
CenÂb-ı Hakk ’a kulluğun tezÂhuru olan butun ibadetler, rûha verilen ayrı ayrı vitaminler mesÂbesindedir. Her ibadetten almamız gereken hikmetler, dersler ve ahlÂkî kıymetler bulunmaktadır. İbadetlerimizin makbûliyetinin alÂmeti de bunlardır.
İlk farz kılınan ibadet; dînin direği olan namazdır. Namaz; kendini ilÂhî huzurda bilme, her dÂim bizimle olan Rabbimiz ’le kalben buluşma, secdelerle O ’na olan yakınlığı artırmadır.
Namazdan sonra oruc farz kılındı. Oruc, belli bir sureliğine yeme-icmeyi bırakmaktan ibaret değildir. Zira oruc, mideye ilÂveten butun uzuvların, bilhassa da gozun, kulağın ve dilin haramlardan korunmasıyla kulu “takv” hassÂsiyetine erdirmeyi hedefleyen şumullu bir ibadettir. Yani kula belli bir sureliğine bÂzı helÂlleri dahî yasaklayıp haramlardan ne kadar sakınmak gerektiğini tÂlim eden bir nefis terbiyesidir. HelÂlleri dahî asgarîde kullanmayı telkin eden bir riyÂzat hÂlidir. Acları ve muhtacları hatırlatarak, merhamet, şefkat ve comertliği geliştiren bir vicdan tekÂmuludur.
Oructan sonra zekÂt farz kılındı. ZekÂt; fakir-fukarÂnın, dînen zengin sayılanların malındaki asgarî hakkıdır. Diğer infaklarla bu asgarî miktarı da aşmaya calışmak îcÂb eder. Zira kulun bu fedakÂrlığı, CenÂb-ı Hakk ’a yaklaşma iştiyÂkının bir gostergesidir.
CenÂb-ı Hakk ’ın zekÂt ve infaklardaki murÂdı da; emÂnet olarak ihsÂn ettiği butun nîmet ve imkÂnlardan, kulun ne kadar fedakÂrlıkta bulanabileceğini test etmektir. Yani kulun Hakk ’a tevekkul, teslîmiyet, muhabbet ve şukur duygularını imtihan etmektir.
Son olarak farz kılınan hac da, diğer ibadetler gibi, ihtiv ettiği hikmetlerin tefekkurunde derinleşerek, hassas bir gonulle îf edilmesi gereken muhim bir ibadettir.
HAC HAZIRLIĞI
Haccı kÂmil mÂnÂda ed edip onun hakîkatine erebilmek icin, daha hac yolculuğuna cıkmadan evvel, maddî-mÂnevî bir hazırlık safhası gereklidir. Maddî hazırlığın en muhimi, borcları ve kul haklarını odeyip helÂlleşmektir. Hac, hem bedenî hem de mÂlî bir ibadet olduğundan, malı da infaklarla temizlemek îcÂb eder.
Nitekim Rasûlullah (s.a.) Efendimiz şoyle buyurmuşlardır:
“Ey tuccar topluluğu! (Ne kadar dikkat etmeye calışsanız da) muhakkak ki alışverişe yalan ve yemin bulaşır. Bunun icin siz de ona (ihtiyaten) sadaka karıştırınız!” (Ahmed, IV, 6; Ebû DÂvûd, Buyû, 1/3326)
Bu hadîs-i şerîfte, her ne kadar ticÂret ehline hitÂb edilmiş olsa da, her meslek erbÂbının maîşet temininde, sehven, buna benzer kusurları olabilir. Dolayısıyla, hacca gidecek mu ’minlerin, oraya temiz parayla gidebilmek icin, kul haklarını odemeye ilÂve olarak, ihtiyaten, infak ve sadakalarla da servetlerini temizleyip hata ve noksanlıkları icin tevbe ve istiğfarda bulunmalarında fayda vardır. Aksi hÂlde, haccın gonul feyzine erebilmek mumkun olmaz.
