
Namaz muminin mîracıdır. Allah (cc) ile en yakın olduğumuz an secdedir. Gokte melekler boluk boluk namazın rukûnlarını yerine getirirken insanoğlu butunu ile şereflenmiştir. Namaza ve musluman gencliğe olan sevgisini "Namaz kılan yaşlıyı severim ama namaz kılan gence aşığım." sozleri dile getiren Hz. Omer, namaza ve gence dikkat cekiyor. Bir fidan gibi yetişen musluman gencliğin Ă‚b-ı hayatı olan namaz ve gereklilikleri nelerdir? Namazın onemi, namazda hûşu, namazın fazileti nedir?KĂ‚inĂ‚ttaki butun varlıklar; Guneş, Ay, yıldızlar, cayır, cimen, ağaclar vs. her dĂ‚im CenĂ‚b-ı Hakk ’ı zikir hĂ‚lindedir. SemĂ‚da saf saf ucan kuşlar, dağlar, taşlar, keyfiyeti bizce mechul bir tesbihat ile Hakk ’a kulluk ederler. Bitkilerin ibadeti, kıyam hĂ‚linde; hayvanların, rukû hĂ‚linde; cansız varlıkların ise yere kapanmış vaziyette, yani secde hĂ‚lindedir. SemĂ‚ ehlinin durumları da boyledir. Meleklerin bir kısmı kıyamda, bir kısmı rukûda, bir kısmı secdede, bir kısmı da tesbîh ve tehlîl hĂ‚lindedir.
CenĂ‚b-ı Hakk ’ın mu ’minlere bir mîrĂ‚c olarak ikram ettiği namaz ise, butun bu ibadetleri ihtivĂ‚ etmektedir. Dolayısıyla namaz kılan bir mu ’min, goklerde ve yerde bulunan butun varlıkların yapmış olduğu ibadetlerin cumlesini îfĂ‚ ederek hesapsız bir mukĂ‚fĂ‚ta ve derûnî tecellîlere nĂ‚il olur.
CenĂ‚b-ı Hak, varlıklar Ă‚leminde insan vucûdunu secdeye en musĂ‚it şekilde yaratmıştır. Dolayısıyla namaz ile insan arasında cok kuvvetli bir bağ vardır.
NAMAZ
Namaz, AllĂ‚h ’a vuslat demidir, O ’nunla mulĂ‚kĂ‚t hĂ‚lidir ve ummete kucuk bir mîrĂ‚c olarak ikram edilmiştir. Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de; “Secde et ve yaklaş!”[1] buyrulduğuna gore Rabbimizin huzûruna cıkabilme nîmeti de, namazla elde edilir.
Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-:
“Namaz, gozumun nûrudur.” buyurmuşlardır. (NesĂ‚î, Işretu ’n-NisĂ‚, 10; Ahmed, III, 128, 199)
Namaz, dinin direği, muslumanlığın alĂ‚metidir. Ecir bakımından hicbir ibadetle kıyaslanamaz.
“Dunyada namazın mertebesi, Ă‚hirette CenĂ‚b-ı Hakk ’ı gormek gibidir. Zira dunyada kulların AllĂ‚h ’a en yakın olduğu Ă‚n, secde Ă‚nıdır. En ulvî lezzetler ve mĂ‚nevî tecellîler, namazdadır.”
Benî Uzre Kabilesi ’nden uc kişi Peygamber Efendimiz ’e gelip musluman olmuşlardı. Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-:
“–Bunları kim misafir eder?” diye sordu. Talha -radıyallĂ‚hu anh-:
“–Ben yĂ‚ RasûlĂ‚llah!” dedi.
