Hayatı boyunca cok sevmişti vapurları. Deniz uzerinde dans edercesine ilerleyen buyuk beyaz balıklara imrenerek bakmıştı hep. Vapura ilk bindiği gunu bugun bile tum detaylarıyla hatırlıyordu. Beş yaşını doldurduğu gun doğum gununu kutlamak uzere Kuzguncuk’taki halasına gitmek icin binmişlerdi vapura. Tam yirmi yıl gecmişti uzerinden. Ne Kuzguncuk’taki halası hayattaydı nede hayat o gun ki kadar guzeldi. Yaşamının altust olduğu bugun bindiği bu vapura yirmi beş yıl onceki saf ve sorusuz haliyle binebilmeyi cok isterdi. Şu an bu vapurda o sevecen, hayat dolu cocuk değil yıkılmış, ezilmiş ve hayattan kopmuş bir insan vardı. Bir gece oğrendiği korkunc gercek onun hayatını alt ust etmiş ve intihar noktasına getirmişti. Şimdi hayatı boyunca oğrendiği tum kutsal değerleri reddederek vapura binmiş ve boğazın azgın sularına boş bakışlarla bakıyordu.
Orta halli bir ailenin tek cocuğu olarak doğmuştu. Babası bir doktor annesi ise ev hanımıydı. Tek cocuk olmanın sağladığı tum avantajları yaşamıştı. En iyi okullarda okumuş, en pahalı kıyafetleri giymiş ve ilginin en alasını gormuştu. Universite eğitimini babasının isteğiyle Fransa ‘da tamamlamış ve mimar olmuştu. Daha birkac gun once donmuştu ulkesine. Ucakta gelirken hayaller kurmuştu donuşune dair. Evindeki bayram havasını hayal etmişti. Annesinin gozyaşlarıyla karışık mutluluğunu, babasının gururlu bakışlarını hayal ederken gozleri dolmuş ve diğer yolculara fark ettirmeden ağlamıştı. Babası soz vermişti; diplomasını alıp eve donduğu gun son model bir araba alacaktı. Acaba ne marka almıştı arabasını? Hayallerinin sınırı yoktu. Mutluluğa dair kurduğu tum hayaller gercekleşmişti şimdiye kadar. Ve ucaktan iner inmez yine kurduğu hayaller gercek olacaktı.
Eve geldiğinde onu karşılayanlar arasında annesi yoktu. Meraklı gozlerle etrafı araştırıyor alacağı cevaptan korktuğu icin kimseye soramıyordu. Babasıyla beraber oturma odasına gectiler. Babası yaşlanmış gibi gorunuyordu ve bu goruntu kotu bir şeylerin yaşandığının sinyallerini veriyordu. Babası tedirgin ses tonuyla anlatmaya başlamış acı gercekleri su yuzune cıkartıyor, genc delikanlı ise duydukları karşısında dehşete kapılıyordu. Babası sozunu bitiremeden hıckırıklara boğulmuş, kendi kontrol edemez halde ağlıyordu. Genc delikanlıya cebinden cıkardığı bir mektubu uzattı titreyen elleriyle. Delikanlı babasının anlattıklarının ezici ağırlığının yanında birde bu mektubu okumak zorundaydı. Evden koşarak adımlarla cıktı ve cocukluğundan beri en cok sevdiği yere ;vapur iskelesine gitti. Zarfı acmak istemiyor fakat icinde yazılanları merak ediyordu. Uzerinde Canım Oğluma yazan bu zarfı actığında altust olmuş hayatının daha da cıkmaza gireceğini tahmin edebiliyordu. Ve tum cesaretini toplayarak mektubu actı;
‘’ Canım Oğlum! Bu satırları okuduğuna gore her şeyi oğrendin. Baban, yani senin bildiğin baban sana ne anlattıysa hepsi doğru. Bana kızdın biliyorum hatta benden nefret ediyorsun. Sana mantıklı bir acıklama yapamam ama biliyor musun oğlum, aşkın mantığı yoktur. Evet ben kocamı aldatarak en buyuk gunahı işledim. Ama tanrı bana bu gunahın karşılığı olarak seni; dunyanın en buyuk hediyesini verdi. Bu benim en buyuk tesellim. Mutlu bir yuvam vardı fakat bana daha buyuk mutluluklar yaşatan gercek babana karşı koyamadım. Sevdim; sadece sevdim oğlum, kocamdan oncede sevmiştim, kocamla beraberken de sevdim.
Yureğimde başka birinin sevgisini taşıyarak evlendim kocamla ve o sevgiyi yureğimden atamadım. Bir yureğe iki sevda sığdıramadım oğlum ve birini tercih etmek zorunda kaldım. Yirmi beş yıl gecikmelide olsa ben gercek sevdama gidiyorum. Yaşlanmış bedenim toprağa uzanacaksa bu onun yani gercek babanın kollarında olmalı. Sana yanımıza gel, bizimle yaşa diyemem. Senden tek isteğim benden nefret etme ve sende annen gibi her şeyi goze alarak sev. Seni seviyorum; annen.’’