Hadîs-i şerîfte buyrulur:
“Kim bu Beyt ’i, haram kazanctan elde ettiği parayla ziyaret ederse AllÂh ’a itaatten cıkmış olur. Boyle bir insan hacca niyet eder, ihrÂma burunerek bineğinin uzengisine ayağını basıp devesini hareket ettirdikten sonra; «Lebbeyk AllÂhumme lebbeyk» derse, semÂdan bir munÂdî şoyle seslenir:
«Sana, ne lebbeyk ne de sa‘deyk! Cunku senin kazancın haram, azığın haram, bineğin haramdır. Hicbir sevap almadan, gunahkÂr olarak don! Hoşlanmayacağın şeyle karşılaşacağından dolayı uzul!..»” (Heysemî, III, 209-210)
Bunun icin, borc varsa odenmeli, kul hakkı varsa helÂllik alınmalı, fakirin servetteki hakkı olan zekÂt, hak sahiplerine teslim edilmelidir.
Bu maddî hazırlıktan sonra, mÂnevî hazırlık safhası gelir ki, o da gonlu bu mukaddes yolculuğa hazırlamaktır.
BÂyezîd-i BistÂmî Hazretleri ’nin Hicaz ’a giderken yaşadığı hikmet dolu bir hÂdiseyi, MevlÂn Hazretleri şoyle nakleder:
“BÂyezîd, hac icin yola cıktığı vakit, bir pîr-i fÂnî gordu ki, onda velîlerin rûhÂniyeti vardı. Gozleri dunyaya ÂmÂ, kalbi ise Guneş gibi aydınlıktı. BÂyezîd, o pîrin karşısına oturdu. Pîr ona:
«–Ey BÂyezîd! Nereye gidiyorsun?..» diye sordu. BÂyezîd de:
«–Hacca gitmek niyetindeyim; iki yuz dirhem de param var...» dedi. Pîr, BÂyezîd ’e dedi ki:
«–Ey BÂyezîd! O dunyalığın bir kısmını Allah yolundaki muhtaclara, gariplere, bîcÂrelere dağıt! Onların gonullerine gir ve duÂlarını al ki; rûhunun ufku acılsın! Boylece ilk olarak gonlune haccettir! Ondan sonra rakik bir gonulle o nÂzik hac yolculuğuna devam et!..
Cunku KÂbe, AllÂh ’ın hÂne-i birridir. Yani ziyareti farz ve sevÂba vesîle olan bir beyttir. LÂkin insan kalbi, bir sır hazinesidir.
Eğer sende basîret varsa, once gonul KÂbe ’sini tavaf et!.. Taş ve topraktan yapılmış sandığın KÂbe ’nin asıl mÂnÂsı gonuldur.
CenÂb-ı Hak, gorunen, bilinen sûret KÂbe ’sini tavÂf etmeyi, kirlerinden arınmış bir kalbe sahip olasın diye sana farz kılmıştır.
Şunu iyi bil ki, sen AllÂh ’ın nazargÂhı olan bir gonlu incitir, kırarsan, KÂbe ’ye yaya olarak da gitsen, kazandığın sevap, gonul kırmanın gunÂhını dengeleyemez.
Sen varını-yoğunu, malını-mulkunu ver de bir gonul yap! Kazandığın o gonul, mezarda, o kapkara gecede sana ışık versin!..
AllÂh ’ın huzûruna altın dolu binlerce kese gotursen, CenÂb-ı Hak:
«Bize bir şey getirmek istiyorsan, kazanılmış bir gonul getir! Cunku altın-gumuş Biz ’im icin bir şey değildir. Eğer Biz ’i ve rızÂmızı istiyorsan, bunun ancak bir gonul kazanmaya bağlı olduğunu unutma!..» buyurur. Hakk ’ın nûrunun insandaki tecellîsini gormek icin kalp gozun iyice acılsın!..»
BÂyezîd, pîrin bu nuktelerini kavradı. Buyuk bir vecd icinde hac yolculuğuna devam etti.”
Duşunmeliyiz ki, bu fÂnî cihanda hepimiz ebediyet yolcusuyuz. Ecel senedinin vÂdesi ne zaman dolacak, mechul. O hÂlde, nasıl ki hac yolculuğu icin maddî-mÂnevî hazırlık yapmak gerekiyorsa, kabir ve Âhiret yolculuğu icin de her an hazırlıklı olmamız elzemdir.
NAZARGÂH-I İLÂHÎ
Tasavvufî eserlerde gonlun KÂbe ’ye teşbîhine sıkca rastlanır. Bu durum, mahlûkÂtın en şereflisi ve kÂinÂtın gozbebeği olarak yaratılan insandaki kalbin, kÂinÂt icinde KÂbe ’nin mevkiine benzemesinden dolayıdır. Gercekten, her ikisi de tecellîgÂh-ı ilÂhî olmak yonunden merkezî bir durumdadır.
Yeryuzundeki en muhim nazargÂh-ı ilÂhî KÂbe olduğu gibi, mÂsivÂdan arınıp mÂrifetullah tecellîlerine mazhar olmuş selîm kalpler de nazargÂh-ı ilÂhîdir. Tavafta bu iki nazargÂh, bir olmaktadır.
Nitekim Allah Rasûlu (s.a.) Efendimiz ’in, KÂbe ’yi tavaf ederken şoyle buyurduğu nakledilir:
“(Ey KÂbe!) Sen ne guzelsin ve kokun da ne guzel! Sen ne yucesin ve hurmetin de ne yuce! Ama canım elinde olan AllÂh ’a yemin ederim ki, Allah nezdinde malıyla, kanıyla mu ’minin hurmeti senin hurmetinden daha buyuktur!..” (İbn-i MÂce, Fiten, 2)
Demek ki nazargÂh-ı ilÂhî olan selîm bir kalp, KÂbe gibi hurmete lÂyıktır. Kalplerinin takvÂda seviye kazanması icin KÂbe ’ye gidenler, bunun ilk şartının, mu ’min kardeşinin kalbini kırmamak olduğunu iyi bilmelidirler. Zira bir mu ’minin kalbini kırmak, KÂbe ’yi yıkmak gibi ağır bir curum sayılmıştır.
Yûnus Emre Hazretleri ne guzel soyler:
Ak sakallı pîr hoca,
Bilemez hÂli nice,
Emek yimesun hacca,
Bir gonul yıkar ise…
Gonul kırmak, bu kadar ağır bir curum olduğu gibi, kırık bir gonlu tesellî etmek de, KÂbe ’yi tavÂf etmek gibi fazîletli gorulmuştur.
Nitekim Molla CÂmî (r.aleyh) buyurur:
“Gonul al! (Cunku gonul almak) hacc-ı ekberdir.
Bir gonul, binlerce KÂbeʼden daha iyidir.
KÂbe, Âzeroğlu İbrahim ’in yaptığı binÂdır.
Gonul ise, Celîl ve Ekber olan AllÂh ’ın nazargÂhıdır.”
HACC-I EKBER SEVÂBI
NazargÂh-ı ilÂhî olan gonulleri arayıp bulmak, onları dertlerinden kurtarıp ferahlatmak, yeri gelir, ilÂhî rahmeti o kadar celbeder ki kulun ebedî kurtuluşuna medÂr olur. Zira kulu CenÂb-ı Hakk ’ın rızÂsına nÂil edecek vesîleler, -meşhur tÂbiriyle- mahlûkÂtın nefesleri adedince coktur. Muhim olan, her dÂim Hakk ’a vuslat arayışı icinde bulunabilmektir.