Onlar Hazret-i Talha ’nın yanında kalırken Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- askerî bir birlik gonderdi. O uc kişiden biri bu sefere cıktı ve şehîd oldu. Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- bir muddet sonra askerî bir grup daha gonderdi. Bununla da ikincisi cıktı ve o da şehîd oldu. Ucuncu şahıs ise bir sure sonra yatağında vefĂ‚t etti. Talha -radıyallĂ‚hu anh- der ki:
“–Yanımda kalan bu uc şahsı ruyamda Cennet ’te gordum. Yatağında olen en ondeydi, ikinci sırada şehîd olan onu takip ediyordu, ilk defa şehîd duşen de en sondaydı. Şaşırdım ve yatağında olen kişinin şehîdlerin onunde olması biraz da ağırıma gitti. Hemen Peygamber Efendimiz ’e giderek gorduklerimi anlattım. Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- şoyle buyurdu:
“–Bunda şaşılacak bir şey yok! Allah katında tesbîh, tekbîr ve tehlîli[2] dilinden duşurmeden İslĂ‚m uzere omur suren mu ’minden daha fazîletli bir kimse yoktur.” (Ahmed, I, 163)
Peygamber Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, musluman olarak hayat surmenin kıymetini ashĂ‚bına anlatabilmek icin şu misĂ‚li de verdi:
“–Yatağında olen o kişi, şehîd olan kardeşinden sonra Ramazan orucunu tutmadı mı, bir senede altı bin şu kadar rekĂ‚t namaz kılmadı mı? (O hĂ‚lde ikisi arasında bu kadar fark tabiî ki olacaktır.)” (Ahmed, II, 333)
Bu rivĂ‚yet gostermektedir ki namaz, sadece mu ’minle kĂ‚fir arasında değil, mu ’minle mu ’min arasında bile mĂ‚nevî derece bakımından buyuk bir farklılığa sebep olmaktadır.
NAMAZDAN MAHRUM KALANLAR
Namazdan uzak kimseler, dunya hayatında bereketsiz bir omur yaşarlar. SîmĂ‚larında ilĂ‚hî guzelliğin nûru kalmaz. Bu kimseler sĂ‚lih zĂ‚tların sevgisinden de mahrum kalırlar. “Nasıl yaşarsanız, o şekilde olursunuz!”[3] hadîs-i şerîfi sırrınca, son nefesleri cok buyuk bir tehlike arz eder ve ıztıraplı bir şekilde can verirler. Kabirleri onları sıkar ve cehennem cukurlarından bir cukur olur. KıyĂ‚mette de CenĂ‚b-ı Hakk ’ı kendilerine gazaplanmış olarak bulurlar. Hesapları cok cetin gecer ve nihĂ‚yet cehenneme atılırlar.
Nitekim bir sabah Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, ashĂ‚bına şoyle buyurdu:
“Bu gece ruyamda iki kişi (CebrĂ‚îl ile MîkĂ‚îl) gelerek beni kaldırdılar ve; «Haydi gidiyoruz.» dediler. Ben de onlarla beraber gittim. Yanı uzerine yatmış bir adamın yanına vardık. Başka biri de elinde kocaman bir kaya ile onun başında duruyordu. Kayayı, yatan adamın kafasına vurup eziyor, taş bir tarafa yuvarlanınca arkasından gidiyor ve taşı alıp getiriyordu. O gelinceye kadar diğerinin kafası da iyileşerek eski hĂ‚line geliyordu. Adam, once yaptığını aynen tekrarlayarak yerde yatanın başını her defasında ezip duruyordu... Meleklere:
«–SubhĂ‚nallah, bunların hĂ‚li nedir?» diye sordum…
«–Anlatalım.» dediler: «–Bu adam, Kur ’Ă‚n ’ı oğrendiği hĂ‚lde onu terk eden ve uyuyarak farz namazın (bilhassa sabah namazının) vaktini geciren kimsedir...» dediler.” (BuhĂ‚rî, Ta ’bîr 48, CenĂ‚iz 93)
Mu ’min bir genc, şeytanın bu yoldaki tuzaklarından kendisini titizlikle korumalı ve herhangi bir sebeple kılamadığı namazları kazĂ‚ etmekte acele etmelidir. Zira hadîs-i şerîfte:
“Kim bir namazı unutursa, onu hatırladığında hemen kılsın; onun bundan başka keffĂ‚reti yoktur.” buyrulur. (Muslim, MesĂ‚cid, 314)
Efendimiz ’in bu tavsiyesine uyulmadığı takdirde, dağ gibi yığılan namaz borcları, neticede kulu Ă‚hiret iflĂ‚sına surukler.
BEŞ VAKİT NAMAZ
Beş vakit namazın her biri ayrı ayrı kıymet ve ehemmiyet taşır. Gunun belli vakitlerine dağılışı da, insan icin hem rûhen hem de bedenen binbir fayda ve hikmet ihtivĂ‚ eder. Bu bakımdan her biri ayrı bir ihtimam ve îtinĂ‚ ile cĂ‚n u gonulden edĂ‚ edilmelidir.
Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- beş vakit namaz hususunda ummetine şoyle buyurur:
“Allah TeĂ‚lĂ‚ buyurdu ki: «Senʼin ummetine beş vakit namazı farz kıldım. Kendi katımda verilmiş bir soz vardır: Kim o namazları tam vaktinde kılarsa, onu mutlakĂ‚ cennete koyacağım. Kim de o namazları korumazsa, katımda ona verilmiş hicbir soz yoktur.»” (İbn-i MĂ‚ce, İkāmetu ’s-SalĂ‚h, 194)
“Bir musluman, farz namazın vakti geldiğinde guzelce abdest alır, huşû icinde rukû ve secdelerine dikkat ederek hakkıyla namazını kılarsa, buyuk gunah işlemedikce, bu namaz onceki gunahlarına keffĂ‚ret olur. Bu her zaman boyledir.” (Muslim, TahĂ‚ret, 7)
CUMA NAMAZI
Cuma namazı, erkeklere farz kılınmıştır. CenĂ‚b-ı Hak şoyle buyurur:
“Ey îmĂ‚n edenler! Cuma gunu namaza cağırıldığı (ezan okunduğu) zaman, alışverişi bırakın ve hemen AllĂ‚h ’ı zikre (namaza ve hutbeye) koşun! Eğer bilirseniz, elbette bu, sizin icin daha hayırlıdır.” (el-Cuma, 9)
Bu Ă‚yet-i kerîmeden anlaşıldığına gore Cuma vaktinde alışveriş gibi namaz hĂ‚rici işlerle meşgul olmak haramdır.
Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Cuma namazı hakkında şoyle buyurur:
“Bir kişi guzelce abdest alır, Cuma namazına gelir ve hutbeyi sukûnetle dinlerse, bununla diğer Cuma arasındaki gunahları bağışlanır ve buna uc gun daha ilĂ‚ve edilir. Kim hutbe okunurken cakıl taşlarıyla oynarsa, abesle iştiğĂ‚l etmiş ve Cuma ’nın fazîletini kacırmış olur.” (Muslim, Cum ’a, 27)
“BĂ‚zı kimseler ya Cuma namazlarını terk etmekten vazgecerler ya da Allah TeĂ‚lĂ‚ onların kalplerini muhurler de gĂ‚fillerden olurlar.” (Muslim, Cum ’a, 40)
NAMAZDA HUŞÛ
Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- namazda sakalı ile oynayan birini gormuştu. Bunun uzerine:
“–Bakın, şu kimsenin kalbi huşû duysaydı, Ă‚zĂ‚ları da huşû icinde olurdu.” buyurdu. (Ali el-Muttakî, VIII, 197/22530; AbdurrazzĂ‚k, Musannef, II, 266-267)
Butun ibadetler, ulvî bir ruh heyecanı icinde edĂ‚ edilmelidir. Bilhassa namaz, huşû ile kılınmalıdır. Âyet-i kerîmede şoyle buyrulur:
“Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, onlar namazlarını ciddiye almazlar. (Gafletle kılarlar.)” (el-MĂ‚ûn, 4-5)
Hazret-i Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- de şoyle buyurmuştur:
“Kişi rukû ve secdesini tam yaparak namazı guzel bir şekilde edĂ‚ ederse, namaz o kişiye:
«–Beni muhĂ‚faza ettiğin gibi Allah da seni muhĂ‚faza etsin!» der. Namaz yukseltilir (ve kabul edilir). Kişi rukû ve secdesini tam yapmayarak namazını guzelce edĂ‚ etmezse namaz ona:
«–Beni zĂ‚yî ettiğin gibi Allah da seni zĂ‚yî etsin!» der. Kıldığı namaz, bir pacavra gibi toplanıp o kişinin yuzune carpılır.” (Beyhakî, Şuab, III, 143; Suyûtî, CĂ‚mi, I, 58/364)
Namazdaki huşû hĂ‚li o derece muhimdir ki, kulun kurtuluşa giden yolu bu kapıdan gecer. Zira Ă‚yet-i kerîmede buyrulur:
“Muhakkak ki (şu) mu ’minler felĂ‚h bulmuştur: Onlar, namazlarında huşû icindedirler.” (el-Mu ’minûn, 1-2)
Peygamber Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- de, namazın huşû ile kılındığı nisbette kabul edileceğini şoyle haber vermektedir:
“Kişi namazını bitirir de ona ancak namazının onda biri, dokuzda biri, sekizde biri, yedide biri, altıda biri, beşte biri, dortte biri, ucte biri veya yarısı yazılır.” (Ebû DĂ‚vûd, SalĂ‚t, 123-124/796; Ahmed, IV, 321)
“Kişiye namazından, ancak kalbinin hazır olduğu kısım yazılır.” (Suheylî, Ravdu ’l-Unf, II, 208)
Yani kul, ancak huşû ve huzur ile namaz kıldığı zaman sevap alabilmektedir.
PEYGAMBERİMİZ ’İN BAŞINDAN GECEN BİR HADİSE
Peygamber Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, bir sefer esnĂ‚sında konaklamıştı. AshĂ‚bına donerek:
“–Bu gece bizi kim bekleyecek?” diye sordu.
MuhĂ‚cirlerden AmmĂ‚r bin YĂ‚sir ve EnsĂ‚r ’dan AbbĂ‚d bin Bişr -radıyallĂ‚hu anhumĂ‚- hemen:
“–Biz bekleriz yĂ‚ RasûlĂ‚llah!” dediler. Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-:
“–VĂ‚dinin ağzında bekleyin!” buyurdu.
AbbĂ‚d -radıyallĂ‚hu anh- Hazret-i AmmĂ‚r ’a:
“–Sen gecenin hangi kısmında; başında mı yoksa sonunda mı nobet tutmak istersin?” diye sordu. AmmĂ‚r -radıyallĂ‚hu anh-:
“–Son kısmında beklemek isterim!” dedi ve uyudu. AbbĂ‚d da namaz kılmaya başladı. Kehf Sûresi ’ni okuyordu. O sırada bir muşrik geldi. Ayakta duran bir karaltı gorunce gozcu olduğunu anladı ve hemen bir ok attı. Ok, AbbĂ‚d ’a isĂ‚bet etti. MubĂ‚rek sahĂ‚bî oku cıkardı ve namazına devam etti. Adam ikinci ve ucuncu kez ok atıp isĂ‚bet ettirdi. Her defasında da AbbĂ‚d -radıyallĂ‚hu anh- ayakta sĂ‚bit durarak okları cekip cıkarıyor ve namazına devam ediyordu. Derken rukû ve secdeye vardı. SelĂ‚m verdikten sonra arkadaşını uyandırarak:
“–Kalk! Ben yaralandım!” dedi.
AmmĂ‚r -radıyallĂ‚hu anh- sıcrayıp kalktı. Bunu goren muşrik, yakalanmaktan korkarak kactı. AmmĂ‚r -radıyallĂ‚hu anh-, arkadaşının kanlar icinde olduğunu gorunce:
“–SubhĂ‚nallah! Sana ilk ok atıldığında beni neden uyandırmadın?!” dedi. AbbĂ‚d -radıyallĂ‚hu anh- şu muhteşem cevabı verdi:
“–Oyle bir sûre okuyordum ki, onu bitirmeden namazımı bozmak istemedim. Ancak oklar peş peşe gelince, okumayı kesip rukûya vardım. Allah Rasûlu ’nun korunmasını emrettiği bu mevziyi kaybetme endişem olmasaydı, vallĂ‚hi sûreyi yarıda bırakıp namazı kesmektense olmeyi tercih ederdim.”[4]
Namaz kılarken butun rukûnların hakkını vermek gerekir. Bir defasında Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-:
“−En kotu hırsızlığı yapan insan, namazından calan kimsedir.” buyurmuştu. SahĂ‚be-i kirĂ‚m -radıyallĂ‚hu anhum-:
“−YĂ‚ RasûlĂ‚llah, kişi na­mazından nasıl calar ki?” dediler.
“−O, rukûunu ve sec­desini tam olarak yapmaz. Rukû ve secdeden kalkınca belini tam olarak doğrultmaz.” buyurdu. (Ahmed, V, 310; DĂ‚rimî, SalĂ‚t, 78)
Bir başka hadislerinde de şoyle buyurdular:
“Rukû ve secdeleri arasında belini duzgun tutmayan kişinin namazına Allah TeĂ‚lĂ‚ bakmaz (kabul etmez).” (Ahmed, II, 525)
Namazlarımızı istenilen kıvamda kılmaya ne kadar dikkat etsek de bunu tam olarak yapamayabiliriz. İnsan olduğumuz icin zaman zaman kusur ve hatĂ‚larımız olabilir. Dolayısıyla bu tur noksanlarımızı tamamlamak icin istiğfarla Rabbimize yonelmemiz ve nĂ‚file namazlara da ehemmiyet vermemiz gerekir. Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- şoyle haber vermiştir:
“KıyĂ‚met gununde kulun hesĂ‚ba cekileceği ilk amel, namazdır. Eğer namazı duzgun olursa, işi iyi gider ve kazanclı cıkar. Namazı duzgun değilse, kaybeder ve zararlı cıkar. ŞĂ‚yet farzlarından bir şey noksan olursa, Azîz ve Celîl olan Rabbi:
«Kulumun nĂ‚file namazları var mı, bakınız?» buyurur. Farzların eksiği nĂ‚filelerle tamamlanır. Sonra diğer amellerinden de bu şekilde hesĂ‚ba cekilir.” (Tirmizî, SalĂ‚t, 188/413)
NAMAZI İLK VAKTİNDE KILMAK
Namazları ilk vaktinde kılmak, hassĂ‚siyet gosterilmesi gereken mevzûlardan biridir. Yoksa ağırdan alarak namazı son vaktine kadar geciktirmek ve gonulsuzce kalkıp baştan savar gibi hızlıca kılıvermek, Allah muhĂ‚faza buyursun, insanı munĂ‚fıklığa goturur.[5]
Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- namazı geciktirmenin tehlikesine dikkat cekerek şoyle buyurmuştur:
“Namazın ilk vaktinde AllĂ‚h ’ın rızĂ‚sı, son vaktinde ise affı vardır.” (Tirmizî, SalĂ‚t, 13/172)
Yani namazın ilk vaktinde kılınması, kulun, ilĂ‚hî emirlere itaatte ne kadar hassas ve azimli olduğunu gosterdiğinden, Hakkʼın rızĂ‚sına vesîle olur. Buna mukĂ‚bil, namazı ihmĂ‚l edip son vaktinde kılıvermek ise, ilĂ‚hî emirlere itaatteki hassĂ‚siyet noksanlığını gosterdiğinden kula herhangi bir ecir sağlamaz, yalnızca o farz borcunun affedilmesini temin eder.
AlĂ‚ bin AbdurrahmĂ‚n Hazretleri şu hĂ‚diseyi nakleder:
Bir gun oğleden sonra Enes bin MĂ‚lik ’in yanına gitmiştik. Enes -radıyallĂ‚hu anh-, biz varınca hemen kalkarak ikindi namazını kıldı. Kendisine namazı erken kıldığını soyledik. O da nicin boyle yaptığını îzah sadedinde dedi ki:
“Peygamber Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- uc defa; «O munĂ‚fıkların namazıdır!» buyurduktan sonra şoyle devam etti:
«Onlardan biri oturur, oturur, tam guneş sararıp batmaya yuz tutunca ve şeytanın iki boynuzu arasına girince kalkar, kuşun yem toplaması gibi hızlıca dort defa yatıp kalkar, namazda da AllĂ‚h ’ı pek az zikreder.»” (Muvatta ’, Kur ’Ă‚n-ı Kerîm, 46; Muslim, MesĂ‚cid, 195)
Ebû Zer -radıyallĂ‚hu anh- şoyle anlatır:
“Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-:
«−Namazı geciktiren veya onu rûhu cıkmış olu bir ceset hĂ‚line getiren kimseler başına idĂ‚reci olduğunda hĂ‚lin nice olacak?» bu­yurdu.
Ben:
«−Bu durumda bana ne emir buyurursunuz?» diye sordum. Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-:
«−Namazını vak­tinde kıl! Onlar kılarken namaza yetişirsen tekrar kıl! Bu senin icin nĂ‚file olur.» buyurdu.” (Muslim, MesĂ‚cid, 238-240; DĂ‚rimî, SalĂ‚t, 25)
Yine Peygamber Efendimiz ’e:
“–Amellerin hangisi daha fazîletlidir?” diye sorulmuştu.
“–İlk vaktinde kılınan namazdır.” buyurdu. (Tirmizî, SalĂ‚t, 13/170; Ebû DĂ‚vûd, SalĂ‚t, 9/426)
Abdullah bin RevĂ‚ha -radıyallĂ‚hu anh- namaz hususunda cok hassas davranırdı. Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ona “kardeşim” hitĂ‚bıyla iltifat ederek, onu şoyle medhetmiştir:
“Allah, kardeşim Abdullah bin RevĂ‚ha ’ya rahmet eylesin! Namaz vakti nerede girse, hemen orada durur ve namazını kılar.” (Heysemî, IX, 316)
Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ummetine tavsiye ettiği bu fazîleti herkesten once kendisi yaşardı. Zira O, hayĂ‚tı boyunca nerede ve ne hĂ‚l uzere bulunursa bulunsun, vakti girdiği anda hemen namazını kılmaktan cok hoşlanırdı.[6] Nitekim Hazret-i Âişe -radıyallĂ‚hu anhĂ‚- şoyle der:
“Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- namazı son vaktine kadar iki defa bile tehir etmeden Allah TeĂ‚lĂ‚ O ’nu katına aldı.” (Tirmizî, SalĂ‚t, 13/174; Ahmed, VI, 92)
NAMAZLARI CEMAATLE KILMAK
Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- şoyle buyurur:
“Bir kişinin diğer bir kişiyle kıldığı namazı, yalnız kıldığı namazdan daha bereketli ve sevĂ‚bı daha fazladır. İki kişi ile kıldığı namazı da bir kişi ile olan namazından daha bereketli ve ustundur. Beraber kılanların sayısı ne kadar cok olursa, Allah TeĂ‚lĂ‚ ’nın o kadar cok hoşuna gider.” (Ebû DĂ‚vûd, SalĂ‚t, 47/554; NesĂ‚î, İmĂ‚met, 45/841)
Namaz mevzuunda en muhim noktalardan biri de, farz namazların cemaatle kılınmasıdır. Namazı cemaatle kılmak, vĂ‚cip hukmunde muekked bir sunnettir. Hazret-i Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- son gunlerinin dışında cemaati hicbir zaman terk etmemiştir.
Namazları cemaatle kılmanın ısrarla emredilmesi, dînimizin sosyal terbiyeye verdiği ehemmiyeti gosterir. Zira birlik ve beraberlik duygusunu percinleyen en muhim sĂ‚lih amel, namazları cemaatle kılmaktır. Nerede cemaatle namaz kılınıyorsa, orada İslĂ‚m ’ın rûhî ve ictimĂ‚î yapısı idrĂ‚k edilmeye başlanmış demektir.
Namazın her rekĂ‚tında okuduğumuz; “Ancak Sana ibadet eder ve ancak Senʼden yardım isteriz!” (el-FĂ‚tiha, 5) Ă‚yet-i kerîmesinde Rabbimiz, bize gunde en az kırk defa, cemaat hĂ‚linde olmamızı telkîn etmektedir.
Bu husustaki hadîs-i şerîflerin birkacı şoyledir:
“Cemaatle kılınan namaz, tek başına kılınandan 27 derece daha ustundur.” (BuhĂ‚rî, EzĂ‚n, 30)
“...Cemaat hĂ‚linde olmanızı ve ayrılığa duşup dağılmaktan şiddetle kacınmanızı isterim. Zira şeytan, yalnız başına yaşayan kimselerle beraberdir. İki kişi de olsa, beraber yaşayanlardan ise uzaktır. Cennetin ortasında bulunmak isteyen kimse, cemaate devam etsin...” (Tirmizî, Fiten, 7/2165)
Bir gun Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- tek başına namaz kılan bir kişi gormuştu:
“−Şu zĂ‚ta, kendisiyle birlikte namaz kılarak tasaddukta bulunacak (iyilik edecek) kimse yok mu?” buyurdu. (Ebû DĂ‚vûd, SalĂ‚t, 55/574; Tirmizî, SalĂ‚t, 164; DĂ‚rimî, SalĂ‚t, 98)
Diğer rivĂ‚yetlerden anlaşıldığına gore bu zĂ‚t oğle namazı kılmaktaydı. Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- bir kişinin ona cemaat olarak daha fazla sevap kazandırmasını arzu etti.
RivĂ‚yete gore, kıyĂ‚met gunu Allah TeĂ‚lĂ‚:
“–Benim komşularım nerede?” diye soracak.
Melekler:
“–Sana kim komşu olabilir ki yĂ‚ Rabbî?!” diyecekler.
Allah TeÂl da:
“–Mescidlerimi îmĂ‚r edenler (yani cemaatle namaza devam edenler).” buyuracak. (Ali el-Muttakî, VII, 578/20339)
Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- cemaat hususunda hic tĂ‚viz vermemiştir. Nitekim bir gun Ă‚mĂ‚ sahĂ‚bî Abdullah ibn-i Ummi Mektûm -radıyallĂ‚hu anh-:
“–YĂ‚ RasûlĂ‚llah! Medîne ’nin zehirli haşereleri ve yırtıcı hayvanları coktur. (Ben bu hayvanların zarar vermesinden korkuyorum. Cemaate cıkmayıp evde namaz kılabilir miyim?)” demişti. Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-:
“–حَيَّ عَلَى الصَّلَاةِ ve حَيَّ عَلَى الْفَلَاحِ davetlerini işitiyor musun? Oyleyse durma mescide gel.” buyurdu. (Ebû DĂ‚vûd, SalĂ‚t, 46/553)
Yezîd bin Âmir -radıyallĂ‚hu anh- anlatıyor:
“Allah Rasûlu namaz kılarken yanına varmıştım. Oturdum ve cemaate iştirĂ‚k etmedim. Efendimiz namazdan sonra bize doğru donunce, kenarda oturduğumu gordu:
«–Ey Yezîd, sen musluman olmadın mı?» buyurdu.
«–Oldum yĂ‚ RasûlĂ‚llah!» dedim.
«–Oyleyse cemaate katılmaktan seni alıkoyan nedir?» buyurdu.
«–Sizin namazı kılmış olduğunuzu zannederek evimde kılmıştım.» dedim. Bunun uzerine Peygamber Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-:
«–ŞĂ‚yet namaza gelir de insanları namazda bulursan, onlarla birlikte kıl! Eğer daha onceden namazını kılmış isen, bu senin icin nĂ‚file olur. Evde kıldığın da farz yerine gecer.» buyurdu.” (Ebû DĂ‚vûd, SalĂ‚t, 56/577)
Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- cemaate devam etmeyenler icin muhtelif îkazlarda bulunmuştur. Ubey bin KĂ‚ʻb -radıyallĂ‚hu anh- şoyle anlatıyor:
“Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- bir gun bize sabah namazını kıldırdı ve:
«–FilĂ‚n kimse namaza geldi mi?» diye sordu.
«–Gelmedi.» dediler.
«–FilĂ‚n geldi mi?» diye sordu. Yine:
«–Gelmedi.» dediler. Bunun uzerine:
«–İşte bu iki namaz (yatsı ve sabah) munĂ‚fıklara en ağır gelen namazdır. Bunlarda ne kadar cok ecir ve sevap olduğunu bilseydiniz, diz ustu emekleyerek de olsa cemaate gelirdiniz. Birinci saf, meleklerin safı gibidir. Ondaki fazîleti bilseydiniz ona yarışarak giderdiniz…» buyurdu.” (Ebû DĂ‚vûd, SalĂ‚t, 47/554; NesĂ‚î, İmĂ‚met, 45)
Dînimizde cemaatle namaza gosterilen ehemmiyet sebebiyledir ki, buyuk Osmanlı ulemĂ‚sından Molla FenĂ‚rî, cemaate devam etmemesi sebebiyle Yıldırım BĂ‚yezîd ’in mahkemede şĂ‚hitliğini kabul etmemiştir. Bunun sebebini hayretle soran Sultan ’a da acık bir şekilde:
“–Sultanım! Sizi cemaatte goremiyorum. HĂ‚lbuki sizler, bu milletin rehberleri olarak ilk safta yer almalısınız. Yani sizin amel-i sĂ‚lih sahibi olmanız gerekir... ŞĂ‚yet cemaate iştirĂ‚k etmezseniz, halka kotu ornek olursunuz ki, bu da şĂ‚hitliğinizin kabulune mĂ‚nîdir...” cevabını vermişti.
Bu hĂ‚dise uzerine, diğer bir rivĂ‚yete gore de Niğbolu muvaffakıyetinin bir şukrĂ‚nesi olarak Yıldırım BĂ‚yezîd, Bursa ’daki meşhur UlucĂ‚mî ’yi yaptırmış ve beş vakit cemaate devam etmiştir.
