vesîlelerin değişmediği, acık bir hakîkattir. Ecelden kacanların kurtulduklarına dÂir bir haber işitilmemiştir. Bunları iyice tefekkur edip bu hac ibÂdetine karşı gevşeklik ve lÂkaydîlikten şiddetle kacınmalıdır. Aksi hÂlde Hazret-i Peygamber -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ’in ihtÂrı muthiş ve korkutucudur:
“Bir kimse, yiyecek, icecek ve binecek masraflarına mÂlik olup da BeytullÂh ’a gitmek mumkun iken haccetmezse, onun Yahûdî veya Hıristiyan olarak olmesine hicbir mÂnî yoktur!” (Tirmizî, Hac, 3)
Bu ihtÂr-ı peygamberî, haccetmenin butun şartlarını hÂiz olup da gafletleri sebebiyle ihmÂl edenlere azÂb-ı ilÂhîyi hatırlatmaktadır. Cunku bu ibÂdeti ihmÂl durumu, onu kucumseme mÂnÂsı taşımaktadır.
HACCA KAC DEFA GİDİLİR? Hac, omurde bir defadır diye ihmÂl etmek, cok yanlış olur. Nitekim AllÂh Rasûlu -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- buyururlar:
“Haccedecek kimse, acele etmelidir!” (Cem‘u ’l-FevÂid, II, 77)
BeytullÂh, İbrÂhîm -aleyhisselÂm- ve Âilesinin tevekkul ve teslîmiyet hÂtıraları ile dolu bir mekÂndır.
Tevekkul, teslîmiyet ve hac kelîmeleri zikredilince, hatıra İbrÂhîm -aleyhisselÂm- ve İsmÂîl -aleyhisselÂm- gelir. Zîr hac, onların ihlÂsları neticesinde kıyÂmete kadar tekrarlanacak bir amel-i sÂlihtir.
Tevekkul, lûgatte “dayanma, guvenme, vekîl tutma ve vekîle guvenme”dir.
Tasavvufta ise, gonlu AllÂh ile dolu olan kimsenin yalnız O ’na guvenmesi ve O ’na sığınmasıdır. CenÂb-ı Hakk, Mûs -aleyhisselÂm- ’a elindeki asÂyı sormuş, sonra «At onu elinden!» diye emretmiştir. Cunku asÂ, O ’nun kendisine olan tevekkulunu golgelemekteydi.
Âyet-i kerîmelerde şoyle buyurulur:
“…İnananlar ancak AllÂh ’a tevekkul etsinler!” (İbrÂhîm, 11; et-Tevbe, 51)
“…ŞÃ‚yet mu ’minler iseniz, sadece AllÂh ’a tevekkul edin!” (el-MÂide, 23)
“… Kim AllÂh ’a tevekkul ederse, AllÂh ona yeter!..” (et-TalÂk, 3)
Hadîs-i şerîfte de:
“Eğer siz hakkıyla tevekkul edebilirseniz, sabahleyin karınları ac, akşamları tok olan kuşların beslendiği gibi rızıklanırsınız!” (Tirmizî, Zuhd, 33) buyurulmaktadır.
Tevekkul, tedbîr ve teşebbusleri bir kenara atmak değil, bilakis onlara istinÂd ettikten sonra AllÂh ’ın kudret tecellîsine sığınmaktır.
AllÂh TeÂl buyurur:
“Herhangi bir iş husûsunda (once) onlara (mu ’minlere) danış! İstişÃ‚reden sonra karar verip azmedince de (artık) AllÂh ’a tevekkul et!..” (Âl-i İmrÂn, 159)
Mu ’minin iki cihanda yardımcısı AllÂh ’tır. Kim O ’na tevekkul ederse, AllÂh ona kÂfîdir. İster ferdî, isterse ictimÂî olsun huzûr ve seÂdet, yalnızca O ’na donmekte, O ’ndan yardım istemekte, O ’na tevekkul etmektedir.
Teslîmiyet; سَلِمَ fiilinden gelir. Boyun eğmek, başa gelen hÂdiseleri îtirazsız kabûllenmek ve selÂmete cıkmaktır.
Nitekim İbrÂhîm -aleyhisselÂm- ’ın kalbinde AllÂh ’tan başka hicbir şeye yer yoktu. Fakat melekler:
“–YÂ Rabbî! İbrÂhîm ’in cÂnı, evlÂdı ve malı var! Nasıl sana “Halîl” (dost) olabilir?!.” demişlerdi.
AllÂh TeÂl da, uc yerde O ’nun itirazsız teslîmiyetini meleklere gostermişti. Bu imtihÂnlar ve neticeleri, kıyÂmete kadar ummete misÂl olacaktır.
İbrÂhîm -aleyhisselÂm-, ateşe atılacağı zaman melekler yardımına gelmişti. Ancak O:
“–Size ihtiyacım yok!. Ateşe, yanma gucunu kim vermiştir?” demiş ve «AllÂh ne guzel vekîldir!» diyerek Rabbisine sığınmıştı.
O ’nun bu teslîmiyeti karşısında mukÂfÂt olarak ateşe:
«–Ey ateş! İbrÂhîm ’e serin ve selÂmet ol!» (el-EnbiyÂ, 69) buyurulmuştu.
İbrÂhîm -aleyhisselÂm- ’ın malı da, CebrÂîl -aleyhisselÂm- ’ın uc defa zikri karşısında ehemmiyetsiz hÂle gelmiş:
«–Al bunları gotur!» demişti.
Gercek kulluk, teslîmiyettir. Cunku AllÂh -celle celÂluhû-, kulunun kendisinden başkasına rÂm olmamasını ister.
Teslîmiyet, muhabbete dayalı bir itÂat işidir. Bu itÂat ve teslîmiyet bereketiyle İbrÂhîm -aleyhisselÂm- ’a, cÂnı, malı ve evlÂdı, yuce Rabbinin yolunda hicbir engel teşkîl edemedi. Hac ibÂdeti de, O ’nun Rabbine tevekkul ve teslîmiyetinin kıyÂmete kadar devÂm edecek en guzel bir sembolu oldu.
Cunku İbrÂhîm -aleyhisselÂm- ’ın dili kalbine tercumanlık yaparak dÂimÂ:
“Ben Âlemlerin Rabbine teslîm oldum!..” (el-Bakara, 131) demekteydi.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, İslam İman İbadet, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan