
Prof. Dr. Ethem Cebecioğlu, umrede Hilton'dan Kabe'ye yaşadığı yolculuğu anlatıyor.Allah (cc.) cumlesiyle birlikte kabul etsin gecen nisanda RegÂib kandilini kutsal topraklarda gecirelim diye umreye gitmiştim. Hiltonda kalmıştık Vahid Bey ve bir grup universiteli gencle beraberdik.
Otelimiz guzel oteldi… Yıldızları kalabalıktı… Efendim, otelden cıkıyoruz, otele gidiyoruz. Yani, Hiton ’dan Mescid ’e… Mescid ’den Hilton ’a…
İkisi de zenginlik… Manevî zenginlik, maddî zenginlik. Maddi imkanlar Hilton ’da onume serilmiş, ne guzel her şey birinci sınıf… Ne ararsan var otelde. Her şey… her şey var Hamdolsun… Başka ne diyeyimki…
Mescidde mÂn zenginliği var. Hem de alabildiğine zengin… Hakkını verebilene, Medine ’de on bin sevab, Mekke ’de yuz bin sevab…
Elimde sandalyem Vahid Bey ’le beraber, Hilton ’dan Harem ’e gidip geliyoruz. Her şey yerli yerinde ohh ne guzel. Soyleyecek bir şey yok Hamdolsun. Hep artılar var. Hep artılar… Eksilerin hepsi tukenmiş. Efendim, Mekke ’de Medine ’de Allah ’ı (cc) yaşıyorum, Rasûllullah ’ı (sav) yaşıyorum veya yaşadığımı sanıyorum. Daha ne istiyeyimki Mevl ’dan: cennet gibi iki guzellik var benim icin bu kutsal topraklarda… Madde ve mÂn cenneti, Hamdolsun… Rabbime hamdolsun. İnanın, secdeye şukur icin alnımı koysam, yuz bin yıl secdede kalsam, Allah ’a (cc) şukurde Âciz kalırım.
Ama bu ışıklı tablo icinde, yine de yureğime batan bir şeyler var. Anlayamadığım birşeyler… Niyeyse vicdanımı tırmalıyor hep.
KIBLEYE DONEREK OTURAN MİSKİN FAKİR
Otele girip cıkarken otelin onunde, yarı meczub Pakistanlı bir miskin fakiri, kenara buzulmuş oturuyor goruyorum. Bakıyorum elbisesi elbise değil, kir, pas ve terden katran gibi. Tırnakları uzamış, sacı hic tarak değmemiş, kirli, tozlu ve dağınık. Kıbleye donerek oturmuş, hep KÂbe ’ye doğru bakıyor yorgun, boş ve dalgın gozlerle…
Biraz dikkat edince bakıyorum, kabaca değnekten baston gibi bir şey var yanında… Topalmış, sonradan fark ettim, onunla yuruyor…
Kimse donup ona bakmıyor bile, o da donup kimseye bakmıyor. Hep kıbleye bakıyor, o… Allah (cc) ’in evine bakıyor.
Biz otelden guzel, rÂn kıyafetlerle cıkıyoruz… Cıkar cıkmaz hep onu goruyoruz.
Onun yanından gecerken, elbisemin bana; “kibir, kibir, kibir” diye fısıldadığını duyuyorum. O miskin fakir, bir hic… ve ne guzel hic olmak… Ama, iyi kotu ben bir dervişim ve benim hic olmam gerekmiyor mu? Veya oyle sanıyorum kendimi. Gercek hic olan ve hicliği yaşayan o miskin garibin yanından gecerken, icimdeki hicin, hic olmadığını fark ediyorum.
“Estağfirullah” diyorum, Allah (cc) ’tan utanarak.
Onun ac olduğu halinden belli… Belli ki birileri bir şey verirse ancak onu yiyor… Ac ve zayıf… Sıcakta bile, soğuktaymış gibi arada bir urperiyor, titriyor…
O gun Allah (cc) kabul etsin orucluydum. Sahurum iki bardak suydu. O kadar yani… Ama o miskinin yanından gecerken, aclığımın, onun aclığı yanında tokluk olduğunu gordum.
HİLTON SENDROMU
Otelde saymıştım, bir keresinde acık bufede 58 yiyecek ceşidi vardı. Yani yediğin onunde, yemediğin ardında… Acı, tatlı, tuzlu, meyve, sebze, et vs.. aklınıza ne gelirse hepsi var… Her şey, her şey var. Dunya nimetlerinin hepsi var. Ama otelin kapsındaki o miskinde hicbir şey yok. Hic… o, koskoca bir Hic… Aclık yiyor, aclık iciyor, aclıktan başka bir şey değil, o…
O ac miskin fakiri gordukce, yiyip ictiklerim, gozume daha bir başka gorunuyor. Daha bir farklı gorunuyor. Kendimi farkediyorum o miskin sayesinde… Kendimi Rasûllullah ’ın (sav) aynasında tarttığım zaman, o ac miskinin yaşadığı aclıkla, Hz. Rasûllullah ’a (sav) ne kadar yakın olduğunu, kendimin de tok karnımla Rasûllullah ’a (sav) ne kadar uzak olduğumu goruyorum. Bir yandan da elimde zikirmatik, otuz bin kırk bin salavat cekmeye calışıyorum. Ama Rasûllullah (sav), bu halimle bana pek benzemezken, o ac miskine daha cok benziyordu. Cunku Hz. Aişe (ra) annemizin anlatımıyla;
“Rasûlullah (sav), omur boyu doyasıya yemek yememişti! Ac yaşamış, ac olmuştu.”
Yani anlayacağınız, işin ozeti, vicdanım cok yara aldı. Tefekkuru tefekkure kattım. Butun Turkiye gozumun onune geldi birden. Butun Turkiye, Hilton oluverdi birden. Hatay ’daki Suriyeli multeciler de, Hilton ’un onundeki o ac ve caresiz miskin garib oldu. Aklıma sorumsuzluğum, eksikliğim ve yetersizliğim gorundu. Kendimi fark ettim. Derken ac Afrika canlandı gozumde… Kendimi hala Hilton ’da goruyordum. Diğer fakir, yoksul, İslÂm ulkelerine, ulkeme vs.. Her yere baktım… Her yere… Ve hepsinde, Hilton sendromunu yaşadım. Dikey kesit yani, zaman boyut olarak baktım kendime… Gordum ki ben, zaten hep Hilton ’larda yaşıyormuşum meğer… Hem de hayat boyu…
LUKSTEN HESABA CEKİLECEKSİNİZ
İnanın, Allah ’tan (cc) utandım. Hem de cok utandım… Bu muhasebelerden aklıma birden Mûsa Efendimiz ’in (ks):
“Beylerbeyi Sarayı ’nda yaşasanız bile, fakirin yediği gibi yiyin, onların giydiği gibi giyinin, fazla luksten yarın hesaba cekileceksiniz.” uyarısı geldi. Rahmetli Doktor Hulûsi Baybal Ağabey de sanırım bu espriyi iyi gormuş ki, umre ve hacca giderken her Konyalı ’ya umre ve hac parası kadar oraya sadaka goturun, fukaraya dağıtın derdi… VicdÂn tÂmiri yani…
Sonuc olarak Ankara ’dan sırtıma boş kufemi yukledim, doldurayım diye Hicaz ’a geldim. Ama sonunda donerken gordum ki kufem yine bomboş…
Acaba dedim Peygamberimiz (sav) bir keresinde, sahabelerine “Meni ’l-muflis?” yani “İflas eden kimdir?” diye sormuştu ya!...
Turkiye ’ye donerken, Allah (cc.) kabul etsin… İşte bu sorunun cevabını kendimde bulmuştum.
Kaynak: Prof. Dr. Ethem Cebecioğlu, Altınoluk Dergisi, Haziran 2015, 352. Sayı
İslam ve İhsan