SON NEFESE KADAR NAMAZ
Namazı terk ve ihmĂ‚lin, hicbir haklı ve gecerli mĂ‚zereti olamaz. Harp hĂ‚linde dahî musluman askerler nobetleşerek namazlarını cemaatle kılarlar.[7]
Bu sebeple son nefesimizi verinceye kadar, namaz hususunda gonlumuzu dĂ‚imĂ‚ uyanık tutmalıyız. Nitekim Allah Rasûlu ’nun son demlerini anlatan Hazret-i Enes -radıyallĂ‚hu anh- şoyle der:
“−VefĂ‚tı esnĂ‚sında Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in yanındaydık. Bize uc defa:
«–Namaz hususunda Allah ’tan korkunuz!» buyurdu ve şoyle devam etti:
“–Emriniz altındaki insanlar hakkında Allah ’tan korkunuz. İki zayıf hakkında Allah ’tan korkunuz: Onlar, dul kadın ve yetim cocuktur. Namaz hususunda Allah ’tan korkunuz!..»
Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- daha sonra, “Namaz, namaz…” diye tekrar etmeye başladı. Muazzez rûhu En Yuce Dost ’a yukselinceye kadar, bunu icten ice tekrar edip durdu. (Beyhakî, Şuab, VII, 477)
NAMAZLA GELEN ZAFER
Canakkale Harbi ’nin devam ettiği gunlerde bir Ramazan bayramı arefesiydi. Cephe kumandanı Vehip Paşa, 9. Tumen ’in genc imamını cağırarak mahzun bir şekilde şoyle dedi:
“–HĂ‚fız! Yarın Ramazan bayramı. Asker toplu olarak bayram namazı kılmak istiyor. Ne dediysem, vazgeciremedim. Zira boyle bir şey, duşmanın arayıp bulamayacağı bir toplu imhĂ‚ fırsatı olur. MunĂ‚sip bir dille bunu erlere bir de sen anlatıver!..”
İmam Efendi, Paşa ’nın yanından henuz ayrılmıştı ki, karşısına nur yuzlu bir zĂ‚t cıktı ve:
“–Oğlum! Sakın ola askerlere bir şey soyleme! Gun ola hayır ola; Allah ne derse, oyle olur.” dedi.
Ertesi sabah, herkesi hayrete duşuren ilĂ‚hî bir tecellî yaşandı. Gokten hevenk hevenk bulutlar indi ve gonlu AllĂ‚h ’a kulluk aşkıyla dolup taşan mu ’min askerlerin uzerini kapladı. Onları durbunle gozetleyen duşman kuvvetleri, artık bembeyaz bulutlardan başka bir şey goremiyordu. O sabah, bambaşka bir mĂ‚nevî heyecan icinde kılınan bayram namazında alınan gur tekbirler, dalga dalga semĂ‚ya yukseliyordu.
İşte bu esnĂ‚da İngiliz kuvvetleri arasında buyuk bir kargaşa ve isyan başgosterdi. Zira ceşitli İngiliz somurgelerinden kandırılarak getirilen musluman askerler, musluman bir toplulukla savaştıklarını, işittikleri bu tekbir ve tevhid seslerinden anlamışlardı. Ne yapacağını şaşıran zĂ‚lim İngilizler, onların bir kısmını kurşuna dizdi, diğerlerini de alelacele cephe gerisine cekmek zorunda kaldı.
Âyet-i kerîmede şoyle buyrulur:
“Ey îmĂ‚n edenler! Sabır ve namazla Allah ’tan yardım isteyin!..” (el-Bakara, 153)
[1] el-AlÂk, 19.
[2] Tesbîh, “subhĂ‚nallĂ‚h”; tekbîr, “AllĂ‚hu ekber”; tehlîl de “lĂ‚ ilĂ‚he illĂ‚llah” diyerek AllĂ‚h ’ı zikretmektir.
[3] MunĂ‚vî, Feyzu ’l-Kadîr, V, 663.
[4] Bkz. Ebû DĂ‚vûd, TahĂ‚ret, 78/198; Ahmed, III, 344; Beyhakî, DelĂ‚il, III, 459; İbn-i HişĂ‚m, III, 219; VĂ‚kıdî, I, 397.
[5] Bkz. en-NisÂ, 142.
[6] Bkz. BuhĂ‚rî, SalĂ‚t, 48.
[7] en-NisÂ, 102.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hakk'a Adanmış Genclik , Erkam Yayınları
İslam ve İhsan