Elinde annesinin yazdığı mektupla vapur iskelesinde bir heykel misali donup kalmıştı delikanlı. Vucuduna komut veremeyecek kadar karışmış belleği sadece mektupta yazılanları hatırlayabiliyordu. Annesi, hayatta en guvendiği en sevdiği en kutsal varlıktı onun icin. Meleklerin neye benzediğini sorsalar annesini tarif etmeye başlayabilirdi. Fakat şuan elindeki kÂğıt parcasında yazılanlar annesinin duşunduğunun tam tersi bir insan olduğunu anlatıyordu. Ne duşuneceğini, neye inanacağını bilemiyordu. Annesi bunu yapmış olamazdı; babasını aldatmış, yıllarca babasının yanında başka bir erkeğin aşkıyla yatmış, babasıyla sevişirken başka bir erkeği hayal etmiş olamazdı. Kimdi gercek babası, neredeydi, şuana kadar neden ortaya cıkmamıştı, annesi bu gerceği saklamayı nasıl başarmıştı. Sorular, sorular, sorular.
İskeleye yanaşan vapurun duduğuyle kendine gelmişti. Aklındaki sorular bir sonuca varmıştı bir anda. Kabullenemezdi bu gerceği, annesinin yaptığını kabullenemezdi. Vapur yavaş yavaş hareket ederken bir anlık bir ceviklikle atladı. Hava celik bir ustura gibi soğuktu ve zemherinin en acımasız gunlerinden bir yaşanıyordu. Buna rağmen delikanlı guverteye cıkarak bir koltuğa oturdu. Dalgalı denize bakan gozleri adeta derinliklerde bir cıkar yol arıyordu. Ağır ağır ilerleyen vapurdan boğaz bir başka guzel gorunuyordu. Ama bu guzellik delikanlıyı hic etkilemiyor, aklındaki kotu duşunceleri dağıtmaya yetmiyordu. Zihninin icinde gercekten cok kotu duşunceler vardı ve bu duşunceleri uygulaması an meselesiydi. Yavaşca doğruldu oturduğu koltuktan ve guverte korkuluklarına doğru ağır ağır ilerlemeye başladı. Annesinin sıcak sinesine kavuşamamıştı ve denizin soğuk sinesine doğru ilerliyordu. Kararlıydı intihara; az sonra yaşadığı tum acılar bitecekti. Bir gunah tohumu olarak yaşamak istemiyordu. Korkuluklara tutundu ve denizin derinliklerine doğru uzun uzun baktı.
Guverte kapısının arkasındaki dolabın kapağının hafifce aralandığını fark etti ve o yone dikkatle bakmaya başladı. Bu goruntu onun bir an icinde olsa intihar fikrinden uzaklaştırmıştı. Ağır adımlarla dolaba doğru ilerlemeye başladığında dolabı icinde bir cift gozun korku dolu bakışlarla kendini izlediğini fark etti. Dolabın kapağını actığında gorduğu manzara karşısında derin bir urperti yaşadı. Minicik elleriyle uşumuş ayaklarını ovuşturan bir cocuk urkek gozlerle biletciyi kolluyordu. Bakışları adeta dolabın kapısını ortmesini ister gibiydi. Ustu başı yırtılmış, sefil durumdaki bu cocuk delikanlıyı intihar fikrinden tamamen uzaklaştırmıştı. Kimi kimsesi gidecek bir yeri yoktu anlaşılan. Yoksa neden bu vapurun guvertesinde saklanacaktı ki. Belki kendi gibi bir gunah meyvesiydi. Sokaklara terkedilmiş bir gunah meyvesi. Şefkatle tuttu cocuğun elinden delikanlı ve yavaşca dışarı cıkardı.korkmaması gerektiğini, ona yardım edeceğini soyledi. Yavaşca oturdular koltuklardan birine. Guvertede sadece ikisi vardı ve birde soğuk esen bir ruzgÂr. Kırılmasından korktuğu bir ciceğe dokunur gibi okşadı cocuğun başını. Merakla sorular sormaya başladı ve aldığı cevaplar karşısında huzunlenmesi gerekirken gulumsuyordu. Cocuk annesi tarafından sokağa terkedilmişti ve babasını hic tanımamıştı. Gunduz sokaklarda dolaşıyor, tezgahlardan caldığı yiyeceklerle karnını doyuruyor, akşamları ise son vapura binip bir koşede saklanarak soğuktan korunuyordu. Beş yaşının tazeliğinde sokaklara terkedilmiş ve sefalete itilmiş olarak yaşamaya calışıyordu. İntihar kelimesinin anlamını bilmese de kendini denize atmayı hic duşunmuyor sadece gunu yaşamaya ve rahata kavuşma hayallerinin gercekleşeceği anı duşunuyordu. Yaşam kutsiyetinin farkına varmış ici rahatlamıştı.
Kuzguncuk iskelesine yanaşan akşam vapurundan inen iki terkedilmiş yolcu el ele tutuşarak koşe başındaki corekciye doğru yol almaya başladı. Biri ac karnını diğeri ise ac yureğini doyuracaktı. Aclık hisleri belki hic tukenmeyecekti ama yaşamdan asla kopmayacaklardı. Dışarıda kar yağıyordu ve soğuğa rağmen yurekleri sımsıcaktı.