MevlÂn Hazretleri der ki:
“Hacca gidenler, orada KÂbe ’nin sahibini arasınlar. O ’nu bulduktan sonra KÂbe ’yi her yerde bulabilirler.”
Bu bakımdan, Allah ile beraberliğin gonul feyzi icinde yaşayan bir mu ’min, her zaman ve mekÂnda hacc-ı ekber sevabının kazanılabileceğini hatırından cıkarmaz. CenÂb-ı Hakk ’ın hangi amel hurmetine kulundan rÂzı olacağı belli olmadığından, karşısına cıkan hicbir hayır fırsatını kacırmama firÂsetiyle hareket eder. Bilhassa CenÂb-ı Hakk ’ın husûsî nazarlarına mazhar olan mahzun ve mağmum gonullere dermÂn olmaya calışmanın, rızÂ-yı ilÂhîyi tahsîlin en guzel yollarından biri olduğu şuuruyla yaşar.
Şu hÂdise, bunun ne guzel bir misÂlidir:
Tabiîn neslinden, Âlim, muhaddis, Ârif ve fÂzıl bir zÂt olan Abdullah bin MubÂrek, haccı îf ettikten sonra, KÂbe-i Muazzama ’da yakaza hÂlinde iken, semÂdan iki meleğin indiğini muşÃ‚hede eder. Meleklerden biri diğerine:
“–Bu sene 600 bin kişi haccetti. Hepsinin haccı, Şam ’da Ali bin Muvaffak ismindeki bir ayakkabı tamircisinin yaptığı amel hurmetine makbul oldu. Bu kişi hacca gitmeye niyet etti, lÂkin gidemedi. Onun yaptığı bir amel hurmetine bu kadar huccÂcın haccı kabul edildi.” der.
Abdullah bin MubÂrek Hazretleri, merak ve hayret icinde kalır. Bir kervanla Şam ’a gider. O zÂtı bulup:
“–Sen hacca gitmediğin hÂlde ne amel işledin?” diye sorar.
Ali bin Muvaffak, Abdullah bin MubÂrek gibi meşhur bir zÂtı karşısında gorunce once cok şaşırır. Heyecanından kendinden gecer. Kendine geldiğinde şoyle anlatır:
“–30 senedir hacca gitmeyi arzu eder dururdum. Bu maksatla 300 dirhem para biriktirdim. Hac yolculuğuna niyet ettim. HÂmile olan hanımım:
«–Komşudan et kokusu geliyor; gidip benim icin bir parca et ister misin?» dedi.
Komşuma gittim. Durumu anlattım. Komşum ağladı:
«–Yedi gun oldu ki, cocuklarım actır. Yolda olu bir hayvan buldum. Ondan bir parca et kestim. Şimdi onu kaynatıp cocuklarımı avutuyorum. HelÂl bir gıd bulamazsam, mecbûren onu yedireceğim.
İsterseniz size de vereyim. Fakat bu kaynayan et, olumle burun buruna geldikleri icin bu cocuklara helÂl, size ise haramdır.» dedi.
Bunu duyunca, sanki icimden bir parca koptu. Binbir zorlukla biriktirdiğim bu 300 dirhemi ona verdim ve; «Y Rabbi, hac niyetimi kabûl et!..» diye Rabbime iltic ettim.”
Bunları dinleyen Abdullah bin MubÂrek Hazretleri:
“–Rabbim bana doğruyu bildirmiş!” buyurur.
Dolayısıyla mu ’min, mahzun bir din kardeşinin huznunu gidermekte boylesine hassas davranırsa, bu, kendisi icin Âdeta hacc-ı ekber gibi buyuk bir ecre vesîle olabilir.
Fakat her gonlu hoşnud etmek, hacc-ı ekber ecri kazandırmaz. “Sen onları sîmÂlarından tanırsın.”1 Âyet-i kerîmesinde işaret edildiği uzere, Hakk ’a yakın olan kırık kalpleri, yuksek edep, hay ve iffetlerinden dolayı insanlara hÂlini arz edemeyen mahzun yurekleri arayıp bulmak îcÂb eder.
