Bir bilge bir gun tam trene biniyordu ki, ayakkabılarından birisi ayağından cıktı ve yere duştu.

Aşağıya inip alması imkansızdı; Cunku tren coktan harekete gecmişti.

Yanındaki arkadaşları ne yapacağını merak ediyorlardı.

O gayet sakin bir bicimde, diğer ayağındaki ayakkabıyı cıkardı ve az once duşurduğu ayakkabıya yakın bir yere fırlattı.

Talebelerinden birisi dayanamayıp sordu: "Neden boyle yaptınız?" gulumseyen bilgenin cevabı gayet basit ama hakikat yukluydu:

“Demiryolunun uzerinde ayakkabının tekini fakir birisi bulursa diğer tekini de bulup giyebilsin diye..."

***



Bencilliğin normal, diğergÂmlığın garip karşılandığı bir zamanda yaşıyoruz. "Once ben! Ne olursa olsun ben!" zihniyeti kol geziyor. İnsanın kucucuk bir cıkarı icin başkalarını kolayca gozden cıkarabileceği kabul ediliyor, hatta teşvik ediliyor gunumuzde. En yakınlarını, sevdiklerini bile şişkin benliği uğruna feda eden bir insan tipi revacta.

Bu insan tipinin cokluğundan, yaygınlığından ve egemenliğinden etkilenen zihinlerimiz oykudeki bilgenin hareketine gıpta ediyor ve "Ah keşke! Ah keşke, biz de boyle yapabilsek!" diyoruz. Veya savaş sonrasında olesiye susamış askerin dudağının yanıbaşına kadar gelen suyun, yanında yatan arkadaşına verilmesini istemesini kolay kolay anlayamıyoruz. Diğer askerin de başka susamış arkadaşını tercih etmesini... ve hepsinin de suyu icemeden şehit oluşu icimizi burkuyor.

Oysa tercih elimizde. Bencillik kacınılmaz bir kader değil. Benliğimizin, bencilliğimizin hem yureğimizi hem de zihnimizi karartmamasını sağlayabiliriz. Yeter ki isteyelim.

DiğergÂmlık, yani arkadaşlarının, kardeşlerinin, sevdiklerinin faydasını kendi cıkarlarına tercih etmeyi ahlÂkî bir ilke olarak duşunebiliriz belki. Yani, olması gereken, yapmamız gereken de zaten budur, diyebiliriz. Ama olması gerekenden cok uzaktaysak nefsimize cok da etki etmez boylesi bir prensip. Bencillik prensibi hakim olmuştur dunyamıza cunku bir kez.

Bir de, kÂr-zarar hesabı yapabiliriz. Sorabiliriz: Bencillikle elimize gecen ne? Ruhumuz "ben!" diyerek ne kazanır, ne kaybeder? DiğergÂmlık mı daha kÂrlı, bencillik mi?

Gercekten de, insan sadece almak icin değil, vermek icin de yaratılmış bir varlık. Hatta, "Veren el alan elden ustundur" tavsiyesiyle vermeye teşvik ediliyoruz. Dahası, vermek bozulmamış fıtratları almaktan daha cok mutlu ediyor. Sadece almak, kendine saklamak, kendini duşunmek gecici, menhus ve gayrımeşru bir lezzeti barındırsa da, vermek ruhu hafifletiyor, genişletiyor.

Bir veriyoruz belki, ama binler kazanıyoruz. Kendimize sakladığımız şey zahiren elimizde kalsa da, onu verdiğimizde o şey sanki bir bilet olup bize cok daha buyuk hediyeler kazandırıyor. Dunyada bir ceşit cennete buyur ediyor verme duygumuz. Bir cicek gibi acıp diğer insanların hayranlıkla ve zevkle seyrettiği bir sanat eserine donuşuyor...