Diğer taraftan, gonul almanın fazîletiyle ilgili bu ifadeleri de doğru anlamak gerekir. Zira butun bu hakîkatler, farz bir ibadet olan hac mukellefiyetini kucumsemek icin değil, bilÂkis onu; zÂhir ve bÂtın, madde ve mÂnÂ, kalp ve beden Âhengi icinde, en makbul sûrette ed edebilmenin luzûmunu ifade icindir. Yani hicbir mu ’min; “Ben bir gonul aldım, o bana hacc-ı ekber oldu.” diyerek kendini hac mukellefiyetinden muaf goremez.
HattÂ, tayy-i mekÂn ile kerÂmeten hacca gittiğini soyleyen bir zÂta SÂmi Efendi Hazretleri ’nin, boyle bir gidişle şer ’î mukellefiyetin zÂil olmayacağını, zÂhirî şartlarına riÂyetle de hac farîzasını yerine getirmesi gerektiğini soylemiş olmaları, bu husustaki şer ’î hassÂsiyetin en guzel orneklerinden biridir.
Unutmayalım ki tasavvuf, şerîati ikmÂl icindir. Tasavvufun gÂyesi, şer ’î hukumleri kÂmilen îf edebilmek icin gerekli olan kalbî kıvamı temin edebilmektir. Bu gerceği goz ardı ederek, zÂhirî mukellefiyetleri hafife almak, gaflet korluğuyle bÂtıla dalmaktır. Hangi sebeple olursa olsun, imkÂnı olup da haccetmekten kacınanlar, Rasûlullah (s.a.) Efendimiz ’in şu dehşetli ihtÂrına muhÂtap olmaktan kurtulamazlar:
“Bir kimse, yiyecek, icecek ve binecek masraflarına mÂlik olup da BeytullÂh ’a gitmek mumkun iken haccetmezse, onun yahudî veya hristiyan olarak olmesine hicbir mÂnî yoktur!” (Tirmizî, Hac, 3)
Bu nebevî îkaz, hac farîzasını ihmÂlin ne buyuk bir gunah ve ne ağır bir vebÂl olduğunu, cok acık bir sûrette ifade etmektedir.
GÂYE; TAKVÂYA EREBİLMEK
Âyet-i kerîmede buyrulur:
“Hac (ayları) bilinen aylardır. İşte kim o (ay)larda haccı, (niyet ederek ve ihrÂma girerek kendine) farz ederse, (artık) hacda refes (şehevî arzular), fusûk (gunah davranışlar) ve cidÂl (munÂkaşa-kavga) yoktur. Siz ne hayır yaparsanız Allah onu bilir. Bir de (hac seferine yetecek miktarda) azıklanın. Muhakkak ki azığın en hayırlısı takvÂdır...” (el-Bakara, 197)
Orucun farz kılındığını bildiren Âyetin sonunda “لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ : umulur ki takvÂya erersiniz.”2 buyrulduğu gibi, hacca dÂir Âyette de “takv azığı” hazırlamaya dikkat cekilmiş olması, ibadetlerle kulun kazanması gereken hassÂsiyeti net bir sûrette ortaya koymaktadır. Yani hac da bir nevî “takv” eğitimidir. Haccı makbul şekilde îf edebilmenin en buyuk alÂmeti, hacdan sonra da takv uzere yaşamaktır.
Haccın hikmetlerinden, vermek istediği mesajlardan ve ahlÂkî değerlerden lÂyıkıyla hisse alıp omur boyu o hassÂsiyetleri koruyabilmek icin; bu buyuk ibadetin belli başlı rukunlerinin mÂn ve mÂhiyetini tefekkur etmek gerekir.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi, Eylul 2016, 367. Sayı
İslam ve İhsan